Demo v1.0

22 Aralık 2024, Pazar

Beta v1.0

Evrenin Evrimi: Zaman bir başlangıç mı?

Maddenin en küçük bileşenlerinden bir bütün olarak Evren'e kadar, tüm ölçeklerde, daha katı olan eski klasik çerçevenin yerine modern doğa görüşü bir hareket ve değişim modeli ortaya çıkmıştır.
Çeviren:
Özlem Kırtay
Kaynak:
Big Think

Evrenin evrimini bir film gibi düşünürsek, filmi geriye doğru sardığımızda neyle karşılaşırız?


Anahtar Çıkarımlar

  • Kozmik genişlemenin keşfedilmesiyle birlikte evren hakkındaki anlayışımız değişti.
  • Bu aynı zamanda kozmologları çok zor bir soruyla karşı karşıya bıraktı: Zamanın başlangıcına kadar giden kozmik tarihi bilim bir bütün haline getirebilir mi?
  • Her ne kadar kendimizi evrenin merkezi olarak görmek bize cazip gelse de öyle olmadığımızı biliyoruz. Büyük Patlama her yerde aynı anda gerçekleşti.

Fizikçiler ve astronomlar 20. yüzyılın başlarında birlikte çalışarak çok önemli bir şeyi keşfettiler: evren genişliyordu. Yapılan bu yeni keşif, genel göreliliğin temel taşı olan uzay-zamanın esnekliğini harika bir şekilde yansıtmaktaydı.

Birbirinden uzaklaşan, Evren’in esneyen geometrisinin etkisiyle milyarlarca galaksi, uzayın sürekli büyüyen boşluğunda şekil ve ışık zenginlikleriyle dolup taşmaktadır. Evren, sürekli dönüşümün şarkısıyla dans eden canlı bir varlıktır. Maddenin en küçük bileşenlerinden bir bütün olarak Evren’e kadar, tüm ölçeklerde, daha katı olan eski klasik çerçevenin yerine modern doğa görüşü bir hareket ve değişim modeli ortaya çıkmıştır.

Bilimsel hikâye anlatıcılığının yeni bir biçimi olarak kozmoloji 

Fiziksel gerçekliği ifade etmenin klasik biçimlerinin bu yıkımı sanatta da güçlü paralellikler yakaladı. Edebiyatta modernizm, T.S. Eliot, Franz Kafka, Virginia Woolf ve James Joyce ile yeni yollar buldu. Müzikte Gustav Mahler ve Anton Bruckner’i Igor Stravinsky ve Béla Bartók izledi. Pablo Picasso ve Georges Braque gibi ressamlar da klasik sanatsal yaratım biçimlerinden radikal uzaklaşmaları simgeliyordu. İnsanın ifade biçimlerini, fiziksel gerçekliğin ortaya çıkmakta olan bilimsel anlatısıyla birlikte ilerleyen her yöne doğru genişletme ihtiyacı vardı.

Edwin Hubble’ın 1920’lerdeki keşifleriyle Samanyolu’nun milyarlarca galaksiden biri olduğu ve dolayısıyla evrenin genişlediği ortaya çıktı. Kozmologların istediği şey, kozmik hikâyeyi nasıl anlatacaklarını bilmekti. Genişleme değişim anlamına geldiğinden, asıl zorluk neyin değiştiğini ve neye dönüştüğünü anlamaktı. Dünyanın dört bir yanındaki dinlere ilham vermiş olan bu sorular, akıllara kazınmak ve yeni arayışlara ilham vermek üzere araştırmanın merkezine yerleşti. Evrenin yeni bilimi, istese de istemese de metafizik bir boyutu kucaklamak zorunda kaldı.

Bunlar en temel türden sorulardı: Eğer evren genişliyorsa, bir başlangıcı var mıdır? Bir sonu olacak mı? Ne kadar büyüktür? Kaç yaşındadır? Genişlemesi evrenin dışında bir şey olduğu anlamına mı geliyor? Evren’in bir başlangıcı varsa, bunu anlamak için bilimsel akla başvurulabilir mi?

Dünyanın dört bir yanındaki kültürlerden gelen efsanecilerin çok eski zamanlardan beri yaptığı gibi, bilim insanları da bu soruları yenilenmiş bir tutku ve bağlılıkla araştırabilirler. Büyük teleskoplar ve parçacık algılayıcıları gibi yeni keşif araçlarıyla donanmış olarak, bilimsel araştırmayı sınırlarına kadar genişletebilirler, hatta sınırlarının ötesine geçerek daha önce kimsenin gitmediği yerlere giden modeller yaratabilirler. İşte bilim insanlarının oynaması gereken kumar budur; çünkü sınırlarımızın ötesine geçmeye cesaret edemezsek, bildiklerimizin sınırlarını da esnetemeyiz. Merakın en iyi dostu risktir.

Evrenin merkezinde değiliz

Gelecek nesil kozmolojik modeller İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır. Bu model, nükleer ve parçacık fiziğinden gelen fikirleri bir bütün olarak evrenin tarihiyle birleştirerek büyük ve küçüğün sınırlarını karıştırmaya devam etmiştir. Bilim insanları, genç bir fizikçi olarak bir parçası olduğum için şanslı hissettiğim bir devrim olan iç-uzay, dış-uzay bağlantısını kurdular. Sınırların kalktığı bir ülkede, hevesli bir gezgin her zaman yeni keşiflerde bulunacaktır.

20. yüzyılın başlarında fiziksel kozmolojinin gelişmesiyle birlikte diğer bir deyişle, kozmolojinin fiziksel bir bilim haline gelmesiyle birlikte insanlık tarihinde ilk kez köken sorularını nicel bir şekilde ele almak mümkün hale gelmiştir. Kozmik genişlemeye dönersek, evrenin evrimini istediğimiz zaman geriye ve ileriye doğru oynatabileceğimiz bir film olarak hayal edebilseydik geriye doğru oynatmak bizi geçmişte bir noktaya, galaksilerin ve uzayın çok küçük bir bölgesinde bir araya toplanmış olması gereken sonlu bir zaman öncesine götürmüş olacaktı.

Günümüzde Samanyolu’ndan her yöne doğru uzaklaşan galaksiler gördüğümüzden, geriye doğru gitmek bizi tüm galaksilerin bizim etrafımızda toplandığı bir zamana götürecektir. Bunun evrenin merkezi olduğumuz anlamına geldiğini düşünmek çok caziptir. Ama öyle değiliz. Evrenin bir merkezi olmadığını, tüm uzamsal noktaların eşdeğer olduğunu unutmayalım. Evrendeki mükemmel sıradan noktamızdan gördüğümüz şey, diğer gözlemcilerin evrendeki herhangi bir noktadan görebilecekleri ile aynıdır. Kozmik filmi geri sardıklarında, onlar da tüm galaksilerin kendilerine yaklaştığını ve sonlu bir zaman önce kozmosun gerçekliği olan son bir çatırdamaya yol açtığını göreceklerdir. Büyük Patlama her yerde aynı anda meydana gelmiştir.

Zamanın bir başlangıcı var mıdır?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kozmolojik düşünceye iki farklı yaklaşım hâkim oldu. Biri zamanın Büyük Patlama ile başladığı bir hikâye anlatırken, diğerinde kozmik zaman ve Büyük Patlama yoktur (Bu hikâyede zaman geçici olarak akar, ancak evrenin ortalaması aynı kalır). Bu iki yaklaşım, kimin haklı olduğuna karar vermek için birbiriyle mücadele etmeye devam ediyordu. Bilimde her zaman olduğu gibi, son gülen taraf veriler oldu.

 

Orijinal Başlık: The first big question for cosmologists: Does time have a beginning?
Yazar: Marcelo Gleiser
Türkçeye Çeviren: Özlem Kırtay
Editör: Bekir Demir