“Bilinç” konusu şu aralar epey popüler kavramlar arasında. Bu kavrama, bilmem kimden öğrenme bilgilerin havada uçuştuğu dergilerde dolu dolu yer veriliyor. Nörofizyologlar fMRI makineleriyle bilincin renkli resimlerini çekiyor, beyindeki yerini bulmak için iğnelerle didik didik inceliyorlar. Bütün zamanlarda ve pek çok yerde bilinç hakkındaki disiplinlerarası müzakereler; filozofları, psikologları, fenomenologları, beyin uzmanlarını, doktorları, bilgisayar bilimcileri, Dalai Lama’yı, romancıları, nörologları, grafik tasarımcıları, rahipleri, guruları ve ne hikmetse hepsi bir zamanlar fizikle uğraşmış insanları kapsayan tuhaf ve uyumsuz grupları bir araya topluyor. Bilinç hakkında araştırma yapan enstitüler bolca destekleniyor.
Bilinci açık olmak ve bilinci erişilebilir durumda olmak ile bilinçdışı, bilinçaltı, alt bilinç ve bilgiler açısından sınıflandırılmış ve içsel gözlemi yapılabilir denilen durumlar arasında kılı kırk yararak ayrımlar yapılıyor. Salı günleri New York Times’ın bilim kısmında bilinç hakkındaki söylentilerin ucu bucağı gelmiyor. Nobel ödüllü bilim insanları; düzenli aralıklarla bilinç ile evrim, kuantum mekaniği, bilgi teorisi, karmaşıklık teorisi, kaos teorisi ve sinir ağlarının aktiviteleri arasındaki bağlantılarla ilgili fikirler beyan ediyor.
Kısacası herkes herkese bilinç hakkında demeçler veriyor. Fakat bunlara rağmen herkesin en çok kafasını kurcalayan problemle, felsefecilerin bilincin zor problemi olarak adlandırdığı o konuyla ilgili hiçbir şey açığa kavuşmamış durumda. Mevzubahis zor problem şu: Genel kanı dünyanın salt maddeden oluştuğu yönündedir ancak salt madde nasıl bilinç sahibi olabilir? Spesifik olarak birkaç gram gri madde1Gri madde (grey matter) terimi, beyinde nöronların hücre gövdeleri, dendritler ve bazı glia hücrelerinden oluşur. Beynin bu bölgesi, beyin kabuğu (cortex) gibi yerlerde yoğunlaşmıştır. Gri madde, beyin ve omuriliğin, sinir hücrelerinin (nöronlar) hücre gövdelerinin yoğun olduğu kısmıdır ve zihinsel süreçlerle, algı ve motor işlevlerle bağlantılıdır. Beynin gri maddesi, düşünme, hafıza, duygu ve hareket kontrolü gibi karmaşık işlevleri yönetir. nasıl olur da deneyim sahibi olabilir?
Çok yakın bir zamana kadar bu konu hakkında fikir yürüten iki ana ekol vardı. Birine göre bu zor problem aslında epey kolaydı. Cevap şuydu ki bilinç sinirsel süreç sonucunda oluşuyordu. Bu, “Bilinç nedir ve nasıl mümkün olabilir?” sorusunu “Varoluş nedir ve nasıl mümkün olabilir?” sorusuyla değiştirmek açısından başarılıydı ancak çok da ileriye gidiyor gibi gözükmüyordu ve pek çok insan için de tatmin edici olmaktan hayli uzaktı. Diğer bakış açısına göreyse bu zor problem o kadar zordu ki gerçek olamazdı: bilinç bir çeşit illüzyon olmalıydı. Bu itikattan çok kişi kendilerini -aslında- bilinçli olmadıklarına inandırmak için epey çabaladı ancak pek azı bunu başarabildi. Yüzyıllar önce Descartes -makul bir biçimde- bu çabanın kendi kendisini boşa çıkardığını öne sürdü.
Bilincin zor problemini cevaplamanın bir başka yolu olduğunu da eklemem gerekir. Sonuçta biri Dünyanın tamamen maddi yapıdan ibaret olmadığını düşünebilir; temelde başka bir tür madde de vardır -buna zihinsel madde diyelim- ve bilinç de bunda bulunur. Ancak apaçık bir şekilde bu görüşün kendi zor problemleri vardır. Örneğin eğer cisimsel madde ve zihinsel madde esasen birbirinden farklı türlerse bunların arasında nedensel bir ilişki nasıl söz konusu olabilir? Aç hissettiğinden yemek yemek veya yemek yemediğinde aç hissetmek nasıl mümkün olabilir? Bu ve başka sebeplerden, zihinsel madde çoğunlukla gündemden çıktı. Ben de burada üzerinde durmayacağım.
Bununla birlikte bu, Galen Strawson’ın Conciousness and Its Place in Nature eserinin zeminini hazırlar; bu eser, Strawson’ın baş makalesi, 18 diğer filozofun yorumları ve Strawson’ın bu yorumlara geniş açıklamalarıyla birlikte sunulmuştur. Kitap epey yoğundur. Bir yandan Strawson bir zamanlar felsefenin kalbinde olan ama pozitivizm ve analitik felsefenin uzun zamandır bastırmayı başardığı geniş metafiziksel hayalgücüne sahiptir, diğer yandan yorumlar da topyekûn faydalı, bilgilendirici, sofistike ve mükemmel şekilde tartışılmıştır. Bu tarz bir kitabın tamamıyla başarıya ulaşması veya bu denli keyifle okunması epey nadirdir. Fakat sizi uyarmalıyım ki, Strawson’ın “zor problem”e bakış açısı; felsefe ve psikolojideki akımlardan tamamıyla farklıdır. Çoğu okuyucu için bunlar hazmetmesi güç gelecektir ve bana da böyle gelmediğini söyleyemem.
Strawson’ın bağlılığının sarsılamaz olduğu üç felsefi prensip var:
- Birincisi, bilincin (özellikle bilinçli deneyimin) yadsınamaz olduğudur; en iyi bildiğimiz şey, bilinçli olduğumuzdur. (Şüphesiz bilinçli olduğumuzu kanıtlayamayız ancak bu pek de şaşırtıcı değildir; zira böyle bir ispatın yola çıkabileceği daha güvenilir bir önermenin olmadığı açıktır.)
- Strawson’ın ikinci ilkesi ise bir tür monizmdir: Var olan her şey; masa, sandalye ve hayvanların bedenleri gibi bilindik şeylerle aynı tür maddedendir. Fakat, bu, pek çok seçeneği açıkta bırakır; zira, Strawson “kendinde olduğu haliyle” (as it is in itself) bu madde hakkında pek bir şeyin bilinemeyeceğini, en iyi ihtimalle bilimin bu maddenin yalnızca ilişkisel özellikleri hakkında bilgi verdiğini düşünür. Strawson’ın monizmi ile dışarıda bırakılan şey, büyük oranda (ona göre bu yanlış olsa da) Descartes’a atfedilen “töz ikiliği”dir.
- Strawson’ın önde gelen üçüncü tezinin ilk ikisinden çok daha tartışmalı olduğu söylenebilir. Bu tez, “ortaya çıkış/belirim”in (emergence) imkânsızlığıdır. Herhangi bir şeyin, X’ten ortaya çıktığı kabul edilen herhangi Y özelliği için; Y’nin ortaya çıkmasına neden olan ve sadece X’te olan, Y’nin ortaya çıkması için yeterli bir şey olmalıdır. Ama Strawson, maddede bilinçli deneyimin ortaya çıkmasına neden olabilecek bir şey olmadığını, şayet varsa bile, bunun ne olabileceğine dair hiçbir fikrimiz olmadığını savunur. Özellikle, bilinçsiz maddeden ufak parçaların bir araya gelerek bilincin bileşenlerini oluşturmasının bir yolunu hayal dahi edemeyiz. Bu, sıvılar gibi (Strawson’ın gerçek anlamda belirim için en sevdiği örnek); sıvı olmayan molekül bileşenlerinin bir araya gelerek sıvı halde daha büyük bir şey oluşturduğunu az ya da çok görebileceğimiz bir şey değil. Strawson da nasıl olur da bu türden herhangi bir şeyin bilincin maddeden belirimini açıklar diye düşünüyor. Eğer açıklıyorsa, bu bir mucizedir ve Strawson buna katılmıyor.
Strawson’ın tartışmasını bu denli ilginç kılan da fikrinde en ufak bir değişiklik yapmayı reddetmesidir. Metafiziksel çıkarımları hakkında ne düşünürseniz düşünün, varsayımlarının üçü de gayet makul, dolayısıyla bunları kabul etmenin gerektirdiği şeyler de sormaya değer. Strawson, sonuna kadar gitmeye hazır. Ben, kendi adıma, felsefenin böyle yapılması gerektiğini düşünüyorum. Metafiziği görmezden gelemezsiniz.
Yani her şey (monizme göre) masa ve sandalye gibi aynı tür bir şeyden olumuşsa ve o şeyden yapılma en azından bir şeyler bilinç sahibiyse (bizim bilinçli olduğumuz süphe götürmez) ve bilinç sahibi olmayan maddelerden olan şeyler oluşturmanın bir yolu yoksa (yani bir ‘ortaya çıkış/belirim’ mümkün değilse) o zaman masaların, sandalyelerin ve hayvanların bedenlerinin (ve aslında her şeyin) yapıldığı maddenin kendisi de bilinçli olmalıdır. Strawson, meleğiyle güreşip sırtını yere getiremeyince kendini bir panpsişist olarak ortaya koyuyor: Temel şeyler (örneğin protonlar) bilinçli deneyimin merkez noktalarıdır. Bunu ikna edici bulmadınız mı? Sizi uyarmıştım.
Strawson, denizi geçip derede boğulmak istemiyor. Strawson, (haklı olarak) deneyimlerin öznesi olmadan deneyim olmayacağını savunur; eğer bir acı varsa, bu mutlaka birinin ya da bir şeyin acısı olmalıdır; birinin ya da bir şeyin bu acıdan mustarip olması gerekir. Öyleyse panpsişistlerin ulu şeylere atfettiği deneyimleri yaşayan şey ne olabilir? Hiç şüphesiz, tamamen maddi bir şey değil çünkü bu, zor problemi bir kez daha gündeme getirecektir. Öyleyse belki de maddi olmayan bir şeydir? Ama monizmin geçerliliğini unutmayalım; masa ve sandalyenin bileşenleri maddeden olduğuna göre, geri kalan her şeyin de öyledir. Bu yüzden, Strawson, şu sonucu çıkarmaya epey meyillidir: Temel (basic) şeylerin sahip olduğu deneyimlerin öznesi, deneyimlerin kendisi olmalıdır. Panpsişizm için ödediğimiz ilave bedellerden biri (neticede hemen kabul edilebilir bir ontoloji değildir) deneyim ile deneyimleyen arasındaki sağduyuya dayalı ayrımı terk etmek zorunda olmamızdır. En basit haliyle söylersek, baş ağrımın başı ağrıyor (headaches have themselves).
Benzer düşünce akışı bizi Strawson’ın panpsişizmi ile şeyler ve özellikleri arasındaki geleneksel ayrım arasında zorunlu bir seçim yapmaya zorlar. Doğal (naive), sezgisel bilginin aksine, “Fodor’un baş ağrısı”; hemen hemen kalıcı bir şey (Fodor) ile hemen hemen geçici bir şey (baş ağrısı) arasındaki ilişkiyi ifade etmez. Bununla birlikte, eğer durum böyleyse, bu, karşıolgusal varsayımları, yani bir şey gerçekte olduğundan daha farklı özelliklere sahip olsaydı ne olacağına dair söylemleri (Fodor baş ağrısı geçse mutlu olurdu) anlamsız kılma ihtimali taşır. Sonuç olarak denizi bir şekilde geçmesine rağmen Strawson’ın “zor problem”e dair gerçekten bir cevaba ulaşıp ulaşmadığı net değildir. Varsayalım ki benim küçük parçacıklarım bilinçli deneyimlere sahip olsun (veya bilinçli deneyimin kendileri olsunlar. Peki ama bu benim bilinçli olmamı nasıl açıklamış oluyor? Eğer senin bir deneyimin ve benim başka bir deneyimim varsa, ikimizin deneyimleri toplamı iki deneyim eder; bu iki deneyimin bileşenleri olduğu üçüncü bir deneyim yoktur. Yani bu senin ve benim için geçerliyse neden ben ve benim oluştuğum ufak parçacıklar için de geçerli değil? Onların baş ağrılarının olması benim baş ağrımın olmasını açıklamaya nasıl yardımcı oluyor?
Bu itirazlardan hiçbirinin Strawson’ın dikkatinden kaçmadığının altını çizmem gerek. Tam aksine, ben bunların çoğunu ondan aldım. Strawson, problemleri hakkında açık sözlü olup bunlara karşı çeşitli yöntemler geliştirir. Örneğin belki gerçekten sağduyu metafiziğinin terk edilmesi gerekiyordur, belki özellikle nesne/özellik ayrımı ortadan kaldırılmalıdır. Strawson, böyle bir moral içerimin son zamanlarda fizikte gerçekleşen gelişmelerle birlikte zaten üstü kapalı olarak bulunduğunu düşünür, belki de haklıdır. Ve belki de birlikte yaşamayı öğrenmemiz gereken bazı gizemler, anlamaya henüz hazır olmadığımız (ya da mantığımızın yetmediği) durumlar vardır. Belki büyük deneyimlerin küçük olanlarından ortaya çıkışı da bunlar arasındadır.
Bir yandan, bunların tümüne bir nebze sıcak bakıyorum. Şu anki durumuzla, zor problemi çözmeyi hayal dahi edemeyeceğimiz kesinlikle doğru. Tahayyül edilecek çözümün kavramlarımızda ve teorilerimizde gerektireceği değişiklikler muhtemelen çok derin ve sarsıcı olacaktır. (Elbette bu cümle hiçbir şekilde emin olamayacağımız bir şeyi, yani hepsini çözebilecek kadar akıllı olduğumuzu varsayıyor.) Felsefeciler; birtakım analitik düzenlemelerle “zor problem”in yitip gideceğini düşünüyorlardı. (Bazıları hâlâ böyle düşünüyor.) Ama yanıldılar. Zor problem bizimle birlikte son bulmadan evvel, vazgeçmek zorunda olmayacağımız neredeyse hiçbir şey yok.
Yine de, böyle giderse son vazgeçen kazanır; dolayısıyla Strawson’ın vazgeçmesi gerekenden fazlasından mı vazgeçtiğine bakmak önemlidir. Onun düşündüğü kadar şeyden feragat etmek zorunda kalacağımıza emin değilim. Özellikle, yukarıda bahsedilen iddiayı -Y X’ten oluşuyorsa X’te Y’nin ortaya çıkmasına sebep olan bir şey olmalı- reddetmeyi deneyebiliriz. Bunun yerine neden sadece şunu söylemeyelim: Bu dünyaya dair bazı şeyler dünya bu şekilde olduğu için doğrudur; ötesine dair bir şey söylemek mümkün değildir. Kulağa yenilgiyi kabul etmişiz gibi gelse de gerçekte böyle değildir, çünkü, gayet makul olarak, zor problemde yardımcı olsa da olmasa da er ya da geç söylemek zorunda olacağımız bir şeydir.
Klasik bilimsel açıklamalar doğa kanunlarına başvurur. Bazı doğa kanunları diğer yasalara başvurarak açıklanır ama bazıları böyle değildir, bazıları temeldir. Yani kabaca; moleküller hakkındaki yasa sıvılar hakkındaki yasayı açıklar ve atomlar hakkındaki yasa moleküller hakkındaki yasayı açıklar ve atomaltı parçacıklar hakkındaki yasa atomlar hakkındaki yasayı açıklar… Bu böyle sürüp gider ancak sonsuza dek değil. Önünde sonunda en küçük şeyler neler ise onlar hakkındaki yasalara (veya belki uzay-zamanın temel yapısı hakkındaki yasalara) ulaşır ve orada öylece dururuz. Temel yasalar açıklanamaz, onları temel yapan budur. Geçerlilikleri için bir gerekçe gerekmez, sadece öylelerdir. Temel fizik yasalarının her şeyi doğru olsa bile her şeyi açıklamazlar, özellikle olabilecek bütün temel yasalar arasında neden gerçekten olanın bunlar olduğunu açıklamazlar. Bir şeyleri incelemenin doğru yolunun bu olduğunu söylemiyorum ancak tamamen saygı duyulası ve geleneksel bir yol. En azından görünen o ki çeşitli bilim dalları temellerinde fizik (veya bir başkası) olmak üzere kendi aralarında bir tür hiyerarşi oluşturuyorlar. Eğer ele aldığım türden bir bakış açısı en azından yaklaşık olarak bile doğruysa bu beklenebilecek bir şeydir.
Ama belki de ele aldığım görüşte bir yanlışlık vardır ve nihayetinde onsuz ilerlememiz gerekecektir. Belki zor problem tüm temel yasaların fizik yasaları olmadığını gösteriyordur. Belki bu, bazılarının ortaya çıkış yasaları olduğunu gösteriyordur. Eğer böyleyse, o zaman nihayetinde Y, X’ten ortaya çıkıyorsa, X’te Y’nin ortaya çıkmasına sebep olan bir şeyin olması gerektiği doğru değildir. Aksine, bazı durumlarda neyin neyden ortaya çıktığının hesabını tutmanın hiçbir yolu yoktur. Bilinç maddeden ortaya çıkabilir çünkü madde bilincin ortaya çıktığı şeydir. Nokta.
Bu durumda zor problemin tam anlamıyla çözümsüz olduğu ortaya çıkardı, ki bu da epey berbat bir şey olurdu. Temel yasaların en küçük şeyler hakkında yasalar olduğu fikri “bilimsel dünya görüşü” ortaya çıktığından beri bu görüşün merkezinde bulunmaktadır. Öte yandan, gördüğüm kadarıyla, bu herhangi bir tür a priori bir gerçek değildir. Bütün büyük şeylerin küçük şeylerden yapıldığı, küçük şeyler ve büyük şeyler hakkında yasalar olmasına rağmen, büyük şeyler hakkındaki yasaların küçük şeyler hakkındaki hiçbir yasadan kaynaklanmadığı bir dünya tahayyül edebilir sanırım. Bu dünyada doğru türden nöronları doğru şekilde bir araya getirip bilinç öznesi elde edebilmeniz temel bir yasa olabilir. Bu nöronları o şekilde bir araya koyduğunuzda neden bir bilinç öznesi elde ettiğinizin bir açıklaması olmazdı; sadece yapardınız ve biterdi. Belki Strawson, böyle bir dünyada, ortaya çıkışın bir mucize olacağını söylerdi; ama eğer öyleyse, her temel yasa tanım gereği neden bir mucize olmasın? Sonuçta benim de bir gururum var, eğer alternatifi hepimizin zor problemi çözemeyecek kadar aptal olmamızsa, zor problemin çözülemez olmasını tercih ederim. Tek istediğim, çözümsüz olduğu ortaya çıkan şeyin saygın örneklerinin olması.
Hasılı, Strawson bilincin zor probleminin gerçekten çok zor olduğu konusunda haklı ve bunun kesin olarak çözülmeyeceği konusundaki sezgisine de katılıyorum. Değer verdiğimiz görüşler süreç içinde hasar alacak; asıl soru hangisinin ve ne boyutta hasar alacağı. Eğer zor problemin ne kadar zor olduğu ve korkmadan zorluklarıyla yüzleştiğinizde işlerin ne kadar tuhaflaşabileceği hakkında fikir edinmek isterseniz Strawson’ın kitabı doğru adres.