Demo v1.0

6 Ekim 2024, Pazar

Beta v1.0

Küresel Kapitalizm ve Bitmeyen Savaşlar

Giderek artan bir şekilde yüksek teknoloji ve analog feodalizmin bir kombinasyonu altında yaşıyoruz. İşte bu yüzden Hemedti çağımızı gerçek anlamda temsil eden figür olmaya Elon Musk'tan bile daha layık.
Çeviren:
Uğur Şen
Kaynak:
Project Syndicate

Başlıklar

İçinde bulunduğumuz acımasız çağın en kötü temayüllerini en iyi yansıtan figürler düşünüldüğünde akla gelen ilk isimler Yahya Sinvar (Hamas’ın Gazze’deki lideri), Benyamin Netanyahu, Kim Jong-un ya da Vladimir Putin oluyor. Bunun temel sebebi bu liderlerle ilgili sürekli şekilde haber yağmuruna tutuluyor olmamızdan başka bir şey değil. Ana akım Batı medyasının büyük ölçüde görmezden geldiği korkunç olayları hesaba katmak için bakış açımızı genişletirsek, Sudan’daki iç savaşın taraflarının daha da öne çıktığını görürüz. Ülkenin yeni savaş ağaları kendi halklarına (ya da kontrol ettikleri bölgelerde yaşayanlara) karşı, sistematik olarak insani yardım girişlerini engellemek1https://english.elpais.com/international/2024-04-15/warring-sides-in-sudan-have-weaponized-humanitarian-aid.html ve bu yardımın büyük bir kısmına kendileri için el koymak dahil, şok edici bir zalimlik ve umarsızlık sergiliyorlar.

Sudan’daki durum, başka vakalarda örtülü kalan küresel bir ekonomik işleyişi gözler önüne seriyor. 2019 yılında geniş katılımlı gösteriler ülkede yıllardır diktatörlüğünü sürdüren Ömer El Beşir’i devirdi; Beşir yönetimi, (şu anda kendi iç savaşına batmış, çoğunluğu Hristiyan bir ülke olan) Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından en azından bir barış ve istikrar görüntüsü sağlamıştı. Sonrasında, kısa bir geçiş hükümeti döneminin ve demokratikleşme umutlarının yeniden yeşermesinin ardından, iki Müslüman savaş ağası arasında, yani Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin (SAF) lideri ve halen fiilen devlet başkanı olan General Abdülfettah el-Burhan ile Hızlı Destek Güçleri’nin (RSF) komutanı ve ülkenin en zengin adamlarından olan Muhammed Hamdan Dagalo (Hemedti) arasında kanlı bir savaş patlak verdi.

RSF, 3 Haziran 2019’da 120’den fazla göstericinin öldürüldüğü, yüzlercesinin yaralandığı, binlerce kadının tecavüze uğradığı ve birçok evin yağmalandığı Hartum katliamı da dahil olmak üzere mevcut çatışmadaki en büyük vahşetlerin bazılarının arkasındadır. Daha yakın bir tarihte, Dagalo’nun güçleri 15 Nisan 2023’te başkent Hartum da dahil olmak üzere ülke genelindeki SAF üslerine geniş çaplı bir taarruz başlatarak yeni bir şiddet döngüsünü tetikledi.

Her iki taraf da belli belirsiz bir demokrasi vaadinde bulunsa da kimse bu söylemleri ciddiye almıyor. Aslında demek istedikleri şu: “Önce bir savaşı kazanalım; sonrasına bakarız.” Bu anlaşılabilir bir tavır. İşin içinde olan herkes için, Ruanda’daki Paul Kagame rejimi gibi büyük ölçüde hayırhah bir diktatörlük, belki de gerçekçi olarak umut edilebilecek en iyi seçenek.

Dış güçlerin rolü meseleyi daha da karmaşık hale getiriyor. Örneğin, Rusya’nın Wagner Grubu, Libya Ulusal Ordusu (Halife Hafter komutasında) ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin RSF’ye askeri malzeme, helikopter ve SAF’tan daha iyi silahlanmasını sağlayacak ölçekte silah sağladığı bildiriliyor. Bu arada SAF da başta Çin olmak üzere kendi destekçilerini bulmaya çalışıyor.

Ancak RSF’nin bir başka büyük avantajı daha var: Dagalo, bol miktarda altın rezervine sahip bir bölgeyi kontrol ediyor ve bu sayede ihtiyacı olan tüm silahları satın alabiliyor. Böylece gelişmekte olan pek çok ülkenin karşı karşıya olduğu üzücü bir gerçeği hatırlıyoruz: Doğal kaynakların şiddetin ve yoksulluğun kaynağı olması en az barış ve refahı desteklemesi kadar muhtemeldir.

Bunun en iyi örneği, uzun zamandır önemli maden, elmas ve altın rezervleri ile lanetlenmiş olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’dir. Bu kaynaklara sahip olmasalar belki yine fakir olurlardı ama daha mutlu ve huzurlu bir yaşam sürebilirlerdi. Demokratik Kongo Cumhuriyeti aynı zamanda gelişmiş Batı’nın kitlesel göç için gerekli koşullara nasıl katkıda bulunduğunu gösteren örnek bir vakadır. Afrika’nın “karanlık kalbi’nde bir kez daha patlak veren ’ilkel” etnik ihtirasların perde arkasında, küresel kapitalizmin belirgin hatlarını görmek mümkündür.

Mobutu Sese Soko’nun 1997’de devrilmesinden sonra Demokratik Kongo Cumhuriyeti işlevsel bir devlet olma vasfını yitirdi. Doğu bölgesinde artık çocukları zorla silah altına alan ve uyuşturan yerel savaş ağaları tarafından yönetilen ve bölgenin maden rezervlerini sömüren yabancı şirketlerle ticari bağlarını sürdüren çok sayıda toprak parçası bulunuyor. Bu düzen her iki tarafa da hizmet ediyor: şirketler devlete vergi ödemek zorunda kalmadan maden haklarına sahip olurken, savaş ağaları da silah satın almak için para kazanıyor. Bu madenlerin çoğu daha sonra dizüstü bilgisayarlarımızda, cep telefonlarımızda ve diğer yüksek teknoloji ürünlerinde kullanılıyor. Sorun yerel halkın “vahşi” âdetleri değil; yabancı şirketler ve onların ürünlerini satın alan zengin tüketicilerdir. Onları denklemden çıkardığınızda tüm etnik savaş kurgusu yıkılır.

NATO’nun müdahalesi2https://www.newamerica.org/future-security/reports/airstrikes-and-civilian-casualties-libya/the-conflicts-in-libya-2011-2018/ ve Muammer Kaddafi’nin 2011’de devrilmesinin ardından Libya’nın fiilen parçalanmasının -ya da daha doğrusu “Kongolaştırılmasının”- gösterdiği gibi Demokratik Kongo Cumhuriyeti bir istisna değildir. Libya topraklarının büyük bölümü o tarihten bu yana doğrudan yabancı müşterilere petrol satan yerel silahlı çeteler tarafından yönetiliyor ve bu da bize kapitalizmin sürekli ucuz hammadde arzını güvence altına alma konusundaki kararlılığını hatırlatıyor. Bu yüzden doğal kaynak laneti ile cezalandırılan pek çok devlet, içinde bulunduğu kötü duruma mahkum kalıyor.

Trajik sonuç, süregelen çatışmalarda hiçbir tarafın masum ya da haklı olmadığıdır. Sudan’da sorun sadece RSF değil; her iki taraf da aynı acımasız oyunu oynuyor. Bu durum demokrasiye hazır olmayan “geri kalmış” halk söylemine indirgenemez, zira mesele aslında Afrika’nın sadece Batı tarafından değil, Çin, Rusya ve zengin Arap ülkeleri tarafından da ekonomik olarak sömürgeleştirilmeye devam edilmesidir. Orta Afrika’nın giderek daha fazla Rus paralı askeri ve Müslüman köktendinciler tarafından yönetilmesine şaşmamalı.

Yanis Varoufakis, Büyük Teknoloji şirketlerinin kendi pazarları üzerindeki fiili tekellerinin işaret ettiği üzere, kapitalizmin “teknofeodalizme” geçişi hakkında oldukça etkili yazılar kaleme almıştır. Sudan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi ülkelerde ise Ortaçağdaki feodalizme daha yakın bir durum söz konusu. Aslında her iki tanımlama da doğru: Giderek artan bir şekilde yüksek teknoloji ve analog feodalizmin bir kombinasyonu altında yaşıyoruz. İşte bu yüzden Hemedti çağımızı gerçek anlamda temsil eden figür olmaya Elon Musk’tan bile daha layık.

 

Notlar

(1) https://english.elpais.com/international/2024-04-15/warring-sides-in-sudan-have-weaponized-humanitarian-aid.html

(2) https://www.newamerica.org/future-security/reports/airstrikes-and-civilian-casualties-libya/the-conflicts-in-libya-2011-2018/

 

Orijinal Başlık: Global Capitalism and Perpetual War
Yazar:
Slavoj Žižek
Türkçeye Çeviren:
Uğur Şen
Editör:
Bekir Demir