Japonya’da sosyalizm 19. yüzyılın sonları, 20. yüzyılın başlarında hızlı bir modernleşmenin getirdiği büyük toplumsal çalkantıların gölgesinde gelişti. 1853 ve 1854’te Amerikalı amiral Matthew C. Perry’nin komutasındaki “kara gemiler” (buhar gücüyle çalışan küçük savaş gemileri, gambotlar) Japonya’ya gelerek ülkenin Batı dünyasıyla ticarete açılmasını “talep ediyordu”. Bu emperyalist baskı, Japonya’daki kadim feodal düzeni sarsarken modern kapitalist bir ulus-devletin kurulması için de katalizör işlevi gördü.
Japon elitleri bu emperyalist tehdide, ülkeyi Batılılaştırıp modernleştirerek karşılık verdi. Satsuma ve Chōshū bölgeleri ile bunların müttefiki olan klanlar, 1868’de Tokugawa şogunluğunu devirerek Meiji imparatorunu iktidara “geri getiren” [restored] harekete öncülük etti. Meiji imparatorunun Beş Maddelik Yemini [Charter Oath] feodal sınıf sistemini ortadan kaldırırken feodal bölgeleri de lağvederek modern bir idari aygıt yarattı. Tüm yetişkin erkeklere imparatorluk ordusunda zorunlu askerlik ödevinin getirilmesi, samuraylar ile sıradan insanlar arasındaki farkı ortadan kaldırdı.
Meiji hükümdarları ABD ve Avrupalı güçlerin dayattığı eşitsiz anlaşmalardan kurtulmak adına insan, teknoloji ve fikir ithal etti. Böylece geniş bir Avrupalı toplumsal fikirler yelpazesiyle birlikte liberalizm Japonya’ya girmiş oldu. Bu aynı zamanda 1870’lerden itibaren, demokratik reformlar ve oy hakkının genişletilmesi için mücadele eden Özgürlük ve İnsan Hakları Hareketi’ni de [Freedom and People’s Rights Movement] etkileyecekti.
1890’da kabul edilen yeni anayasa ile Japonya’nın ilk parlamenter hükümeti kurulmuş oldu. Meiji elitleri Japonya’nın doğrudan doğruya Batı’nın emperyal boyunduruğu altına girmesini önlerken, reformların yol açtığı hızlı toplumsal dönüşüm, muazzam bir toplumsal çalkantıyı da beraberinde getirdi. Eskinin egemeni samuray sınıfının büyük bölümü, feodal bölgelerin ortadan kaldırılmasıyla yoksulluğa sürüklendi. Böylece yeni ortaya çıkan işçi sınıfı saflarına, yerlerinden edilen köylülere ve zanaatkârlara katıldılar.
Bu toplumsal karmaşanın içinde, sosyalist hareket ve işçi hareketi de dahil olmak üzere toplumsal reform hareketleri gelişti. Bu hareketler, devlet eliyle inşası süren otoriter kapitalizm ve dünyanın geri kalanında gitgide saldırganlaşan emperyalizme göbekten bağlı bir kapitalist sınıf karşısında bir alternatif sunuyordu.
Fakat bu erken dönem sosyalist hareket, kayda değer birtakım toplumsal kalkışmalara rağmen militarizmin yükselişine engel olamadı. İşçi hareketinin önemli bir bölümü son kertede Japon milliyetçiliğinin destekçisi haline gelecek ve bunun Asya halkları için yıkıcı sonuçları olacaktı.
Sosyalist Düşüncenin Kökenleri
Japonya’daki ilk sosyalist akımlardan bazıları Rus popülizminden (Narodnizm) ve Lev Tolstoy’un Hristiyan pasifizminden etkilenmişti. 1890’larda sosyalizm, büyük oranda entelektüel bir uğraştı; kitlesel bir işçi sınıfı olarak hareket etmekten ziyade üstün ahlaki normlara duyulan ihtiyaca odaklanıyordu.
Hızlı sanayileşme süreci, 19. yüzyılın sonunda Japonya’da korkunç çalışma koşulları yaratırken çoğunluğu kadınlardan oluşan fabrika işçileri, uzun çalışma saatlerine ve özgürlüklerinin Drakon kanunlarıyla kısıtlandığı1Orijinal metin: draconian restrictions on their freedom. Antik Yunanda geleneksel hukukun yerine yazılı kanunlara yaslanan, “ceza”nın etrafına, elitleri koruyup halka karşı acımasız bir hukuk inşa eden kanun koyucu Drakon’dan esinle Batı dillerinde bir tür orantısız cezalandırıcılığı ima eden “draconian” kavramının karşılığı olarak “Drakon kanunları”, “Drakonculuk” ifadeleri kullanılmıştır. -çn. bir çalışma rejimine katlanmak zorundaydı. Buradaki işçi kadınların çoğu, çiftçilerin veya kırsaldaki sınıfsal pozisyonunu yitiren samurayların çocuklarıydı. Geceleri yatakhanelere hapsediliyorlardı ve zaman zaman ucuz ahşap binalardaki yangınların felaket boyutunda sonuçlarıyla yüzleşiyorlardı.
Katayama Sen gibi ilk dönem sosyalistler işçi sınıfının içinde örgütlendiler ve 1897’de bir metal işçileri sendikasının kurulmasıyla modern bir işçi hareketi de biçimlenmeye başladı. Birtakım grevler örgütlendiyse de sendikaların bu grevleri destekleyebilecek mali kaynakları yoktu. 1900 yılında da tamamen yasa dışı hale getirildiler.
Meiji idarecileri, sosyalizmi ve örgütlü emeği bir tehdit olarak tanımlamakta gecikmemişti. Sosyalist fikirlerin yayılmasını önlemek ve sempatizanlarını hapisle cezalandırmak için çok kapsamlı bir baskı aygıtını da yarattılar. 1900’de yürürlüğe konan Kamu Düzeni ve Polisiye Tedbirler Kanunu, henüz filizlenen sosyalist hareket üzerinde yıkıcı bir etki yarattı.
Japonya’nın ilk sosyalist partisi Shakai Minshutō (Sosyal Demokrat Parti), bu baskıdan kurtulmaya yönelik bir hamle olarak 1901 Mayıs’ında kuruldu. Fakat aynı gün İçişleri Bakanı Baron Kenchō Suematsu partinin kapatılmasını talimatını vererek, partinin kısmen de olsa Komünist Manifesto’ya yaslanan programını yayınlayan gazetelerin editörleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
İşçi örgütlenmesi bir süre aynı düzeyde kaldı. 1912’de ilk İngiliz dostluk derneklerinin ilkelerine dayanan Yūaikai (Dostluk Derneği) kuruldu. Fakat bu ilk örgütlenme girişimlerinin hiçbiri kayda değer üye sayılarına ulaşamadı.
Savaş ve Vatana İhanet
Japon sosyalistlerin bir bölümü pasifizmle ve ülkenin emperyal savaşlarına karşı muhalefetle güdülenmişti. İlk sosyalist entelektüellerden Kōtoku Shūsui, Japonya’nın Çin anakarasındaki Boxer İsyanını bastırma operasyonuna katılmasına tepki olarak bir anti-emperyalist teori geliştirdi. 1903’te Ōsugi Sakae ile birlikte Hristiyan pasifizmi, anti-emperyalizm ve işçi enternasyonalizminin bir karışımına dayanan Avam Topluluğunu [Commoners Society] kurdu.
Topluluğun çıkardığı gazetede Rus-Japon Savaşı’na muhalefet ediliyordu; savaşın gidişatı Japonya’nın aleyhine dönmeye başlayınca gazete sansüre uğradı. 1904’te Japon sosyalist Katayama Sen’in, Rus Georgi Plehanov ile İkinci Enternasyonal Kongresi’ndeki meşhur karşılaşması, birbirleriyle açıktan savaş halinde olan uluslar arasında sosyalist enternasyonalizm kavramının sembolü oldu.
Bu sırada bazı Avrupalı sosyal demokratlar, Çarlık despotizmi için bir yenilgi anlamına geleceği iddiasıyla savaşta Japon zaferini destekliyordu. Japon sosyalistlerse bu tutumu eleştirirken zaferin Japon egemen sınıflarını güçlendirmekten başka işe yaramayacağını söyleyerek sosyalistlerin, işçilerin kardeşliği perspektifiyle her yerdeki emperyalist savaşlara karşı çıkması gerektiğinde ısrar etti.
Kōtoku ise 1905-1906 yıllarındaki ABD ziyareti sırasında buradaki anarşist hareketten etkilenmiş ve Japonya’da “doğrudan eylem” stratejisinin öne çıkan temsilcisi olmuştu. Japon hükümeti 1910’da Kōtoku ve anarkofeminist Kanno Sugako gibi diğer anarşistlerin imparatora bir suikast hazırlığında olduğunu ileri sürdü. Vatana İhanet Olayı olarak bilinen komploda 24 anarşist idama mahkum edildi; daha sonra sadece 12’sinin cezası müebbet hapse çevrildi.
Bu olay, “sosyalizmin kışı” olarak bilinen ve sola dönük baskıların yoğunlaştığı bir dönemin başlangıcını işaretliyordu. Örgütlü hareket baskılansa da artan toplumsal gerilimlere 1918’de pirinç fiyatlarındaki dramatik artış eklenince geniş çaplı isyanlar tetiklenmiş oldu. Bu isyanlara yaklaşık on milyon insan katılırken ülke genelinde 636 noktada ayaklanmalar meydana geldi. İki ay süren isyanlar Terauchi Masatake hükümetini düşürmeyi başardı.
Taishō Demokrasisi
Japonya’da 1918’den 1932’ye kadar “Taishō Demokrasisi” olarak bilinen dönemde katılımcılık bakımından son derece sınırlı olsa da ilk kez partili bir siyasal sistem ortaya çıktı. 1920’lerde ise yeni bir grev dalgasıyla çok geniş bir işçi hareketi ve sosyalist hareket gelişti. Bu hareket, 1920’lerin başında ülke çapında bir işçi ve çiftçi sendikaları federasyonunun ve 1922’de Japon Komünist Partisi’nin (JKP) kurulmasını kapsıyordu.
Japon şirketlerinin grevlerle sarsılan işgücü piyasasına yanıtı “endüstriyel şefkat [industrial paternalism]”2Toplumsal refah araçlarını kapitalizme içkin birer devlet aygıtına dönüştüren, “devlet baba” ya da “patron baba” ile simgeleşen bir refah kapitalizmi [welfare capitalism] formu. -çn. denebilecek politikalar oldu. Bu politikalar, ucuz misafirhaneler ve diğer refah hizmetleri gibi birtakım dişe dokunur ücret-dışı faydalar ile düzenli olarak kademeli ücret artışları ve uzun süre aynı iş yerinde kalan nitelikli işçilere ömür boyu istihdam sağlamak gibi düzenlemeleri içeriyordu. İşçilerin sadakatini korumanın bir aracı olarak sarı sendikalar kuruldu. Bağımsız sendikalar ise büyük ölçüde küçük fabrikalar ve dükkanlarla sınırlıydı – buralardaki yoğun işgücü sirkülasyonu ve patlama-çöküş döngüsü, uzun vadeli örgütlenme çabalarını da büyük oranda boşa düşürüyordu.
1920’lerde emeğin örgütlenmesine karşı şiddetli baskılarla birlikte, işçiyi işçi yapan unsurlara ilişkin cinsiyetçi kavrayış da bu örgütlenmelerin önünde ciddi bir engeldi. 19. yüzyılın sonlarında Japonya’da en büyük kapitalist endüstri tekstil sektöründeydi ve temelde kadın emeğine dayanıyordu. Fakat çalışan kadınlara ilişkin bu somut gerçeklik, ataerkil aile yapısı ve toplumsal cinsiyet ideolojisinin bulutları ardında görünmez haldeydi.
1898’de yürürlüğe giren Meiji Medeni Kanunu kadınlara “iyi eş ve bilge anne” olmayı emrediyordu. 1900’de Kamu Düzeni ve Polisiye Tedbirler Kanunu kadınların siyasi faaliyete katılmasını yasaklamıştı. Kadınlar fabrikalardaki olağanüstü sömürü koşullarına karşı bazı kendiliğinden grev eylemlerine girişse de işçi hareketi kadınları kitlesel olarak örgütlemeyi başaramadı. 1911’de çıkarılan fabrikalar yasası kadın ve çocuk işçilerin sömürülmesine bazı kısıtlamalar getirse de hem yasası hazırlayan hükümet yetkilileri hem de erkek işçi önderleri kadınları hak sahibi işçiler olarak değil, şefkatli bir korumaya muhtaç, edilgen kurbanlar olarak görüyordu.
Kadın fabrika işçilerinin genelde taşradan gelmiş olması ve işçi önderlerinin erişmeyeceği, fabrikaların kontrol alanındaki pansiyonlarda yaşaması, işçi örgütlenmelerini daha da güçleştiren faktörlerdi. 20. yüzyılın başlarında kadınların siyasal aktivizminin ana odağı, siyasete katılımın önündeki bu engellerin kaldırılması için verilen mücadele oldu.
1920’lerin başlarında Kızıl Dalga Topluluğu (Sekirankai) ve Sekizinci Gün Topluluğu (Yōkakai) gibi sosyalist kadın grupları kuruldu. 1922’den itibaren kadınların siyasi toplantılara katılmasına izin verilirken 1925’te erkeklere oy hakkının tanınmasıyla kurulan proleter partileri, kadınların oy hakkı için mücadele eden birlikleri de beraberinde getirdi.
Taishō dönemi aynı zamanda toplumdan dışlanan kirlenmişler (burakumin) kastının tarihsel olarak, Japon dini inançlarında pis işler olarak görülen kasaplık ve deri tabaklama gibi mesleklere itilmesine dayanan ayrımcılığa ilk kez meydan okuduğu girişimlere de sahne oldu. 1922’de bir dizi burakumin grubu bir araya gelerek eşit toplumsal ve siyasal haklar için Eşitlikçiler Topluluğunu [Levellers Society] kurdu.
Genişleyen Japon imparatorluğu kadınlara, burakuminlere, yerli Ainu ve Okinawa halklarına ve imparatorluğun Koreli ve Çinli tebaasına yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı ve ırkçı baskı biçimleriyle katmerlenen bir hiyerarşiye dayanıyordu. Bu baskılar işçi sınıfını da böldü.
1923’te Tokyo’yu sarsan Büyük Kanto Depremi 150 bin kişinin ölümüne ve çok büyük maddi hasarlara yol açtı. Depremden sonraki kargaşayı Korelilere ve solculara mal eden söylentiler yaygınlaşırken, bu gruplar kuyuları zehirlemekle ve evleri yağmalamakla suçlandı. Silahlı gruplar, sorumlu belledikleri kişileri döverek öldürürken Japon devletinin denizaşırı yayılmacı emellerini sürdürmek için ihtiyaç duyduğu etnik milliyetçiliği de körükledi.
Komünizm ve Japon Kapitalizmi Tartışması
Komünist Manifesto’nun ilk Japonca çevirisi 1904’te yayımlanmıştı ama Avam Gazetesi’nin [Commoners Newspaper] bu çeviriyi içeren sayısı kısa sürede yasaklanmıştı. Belirgin bir sosyalist hareket ortaya çıktıkça pek çok entelektüel, Meiji Restorasyonunun ve onun ürettiği toplumun doğasını anlamaya çalışırken Marksizme başvurdu. Bu çaba nihayetinde ortaya çıkan Japon kapitalizmi tartışması, ülke entelektüellerinin kendi yakın tarihlerini anlamaya yönelik ilk önemli girişimiydi.
Komintern ve onun Japon Komünist Partisi içinde Kōza fraksiyonu olarak bilinen destekçileri, Meiji Restorasyonunu feodal toplumun izlerini bütünüyle ortadan kaldırmayı başaramayan, tamamlanmamış bir burjuva devrimi olarak nitelendiriyordu. Dolayısıyla sosyalistlerinin öncelikli hedefinin, burjuva demokratik devrimini tamamlamak olduğu tahliline vardılar.
Parti lideri Yamakawa Hitoshi’nin etrafındaki Rōnō (işçi-çiftçi) fraksiyonu ise Japonya’nın zaten burjuva-demokratik bir toplum olduğunu ve sosyalist devrim koşullarının oluştuğunu savunuyor; proletarya ve destekçilerinin yasal ve kitle temelli bir birleşik cephe partisindeki geniş ittifakı olarak bir öncü partiye olan ihtiyacı reddediyordu.
Yamakawa ve destekçileri Komintern’in Japonya üzerine Temmuz 1927 Tezlerinin, Komünist Parti tarafından benimsenmesini protesto ederek partiden ayrıldı. Aynı Rōnō entelektüelleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya Sosyalist Partisi’nin sol kanadının da çekirdeğini oluşturacaktı.
1925 Mayıs’ında erkeklerin oy hakkının kabul edilmesinden sonra işçi ve çiftçi sendikaları ile solcu entelektüeller 1928’deki ilk seçimlere katılabilmek için proleter partileri kurma çalışmalarına başladı. Bunların çoğu birleşik bir parti kurmak istiyordu ama gerçekte olan kaotik bir sürecin içinde sayısız partinin geçici olarak kurulması, bölünmesi ve yeniden biçimlendirilmesiydi.
Sosyalistler kendi içlerinde tarih ve strateji tartışmasını verirken Japon ekonomisi giderek derinleşen bir krizin içine girdi ve iktidar sosyalistlerin faaliyetlerini sert şekilde bastırdı. Japon polisi 15 Mart 1928’de Barışın Korunması Kanunu uyarınca Japon Komünist Partisi’nin 1600 üyesini tutuklayarak partinin sosyalist hareketteki ve işçi hareketlerindeki etkisini kırdı.
Proleter yayıncılık hareketi, işçi sınıfının deneyimlerini belgelemeye ve işçileri patronlarına karşı ayaklanmaya teşvik etmeye çalışıyordu. Radikal tiyatro ve kültür çevreleri 1930’larda Japon kentlerinde bir işçi sınıfı kültürünün oluşmasına önayak olsa da polisin giderek artan Drakoncu baskısıyla karşılaştı.
İşçi sınıfı hareketinin en başarılı yazarlarından Kobayashi Takiji 1929’da Fabrika Gemisi [The Factory Ship, Kani Kōsen] adlı öyküyü kaleme almıştı. Kani Kōsen, Japonya’nın Rusya yakınlarındaki kuzey sularında yoğun sömürü koşullarındaki konserve yengeç endüstrisinde çalışan balıkçıların isyan haberlerini öyküleştiriyordu. Kobayashi kitabın yayınlanmasıyla bankadaki işinden kovulurken, 1933’te henüz 29 yaşında tutuklanıp işkenceyle öldürülene kadar kaçak hayatı yaşadı.
Militarizm ve Savaşa Giden Yol
Ülke içinde giderek artan baskı koşulları, Japonya’nın yayılmacı politikalarıyla koşuttu. 1931’de Japon Kwantung Ordusu Çin’in kuzeydoğusundaki Mançurya Demiryolu’na bombalı saldırı düzenlerken, bu olay bütün Mançurya’nın işgaline de bahane edildi. Böylece Japon tarihçilerin On Beş Yıl Savaşı adını verdiği, 1945’teki Japon yenilgisine dek süren Japon-Çin çatışması başladı.
Temmuz 1932’de çeşitli sosyalist gruplar birleşerek Sosyalist Kitle Partisi’ni (SKP – Shakai Taishūtō) kurdu ama sol aynı yıl yapılan Diet seçimlerinde 466 alt meclis koltuğundan sadece 5’ini kazanabildi. Sosyalistlerin bir kesimi, milliyetçi harekete arka çıkarak seçimlerdeki cazibelerini artıracaklarına inanıyordu. Yasal bir sosyalist hareket, bu doğrultuyu takip etti.
Fakat Büyük Buhran’ın yarattığı sorunlara devrimci bir çözüm öneren genç subayların popülist milliyetçiliği, köylülerden önemli bir destek görüyordu. Subayların sivil hükümete karşı siyasi şiddet eylemleri, İmparatorluk güçlerinin kuzeydoğu Çin’deki faaliyetlerini genişletmesine imkan tanıdı. Sosyalist Kitle Partisi, 10 Nisan 1937’deki genel seçimlerde 36 sandalye kazanırken ulusal güvenlik adına orduya destek veriyordu.
Solcu sendikacılar, sağcı SKP’nin militaristlerle işbirliğine karşı bir halk cephesini örgütlemek için 1937’de Japonya Proleter Partisi’ni (JPP – Nihon Musantō) kurdu. Fakat solun üstündeki baskı giderek artarken Aralık 1937-Şubat 1938 arasında yaklaşık 500 sosyalist tutuklandı.
Japon polisi 1940 yılında JPP’yi ve ona bağlı sendika federasyonu Zempyo’yu (Japon İşçi Sendikaları Ulusal Konseyi) kapatarak 400 üye ve sempatizanı tutukladı. Aynı yıl, geriye kalan az sayıdaki bağımsız sendika da Hane ve Refah Bakanlığı’nın [Home and Welfare Ministry] boyunduruğunda Yurtsever Sanayi Hizmeti Federasyonu’nun (Sanpō [Federation of Patriotic Industrial Service]) içinde eritildi ve savaşı desteklemeye zorlandı.
Yine de savaş koşullarında bile mücadeleyi sürdüren işçi örgütçüleri vardı. Bu örneklerden biri, 1942’ye kadar bir kültür çevresi olarak gizlice faaliyetlerini sürdüren Basım-Yayın İşçileri Kulübü’ydü. Bununla birlikte, 1940’ların başlarında sosyalist hareketin çoğu ya hapse atılmış ya Japon yayılmacılığını destekleme başlamış ya da bütünüyle sessizliğe gömülmüştü.
Küllerin İçinden
Savaş öncesi Japon sosyalist hareketi, hızlı toplumsal dönüşüm koşullarında işçi militanlığını örgütlemek için mücadele etmişti. Bu sırada bazı kazanımlar elde edilse de Japonya’nın Asya ve Pasifik’te emperyal yayılmacılığa girişmesi, sosyalist hareketi büyük bir baskıyla karşı karşıya bıraktı.
Önde gelen kimi sosyalistlerin milliyetçi hareketle uzlaşması, bunların insan özgürleşmesinin felsefesi ve pratiği olarak kavrayışındaki sınırları yansıtıyordu. Marksist ve sosyal demokrat teoriler, sosyalist hareketin içinde ve dışındaki pek çok entelektüel tarafından, kapitalist toplumsal ilişkileri yıkmak zorunda kalmaksızın devleti ve toplumu örgütlemenin farklı yollarına ilişkin bir kavrayış olarak algılanıyordu.
Sosyal demokrasinin bu muhafazakar biçimi, 1945’ten sonra da Japonya’da önemli bir etki yaratmayı sürdürdü. Hatta Japonya’nın küllerinden doğmasını ve savaş sonrası dünyanın öne gelen kapitalist ulus devletlerinden biri olmasını sağlayan kalkınmacı kapitalizm biçiminin üretilmesine de katkı yaptı. Japon militarizminin Asya’da ve dünyanın diğer yerlerinde topyekun savaşa seferber ettiği koşullarda, 20. yüzyılın başlarında Japon toplumunda reformlar örgütleme ve devrim derdindeki gerçek sosyalistlerin çabaları, yaratılan sefaleti ve yıkımı durdurmaya yetmedi. Her şeye rağmen sosyalist militanların, işçi ve kadın hareketlerindeki taban örgütlenmelerinin destansı mücadelesi, 1945’ten sonra sosyalist hareketteki canlanmanın zeminini oluşturdu. Bu mücadeleler Japonya’da ve ötesinde mücadele edenlere ilham vermeye devam ediyor.
Notlar
(1) Orijinal metin: draconian restrictions on their freedom. Antik Yunanda geleneksel hukukun yerine yazılı kanunlara yaslanan, “ceza”nın etrafına, elitleri koruyup halka karşı acımasız bir hukuk inşa eden kanun koyucu Drakon’dan esinle Batı dillerinde bir tür orantısız cezalandırıcılığı ima eden “draconian” kavramının karşılığı olarak “Drakon kanunları”, “Drakonculuk” ifadeleri kullanılmıştır. -çn.
(2) Toplumsal refah araçlarını kapitalizme içkin birer devlet aygıtına dönüştüren, “devlet baba” ya da “patron baba” ile simgeleşen bir refah kapitalizmi [welfare capitalism] formu. -çn.
Orijinal Başlık: The Heroic Origins of Japanese Socialism
Yazar: Alexander J. Brown
Türkçeye Çeviren: Kerim Can Kara
Editör: Bekir Demir