Demo v1.0

6 Ekim 2024, Pazar

Beta v1.0

Hamburger ve Sınıfsallık

Ya yaşamın kendi ideal düzlemimize çıkması için bir öfke veya sessizlik seremonisi tutturacağız, ya da sorunun temeline uzanan çetin yolculukta, gerçek hayatın içindeki çatlaklara nüfuz edip, yolcuları sağ salim ulaştırmak için engelleri sabırla yaran lokomotifler olacağız.

Bu yazı kaleme alınmadan önceki gün, 11.04.2024 tarihinde, saat 18.50 sularında, 30 bin beğeni ve 2 milyon kadar görüntülemeye ulaşan bir tivit (X) atıldı. Bu tweetin yanıtlamak üzere atıldığı başka bir tivitte, kantin hamburgeri olarak bilinen yiyeceğin, deniz tatillerinde yenme pratiğine ilişkin huzurlu bir aile hatırası aksettiriliyordu. Tivit aşağıdaki gibiydi.

İki kelimeden ve oldukça önemli sosyal göstergelerden meydana gelen bu “sinifsaldir mesela” gönderisi, hakkettiği üzere, büyük bir tartışma kopardı. Artık bilimsel anlamda neyin ne olduğunu tespit etmeye yönelik etkili bir polemik mecrası da kalmadığından, bu tweetin doğurduğu fikirler savaşı, Twitter üzerinden yürütüldü. Birbirinden değerli pozisyonlar ortaya konuldu: Bir tarafta “bunun sınıfsallıkla ilgisi yok” diyenler, diğer tarafta “sınıfsaldır” diyenler, öteki tarafta “sınıfsal olmasına gerek mi var?” diyenler, “bu tiviti atanların derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” diyenler ve nice eleştirel pozisyon…

Konunun gündeminden yararlanarak ve meseleye ışık tutacakmış gibi yaparak, kendi aramızda tatilde yenen burgerin sınıfsal olup olmadığını tartışmanın, asıl sorunu gözden kaçırmamıza yol açtığını ortaya koymak için bu kısa yazıyı kaleme alıyorum: “idealist tembelliğimizi”. Yine de, önce meseleye bir ışık tutalım.

Sınıf Bir İlişkidir

Tüm büyük fikirler gibi, sınıf hiyerarşisi veya çatışması denen korkutucu şeyi de, ekonomi-politiğe getirilmiş en önemli eleştirilerden süzülecek birkaç temel fikirle basitleştirmek mümkün. “Sakız orucu bozar mı?” ayarındaki “X işçi midir?” sorularına, yani ileri fıkıh meselelerine eğilmek istemiyorsak, gerçek hayatta ve bu tivitte ortaya çıkan karmaşayı aydınlatmak için, temel birkaç meseleyi kavramak oldukça yeterli olacaktır. Bunlardan ilki, sınıf denen şeyin, donuk bir küme değil, bir ilişki olduğudur. Ekonomi-politiğin eleştirisine en büyük katkıyı yapmış olan Engels, bir mektubunda bazı taş kafaları eleştirirken, konulara genel olarak nasıl bir bakış açısı geliştirilmesi gerektiğiyle ilgili şöyle diyordu1Friedrich Engels, ‘Letter to Conrad Schmidt, 27 October 1890’, Marx and Engels Selected Correspondence, 1846-1895, Lawrence and Wishart, (1936), s. 484.:

Bütün görebildikleri, oradaki nedenler ve şuradaki sonuçlardan ibaret. Hiç göremiyorlar ki, bu yaptıkları içi boş bir soyutlamadır, … bütün o devasa süreç, etkileşimler yoluyla ilerler, burada her şey görelidir ve hiçbir şey mutlak değildir.

Bütün o devasa süreç etkileşimler yoluyla ilerler, yani hakikat denen şey, “şunu yapamadıysam böyledir, bunu yapamadıysam şöyledir” şeklinde basit neden sonuçlara değil, çok bilinmeyenli ilişkilere dayalıdır. Dolayısıyla, sınıfsallığın da “ne olduğu” değil, “nasıl belirdiği”nin anlaşılması gereken bir şey olduğu söylenebilir. Somut olay üzerinden açıklayalım. Tatile gidebilmek ve orada bu hamburgeri yiyebilmek sınıfsal mıdır? Bunu, bu kadarcık bilgiyle asla anlayamayacağız. Nitekim, sınıfsallığı nasıl bir ilişkiyi kastederek öne sürdüğünüzü anlamamız gerekiyor. Örneklerle tartışalım:

  • Abartılı örnek: Babanız çok varlıklı bir patrondur, ama aynı ölçüde cimri olduğu için sizi tatile götürmüyor veya götürse bile bu hamburgeri asla almıyordur. Burada, o tatilde hamburgeri yiyememe sebebiniz, bir eşitsizlik değil, babanızın pintiliği olacaktır. Sınıfsal bir durum muhtemelen yoktur.
  • Sizin durumunuz: Babanız yoksul bir işçidir ve anneniz ev kadınıdır. Bir İç Anadolu kentinde yaşamaktasınızdır ve deniz tatili yapmanız pek maliyetli olacaktır. Zira Türkiye bir plaj ve deniz ülkesi olmasına rağmen, kıyıları burjuvazi tarafından ilhak edilmiş ve otellerle doldurulmuştur. Bu otellere gidecek durumunuz, gitseniz bile kıt kanaat gittiğiniz için hamburger yiyebilme imkânınız yoktur. Memleketinizi sömürenler karşısında, onlardan ötürü tatil yapamayan ve hamburger yiyemeyen sizin bu yoksunluğunuz, açıkça sınıfsaldır.
  • Babanızın patronunun durumu: Babanızın işyerinde ürettiği ürünlerden 50 lira kazanç elde eden patronu, babanıza 1 lira ödeme yapmış, diğer masraflar düşülünce kalan 30 lirasıyla da bir yat tatiline gitmiştir. Babanızın patronu, babanıza 1 lira karşılığında ürettirdiği üründen 5 lira kazanarak bu tatili finanse edebilmiştir, yani babanız, kendisinin satın alamayacağı bir şey ürettiği için tatile gidememiş, aynı şekilde, patronu da babanıza satın alamayacağı bir şey ürettirdiği için tatile gidebilmiştir. Babanızı sömürenlerin, siz tatile gidemezken, babanızın emeğinden elde ettikleri kazançla tatile gidebilmeleri, açıkça sınıfsaldır.
  • Sınıf arkadaşınız, aslen Mersinli olan Ayşe’nin babası yoksul bir işçidir, annesi de asgari ücretin altında bir maaşla çalışmaya yeni başlamıştır. Babası, o yıl sigara içmeyi bırakmış, oradan yaptığını düşündüğü tasarrufla, bayramda masraf yapmamak için Mersin’e geldiği bir zamanda, aileyi günübirlik bir pansiyona götürmüştür. Madem pansiyona geldik, borca girelim deyip, kredi kartıyla, bu hamburgeri sipariş etmiştir. Ayşe’nin babası hâlâ yoksul bir işçidir, hâlâ bir patron tarafından sömürülmektedir ve hâlâ sizin babanızla aynı sınıftadır. Fakat hamburgeri yiyebilmiştir. Dolayısıyla Ayşe ile sizin aranızda, sırf o tatile gidebildi ve hamburgeri yiyebildi diye ortaya çıkan “sınıfsal bir durum” yoktur.

Yani, deniz tatilinde hamburgeri yiyememek sınıfsal iken, hamburgeri yiyebilmek tek başına hiçbir şey anlatmamaktadır: Hamburgeri yiyememe sebebiniz -babanız cimri bir patron değilse-, kesinlikle memleketinizin ve emeğinizin sömürülüyor olmasıdır; fakat, arkadaşınızın örneğinde olduğu gibi, memleketiniz ve emeğiniz sömürülürken, kıt kanaat hamburgeri yemek mümkün olabilir. Bu durum, hamburgeri yiyebilen arkadaşınız Ayşe’nin sınıfsal olarak sizden “yukarıda” bulunduğunu göstermez. Ama babanızın emeğinden sağladığı kâr ile çok daha lüks bir tatil yapan patronu arasında sınıfsal bir sorun olduğunu gösterir. Asıl soruna geçmeden, bir listeyle özetleyelim:

  • Hamburgeri yiyememek: sömürülmenizden kaynaklandığı için (yani babanızın pintiliğinden kaynaklanmıyorsa) sınıfsaldır.
  • Hamburgeri yiyebilen insanların tamamı karşısındaki konumumuz: sınıfsal değildir.
  • Hamburgeri başkalarını sömürebildiği için yiyenler karşısındaki konumumuz ya da onların başkalarını sömürdüğü için hamburgeri yiyebilmesi: sınıfsaldır.
  • Başkalarını sömürmeden hamburgeri yiyebilen Ayşe karşısındaki konumumuz: sınıfsal değildir.
  • Ayşe’nin babasının o hamburgeri ısmarlarken 40 kere düşünüyor olması: sınıfsaldır.

Tivitin Hakikati

Tivit suretinde ortaya çıkan bu entelektüel madende -kinaye değildir-, gönderi sahibi (@sakadirheralde) kullanıcıyı eleştiren bazıları, şu eleştirilerinde haklıydı: alıntılanan kullanıcı (@cenertweets) veya bir deniz tatilinde bu kantin burgerini yiyebilen birçok kişi, aslında sınıfsal olarak ondan farklı bir pozisyonda değildi, onların babaları da sömürülüyordu, o hamburgeri güç bela yiyebilmiş, o tatili güç bela yapabilmişlerdi. Tivitin sunulduğu bağlam hatalıydı.

Öte yandan, aslında tivit sahibi de haklıydı: onun hamburgeri yiyemeyişi de gerçekten sınıfsaldı. Tivit sahibinin hatası, bu haklılığının farkında olarak, belki aşırı bir yorum yapması ve formel mantıkla “ben yiyemiyorum, yiyememem sınıfsal, sınıfsal pozisyonum x, onlar yiyebiliyorsa, sınıfsal pozisyonları x olamaz” demesiydi. Bu, tabii ki bir sorun değil, olmamalı. Kimseden, sınıfsallık denen şeyin tüketim değil üretim ilişkilerine ilişkin bir çatışmadan doğduğunu, bölüşümdeki adaletsizliğin, üretim araçlarındaki yanlış mülkiyetin olası sonuçlarından biri olduğunu, fakat bu sonuçların farklı görünümlere sahip olabileceğini bilmesini bekleyemeyiz; zira memleketimiz, dünyayla paralel biçimde Marksizmin bilgi alanından tamamen bertaraf edildiği bir kapitalist cehennem. Ama birbirimizden beklememiz gereken bir şey var, bu yazının sebebi de onu hatırlatmak.

Belli ki, tivit sahibi, tecrübe ettiği yoksunluk karşısında yılgın. Bu genel bir yılgınlık olacak ki, otuz küsür bin farklı insan -Türkiye’deki örgütlü sosyalist sayısının neredeyse yarısı kadar-, bu tecrübeyi tanımış ve çıkarımı yerinde bulmaya karar vermiş. Sınıf çatışmasını özümseyenlerin ve içselleştirenlerin bazıları ise, halkın merceğindeki kusurlu gerçekliğe öfkeyle yaklaşmış, bir saldırıya geçmiş: bölüşüme ilişkin şeylere sınıfsal demenin bir operasyon olduğunu söyleyenler, bunun bilinçli bir hedef saptırma olduğunu iddia edenler, yoksulluğu romantize etme girişimlerine karşı daima dimdik ayakta olacağını deklare edenler…

Yeniden, iki kelimelik bir tivit sonucunda, o büyük sorunumuz gün yüzüne çıktı: yaşamın kendi ideal düzlemine çıkmasını bekleyen, bunu göremeyince öfkeyle saldıranlar ile gerçek hayattaki insanlar arasındaki derin uçurum. Ortada sınıfsal bir sorun olduğunu gören on binlerce sıradan yurttaş ve bu kişilere “sorunu tam da doğru yerinden görmedikleri” için öfkeyle saldıran bir güruh.

Evet, neoliberalizm, gerçekten her meseleyi tüketim ve bölüşüm ilişkileri üzerinden konuşmayı dayatıyor, hatta böyle bir “operasyon çekiyor” bile olabilir. Sınıfsallık kisvesi altında piyasaya sürülen iki kelimelik külkedisi öyküleri, tüketim hırsını yüceltme niyetindeki bireyci bir ajitasyonun sinsi kuklalarından çıkıyor bile olabilir. Öte yandan, biliyoruz ki, böylesi bir dünyada, o tiviti beğenenlerin bilinç koşullarını belirleyen de aynı maddi yaşam koşulları olmayı sürdürüyor. Bu tiviti beğenenler, muhtemelen, ekonomi politiğe en iyi eleştiriyi getirenleri tanıyan biriyle bile tanışmadılar, buna rağmen -yanlış teşhise yönlendirilmiş de olsalar- bir sorun olduğunun farkındalar. Ve muhtemelen biz, o insanlara hakikati anlatmak için hiçbir şey yapmadık.

Önümüzdeki o yol ayrımı, “sıradan” yurttaşların “gündelik” tercihlerinden doğan her curcunada olduğu gibi, yeniden ortaya çıkıyor: Ya yaşamın kendi ideal düzlemimize çıkması için bir öfke veya sessizlik seremonisi tutturacağız, ya da sorunun temeline uzanan çetin yolculukta, gerçek hayatın içindeki çatlaklara nüfuz edip, yolcuları sağ salim ulaştırmak için engelleri sabırla yaran lokomotifler olacağız.

Corpus’taki ilk yazım için, bol dipnotlu ve pek anlaşılmaz bir şeyler hazırlıyordum. Ama gündelik bir gerçeklik, benim ideal düzlemimi yadsıdı ve başlangıç yazısının ilk bakışta bu kadar önemsiz görünen bir meseleyi ele almasını gerekli kıldı. Bu konuda, Corpus editörlerinden Uğur Şen’e gelen şu tivit ise, yazının amacını ve asıl ödevimizi çok daha sade bir biçimde aktardı:

Tüm yapmamız gereken, insanları bu konularda “kusurlu” fikirler belirtmekten alıkoymak yerine, onları sorunun en temeline yönelen çığın içine katmak ya da idealist tembelliğimizi bir kenara bırakıp, o çığı yaratacak refleksler kazanmak. Eagleton’ın dediği gibi, İnsanlar kapitalizm hakkında konuşmaya başlamışsa, kapitalist sistemin başının dertte olduğunu söyleyebilirsiniz.2Terry Eagleton, 2011, Why Marx Was Right, Yale University Press, Preface, p. Xi.

Not: Burada yeterince açıklanamayan hamburger vakasını daha detaylı ele almak isteyenler için, Karl Marx’ın kaleme aldığı “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” eserinin, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Giriş” bölümünü incelemek, iyi bir başlangıç olabilir, internet üzerinde muhakkak ulaşılabilecek bir içeriktir.

Notlar

(1) Friedrich Engels, ‘Letter to Conrad Schmidt, 27 October 1890’, Marx and Engels Selected Correspondence, 1846-1895, Lawrence and Wishart, (1936), s. 484.

(2) Terry Eagleton, 2011, Why Marx Was Right, Yale University Press, Preface, p. Xi.

Yoruma kapalı.