Arzunun nesne nedeni olarak a nesnesi, simgesel sistemden içsel olarak dışlanan ve dış-mahrem (extimate) bir arta kalan olarak sistemin sınırına işaret eden şeyi temsil eder. Böylece a nesnesi, arzuya neden olduğu için hem en mahrem olandır hem de upuygun bir temsile sahip olamayacağı ve tam anlamıyla tatmin edilemeyeceği için en dışsal olandır; elbette, fantazimizin İmgesel çerçevesi aracılığıyla neredeyse sonsuzca ikame edilebilir nesneler zincirinin bitimsiz kovalanışı sayesinde beceriksizce a nesnesine erişmeye çalıştığımız durumlar dışında. Başka bir deyişle, a nesnesi, ne eksiksiz biçimde temsil edilebilecek ne de tatmin edilebilecek bir şeyi temsil ettiği ölçüde, bizi aynı zamanda umutsuz bir tatmin arayışı özelinde köleleştirebilecek olan şeydir de. Kapitalizmin sömürdüğü, Lauren Berlant’ın bir tür zalim iyimserlik dediği şeye hapseden de tam olarak bu yumuşak karındır. Kapitalist söylem, a nesnesi üzerinden dosdoğru fantazimize bağlanır. Yine kapitalist söylem, temsil ve tatmini bir değersiz şeylerle karşılama girişimi aracılığıyla aslında tüketiciler sıfatıyla her birimizi köleleştirilmiş işçilere dönüştürür. Bunu bir formüle dökmek gerekirse, kendimizi değersiz şeyler edinme yoluyla tatmine ulaştırmaya ne kadar çok uğraşırsak, doyumsuz tatmin arzumuzu (apetite) fantazmatik yapıya kendimizi o kadar köle ederiz.
Bu görünür paradoksu sorunsallaştırmak amacıyla Lacan, Speaking to the Brick Wall (Duvara Konuşmak) seminerinde, kapitalist söylemi tam anlamıyla karakterize eden şeyin, her türlü kastrasyon biçimini reddetmesi olduğunu; bunun da dürtülerin tatmini söz konusu olduğunda, her türlü simgesel sınırın reddedilmesi gerektiği anlamına geldiğini ileri sürmüştü. Kapitalist söylemin söz konusu çekirdeği üzerine yorum yapan Lacan şunları dile getirmişti:
Kapitalist söylemin ayırt edici özelliği verwerfung’dur (inkâr); hâlihazırda bahsettiğim bütün sonuçlar üzerinden sembolik alanın tümden inkâr edilmesi. Fakat neyin inkârı? Kastrasyonun. Kapitalizmle ilişkili her söylem ve her düzen, bizim basitçe aşk meseleleri diyeceğimiz şeyi bir kenara bırakır (96).
Eğer Lacan aşk kavramını kastrasyon kavramıyla ilişkilendiriyorsa, bunun temel sebebi, dürtülerin tiranlığının bir sınırla karşılaştığı tek deneyimin aşk olmasıdır. Kişisel tatmine duyulan şiddetli susuzluk, birdenbire üzerimizde güç sahibi olan ötekinin talebiyle yüz yüze gelir. Artı-keyfin diktatörlüğü aşk namına geçici olarak askıya alınıp kastre edilir. Bu nedenle Lacan, Platon’un Şölen’ni konu edinen Seminer VIII’de, a nesnesini bir agalma nesnesinin statüsüne, yani eksikliğin kusursuz metaforu statüsüne yükselten şeyin aşk olduğunu iddia eder. Keza bu nedenle aşk kapitalist söylem tarafından genellikle değerli görülmez çünkü kapitalist söylemin kendi çarkını döndürebilmek için a nesnesini, Lacan’ın Kaygı üzerine X. Seminer’de paela nesnesi olarak adlandırılan tarafta, yani her zaman kaygıyla yenisinin istendiği ikame edilebilir nesnenin tarafında tutması gerekir.
Meseleyi daha bir sorunsallaştırarak, kapitalist söylemin aynı zamanda, tam anlamıyla bu bitimsiz arayışın yarattığı kaygıya karşı koymak için, bilimin de yardımıyla, kendi kaygılı işleyişine uygun bir ruh sağlığı sistemi yarattığı da eklenebilir. Kapitalist söylem, nöroloji ve ilaçlar yardımıyla veya yalnızca (çoğu zaman bağımlılık yaratan ya da fobik davranışlarla bağlantılı olan) tecrit edilmiş semptomları tedavi etmek için tasarlanmış kısa vadeli bilişsel-davranışçı terapinin gelişmesiyle, kendi yarattığı hastalığı iyileştirmek için her çeşit zihinsel tedaviyi icat etmişti. Jacques-Alain Miller’ın deyişiyle, Yapayalnız olanın, post-insanın hastalığı. Miller şöyle yazar:
İki cinsiyet (kadın ve erkek) arasındaki ilişki giderek daha bir imkânsızlaşacaktır; öyle ki bu şekilde ifade edersek, Yapayalnız insan, post-insanın ölçütü hâline gelecektir; Yapayalnız insan, kendi değerini anlamak için yapayalnız anket dolduran, en kaygı verici yanıyla temsil edilen artı-jouissance’ın komuta ettiği yapayalnız insan (Bir Fantazi).
Kapitalist söylemin çekirdeğinde yatan da işte bu paradokstur. Bir yandan, tüketicilerini palea nesnesi türünden (ikame edilebilir nesneleri) tüketmeye devam edebilmeleri için a nesnesiyle kaygılı bir ilişkiyi sürdürmeye zorlarken, diğer yandan içsel bakımdan her türlü kastrasyondan yoksun bırakılmış olsa da, hazla ilişkisinin ölçülebilir belli sınırlar içinde kalmasını garanti altına almak için özneyi gözetler. Başka bir deyişle, kapitalist söylem, a nesnesini kendi nedeni olarak alan ve özneye bir tür “jouissance itilimi” tahsis eden bir söylemdir. Bu söylem aynı zamanda çok çeşitli tıbbi denetim usulleriyle bütün öznelerin keyif alma biçimini kontrol edip sinırlandıran bir söylemdir. Başka türlü söylemek gerekirse, modern özne tek başına “keyif almaya” ne kadar davet edilirse, keyif alma biçimi o kadar gözetlenip denetlenir ve çağdaş özne de o kadar tecrit edilmiş ve diğerlerinden kopuk bir konum edinir. Fakat psikanaliz, Din adına bu bilimsel söyleme karşı çıkmazken, daha çok bilim söyleminin tam da toplumsal bağın üzerine inşa edildiği cinsel ilişkiyi şu ya da bu şekilde toplumsal olarak kaydetme yönündeki fantazisine bağlı kalmayı reddettiğinde keşfettiği imkânsızlık adına, öznenin bilimsel olarak değerlendirilmesi hareketine nasıl karşı çıkabilir?
Orijinal Başlık: The One-All Alone And The Posthuman
Yazar: Fred Baitinger
Türkçeye Çeviren: Doğa Akın
Editör: Kadir Gülen