Kapitalizm tarihsel olarak kapitalist olmayan bir toplumun içinde doğar ve gelişir… Sermaye birikiminin gerçekleştiği ortam budur… Kasılmalarla genişleyen birikim, çalışan nüfusun olağan artışını bekleyip bununla yetinemeyeceği gibi, kapitalist olmayan yapıların doğal iç çözülmesini ve meta ekonomisine geçişini de bekleyemez ve bununla yetinemez. Sermayeye açık olan tek çözüm kuvvet kullanmaktır; sermaye birikimine tarihsel bir süreç olarak baktığımızda, bu yöntemin sadece ortaya çıkışında değil günümüze bile yerleşik bir silah olarak kullanıldığını görüyoruz.
-Rosa Luxemburg (1913)1Rosa Luxemburg, The Accumulation of Capital, İngilizceye çev. Agnes Schwarzschild (London and New York: Routledge, 2003), 348ff.
“Sunum” ve “Araştırma”
Marx, Detroit’e, Adam Smith de Pekin’e hiç gitmedi. Ancak Marx 1882 yılının başında, hayatının sonlarına doğru, doktorunun tavsiyesine uyarak Londra’daki sert kıştan kaçarak biraz olsun rahatlama umuduyla (beyhude bir çabayla) birkaç ay Cezayir’de kalmıştır. Mario Tronti ve Giovanni Arrighi’nin az önce atıfta bulunulan meşhur eserlerinde olduğu gibi, bu makalenin başlığı da kelimenin birebir anlamıyla anlaşılmamalıdır. 2Mario Tronti, ‘Marx a Detroit’, Operai e Capitale‘de (Torino: Einaudi, 1966), 290–303; Giovanni Arrighi, Adam Smith in Beijing: Lineages of the Twenty-First Century (London and New York: Verso, 2007. Marx Cezayir’e sağlık durumunun kötü olmasının yanı sıra bir önceki sene eşi Jenny’nin vefat etmesi nedeniyle de zor günler geçirirken gitmiştir. Cezayir’de kaldığı süre, kuşkusuz ilgi çekici birkaç unsur sunsa da, aşağıdaki metinde yeniden kurgulanmayacaktır.3Bkz. Marlene Vesper, Marx in Algier (Bonn: Pahl-Rugenstein, 1995); ve Marcello Musto, L’ultimo Marx: 1881-1883 (Roma: Donzelli, 2016), 105–14. Bunun yerine, “Güney” ve “Doğu”ya gidişi, 1867’de Kapital‘in ilk cildinin yayımlanmasından sonra düşüncesinde ortaya çıkan bir dizi değişiklik için (bilinçli olarak imalı) bir metafor olarak kullanılacaktır.
Marx’ın ekonomi politiğin eleştirisini tamamlama planını yarıda kesmesinin (1877’de ancak kısmen devam etmiştir) gizemi bu şekilde çözülmeye çalışılabilir. Engels’in bize aktardığı üzere, “hastalık” bu kesintinin başlıca nedenleri arasında görünmektedir.4Friedrich Engels, ‘Preface’, şurada Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Volume 2, İngilizceye çev. David Fernbach (London: Penguin Books, 1992), 85. Yine de, Marx’ın Komün’ü ne kadar tutkuyla desteklediği ve Enternasyonal’in iç tartışmalarına aktif katılımı göz önüne alındığında, Kapital‘in ikinci ve üçüncü ciltleri için daha Birinci Cilt yayımlanmadan önce hazırladığı el yazmalarının büyük kısmını sistematik bir şekilde düzenlemek için gerekli enerjiyi bulamamış olması pek olası görünmüyor. Bu durumda, Marx’ın çalışmalarına ara vermesindeki bu “gizemi” çözmek, ekonomi politik eleştirisinin “sunum” [Darstellung] sürecini durduran ve böylece onu “araştırmasına” [Forschung] devam etmeye zorlayan şeyin Marx’ın karşılaştığı bir dizi teorik tıkanıklık olduğu hipotezini ortaya atmak anlamına gelmektedir.5Marx’ın Kapital’in birinci cildinin ikinci baskısına yazdığı sonsözde (1873) belirttiği gibi: “Sunuş yöntemi elbette araştırma yönteminden biçim olarak farklı olmalıdır. Araştırma sırasında, malzemenin tüm ayrıntılarıyla ele alınması, farklı gelişim biçimlerinin çözümlenmesi ve bunların iç bağlantısınının incelenmesi gerekir. Ancak bu çalışma yapıldıktan sonra gerçek hareket uygun bir şekilde sunulabilir. Bu başarıldığında ve malzemenin yaşamının aynadaki gibi ideal bir yansımasına ulaşıldığında, a priori bir yapıyla karşı karşıya olunduğu sanılabilir.” Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Vol 1, İngilizceye çev. Ben Fowkes (Londra: Penguin Books, 1990), 102. [Karl Marx, Kapital, 1. Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan (İstanbul: Yordam Kitap, 2021), 28]
Darstellung ve Forschung arasındaki ilişki üzerine, özellikle Grundrisse ile ilgili olarak, bkz. Antonio Negri, Marx Beyond Marx: Lessons on the Grundrisse (Londra: Pluto Press, 1991), 12-13. Marx hayatının son yıllarında kendini zamanının doğa bilimlerini (kimyadan jeolojiye) incelemeye vermiş, (Darwin’den etkilenerek) bir ‘eleştirel teknoloji tarihi’ için malzeme toplamış ve farklı antropologların ve etnologların çalışmalarına yaptığı yorumlarla birkaç defter doldurmuştur.6Marx, Birinci Cilt’teki bir notta “Eleştirel bir teknoloji tarihi,” diyor “18. yüzyılın herhangi bir buluşunda tek bir bireye ait olan kısmın ne kadar küçük olduğunu gösterirdi. Şimdiye kadar böyle bir eser yazılmamıştır. Darwin, ilgimizi doğal teknoloji tarihi, yani bitki ve hayvan organlarının bitki ve hayvan hayatı için üretim araçları olarak oluşumları üzerinde toplamıştır. Toplumsal insanın üretim organlarının, yani her tür toplumsal örgütün maddi temeli olan bu organların oluşum tarihi aynı derecede dikkate değer değil midir?” Marx, Capital, Vol. 1, 493n4 [Marx, Kapital, 1. Cilt, 358n95] Bu sonuncusu özellikle önemli olup, Marx’ın şimdiye kadar kapitalizm (İngiltere) ve proleter devrim (Fransa) teorilerini inşa ettiği alanlardan farklı olarak dünyanın farklı gerçekliklerine ve alanlarına artan ilgisini dikkate almak gerektiğini göstermektedir.
Weltgeschichte
Başka bir çalışmalarda gösterdiğim gibi, özellikle Weltgeschichte kavramı bu açıdan Marx’ın çalışmasıyla yakından ilgilidir.7Sandro Mezzadra, In the Marxian Workshops : Producing Subjects, İngilizceye çev. Yari Lanci (Rowman & Littlefield International 2018), ch. 7. Standart İngilizce çevirisinde (İng. universal history, “evrensel tarih”) bu terim “dünya”ya yapılan vurguyu kaybetmektedir. Bu sadece terminolojik bir mesele değildir. Genç Marx, 18. yüzyıldan itibaren Alman felsefesinde kullanılan Weltgeschichte sözdiziminin mekânsal çağrışımını ciddiye alır ve bunu bilinçli olarak zamansal yönüyle birleştirir. Örneğin Alman İdeolojisi‘nde okuduğumuz gibi: “Faaliyetleri evrensel-tarihsel bir faaliyet haline genişlemesiyle [mit der Ausdehnung der Tätigkeit zur Weltgeschichtlichen] tek tek bireylerin giderek daha çok, kendilerine yabancı bir gücün sultası altında köleleştirildikleri de elbette… ampirik bir olgudur … Giderek devleşen ve son kertede dünya pazarı [Weltmarkt] olduğu ortaya çıkan bir güç.”8Karl Marx and Friedrich Engels, The German Ideology, Collected Works, Volume 5‘te, 1845-47 (London: Lawrence & Wishart, 1975), 51. Marx’ın Weltgeschichte kavramını kullanımında mekânsal çağrışım belirgin bir şekilde somuttur ve mekânsal anlam, dünyayı kendi eylem alanı olarak benimseyen bir gücün [Macht] egemen olduğu tarihsel bir zamana işaret edecek kadar ileri gider. Proleter enternasyonalizm fikri, Marx’ın eserindeki bu sezgiden kaynaklanır ve aynı zamanda müthiş bir öngörü teşkil eder. Jacques Derrida’nın da belirttiği gibi, “İnsanlık tarihi boyunca başka hiçbir örgütlü siyasal hareket, bugün artık bizim olan ve şimdi sınırlarına, hem yerkürenin hem de siyasetin sınırlarına dayanmış olan uzamı ilk olarak oluşturup, jeopolitik olarak sunmamıştır kendini.”9Jacques Derrida, Spectres of Marx: The State of the Debt, the Work of Mourning and the New International, İngilizceye çev. Peggy Kamuf (New York: Routledge, 2006), 47.
Burada Marx’ın düşüncesinin, öznelliğin üretimi açısından da vurgulanması gereken bir başka ve belirgin bir şekilde orijinal yönü dikkat çekmektedir. Marx’ın gayreti, Avrupa’da ulusal devletlerin olumlanması ve “yerel” aidiyetlerin çözülmesi sürecinin sona ermekten çok uzak olduğu bir çağda, oluşumu ve faaliyetleri “küresel” koordinatlar içinde konumlandırılacak olan kuvvetlerin hareketini algılamaya yöneliktir. Bu kuvvetler, onun bu nedenle “ampirik evrensel bireyler” olarak tanımladığı öznelerin üretimini ve gündelik deneyimini belirlemektedir.10Marx and Engels, Collected Works, Volume 5, 49.
Sermaye ve Dünya Pazarı
Marx, klasik iktisadın hiçbir sözcüsünde bulunamayacak bir kesinlikle, modern kapitalist üretim tarzının ayırt edici niteliklerinden birini, kendisine içkin bir şekilde dünya ölçeğinde faaliyet göstermesinde bulur. Marx’ın ölümünden sonra Karl Kautsky tarafından 1905 ve 1910 yılları arasında Artı Değer Teorileri başlığı altında yayımlanan ekonomik el yazmalarının birinden aşağıdaki pasajı alalım:
“Paranın dünya parasına ve soyut emeğin toplumsal emeğe dönüşmesine neden olan yalnızca dış ticarettir, pazarın dünya pazarına doğru gelişmesidir. Soyut servet, değer, para, dolayısıyla soyut emek, somut emek dünya pazarını çevreleyen farklı emek biçimlerinin bir toplamı haline geldiği ölçüde gelişir. Kapitalist üretim, üründe somutlaşan emeğin toplumsal emek olarak değerine ya da gelişimine dayanır. Ancak bu yalnızca dış ticaret ve dünya pazarı zemininde [mümkündür]. Bu aynı zamanda kapitalist üretimin hem önkoşulu hem de sonucudur.”11Marx ve Engels, Collected Works, Volume 32, 1861-63 (London: Lawrence & Wishart, 1989), 388.
Marx’ın özellikle Grundrisse‘de sık sık tekrarladığı bir ifadeye göre, dünya pazarı bu nedenle ‘kapitalist üretimin önkoşulu ve sonucudur’. “Dünya pazarını yaratma eğilimi [Tendenz] sermaye kavramının kendisinde doğrudan verili durumdadır. Her limit [Grenze] aşılması gereken bir engel [Schranke] olarak görünür’.12Karl Marx, Grundrisse: Foundations of the Critique of Political Economy, İngilizceye çev. Martin Nicolaus (London and New York: Penguin Books, 1993), 408. Sermaye dünya pazarının ufkunun dışında var olamazken (ki bu gerçekten de onun “önkoşuludur”), bu ufkun yine de sürekli olarak üretilmesi ve dayatılması gerekir (bu anlamda dünya pazarı “kapitalist üretimin sonucudur”).
Sermayeyi karakterize eden özgül mekân üretimi meselesi, bir süredir Marksist coğrafyacıların, özellikle de analizleri “sermayenin devir hızı” -yani “yalıtılmış bir eylem olarak değil, periyodik bir süreç olarak ele alınan” ve süresi “üretim zamanı ile dolaşım zamanının toplamı tarafından verilen”13Marx, Capital Vol. 2, 235. sermaye döngüsü- meselesine dayanan ve bunun sonucunda ortaya çıkan bölgesel hiyerarşiyi analiz edenlerinin odak noktası olmuştur.14Krş. David Harvey, The Limits to Capital (Oxford: Blackwell, 1982) Burada Marx’ın dünya pazarının -kapitalist ve işçinin öznel figürleri gibi- kapitalist üretimin hem önkoşulu hem de sonucu olduğu şeklindeki argümanının görünürdeki döngüselliğine dikkat çekmek istiyorum. Bu döngüsellik, Marx’ın Kapital‘in birinci cildinin Sekizinci Bölümünde analiz ettiği, klasik iktisat tarafından ileri sürülen ticari ilişkiler tasvirinin aksine hem kapitalist üretim tarzının dünya ölçeğinde hem de öznelerinin, anormal ve istisnai prosedürler yoluyla üretildiği “ilkel birikim”15Marx bu kavramı Almancada “urspüngliche akkumulation” şeklinde ifade ediyor. Yazarın kullandığı Kapital’in İngilizce çevirisinde “so-called primitive accumulation” şeklinde çevrilmiş. Türkçe çevirilerde ise Almancadan direkt çevirilerde ilkel birikim, “ilk birikim”, kökensel birikim gibi çeşitli kullanımlar mevcut. Ben kullanım yaygınlığı en yüksek olan “ilkel birikim” ifadesini kullanmayı tercih ediyorum bu makale için. Bu kavram hakkında Marksolojik bir tartışma için bkz. https://monthlyreview.org/2023/04/01/the-meaning-of-so-called-primitive-accumulation/ (Çev.) olarak adlandırılan tarihsel bir anın tanımlanmasıyla kırılır. Marx, ilkel birikimin “şiddetli yöntemleri” arasında,16Marx, Capital Vol. 1, 883. dünya pazarının açılmasındaki önemli rolleri nedeniyle sömürgeciliğe ve fetihlere özel bir önem atfeder: “Amerika’da altın ve gümüşün bulunuşu, bu kıtanın yerli nüfusunun yok edilmesi, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi, Hindistan’ın fethinin ve yağmalanmasının başlangıcı ve Afrika’nın siyah derililerin ticari olarak avlanması için bir koruma alanına dönüştürülmesi, kapitalist üretim çağının şafağını karakterize eden şeylerdir”.17A.g.e., 915. Dünya pazarı varlığını bu ‘açılma’nın şiddetine borçludur. Bununla birlikte, bu alanın biçimsel olarak tanımlanabilecek özellikler sergilediğini vurgulamak önemlidir, zira bu alan hegemonya, tahakküm ve bağımlılığın değişken geometrilerine göre maddi olarak çok daha farklı şekillerde eklemlenebilir ve düzenlenebilir. Sermaye “devamlı devrimcileştirdiği”18Marx, Grundrisse, 410. noktada, bunu aynı zamanda küresel ölçekte değerlenmesinin ve birikiminin gerçekleşebileceği alanların üretimiyle ilişkili olarak da yapar.
Emperyalizm hakkındaki önemli tartışma, yirminci yüzyılın başında tam da Marx’ın dünya pazarını “uluslararası” ilişkilerden ayırırken kavradığı bu meseleyi gündeme getirmiştir.19Krş. Luciano Ferrari Bravo, ‘Vecchie e nuove questioni nellla teoria dell’imperialismo’, Imperialismo e classe operaia multinazionale, ed. Luciano Ferrari Bravo (Milano: Feltrinelli, 1975) Benim iddiam, Marx’ın başlangıçta, yukarıda dünya pazarının “biçimsel” özellikleri olarak adlandırdığım şeyle gözlerinin kamaştığı ve bu temelde, sermayenin kendi mantığını gerekli bir şekilde ve herhangi bir sürtüşme olmaksızın geliştirme ve dayatma eğiliminin esasen yekpare ve homojen bir modele göre, doğrusal bir görüntüsünü formüle ettiğidir. Söylemsel faydalarından (özellikle ütopik sosyalizmin eleştirisi bağlamında) bağımsız olarak, Marx’ın Manifesto‘da burjuvazinin modern tarihteki devrimci rolüne ilişkin benimsediği yüceltici ton ve 1853’te yazdığı bir yazıda Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğine ilişkin benimsediği benzer ton,20Karl Marx, ‘The British Rule in India’, Marx and Engels, Collected Works, Volume 12‘de, 1853-54 (London: Lawrence & Wishart, 1979), 125–33. Marx’ın Weltgeschichte anlayışının mekânsal ve zamansal kısımları arasındaki dengesizliğin belirtileri olarak da görülebilir. Marx’ın metinlerindeki diğer sayfalar gibi bu sayfalar da kuşkusuz Weltgeschichte kavramını potansiyel olarak mekânsal referansın işaret ettiği somutluktan bağımsızlaştıran belirli bir ilerleme fikrini tarihsel bir gereklilik olarak öne sürmektedir.
Aslında aynı argüman, Grundrisse‘de geriye dönük bir okumayla şekillenen, “Kapitalizm Öncesi Ekonomik Oluşumlar”a ayrılan ve genellikle kapitalist üretim tarzının ayırt edici özelliklerini -ve nihayetinde “üstünlüğünü”- önplana çıkarmayı amaçlayan bölüm için de ileri sürülebilir. Marx burada, büyük ölçüde kapitalist toplumu oluşturan (esas olarak üreticilerin emeklerinin “nesnel koşullarından”) “çözülme” ve “ayrışma” süreçlerinin olumsuzu olarak formüle edilen bir “cemaat” kavramını işleyerek, sonraki on yıllar boyunca sosyoloji teorisindeki en önemli gelişmelerden bazılarını öngörmektedir. Ancak Marx’ın döneminin etnolojisi ve antropolojisinin gelişimine olan ilgisi, hayatının son yıllarında bu okumayı sorunsallaştırma ihtiyacını ne denli hissettiğini gösteriyor. Aynı zamanda, Marx’ın 1850’lerden itibaren topladığı Batı Avrupa dışındaki toplumlara ilişkin devasa okumalar ve değerlendirmeler koleksiyonu -ki büyük ölçüde New York Daily Tribune’de Hindistan ve Çin, ABD’de kölelik ve İrlanda ve Polonya milliyetçilikleri üzerine yaptığı gazetecilik faaliyetlerinin sonucudur- “dünya pazarı” kavramının içini yeni maddi saptamalarla doldurmasına olanak sağlamıştır.21Özellikle bkz. Kevin B. Anderson, Marx at the Margins: On Nationalism, Ethnicity and Non-Western Societies (Chicago ; London: University of Chicago Press, 2010).
Marx ve Kapializme Geçiş Meselesi
Marx’ın düşüncesinde, özellikle Kapital‘in ilk cildinin yayımlanmasından sonra, bu çalışmalar ve araştırmalardan kaynaklanan değişim ve revizyon miktarını abartmamak en iyisi olacaktır. Mektuplar, mektup taslakları ve not defterleri biraz temkinli okunmalıdır; bunlar en fazla varsayımlar kurmaya yardım edebilir. Yine de Marx’ın son yıllarında tarihe ve kapitalist gelişmeye bakış açısını çok doğrusal bir yaklaşıma çevirmiş olması akla yatkın görünmektedir. Bunu, sermayenin toplumsal ilişkilerinin dayatılması ve örgütlenmesinin farklı coğrafi ve tarihsel ölçeklere uyarlanmış heterojen biçimlerinin birden fazla olma olasılığını göz önünde bulundurarak gerçekleştirmiştir.22Yine bkz. Anderson, Marx at the Margins, ayrıca bkz. Enrique Dussel, El último Marx (1863-1882) y la liberación latinoamericana (México D.F.: Siglo XXI, 1990), ch. 7. Marx’ın kendisi de “ilkel birikim” konusunu ele alırken bunu teyit etmektedir: Mart 1881’de Vera Zasulich’e yazdığı bir mektupta ifade ettiği gibi, “[Kapitalizme geçişin] “tarihsel kaçınılmazlığı” açıkça Batı Avrupa ülkeleriyle sınırlıdır”.23Marx ve Engels, Collected Works, Volume 24, 1874-83 (London: Lawrence & Wishart, 1989), 370. Dahası, üç yıldan biraz daha uzun bir süre önce Marx, bir Rus dergisinin yayın kurulunu, “Batı Avrupa’da kapitalizmin doğuşuna ilişkin tarih taslağını, kaderin tüm halklara dayattığı genel bir tarihsel-felsefi gelişim teorisine” dönüştürmemeleri konusunda uyarmıştı.24A.g.e., 200. Teorik açıdan, Grundrisse‘den yukarıda alıntılanan kısa pasajı tekrar okumakta fayda var: “Dünya pazarını yaratma eğilimi sermaye kavramının kendisinde doğrudan verili durumdadır. Her sınır [Grenze] aşılması gereken bir engel olarak görünür.”25Marx, Grundrisse, 408. Burada, uygun bir şekilde geliştirilirse, sermayenin “evrenselliğinin” ve “tarihsel farklılıkla” ilişkisinin değerlendirilmesi etrafındaki (genellikle polemik yaratan) tartışmalara etkili bir müdahalede bulunabilecek bir argüman ima edilmektedir – özellikle de bu tartışmaların son birkaç yıldır “postkolonyal çalışmalarda” ortaya çıktığı şekline.26Özellikle Vivek Chibber’in Postcolonial Theory and the Spectre of Capital (Londra ve New York: Verso, 2013) kitabına atıfta bulunuyorum. Chibber, polemik yaratan kitabında Guha, Chakrabarty ve Chatterjee gibi ‘maduniyet çalışmaları’ teorisyenlerini sermayenin ‘evrenselleştirici’ eğilimlerini tam olarak kabul etmemekle suçluyor ve onları tarihsel ve kültürel farklılıkları sorgusuz sualsiz yüceltmekle itham ediyor, ki bunun da yeni ve paradoksal bir ‘oryantalizm’ ile sonuçlanacağını iddia ediyor. Chibber, ‘maduniyet çalışmaları’ projesinde -ve daha genel olarak postkolonyal teoride- eleştirel tartışmaya değer bazı yönleri kavramış olsa da, argümanının genel tonu onu sadece bu projeyi değil, aynı zamanda bu projeye karşı kullandığı Marx’ın bazı kavramlarını da (‘soyut emek’ başta olmak üzere) temelden hatalı bir şekilde kavramaya itmektedir. Bu durum Partha Chatterjee tarafından Nisan 2013’te New York’ta Chibber ile yaptığı bir tartışmada iyi bir şekilde açıklığa kavuşturulmuştur: https://kafila.online/2013/05/07/partha-chatterjee-on-subaltern-studies-marxism-and-vivek-chhibber/ adresinde çevrimiçi olarak mevcuttur. Chibber’in kitabına ilişkin eleştirel bir değerlendirme için Interventions 16:6 (2014), 916-25’teki inceleme yazıma bakınız. Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse, bir yandan sermayenin “eğilimi” hem sermaye kavramına hem de eylemine ilişkin “evrensel” momente işaret ederken, diğer yandan -hem coğrafi uzantısı açısından hem de bir dizi tarihsel, toplumsal ve kültürel koşula bağlı olarak tanımlanan ve diğer şeylerin yanı sıra “canlı emeğin” bileşimini belirleyen- “limit” ile karşılaşmanın aynı zamanda kapitalizmin engin heterojenliğinin (çağdaş olduğu kadar tarihsel konfigürasyonları açısından da) temeli olduğu ileri sürülebilir.27Farklı bir perspektiften de olsa, bakınız Thomas C. Patterson, Karl Marx, Anthropologist (Oxford ve New York: Berg, 2009), ch. 5. Marx’ın bu pasajda atıfta bulunduğu limit, Grenze (sınır) teriminin kullanımıyla işaret edildiği üzere coğrafidir. Bununla birlikte, Marx’ın pasajın ilerleyen satırlarında, sermayenin eğiliminin “üretimin her anını mübadeleye tabi kılmak ve mübadeleye girmeyen doğrudan kullanım değerlerinin üretimini askıya almak, yani tam da kendi bakış açısından ilkel [naturwüchsig] görünen daha eski üretim biçimlerinin yerine sermayeye dayalı üretimi koymak” olduğunu yazdığı üzere, bu limit aynı zamanda toplumsaldır.28Marx, Grundrisse, 408.
Grundrisse’deki bu pasajda sermaye, hem coğrafi ‘genişlemesinin’ limitlerinde hem de önceden belirlenmiş toplumsal oluşumlara ‘yoğun’ nüfuzunun limitlerinde, kapitalist olmayan alanlarla karşı karşıya gelir. Bu, Marx’ın ‘ilkel birikim’ analizinin merkezinde yer alan kapitalizme geçiş sorunudur. Marx, Batı Avrupa’da böyle bir geçiş sürecinin esas itibariyle sona erdiğine ve olsa olsa sömürgelerde tekrarlanmakta olduğuna kesin olarak ikna olmuştu. Birinci cildin son bölümünde (“Modern Sömürgeleştirme Teorisi”) ileri sürdüğü gibi: “Buralarda kapitalist rejim sürekli olarak, kendi emek koşullarının sahibi olarak emeğiyle kapitalist yerine kendisini zenginleştiren üreticinin çıkardığı engel [Hindernis] ile karşı karşıya gelir”.29Marx, Capital Vol. 1, 931. Sermayenin “evrensel” momenti ile kapitalizmin “heterojenliği” arasındaki ilişkinin az önce çerçevesi çizilen yorumlayıcı modelini zenginleştirmek için, ‘kendi emek koşullarının sahibi’ olarak üretici figürünün varlığının çok ötesine geçen bir dizi tarihsel koşulu dahil ederek bu ‘engel’e yapılan atfı tavsif etmek ve belirginleştirmek elzemdir. Ayrıca, Marx’ın “ilkel birikim” ile ilgili olarak incelediği meselelerin ve “prosedürlerin” -biçimlerinin şüphesiz zaman içinde dönüştüğü dikkate alınmakla birlikte- kapitalist üretim tarzının tüm tarihsel gelişimini karakterize edecek şekilde anlaşılması gerektiği ve dolayısıyla yalnızca “tarih öncesi” ile sınırlandırılamayacağı yönündeki inancımı yinelemek isterim.30Birçok başka akademisyenle ortaklaştığım bu savı şurada ileri sürdüm: ‘The Topicality of Prehistory’: A New Reading of Marx’s Analysis of “So-Called Primitive Accumulation”‘, Rethinking Marxism 23: 3 (Temmuz 2011), 302-21. Aynı anda hem ‘kapitalist üretimin önkoşulu hem de sonucu’ olarak görünen şeyin -tabii ki dünya pazarı, ama aynı zamanda ve daha da önemlisi onun içinde dolaşan öznelerin- üretimi, tarihsel gelişimenin doğrusallığını kesintiye uğratan bir sorun olarak sürekli yeniden ortaya çıkar. Bu durum özellikle, sermayenin belirli limitler ile karşılaştığında temel “devamlı devrimcileştirme” ihtiyacını en üst seviyeye çıkarması gereken kriz anlarında geçerlidir.
Bu anlarda, limit sorunu, bir başka deyişle, bir dizi toplumsal ilişki, üretim süreci, siyasi örgütlenme biçimi ve belirli mekânsal düzenlemenin aşılması gereken engellere dönüşmesi sorunu olarak yeniden ortaya çıkmaktadır.31Aşağıdaki alıntıda görülebileceği gibi, Grundrisse’de Marx’ın farklı bağlamlarda bile ‘limit’ [Grenze] ve ‘engel’ [Schranke] çiftini sermayeyi genel hatlarıyla tanımlamak için kullandığını belirtmek gerekir: ‘Zenginliğin genel biçiminin -paranın- temsilcisi olarak sermaye, kendisini limitleyen engelin ötesine geçmeye yönelik bitmek tükenmek bilmeyen ve limitsiz bir dürtüdür. Her sınır [Grenze] onun için bir engeldir [Schranke] ve öyle olmak zorundadır. Aksi takdirde kendi kendini yeniden üreten para olarak sermaye olmaktan çıkar. Eğer belirli bir sınırı bir engel olarak değil de, içinde rahat ettiği bir sınır olarak algılarsa, kendisi de değişim değerinden kullanım değerine, zenginliğin genel biçiminden aynı şeyin özgül, tözsel bir biçimine gerilemiş olur”. Marx, Grundrisse, 334 Güncel durumumuz, bu engellerin ille de kapitalist olmayan ortamlar olmadığını, ancak sermayenin değerlenmesi için yeni alanlar açmak üzere sermayeye ‘dışsal’ olarak (“içeriden”) nasıl inşa edilebileceğini açıkça göstermektedir. Örneğin, Batı’da refah devletine yönelik saldırıya ya da dünyanın pek çok yerinde geçmiş sanayileşme dönemlerine ait üretim döngülerinin tasfiyesine bakılabilir. Öyle görünüyor ki, bu ‘açılma’ dinamiği kapitalist üretim tarzının, belirli ‘kapanma’ mekanizmaları -yani mekânların sınırlandırılması ve hiyerarşikleştirilmesi ve öznelerin disipline edilmesi- tarafından hemen kontrol altına alınan yapısal bir özelliği, içinde geliştiği tikel koşullarda eleştirel olarak anlaşılması gereken hakiki ‘evrensel’ anlarından biridir. Bununla birlikte, bu dinamik nihayetinde, Marx’ın devrimci hayalgücünün etrafında geliştiği iki temel imgeye, endüstriyel işçi sınıfı ve Paris sokaklarındaki ayaklanan proletaryaya indirgenemeyecek özgül bir öznellik ve çatışma üretimiyle bir araya gelir.
Öznelliğin Üretimi
Komünal mülkiyetin ve komüniteryen ilişkilerin farklı biçimleri, en nihayetinde ‘ilkel birikim’ sahnesinde olduğu gibi, hem sermaye için -çitlemeden mülksüzleştirmeye geniş bir yelpazedeki çeşitli araçlar vasıtasıyla- bir ‘saldırı noktası’ olarak hem de direniş için bir zemin olarak, bu süreçlerde ve çatışmalarda merkezi bir rol üstlenmekten başka bir şey yapamaz. Marx’ın hayatının son yıllarında bu meselelerin dünya çapındaki önemine dair keskin bir farkındalığa sahip olduğu hipotezini kabul edecek olursak, -1880-82 defterlerinde gördüğümüz gibi- farklı antropolog ve etnologların çalışmalarıyla tanışması Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’ne (1884) yazdığı önsözde sunduğu biçimiyle kıyaslandığında daha da anlamlı hale gelir. Başka bir deyişle, Marx yalnızca bir dizi toplumsal hiyerarşi kıstasının tarihsel kökenlerini aramakla kalmıyor, aynı zamanda kendi döneminin kapitalizmin küresel genişlemesiyle belirlenen en önemli çatışmalarından bazılarını siyasi açıdan yorumlayabilmek için “müşterekliğin” çeşitli biçimlerinin bir arşivini de derliyordu. Bilindiği üzere, Marx son yıllarında Rusya örneğine özel bir ilgi göstermiş ve kırsal komünler olan obşina’ların komünizme doğrudan geçişin temelini oluşturabileceği ihtimali üzerine düşünmüştür.32Krş. Luca Basso, Marx and the Common: From Capital to the Late Writings, İngilizceye çev. David Broder, (Leiden ve Boston: Brill, 2015), 85–99 Bu konuda, elimizdeki metinler nispeten dağınıktır ve Marx’ın ‘komüniteryen’ bir versiyonunu oluşturmaya yönelik -özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki- son girişimler hiç de ikna edici değildir.33Bu tartışmanın bir değerlendirmesi için bkz. Anna Curcio, ed., Comune, comunità, comunismo (Verona: ombre corte, 2011) Marx’ın, son dönemlerindeki çalışmalarından düşüncelerinin tam bir teorik revizyonunu ya da düşünsel çıkmazlarına bir çözüm çıkarmak gibi bir niyetim yok. Daha ziyade, Marx’ın ilk yazılarından bu yana çalışmalarında sabit olan bir meselenin –kurtuluş meselesinin- terimlerini durmaksızın yeniden gözden geçirmesini ön plana çıkarmak gerekiyor. Marx’ın genel olarak kapitalizmde ve onun dünya boyutunda maddi olarak kavramlaştırıldığı biçimde öznelliğin üretimi konusundaki incelemesini sürdürme gereksinimini, ortak mülkiyet biçimleri ve komünal ilişkilerle teorik açıdan yoğun bir şekilde ilgilenmiş olmasında görebiliyoruz.
Belki de Marx 1882’nin başında Cezayir sokaklarında yürüyüp “sağlıklı ve yerel halktan insanlar rağmen ilk üç günden sonra ateşleri çıkan” ve ücretlerinin bir kısmını “günlük kinin dozu” olarak alan inşaat işçileri hakkında bilgi toplarken34Marx to Paul Lafargue, 20 March 1882’, Marx ve Engels, Collected Works, Volume 46‘da, 1880-83 (London: Lawrence & Wishart, 1992), 220 ya da kahvesini yudumladığı bir “Mağribi” tavernasında Arap müdavimler arasında görebildiği “mutlak eşitlik” ruhundan etkilenirken bununla ilgili düşünüyordu. Ancak Marx, izlenimlerini 13 Nisan’da kızı Laura’ya aktarırken, herhangi bir yanlış anlamayı önlemek için, kendine özgü Almanca ve İngilizce karışımı bir dille şunları ekler: “und dennoch gehen sie zum Teufel without a revolutionary movement.” “Yine de devrimci bir hareketin yokluğunda mahvolup gidecekler.”
Son Not
Yukarıdaki metin, bu yılın sonlarına doğru In the Marxian Workshops: Producing Subjects35Bkz. Sandro Mezzadra, In the Marxian Workshops : Producing Subjects, İngilizceye çev. Yari Lanci (Rowman & Littlefield International 2018). (Çev.) başlığıyla İngilizce olarak yayınlanacak olan Marx hakkındaki bir kitabın son bölümüdür. On kısa bölümden oluşan kitap, Marx’ın bazı metinlerinin yakın okumasını, onun çalışmalarının günümüzde nasıl üretken hale getirilebileceğine dair bir arayışla birleştiriyor. Burada esas olarak Marx’ı bir “klasikler” kanonunun parçası olarak okumakla ilgilenmiyorum. Aynı zamanda, Marx’ın ekonomi politiğin eleştirisine dair teorik çerçevesinin doğrudan günümüz kapitalizmini analiz etmek veya ona karşı çıkmayı desteklemek için kullanılmasına karşı da oldukça temkinliyim. Bunun tek nedeni kapitalizmin, Marx’ın kendisi tarafından çok etkili bir şekilde ortaya konan “devrimci” doğasına uygun olarak, Kapital‘in yayınlanmasından bu yana geçen yüz elli yıl içinde çok dramatik bir şekilde değişmiş olması değildir. Bunun nedeni aynı zamanda bu dönüşümlerin, yeni kurtuluş lisanları icat eden ve yeni eleştiri parametreleri oluşturan sıradışı toplumsal mücadeleler ve emek mücadeleleri tarafından yönlendirilmiş olmasıdır. Bu, Marx’ın ekonomi politik eleştirisinin temel kavramlarının – birkaç önemli örnek vermek gerekirse: emek-gücü, soyut emek, canlı emek – bugün kullanılamayacağı anlamına gelmiyor. Ben bunun tam tersinin geçerli olduğuna inanıyorum. Ancak verimli bir şekilde kullanılabilmeleri için öncelikle teorik olarak (yakın okuma yoluyla) anlaşılmaları ve ardından çağdaş kapitalizmin maddiliğine ve Marx’tan sonraki sınıf mücadelelerinin tarihine ve bugününe (dolayısıyla bugüne dair endişelerime) daldırılmaları gerekir.
Kitapta bu ikili hamleyi mümkün kılmak için, Marx’ın erken dönem felsefi yazılarında, 1848 devrimleri üzerine tarihsel yazılarında ve ekonomi politiğin eleştirisinin açık atölyesi olarak gördüğüm yerde, bir kurtuluş siyaseti sorunsalının ortaya çıkışını, bu sorunsaldaki mutasyonları ve bu sorunsalın güncelin eleştirisindeki maddi köklerini izliyorum. Bunu yaparken, “öznelliğin üretimi” etrafındaki çağdaş tartışmaların açtığı yoldan ilerliyorum. İnancım, Marx’ın metinlerinin bilinçli olarak anakronik bir şekilde okunmasının, çalışmalarındaki ihtilaflı öznellik sorununa yeni perspektifler açabileceği yönündedir. Marx’ın (sömürülen ve tahakküm altındaki) öznelerin üretici gücüne yaptığı vurguya ek olarak, özneleri üreten çeşitli tabi kılma biçimleri analizleriyle arasındaki karşılıklı etkileşime ışık tutmak, hem tarihini hem de bugününü oluşturan değişimlere, mutasyonlara ve geçişlere dikkat eden bir kapitalizm eleştirisinin ifade edilmesi için öncelikli bakış açısı olarak yenilenmiş bir öznellik anlayışı oluşturmayı amaçlamaktadır. Öznelliğe yaptığım bu vurgu, Michael Heinrich ve Moishe Postone gibi akademisyenlerin çalışmalarında bu okumanın bazı yönlerini eleştirel bir şekilde dikkate almaya çalışsam da, beni Neue Marx-Lektüre (ya da ‘Marx’ın yeni okuması’) olarak adlandırılan ve değer-biçimine odaklanan yaklaşımdan oldukça farklı bir Marx okuması önermeye yöneltiyor. Daha ziyade, Marx üzerine yaptığım çalışmayı İtalyan ‘otonomist’ Marksizmi üzerine aldığım kendi teorik ve politik eğitimimle bir devamlılık içerisinde görüyorum – ancak kitabın (ve son bölümünün) okurları, özellikle emeğin sermaye altında biçimsel ve gerçek içerilmesi, kapitalist gelişmenin ‘eğilimi’ ve hatta işçi sınıfının bileşimi meselesi gibi kavramları yorumlarken bu geleneğin unsurlarına eleştirel bir mesafe koyduğumu da fark edeceklerdir.
Kısacası, postkolonyal eleştiriye ve geleneksel olarak ‘Batı’ olarak kabul edilenin dışındaki teoriler ve deneyimlere olan ilgim, kapitalist gelişme eğiliminin her türden doğrusal okumasına şüpheyle yaklaşmama ve devrimci özne imgesini kapitalist gelişmenin sözde ‘en yüksek’ noktasına göre şekillendirmeye yönelik benzer girişimlere karşı temkinli olmama yol açtı.
Kitabın ‘Marx Cezayir’de’ başlığını taşıyan ve aşağıda çevirisini sunduğumuz son bölümü bu açıdan özel bir önem taşıyor. Jacques Derrida’nın hafızalara kazınacak bir şekilde “şanlı, kutsal, uğursuz ama yine de hayatı boyunca olduğu gibi gizli bir göçmen”36Jacques Derrida, Spectres of Marx, 219. olarak tanımladığı Marx’ın hayatındaki bu son durak, 1867’de Kapital‘in birinci cildinin yayımlanmasından sonra Marx’ın düşüncesini karakterize eden bir dizi kayış ve yer değiştirmenin belirtisi olarak ele alınmaktadır. Brett Neilson ile birlikte son on yılda çağdaş küreselleşme üzerine yaptığım çalışmaları değerlendirerek,37Özellikle bkz. Sandro Mezzadra ve Brett Neilson, Border as Method, or, the Multiplication of Labour (Durham: Duke University Press, 2013); ‘Extraction, Logistics, Finance: Global Crisis and the Politics of Operations’, Radical Philosophy 178 (March/April 2013), 8–18; ve ‘On the Multiple Frontiers of Extraction: Excavating Contemporary Capitalism’, Cultural Studies 31:2–3 (2017), 185–204. burada özellikle ‘dünya pazarı’ [Weltmarkt] kavramına ve bunun ‘dünya tarihi’ [Weltgeschichte] ile ilişkisine odaklanıyorum: basitçe söylemek gerekirse, kapitalizmin ve aynı zamanda kurtuluş mücadelelerinin mekânı ve zamanına. Ancak ‘dünya pazarı’ ve ‘dünya tarihi’ni bir arada ele alarak, kapitalizmin zamansallığını anlamada her türlü doğrusallıktan ve ‘ilerleme’ kavramının yükünden kurtulan analitik ve politik bir çerçeve oluşturabileceğimize inanıyorum. Bu aynı zamanda, sermayenin küresel mekândaki sınırlarının genişlemesinin bir homojenleşme süreciyle sonuçlanmadığını vurgulamamıza olanak tanır. Bana göre, böylesi bir analitik çerçeve, Marx’ın hayatının son yıllarındaki kapitalizm incelemelerinde ‘çok doğrusal’ bir yaklaşım arayışıyla tutarlıdır ve son zamanlarda birçok akademisyen tarafından vurgulanmıştır.
Notlar
(1) Rosa Luxemburg, The Accumulation of Capital, İngilizceye çev. Agnes Schwarzschild (London and New York: Routledge, 2003), 348ff.
(2) Mario Tronti, ‘Marx a Detroit’, in Operai e Capitale (Torino: Einaudi, 1966), 290–303; Giovanni Arrighi, Adam Smith in Beijing: Lineages of the Twenty-First Century (London and New York: Verso, 2007).
(3) Bkz. Marlene Vesper, Marx in Algier (Bonn: Pahl-Rugenstein, 1995); ve Marcello Musto, L’ultimo Marx: 1881-1883 (Roma: Donzelli, 2016), 105–14.
(4) Friedrich Engels, ‘Preface’, şurada Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Volume 2, çev. David Fernbach (London: Penguin Books, 1992), 85.
(5) Marx’ın Kapital‘in birinci cildinin ikinci baskısına yazdığı sonsözde (1873) belirttiği gibi: “Sunuş yöntemi elbette araştırma yönteminden biçim olarak farklı olmalıdır. Araştırma sırasında, malzemenin tüm ayrıntılarıyla ele alınması, farklı gelişim biçimlerinin çözümlenmesi ve bunların iç bağlantısınının incelenmesi gerekir. Ancak bu çalışma yapıldıktan sonra gerçek hareket uygun bir şekilde sunulabilir. Bu başarıldığında ve malzemenin yaşamının aynadaki gibi ideal bir yansımasına ulaşıldığında, a priori bir yapıyla karşı karşıya olunduğu sanılabilir.” Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Vol 1, çev. Ben Fowkes (Londra: Penguin Books, 1990), 102. [Karl Marx, Kapital, 1. Cilt, çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan (İstanbul: Yordam Kitap, 2021), 28].
Darstellung ve Forschung arasındaki ilişki üzerine, özellikle Grundrisse ile ilgili olarak, bkz Antonio Negri, Marx Beyond Marx: Lessons on the Grundrisse (Londra: Pluto Press, 1991), 12-13.
(6) Marx, Birinci Cilt’teki bir notta “Eleştirel bir teknoloji tarihi,” diyor “18. yüzyılın herhangi bir buluşunda tek bir bireye ait olan kısmın ne kadar küçük olduğunu gösterirdi. Şimdiye kadar böyle bir eser yazılmamıştır. Darwin, ilgimizi doğal teknoloji tarihi, yani bitki ve hayvan organlarının bitki ve hayvan hayatı için üretim araçları olarak oluşumları üzerinde toplamıştır. Toplumsal insanın üretim organlarının, yani her tür toplumsal örgütün maddi temeli olan bu organların oluşum tarihi aynı derecede dikkate değer değil midir?” Marx, Capital, Vol. 1, 493n4 [Marx, Kapital, 1. Cilt, 358n95]
(7) Sandro Mezzadra, In the Marxian Workshops : Producing Subjects, İngilizceye çev. Yari Lanci (Rowman & Littlefield International 2018), ch. 7.
(8) Karl Marx ve Friedrich Engels, The German Ideology, Collected Works, Volume 5‘da, 1845-47 (London: Lawrence & Wishart, 1975), 51.
(9) Jacques Derrida, Spectres of Marx: The State of the Debt, the Work of Mourning and the New International, İngilizceye çev. Peggy Kamuf (New York: Routledge, 2006), 47.
(10) Marx ve Engels, Collected Works, Volume 5, 49.
(11) Marx ve Engels, Collected Works, Volume 32, 1861-63 (London: Lawrence & Wishart, 1989), 388.
(12) Karl Marx, Grundrisse: Foundations of the Critique of Political Economy, İngilizceye çev. Martin Nicolaus (London and New York: Penguin Books, 1993), 408.
(13) Marx, Capital Vol. 2, 235.
(14) Krş. David Harvey, The Limits to Capital (Oxford: Blackwell, 1982)
(15) Marx bu kavramı Almancada “urspüngliche akkumulation” şeklinde ifade ediyor. Yazarın kullandığı Kapital’in İngilizce çevirisinde “so-called primitive accumulation” şeklinde çevrilmiş. Türkçe çevirilerde ise Almancadan direkt çevirilerde ilkel birikim, “ilk birikim”, kökensel birikim gibi çeşitli kullanımlar mevcut. Ben kullanım yaygınlığı en yüksek olan “ilkel birikim” ifadesini kullanmayı tercih ediyorum bu makale için. Bu kavram hakkında Marksolojik bir tartışma için bkz. https://monthlyreview.org/2023/04/01/the-meaning-of-so-called-primitive-accumulation/ (Çev.)
(16) Marx, Capital Vol. 1, 883.
(17) A.g.e., 915.
(18) Marx, Grundrisse, 410.
(19) Krş. Luciano Ferrari Bravo, ‘Vecchie e nuove questioni nellla teoria dell’imperialismo’, Imperialismo e classe operaia multinazionale, ed. Luciano Ferrari Bravo (Milano: Feltrinelli, 1975)
(20) Karl Marx, ‘The British Rule in India’, in Marx and Engels, Collected Works, Volume 12, 1853-54 (London: Lawrence & Wishart, 1979), 125–33.
(21) Özellikle bkz. Kevin B. Anderson, Marx at the Margins: On Nationalism, Ethnicity and Non-Western Societies (Chicago ; London: University of Chicago Press, 2010).
(22) Yine bkz. Anderson, Marx at the Margins, ayrıca bkz. Enrique Dussel, El último Marx (1863-1882) y la liberación latinoamericana (México D.F.: Siglo XXI, 1990), ch. 7.
(23) Marx ve Engels, Collected Works, Volume 24, 1874-83 (London: Lawrence & Wishart, 1989), 370.
(24) A.g.e., 200.
(25) Marx, Grundrisse, 408.
(26) Özellikle Vivek Chibber’in Postcolonial Theory and the Spectre of Capital (Londra ve New York: Verso, 2013) kitabına atıfta bulunuyorum. Chibber, polemik yaratan kitabında Guha, Chakrabarty ve Chatterjee gibi ‘maduniyet çalışmaları’ teorisyenlerini sermayenin ‘evrenselleştirici’ eğilimlerini tam olarak kabul etmemekle suçluyor ve onları tarihsel ve kültürel farklılıkları sorgusuz sualsiz yüceltmekle itham ediyor, ki bunun da yeni ve paradoksal bir ‘oryantalizm’ ile sonuçlanacağını iddia ediyor. Chibber, ‘maduniyet çalışmaları’ projesinde -ve daha genel olarak postkolonyal teoride- eleştirel tartışmaya değer bazı yönleri kavramış olsa da, argümanının genel tonu onu sadece bu projeyi değil, aynı zamanda bu projeye karşı kullandığı Marx’ın bazı kavramlarını da (‘soyut emek’ başta olmak üzere) temelden hatalı bir şekilde kavramaya itmektedir. Bu durum Partha Chatterjee tarafından Nisan 2013’te New York’ta Chibber ile yaptığı bir tartışmada iyi bir şekilde açıklığa kavuşturulmuştur: https://kafila.online/2013/05/07/partha-chatterjee-on-subaltern-studies-marxism-and-vivek-chhibber/ adresinde çevrimiçi olarak mevcuttur. Chibber’in kitabına ilişkin eleştirel bir değerlendirme için Interventions 16:6 (2014), 916-25’teki inceleme yazıma bakınız.
(27) Farklı bir perspektiften de olsa, bakınız Thomas C. Patterson, Karl Marx, Anthropologist (Oxford ve New York: Berg, 2009), ch. 5.
(28) Marx, Grundrisse, 408.
(29) Marx, Capital Vol. 1, 931.
(30) Birçok başka akademisyenle ortaklaştığım bu savı şurada ileri sürdüm: ‘The Topicality of Prehistory’: A New Reading of Marx’s Analysis of “So-Called Primitive Accumulation”‘, Rethinking Marxism 23: 3 (Temmuz 2011), 302-21.
(31) Aşağıdaki alıntıda görülebileceği gibi, Grundrisse‘de Marx’ın farklı bağlamlarda bile ‘limit’ [Grenze] ve ‘engel’ [Schranke] çiftini sermayeyi genel hatlarıyla tanımlamak için kullandığını belirtmek gerekir: ‘Zenginliğin genel biçiminin -paranın- temsilcisi olarak sermaye, kendisini limitleyen engelin ötesine geçmeye yönelik bitmek tükenmek bilmeyen ve limitsiz bir dürtüdür. Her sınır [Grenze] onun için bir engeldir [Schranke] ve öyle olmak zorundadır. Aksi takdirde kendi kendini yeniden üreten para olarak sermaye olmaktan çıkar. Eğer belirli bir sınırı bir engel olarak değil de, içinde rahat ettiği bir sınır olarak algılarsa, kendisi de değişim değerinden kullanım değerine, zenginliğin genel biçiminden aynı şeyin özgül, tözsel bir biçimine gerilemiş olur”. Marx, Grundrisse, 334
(32) Krş. Luca Basso, Marx and the Common: From Capital to the Late Writings, İngilizceye çev. David Broder, (Leiden ve Boston: Brill, 2015), 85–99
(33) Bu tartışmanın bir değerlendirmesi için bkz. Anna Curcio, ed., Comune, comunità, comunismo (Verona: ombre corte, 2011)
(34) Marx to Paul Lafargue, 20 March 1882’, Marx ve Engels, Collected Works, Volume 46’de, 1880-83 (London: Lawrence & Wishart, 1992), 220
(35) Bkz. Sandro Mezzadra, In the Marxian Workshops : Producing Subjects, çev. Yari Lanci (Rowman & Littlefield International 2018). (Çev.)
(36) Jacques Derrida, Spectres of Marx: The State of the Debt, the Work of Mourning and the New International, çev. Peggy Kamuf (New York: Routledge, 2006), 219.
(37) Özellikle bkz. Sandro Mezzadra ve Brett Neilson, Border as Method, or, the Multiplication of Labour (Durham: Duke University Press, 2013); ‘Extraction, Logistics, Finance: Global Crisis and the Politics of Operations’, Radical Philosophy 178 (March/April 2013), 8–18; ve ‘On the Multiple Frontiers of Extraction: Excavating Contemporary Capitalism’, Cultural Studies 31:2–3 (2017), 185–204.
* Çevirmen Notu: Bu yazıda Cezayir denilerek kastedilen yer Fransız sömürgesi Cezayir’in en büyük şehri ve başkenti olan Cezayir’dir. Başlıklar Türkçe çeviride düzenlenmiştir.