Ansiklopedik Ahmaklık Üzerine

Flaubert, Godard, Lacan

Godard’ın filmi kelimenin tam anlamıyla her şeymiş ayağına yatan herhangi bir bilginin beyhudeliğini adlandırır âdeta.
Okuma listesi
Çeviren:
Editör:
The Lacanian Review
Özgün Başlık:
Encyclopedic Ignorance
26 Haziran 2019

Flaubert, bütün bir öfkesini dışavurabileceği, kendisinde tiksinti hissi uyandıran çağdaşlarının üzerine kusabileceği bir şeylerin peşindeydi. 1960’lı yılların başlarındaysa Godard, bu kusmuğu, Paris’i fahişeleştiren nesneler aracılığıyla üzerimize bırakmıştı; onun için nesneler insan ile onun ötekisi arasındaki bir aracıdır. Nitekim Godard, Flaubert’in çağdaşlarını Onun Hakkında Bildiğim 2 veya 3 Şey filmini izlemeye buyur etmiştir.

Ben her şeyi insani bir tutkunun, bilgisizliğin harekete geçirdiğini ileri sürüyorum. Bilgisizlik tutkusuyla bilme arzusunu birbirleriyle ilişkilendiren Flaubert’in 1881 tarihli klasik ikilisi –en iyi anlamda, modern bilgi ve güncel klişeler alanında Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş olarak görülen ikili– Bouvard ile Pécuchet aracılığıyla bize verdiği dersin özünü tam anlamıyla tespit etmişti Jacques Lacan.

Google Tanrısı’nın egemenliği döneminde, Borges’in de iddia ettiği gibi, bu enerjik ikilinin değerini kanıtlamak zorundayız; romanın İngilizce çevirmeni Mark Polizotti’nin kendilerini vaftiz ettiği, Antik Yunan’dan tutun da Stan and Ollie’a kadar toplumsallığın matrisi olarak iş gören, çetin ceviz erkek dostluğunun. Zaman bu dostluk tiplerini dönüştürür ve Godard bu dönüşümün mizansenini yapmak için arz-ı endam eder.

Guy de Maupassant’tan Raymond Queneau’ya, Sartre’dan Macedonio Fernandez’e, Borges’ten Henry Ey’e, Butor’dan Italo Calvino’ya ve Lacan’dan Godard’a kadar, bu hiciv durumu kendi okurlarını ve güle oynaya kendi réalisateur’ünü (yönetmen) bulmaktan vazgeçmemiştir.

Bouvard ile Pécuchet’nin varlığını uzun zamandır sürdürmesi, occidented,1Lacan, Jacques. “Literature”, in Hurly Burly, International Journal of Lacanian Psychoanalysis, No 9, 2013, p. 19-38. Batılı erkeklerin boğazına takılmış Hans Holbein’in Ambassadors (Elçiler) tablosundaki kafatası değildir; salt bilgeliğin kibrine karşı ekşitilen bir yüz de değildir. Borges, romanı okurken, kolayca ağına düşebileceğimiz keyif kaçırıcı yanılgıyı açıklığa kavuşturmuştur. Hicvin alay konusu ettiği bilimler değildir; daha çok, bilgiye içeriden musallat olan kusuru özetlemenin en iyi yolunu sunan iki ahmaktır. Flaubert’in döküldüğü şey şuydu: “Evet, aptallık sonuca varmak istemektir.”2Önsöz, Raymond Queneau, Flaubert, Gustave, Bouvard and Pécuchet, Dalkey Archive Press, 2005. Genel olarak antik Yunanlılar ve özel olarak da Sofokles hâlihazırda bilgeliğin sınırlarının farkındaydı. Bu delilik hâli ve onun bilimle geçtiği dalga, Godard’ın mizansenini (mise-en-scéne) yapmak istediği şeydir.

Romanın merkezî paradoksudur bu; sonuçsuzluğa yapılan bitimsiz bir girizgâhtır o. Tamama erdirilemeyenden ve dağılıp gidenden alınan modernist hazza kapı aralayan metnin sonsuz hazzını temin eden şey, pratik akılla takip edilen betimlemelerdir. Mise-en-abyme3Bu kavram, özel bir anlama sahiptir ve daha çok postmodern anlatı için geçerlidir. Bir anlatının bir başka anlatı içerisinden anlatılmasını ve o anlatının da nihayetinde bambaşka anlatılara bölünmesini anlatır. (Çev.) olarak matbu bilgi; Barthes’ın yazdığı gibi, her türlü bilginin imkânsızlığını anlatan, baş döndürücü bir kitap.4Lacan, J. The Four Fundamental Concepts of Psychoanalysis, Book XI, W.W. Norton, 1998: “Farkındalığı kat ederken yalan söylemeyen hiçbir hakikat yoktur. Ama insan yine de hakikatin peşinden koşar.”

Flaubert, gençlik çağından itibaren, hiçliği konu edinen bir kitap yazmayı arzu ediyordu. İster bir kız çocuğu ister bir şehir olsun, Godard hiçlikle ilgili her şeyi ortaya çıkarmak istediği itirafında bulunur. Gelgelelim Godard, Very Little… Almost Nothing vesilesiyle hiçlik hakkında iki yahut üç şeye ulaşır. Bütüne (all) duyduğu tutku onu hiçliğe değil, belirli bir şeye sevk eder.

Freud’un da ileri sürdüğü gibi, bütün bir bilgiyi yönlendiren şey, anne ve babasının yatak odasının anahtar deliğinde başlayan minik çocuğa özgü bir tutkudur.5Freud, Sigmund. “Instincts and their Vicissitudes.” The Standart Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works. 1957. s. 26. Bilme arzusu cinsel olarak güdümlenmiştir. Wisstrieb (bilme dürtüsü) cinsel merakı andırır; her türlü muammaya atılan dikizci bakışlar, naif ve açgözlü bir merak. Wissbegierde (libido bilimi) çocukluk merakından doğar. Kendiliğinden bilme arzusu diye bir şey yoktur; onun çaresiz bir biçimde iç içe geçmiş bir tutkudan ve bir arzudan oluşan iki veçhesi vardır. Leonardo da Vinci’nin cinsel bakımdan buz kesmiş bir şekilde büyümüş olması şaşırtıcı değildir; gündelik yaşamın psikopatolojisinin çekirdeğini oluşturan şey, bilmeme olarak bilme eylemidir.

Bedenlerimizi harekete geçiren niceliksel uyarım miktarı, etrafımızı saran her şeyi anlamlandırarak kayıp gitmenin bir yolunu bulur. Bunu hiçbir zaman sıfır derecesine ulaşmayan bir asimptot biçiminde yapar. Bununla birlikte, kayıp giden uyarımdan çoğu zaman bilgiye yatırdığımız bir parça kalır geriye; her şeyi bilme arzusunu besleyen şey, Bartleby’nin mantıklılığının tam tersine, her türden bilgiyi kopyalayan bu ikilinin yaşamını eğlenceli kılan bilgi tutkusudur, kaybedilmiş jouissance’tır. Borges’i takiben, sonsuz çılgınlığa ve aptallığa karşı kendi mesleğini ve antipatisini, kendi pharmakon’unu geliştiren Flaubert’in bizzat Flaubert hâline gelen kendi embesil karakterlerine bahşettiği şey, hiçbir zaman okunmayacak bir kütüphaneydi. Onun planı, aptallıkla aptallığı cilalayarak yüzleşmek, onu kendisine karşı kullanmaktır. Aptallıktan şikâyet etmekle yağmura karşı öfke duymak aynı şeydir. Bouvard ile Pécuchet ikilisi aralarında Güneşi müzakere ederler.

Flaubert’in romanını edebî bir sapkınlık, insan aptallığını anlatan bıktırıcı bir epik ya da Fransız edebiyatının başyapıtı olarak değerlendirmek, Borges’in de kaydettiği gibi, onu yanıltıcı bir biçimde basite indirgemek olur. Flaubert, bu ahmak karakterler için çok büyük önem taşıyan her türlü uğraşa bitimsiz bir girişin tadını çıkaralım diye 1000’den fazla kitap okumuştu: Tarım, Tıp, Edebiyat, Din, Eğitim, Hidroterapi, Spiritüalizm, Beden Eğitimi, Manyetizma, Büyü, Felsefe vb. Dictionary of Received Ideas’ta resmedilen, Flaubert’in encyclopédie critique en farce’ında  ve Godard’ın 2 veya 3 Şey’de yorumlanan, hem Flaubert’e hem de Godard’a musallat olan bir palavralar denizi… ki sonuçta Godard’ın filmi kelimenin tam anlamıyla her şeymiş ayağına yatan herhangi bir bilginin beyhudeliğini adlandırır âdeta; yalnızca gerçek bir şeyi taklit ediyormuş numarası yapan herhangi bir bilginin kıyısında.

Eril ortaklıkla ilgili son bir mesele daha var. Jacques Alain Miller’ın da işaret ettiği gibi, Flaubert’in insanın yalnızlığına bulduğu bir çözüm mevzubahistir.6Miller, Jacques-Alain, De L’orientation lacanienne III, 13 (2001) Université de Paris VIII, leçon 2/3/2011, yayınlanmamış. Ayrıca bkz. Miller, J-A. “La fuga del sentido”, Lo real y el sentido’nun içinde. Buenos Aires: Coleccion Diva, 2003, s. 18. Bu yalnızlığa beraberinde getirdiği can sıkıntısını (ennui), Birin duygulanımını da ekleyelim. Bu iki erkişi, der Flaubert, Hobbescu Leviathan’ı ufuk noktasına yerleştirmek adına yeter de artar bile. Öğrenme gayretiyle hareket eden bu iki erkişi en iyi bildikleri şey olan aptallığı görmezden gelmek ve en sonunda bir şeyler öğrenmek amacıyla kutsamaya katılırlar. Yalnızca bununla da kalmayıp aynı zamanda bu iki erkişi sakallarını canlarının istediği gibi uzatmayı planlamışlardı; ruhlarını iyileştirmek, gerçeklere tepeden bakmak, kadınlardan uzak durmak –madama parisiennes’e (Parisli hanımlar) cuk oturan, Plutarkos’un Öfkelerini hayal edin– ve gerçeğin gün yüzüne çıkmasını beklemek amacıyla kendi bedenleri üzerinde çalışmak istiyorlardı. Flaubert’in şahsına dönüşen iki yok adam.

Godard’ın 10’37”de aktardığı gibi, işitsel manzaranın baştan çıkarıcı fısıltısı ve peyzaj olarak Flaubert’in sıkı düzeni sayesinde, sesli film, bir kahve fincanında, dünyanın sınırına ulaşır, sözcükler dünyayı tüketiverir.

Her iki öykü de günlük gazetelerden doğmuştu. Flaubert ve Godard, ahmakların yapılandırdığı yerleşik düşüncelerle kendilerini beslemişti. Her ikisi de, bir tutku olarak cehaletin en iyi hâliyle bilgiye erişim amacı tarafından vücuda getirilen bir canavar olduğunun farkındaydı. “Biz hepimiz, şu yazar bozuntuları, korkunç derecede cahil insanlarız.”7Flaubert, Gustave. Letter of 7th April, 1854, Letters’ın içinde. Lacan da, üniversite söylemini ve onun o uçsuz bucaksız hayalini nitelendiren yok edilemez kaynak olarak ahmaklığın azimle derlenip toplanmasından bahsetmişti.8Lacan, Jacques. “Peut étre a Cincennes…” Autres écrits’in içinde, s. 315. Bu söylem witz (espri) korkusundan acı çekmektedir.9Lacan, Jacques. “Introduction à l’édition allemande d’un premier volume des Ecrits”, Autres écrtis’in içinde, s. 555. Konuşan varlığın başlıca tutkusu, cehalettir.

Flaubert, Godard, Lacan, aynı kürsünün insanları, üçü de perili ev olarak dilde ikamet ederler.

Onlar hakkında bildiğimiz iki veya üç şey işte bunlardan ibaret.

Notlar

(1) Lacan, Jacques. “Literature”, in Hurly Burly, International Journal of Lacanian Psychoanalysis, No 9, 2013, p. 19-38.

(2) Önsöz, Raymond Queneau, Flaubert, Gustave, Bouvard and Pécuchet, Dalkey Archive Press, 2005.

(3) Bu kavram, özel bir anlama sahiptir ve daha çok postmodern anlatı için geçerlidir. Bir anlatının bir başka anlatı içerisinden anlatılmasını ve o anlatının da nihayetinde bambaşka anlatılara bölünmesini anlatır. (Çev.)

(4) Lacan, J. The Four Fundamental Concepts of Psychoanalysis, Book XI, W.W. Norton, 1998: “Farkındalığı kat ederken yalan söylemeyen hiçbir hakikat yoktur. Ama insan yine de hakikatin peşinden koşar.”

(5) Freud, Sigmund. “Instincts and their Vicissitudes.” The Standart Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Volume XIV (1914-1916): On the History of the Psycho-Analytic Movement, Papers on Metapsychology and Other Works. 1957. s. 26.

(6) Miller, Jacques-Alain, De L’orientation lacanienne III, 13 (2001) Université de Paris VIII, leçon 2/3/2011, yayınlanmamış. Ayrıca bkz. Miller, J-A. “La fuga del sentido”, Lo real y el sentido’nun içinde. Buenos Aires: Coleccion Diva, 2003, s. 18.

(7) Flaubert, Gustave. Letter of 7th April, 1854, Letters’ın içinde.

(8) Lacan, Jacques. “Peut étre a Cincennes…” Autres écrits’in içinde, s. 315.

(9) Lacan, Jacques. “Introduction à l’édition allemande d’un premier volume des Ecrits”, Autres écrtis’in içinde, s. 555.

Bunları okudunuz mu?