Post-Hegemonik Dünyaya Doğru

Küresel güç ilişkileri yeniden biçimleniyor. Bugün sözde demokrasi savunuculuğu, insan hakları müdafaası ve özgürlüğü koruma iddialarından bile tamamen vazgeçilmiş durumda.
Okuma listesi
Çeviren:
Editör:
Redaksiyon:
Verso
Özgün Başlık:
The Coming Post-Hegemonic World
3 Nisan 2025

Önceleri ABD’nin küresel hegemonyasını destekleyen yumuşak güç kurumları ve diğer araçlar ikinci Trump döneminde hızla bir kenara atılıyor. Bugün sözde demokrasi savunuculuğu, insan hakları müdafaası ve özgürlüğü koruma iddialarından bile tamamen vazgeçilmiş durumda. Ancak bu, bütünüyle bir tecride yönelme anlamına gelmiyor, aksine önümüzdeki dönemde küresel güç ilişkilerini karakterize edebilecek bir post-hegemonik modelin ilk adımları bunlar.

Bu yönelimi en net haliyle kavramak için küresel haritaların yeniden çizildiği iki düzleme odaklanmak gerekiyor. Bir yandan dünya pazarı ve kapitalist üretim ve dolaşım alanları dönüştürülürken, diğer yandan siyasi sınırlar; yenilenen bölgesel genişleme ve ilhak süreçleri yoluyla yeniden düzenleniyor. Siyasi sınırların ve dünya pazarındaki bölünmelerinin bazen çakıştığı bazen de ayrıştığı bu iki yeniden haritalandırma süreci arasındaki dinamik, oluşum halindeki yeni küresel düzenin ana hatlarını ortaya koyuyor ve tüm bu süreç, hem ticaret savaşlarını hem de askeri çatışmaları içeren, hiç bitmeyecek gibi gözüken bir savaş rejiminin ortaya çıkışıyla el ele ilerliyor.

Küresel uzamların çakışan haritaları

Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ele geçirdiği ve 2022’de Ukrayna’yı tamamen işgal ettiği dönemde, Putin’in acımasız ve otokratik rejiminin topraklarını genişletme taktiği, çoktan geride bırakılmış uluslararası güç oyunlarına bir geri dönüş ve kontrol altına alınabilecek bir istisna gibi görünüyordu. Ancak bugün, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’nın yanı sıra Lübnan, Suriye ve belki de daha öteye taşıyacağı toprak kazanımlarının üstüne Trump’ın Grönland, Kanada, Panama Kanalı hatta Gazze’yi ilhak etme tehditleriyle birlikte, toprak fethetme paradigması normalleşmese bile en azından güçlendirilmiş görünüyor. Anders Stephanson Trump’ın bölgesel genişleme projelerini (ya da fantezilerini) haklı olarak ABD’nin çok eskilere dayanan aşikâr kader (manifest destiny) geleneğiyle ilişkilendiriyor ancak bu olguyu daha geniş bir çerçevede de ele almamız gerekiyor. Dünya haritasının sınırlarının bir kez daha değişim içinde ve kapışılmaya hazır olduğu gerçeği, küresel uzamların şu anda devam etmekte olan yeniden düzenlenmesinin temel bir veçhesi.

Aynı zamanda ABD’de enflasyon, mali ve ekonomik çalkantılar hatta resesyon riskine rağmen, gümrük vergileri ve ticaret savaşları, dünya pazarının sınırlarını ve koşullarını yeniden düzenlemek için bir silah olarak kullanılıyor. Bu alanda da Trump, ABD hegemonyasının pratiklerinin artık geçerli olmadığını açıkça belirtiyor.

Kapitalist dünya sisteminde, bu değişken sınırlar -hem ulusal sınırlar hem de kapitalist sınırlar- arasındaki ayrılıklar genellikle bir arada var olagelmiştir; ancak Trump, Putin ve Netanyahu’nun eylemleri bazı açılardan bunları birbirine yaklaştırıyor ve çakışmalarına neden oluyor. Bu eğilim, belirli sermaye kesimlerine fayda sağlarken, ekonomik gelişmelerin ve kârların genel ölçeğini kısıtlasa da, bazı açılardan 20. yüzyılın başlarındaki klasik emperyalizm teorilerine karşılık geliyor. Emperyalizm teriminin hâlâ sınai ve mali sermayeyi farklı bir şekilde bir araya getiren çağdaş kapitalist oluşumları tanımlamakta yeterli olup olmadığını zamanla göreceğiz.

Atlantik’te ayrım

Ukrayna Savaşı’nın hem dünya pazarını hem de siyasi sınırları yeniden düzenlemesi, savaşa doğrudan müdahil olan iki ülkenin çok ötesine uzanıyor. Rus işgalinin başlangıcından bu yana, Ukrayna’nın yanı sıra Avrupa’nın da bu savaştan büyük kayıpla çıkacağı açıktı. ABD’nin eylemleri, tüm salınımlarına rağmen, belki bilinçli bir plan olarak değil fakat yine de nesnel bir eğilim olarak, sürekli Avrupa’yı ikincilleştirme işlevi gördü. Biden yönetiminin Ukrayna’ya destek verip NATO’nun arkasında durma politikasında, Putin’in yanında yer alan, askeri desteği çeken ve NATO’yu kötüleyen Trump’la birlikte görünüşte radikal bir değişim yaşandı. İlki Avrupa’yı Atlantik İttifakı içinde etkin bir şekilde ikincilleştirirken, ikincisi Avrupa’yı birleşik bir siyasi ve ekonomik aktör olarak daha da zayıflatıyor, ABD’nin eski kıtayla bağlarını koparmıyor, aksine ilişkileri yeni hiyerarşiler ve güç ilişkileri temelinde yeniden düzenlemeyi amaçlıyor.

Masada Avrupa’nın entegrasyonunda bir ileri atılım olsa da, siyasi açıdan kırılgan ve giderek kendine güveni artan faşist bir sağ bunu devamlı tehdit ediyor. Uzun süredir tartışılan Avrupa’nın “stratejik özerkliği” nihayet formüle ediliyor ancak bu, kaçınılmaz olarak arkasında ABD ve İsrailli silah üreticilerinin olacağı yeni bir askeri-endüstriyel kompleks inşa eden büyük bir yeniden silahlanma planı şeklini alacak.

Başta Almanya’dakiler olmak üzere, bütçe kısıtlamaları ve borç frenleri konusunda en ısrarcı noktada duran Avrupalı siyasi liderler, şimdi bu tür kısıtlamaların askeri harcamalar adına terk edilmesini şiddetle savunuyorlar. İronik bir şekilde, daha önce “sorumlu” bütçeler kemer sıkma politikalarına bağlıyken, şimdi bütçe sınırlarını bir kenara atmak sosyal refah açısından daha da ciddi bir kemer sıkma anlamına geliyor. Dahası, Avrupa’nın tasarımları, ekonomik, teknolojik ve bilimsel gelişmenin güvenlik ve ordu aklı tarafından yönlendirildiği bir “savaş rejimine” doğru yol olan küresel eğilimle çakışıyor. Aynı zamanda, “Yeniden Silahlandırılmış Avrupa” planının ulusal askeri harcamaları arttırması, sınırların güçlendirilmesi ve göçmenlerin geri gönderilmesine yönelik uzun vadeli stratejinin tamamlayıcısı olarak hizmet görüyor.

Trump’ın Rusya ile “normal” ilişkileri yeniden tesis etme çabaları, Ukrayna’yı devre dışı bırakıp Avrupa’yı bir kenara iterken, bazı düşündürücü tarihsel paralellikler ortaya çıkıyor. Örneğin yeni bir Yalta imgesi, mevcut durumun askeri (ve nükleer) risklerini öne çıkarabilir, bunu Nixon’ın Çin’i SSCB’den ayırma planının (tersine çevrilmiş) bir tekrarı olarak görmek ise Rusya ve Çin arasındaki mevcut ekonomik ilişkilerin ne kadar derin ve ayrılması zor olduğunu vurgulayabilir.

Bununla birlikte, ABD ve diğer devletlerin mevcut eylemlerini, çoğunlukla siyasi sınırlar üzerindeki mücadelelerle bağlantılı yol olan, dünya pazarı uzamlarını yeniden düzenleme çabaları şeklinde gördüğümüzde durumu daha açık bir şekilde anlayabiliriz. Bu perspektiften bakıldığında, kapitalist dünya sistemi tarihinde bir dönüm noktasında olduğumuzu görebiliriz.

Ortadoğu haritası

Ortadoğu’daki çatışmalar birçok açıdan Ukrayna’dakinden daha karmaşık ve hâlen değişim halinde. Burada da ekonomik çıkarlar önemli olmakla birlikte durumu tam olarak açıklamıyor. Gazze’nin burada merkezi bir konumda olduğu açık ve Trump’ın topraklara el koyma, halkı sürme ve bölgeyi dönüştürme fantezisi daha büyük bir gerçekliğin göstergesi. Petrol elbette Ortadoğu’daki tüm siyasi çatışmalarda önemli bir rol oynuyor, ancak genellikle insanların sandığı gibi değil. ABD şu anda iç tüketim için Körfez petrolüne büyük oranda ihtiyaç duymasa da, Çin gibi rakiplerinin petrole erişimi büyük bir stratejik çıkar konusu.

Bölge, 1956 Süveyş Kanalı krizinden çok öncesine dayanan yoğun çatışma geçmişiyle uzun zamandır lojistik bir merkez ve lojistik altyapılar üzerindeki mücadeleler bir kez daha gündeme geliyor. Örneğin İbrahim Anlaşmaları ve planlanan Hindistan-Ortadoğu-Avrupa koridoru sadece Filistin topraklarının kontrol altına alınmasının önemini vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda Suudi Arabistan ve diğer Körfez Ülkelerini de projenin içine çekiyor. Lojistik altyapılar üzerindeki rekabet, örneğin Irak Kalkınma Yolu ve Türkiye’yi Çin’e bağlayacak “Orta Koridor” gibi bölgesel bir boyuta sahip olan kaynakların ve bunların dağıtımının kontrolü için verilen mücadelelerle birleşiyor.

Savaşın dehşeti ve gerçekliği tüm bu süreçlerin üzerinde asılı duruyor. Hem büyük lojistik altyapı projelerinin hem de kaynakların çıkarılması ve dağıtılmasının istikrarı ve güvenliği için bölgenin etkili ve kalıcı huzura, derin ve uzun süredir devam eden düşmanlıkların dönüştürülmesine bağlı olsa da, ABD ve İsrail’in barış için önerdiği tek yol; korku, tehdit ve şiddetle desteklenen kalıcı bir savaş halini gerektiriyor. Elbette savaş ve ticaret uzun zamandır iç içe geçmiş durumda ve bu durum yalnızca bu bölgede özgü değil. Özellikle Ortadoğu’nun küresel güç ve zenginlik dağılımı açısından stratejik önemi göz önünde bulundurulduğunda, savaş rejiminin burada ekonomik gelişme için gerekli bir koşul olduğu gerçeğini, küresel uzamların, dolayısıyla kapitalist dünya pazarının yeniden düzenlenmesine şu an musallat olan sınırların bir belirtisi olarak anlıyoruz. “Ortadoğu’nun Rivierası”na dönüşmüş distopik bir Gazze vizyonu, bize sadece İsrail’in bölgedeki soykırımcı yıkım uygulamalarını değil, aynı zamanda ABD’nin küresel güç iddiasına eşlik eden yağma ve mülksüzleştirmeyi de hatırlatıyor. Bu koşullar altında Filistin, hâlâ direnişin adı olmaya devam ediyor.

Post-Hegemonya eğilimi

Ticaret savaşlarının tüm hızıyla sürdüğü içinde bulunduğumuz süreç, küreselleşme çağının sonuna işaret ediyor gibi görünebilir, ancak bu aslında küreselleşmenin ne olduğuna dair bir yanlış anlamanın ürünüdür. Dünya pazarı hiçbir zaman pürüzsüz dolaşım alanlarına sahip bir serbest ticaret cenneti olmamıştır ve olmayacaktır. Dünya pazarını yaratma eğiliminde, Marx’ın Grundrisse‘deki sözünü hatırlayacak olursak, “her sınır aşılması gereken bir engel olarak görünür”. İçinde bulunduğumuz süreç kapitalist dünya pazarının genişlemesinin önündeki sınırların çoğalmasıyla kendini gösteriyor ve bu da bir dizi kırılma ve aksamaya yol açıyor. Engellerin doğası ve aşılma biçimleri farklı şekillerde olabilir ve tam da bu bakış açısından sermaye ile territoryal konfigürasyonlar arasındaki ilişki özellikle önemli hale geliyor. Dünya pazarı her zaman, zorunlu olarak, siyasi olarak inşa edilir ve düzenlenir. Son yıllarda 2008 krizi, pandemi ve ister savaş alanlarında ister yaptırımlar ve gümrük vergileri yoluyla olsun çeşitli çatışmalar yoluyla dünya pazarında yaşanan aksamalar, bizzat dünya pazarının temel özelliklerini vurguluyor. Asli görev, kilit engelleri ve bunları yönetme ya da aşma girişimlerini tanımlamaktır. Ukrayna, Filistin ve diğer yerlerdeki savaşları dünya pazarının dinamiklerine indirgemek gibi bir amacımız olmasa da, bu savaşların bu zeminde yaşandığını görmemiz gerek.

Bugün, Giovanni Arrighi ve diğer birçoklarının anladığı şekilde, hegemonik bir güç tarafından yönetilmeyen bir küresel sistem olasılığıyla karşı karşıyayız. ABD’nin hegemonik örgütlenme araçlarını terk etmesi, başka bir ulus-devletin bu görevi üstleneceği anlamına gelmiyor. O halde asıl soru, hegemonik olmayan böyle bir projenin etkili ve kalıcı olup olamayacağıdır. Şimdilik, merkezkaç ve çatışmacı bir çokkutupluluk dünyanın durumu tanımlamak için yeterli olabilir. Bu perspektiften bakıldığında, sürekli hatta kalıcı bir savaş rejimi, hem dünya pazarının örgütlenmesinin hem de kapitalist gelişme koşullarının gerekli bir bileşeni olarak görünmeye başlar. Kapitalist dünya her zaman ekonomik güçlerin “sessiz zorlamasının”1İng. Mute Compulsion. Bkz. Mau, Søren. Mute Compulsion: A Marxist Theory of the Economic Power of Capital. Verso Books, 2023. (ed.) ötesinde şiddeti ve mülksüzleştirmeyi gerektirmiştir, tıpkı tüm kapitalist “serbest ticaret” rejimlerinin egemen devletlerin ve emperyal rejimlerin silahlarına ihtiyaç duyması gibi. Mevcut konjonktürün bir farkı, güç kullanımını demokratik idealler ya da uygarlaştırma misyonlarıyla meşrulaştırmaya artık ihtiyaç duyulmuyor gibi görünmesidir. Küresel alandaki post-hegemonya eğilimi, diğer hususların yanı sıra, otoriter ve faşist yönetimlerin yerel alandaki yükselişiyle açıkça örtüşmektedir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu gelişmelerin birçoğu, hem büyük kapitalist tekeller veya karteller ile egemen devletlerin iktidarı arasındaki birliktelik hem de territoryal genişleme pratikleri, emperyalizmin klasik özelliklerini yeniden canlandırıyor gibi görünüyor. Bugün bu devasa kapitalist aktörler daha önce olmadıkları kadar doğrudan bir biçimde politiktirler. Devasa servet birikimi süreçlerinin her zaman oynadığı siyasi rolün ötesinde, gerçekten de büyük platformlar toplumsal ve ekonomik yaşamın temel altyapılarını inşa etme, devletlerle rekabet etme ve doğrudan hükümet aktörleri olarak ortaya çıkma eğilimindedir. Kontrol akışı tersine dönmüş gibi görünüyor: Ulusal ya da ulusötesi şirketlerin devletler tarafından konuşlandırılması yerini, ekonomik holdinglerin devletler üzerinde üstünlük kurma eğilimine bırakıyor. Aynı zamanda, Trump’ın ABD’nin ekonomik gücünü yansıtmak için hayal ettiği alanın kısıtlı  olduğunu ve bunun da ekonominin dinamizminin azalması anlamına geldiğini tekrarlamamız gerekiyor. Bu durum ABD’de ortaya çıkmakta olan kapitalist oluşum için bir sınırlama ve hatta çelişki kaynağı haline gelebilir, ki bunlardan biri de doların küresel rezerv para birimi olarak konumunu çevreleyen çelişkilerdir. Bu noktada, bu oluşumu sermayenin bileşimi, farklı “fraksiyonlar” arasındaki ilişkiler, hiyerarşiler ve sürtüşmeler açısından analiz etmek faydalı olacaktır.

Çin’in uluslararası ekonomik gelişimi, küresel ilişkiler açısından kesinlikle farklı bir model ortaya koyuyor. Ancak Çin Komünist Partisi tarafından desteklenen serbest ticaret ve kazan-kazan iş birliği retoriğinin ötesinde, Çin’in eylemleri son yıllarda ekonomik gücün ulusal sınırların ötesine yansıtılmasının değişken bir geometrisiyle şekilleniyor; özellikle “Kuşak ve Yol Girişimi” ve Ching Kwan Lee’nin “Çin’in ötesindeki Çin” olarak adlandırdığı şey. Farklılıklarına rağmen Çin modeli de dünya pazarının haritasını yeniden çizmeye yönelik post-hegemonik bir projedir. ABD ve diğer bölgesel güçlerle rekabet dışlanmış değilse de, bunu “yeni bir soğuk savaş” olarak görmek, ekonomik genişlemenin değişken geometrisini aşırı derecede basitleştirir ve bunu, koşullarına yalnızca Pekin tarafından belirlenmediği açık olan bir blok oluşturma mantığına indirger.

Yaklaşan mücadele döngüsü

Bundan sonra ne tür isyan ve başkaldırıların geleceğini görmek için henüz çok erken. Yönelimsizliğin sisi dağıldıktan ve insanlar yeni duruma ayak uydurduktan sonra, bu mücadeleyi daha spesifik terimlerle analiz edebileceğiz. Yine de birkaç genel hat belirleyebiliriz.

Salt direnişin günümüzde etkisiz bir strateji haline geldiğini ve “normale dönme” girişimlerinin ABD’de ve ötesinde tamamen yanıltıcı olduğunu kabul etmek iyi bir başlangıç noktası olabilir. Reddetme pratiklerini yeni bir toplumsal inşa projesine bağlamamız gerekiyor. Bu yazıdaki sunulmaya çalışıldığı gibi, kapitalist gelişmelerin ve dünya pazarının dinamiklerinin analizini ve antikapitalist mücadelenin örgütlenmesini bu kadar önemli bulmamızın bir nedeni de budur. Elbette faşizmle, savaş rejimiyle ve küresel tahakkümün post-hegemonik biçimleriyle mücadele etmeliyiz. Ancak, Marx ve Engels’in sıklıkla vurguladığı gibi, sermayenin ayırt edici özelliklerinden birinin, kendi gelişimini sürdürürken zorunlu olarak kendisine karşı savaşılacak silahları ve post-kapitalist bir alternatif oluşturmanın temellerini sağlaması olduğunu akılda tutarak, bunları kapitalist yönetimin mevcut biçimleriyle ilişkilendirmeliyiz.

Kurtuluşun önderliğinin Çin devletinden ya da BRICS veya Şangay İş Birliği Örgütü gibi “Küresel Güney”i temsil eden devlet kümelerinden çıkmasını beklememeliyiz. Güçlü değişimler sadece ABD’nin değil, aynı zamanda “Batı” hegemonyasının her tür olasılığına karşı da meydan okuyor ve bu değişimler kurtuluş projeleri için çatlaklar ve açık alanlar yaratabilir. Ancak küresel egemenliğin mevcut biçimlerine karşı direniş ve etkili bir isyan, sermayenin egemenliğinin ötesinde bir yaşam tasavvur edebilen toplumsal hareketlere ve mücadelelere dayanmalıdır.

Bu tür hareketler ve mücadeleler zorunlu olarak özgül ve yerel bağlamlara dayanıyor, sermaye, otoriterlik, ataerkillik ve ırkçılık, mülksüzleştirme, hafriyatçılık ve çevresel tahribatın kendilerine özgü biçimleriyle karşı karşıya geliyorlar. Ancak hareketler, bu süreçlerin küresel boyutunu ele almanın ve buna karşı çıkmanın öneminin, dolayısıyla sınırların ötesinde ve her türlü milliyetçiliğe karşı harekete gelme ihtiyacının giderek daha fazla farkına varıyorlar. Kökleri yerel, ulusal ve bölgesel gerçekliklere dayanan ancak bunların ötesine uzanan yeni bir enternasyonalizm ortaya çıkmalıdır. Bu yeni enternasyonalizm sayesinde bugün karşı karşıya olduğumuz zorluklara uygun bir kurtuluş siyaseti nihayet ortaya çıkabilir. “Batı”nın parçalanması ve hegemonik uygulamaların gerilemesi, Atlantik ve Pasifik’te, Kuzey ve Güney’de ve diğer bölünmelerde birlikte mücadele etmek için siyasette yeni bağlantılar icat etmek için bir fırsat sağlayabilir.

Post-hegemonik kapitalist düzene meydan okuyabilecek, bitmek bilmeyen savaş rejiminden çıkabilecek, otoriter ve faşist yönetimlerle mücadele edebilecek yeni bir mücadele döngüsünü başlatacak kuvvetler daha yeni yeni bir araya gelmeye başlıyor. Şu anda ihtimallerimiz çok iyimser görünmese de, yeni bir mücadele döngüsünü başlatacak kuvvetlerin ufukta belirmesi yakındır.

Notlar

(1) İng. Mute Compulsion. Bkz. Mau, Søren. Mute Compulsion: A Marxist Theory of the Economic Power of Capital. Verso Books, 2023. (ed.)

Bunları okudunuz mu?