Takıntılı kişi, suçludur. Hem de “büyük bir suçlu”. En temelde bunun sebebi çok fazla keyif almasıdır. Yapıya yerleşik bulunan bu kaçınılmaz suçluluğun, bir bireyin suç teşkil eden şu veya bu eylemi nedeniyle yasal olarak mahkûm edilmesinden ayırt edilmesi gerekir. Hiçbir mahkeme takıntılı bir kişinin suçuna ilişmez. Burada mahkeme Öteki’dir: kişisel, dolaysız ve sürekli olarak etkileşimde olduğu bir mahkemedir bu. Burada tek fark, neyin suçlusu olduğunu bilmemesidir. Suçluluğuna, hatasını minimize edecek sahte bir bahane bulur. Nitekim Sıçan Adam babasının ölümü sırasında başucunda bulunmadığı ve geceleyin yatıp dinlendiği için kendisini suçlar. Freud da bunu onaylar. Ernst gerçekten de suçludur, ama suçlu olduğunu düşündüğü konuda değil; suçlu olduğu mesele daha ciddidir. Bunun nedeni, küçük yaşlardan beri babasının ölmesini arzu etmiş olmasıdır.1Freud, S., “Notes Upon a Case of Obsessional Neurosis” (1909d), The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Vol. X, s. 151-318.
Freud bu durumu örneklendirmek için, bizzat analiz ettiği ve bu “hastalığı” anlamasını sağlayan ilk takıntı vakasından alınan klinik bir anekdotu anlatır. Titiz bir devlet memuru olan bu adam, seans ücretlerini daha önce evde ütülediği banknotlarla ödermiş çünkü “kimseye kirli kâğıt florinleri vermemek onun için vicdan meselesidir; çünkü bunlar her türden tehlikeli bakteriyi barındırır ve parayı alan kişiye zarar verebilir.2Age., s. 197.
Bu ritüel, Freud’un Ketlenmeler – Belirtiler ve Anksiyete’de bahsettiği ve “takıntılı nevrozun en eski ve en temel komutlarından biri olan” “dokunma tabusu”yla uyumludur.”3Freud, S. “Inhibitions, Symptoms and Anxiety” (1926), SE, V. XX, s. 121. Temastan ve kirlenmeden kaçınma, çoğu zaman kişisel bir dinin cazibesine sahip kusursuz törenleri içeren karmaşık bir yasaklama sistemi olarak inşa edilir. Öznenin Eros’un birliğine dönük eğiliminin yanı sıra yıkıcı dürtülerin gücüyle içine itildiği erotik ya da saldırgan bir itiş kakış tarafından nesneye yatırım yapmasına karşıt bir durumdur bu. Eros ve saldırganlık arasındaki bu iç içe geçmişlik hâli, “bir kadına ‘dokunmanın’, o kadını cinsel bir nesne olarak kullanmaya elverişli bir örtmece (euphemism) hâline gelmesinin” nedenidir.4Age., s. 122.
Bununla birlikte, bu hastanın cinsel hayatıyla ilgili daha az çekincesi vardı. Freud’a düzenli olarak pratiğe döktüğü bir cinsel saldırıyı mutlak bir rahatlıkla anlatır:5Freud, S. (1909d), op. cit., s. 197.
Birçok saygın ailede sevgili yaşlı amca rolünü oynuyorum ve zaman zaman konumumu kullanarak genç bir kızı benimle birlikte bir günlük kır gezilerine davet ediyorum. Sonra da o günü eve dönüş trenini kaçıracağımız ve geceyi şehir dışında geçirmek zorunda kalacağımız şekilde ayarlıyorum. Her zaman iki oda tutarım, her şeyi usul erkânınca yaparım; ama kız yatağa girdiğinde yanına gider ve parmaklarımla ona mastürbasyon yaparım.
Bugün böyle bir davranışının ortaya çıkması hâlinde, yetkilimiz mahkemeye götürülür. Bu konudaki hoppalığı, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başındaki ataerkil dönemin ortasında olduğumuzu göstermektedir elbette. Fakat Freud için ortada hiçbir keyfilik yoktur. Bu pratiği bir istismar olarak nitelendirir ve bu noktada, banknotlarla ilgili titizliği ve genç kızlara dönük istismarına dair vicdan azabı arasındaki zıtlık karşısında şaşırır. Freud, öznenin önemsiz konularda çok titiz olmasına yol açan ve diğer yandan kendisine cinsel tatmin sağlayan bu pratiği utanç duymadan sürdürmesine izin veren bir pişmanlık kaymasıyla açıklıyor bu durumu.
Öznenin vicdan azabını istismardan ayrı tutmasını sağlayan bu farklı bölümlere ayırma, takıntılı egonun semptomlarını oluşturan etkinliklerden biridir. Tecrit ile ilgilidir bu. Histeride travma amnezi ile tedavi edilirken, takıntılı nevrozda “travma unutulmaz fakat bunun yerine etkilerinden arındırılıyordur.”6Freud, S. (1926), op. cit., s. 122. Takıntılı kişi travmalarını unutmamış olması anlamında onları biliyor fakat bunların değerinin farkında olmaması anlamında onları bilmiyordur.7Freud, S. (1909d), op. cit. Olay ve bizim burada bahsettiğimiz durum, jouissance8Lacan’ın bu terimi yalnızca Türkçeye değil, başka dillere de çevrilmesi son derece güç olan bir terimdir. İngilizceye bliss ve son zamanlarda da enjoyment olarak çevrilse de, çoğu kez bu terimler jouissance‘ın anlamını tam olarak karşılamakta yetersiz kaldığı için, terim İngilizce metinlerde de zaman zaman Fransızca olarak bırakılır. Jouir kökü, Fransızcada argo/cinsel bir anlamdan (“boşalmak”), hukuki bir anlama kadar (jouir de droit = haktan istifade etmek) geniş bir yelpazeyi kapsar. Jouissance Lacan’ın Freud’un “haz ilkesinin” ötesine yerleştirdiği bir kavramdır. Freud’da haz (Lust) bedensel/ruhsal bir gerilimin boşalmasından ibarettir (aynı şekilde Unlust da bu gerilimin sürekli kılınmasıdır). Dolayısıyla haz, bir tatmin ve rahatlama duygusuyla birlikte anılmalıdır. Oysa jouissance basit bir tatminin ötesinde, bir “dürtü tatmini”dir; dolayısıyla imkânsızdır. Örneğin ilksel eksiğin (anneden koparılmış olmanın) giderilmesi arzusunun gerçek bir tatmini yoktur, ancak psikotik bir durumda mümkündür bu tatmin; oysa jouissance bu eksiğin giderilmesi fantazisini yaratarak kendini Gerçek’te temellendirir. Haz, benliğin/tinin iç dengesini kurmaya/korumaya yöneliktir; jouissance ise bu dengeyi daima bozarak “haz ilkesinin ötesine” geçer. Acıda, ölümde, semptomların sürdürülmesinde bulunduğu farz edilen paradoksal haz, aslında haz değil jouissance‘ın ta kendisidir. -ed. n. olayı, sanki hiçbir önem taşımıyormuş gibi kayıtsızlık içerisinde aktarılıyordur.
Yaşantı yalnızca ürettiği duygulanımdan değil, aynı zamanda diğer düşüncelerle olan çağrışımsal bağlantılarından da tecrit edilmiştir.9Freud, S. (1926), op. cit. Egonun elindeki bu teknik, öznenin, başta cinsel olmak üzere, izinsizce araya girebilecek diğer çağrışımlar tarafından rahatsız edilmeden belli bir noktaya odaklanmasını sağlar. Ama takıntılı nevrotiğin psikanalizin temel kuralı olan serbest çağrışım kuralına uymasını özellikle zorlaştırır.10Age. Dolayısıyla tecrit durumu, takıntıya dayalı hijyen ile ilgili dokunma tabusuyla aynı ilkeye yanıt verir; tek fark, diğerinin bedenine dokunmaktan kaçınma değil, fikir ve düşüncelerin farklı bölümlere ayrılmasıdır. Takıntılı kişi düşüncelerin farklı bölümlere ayrılmasını, birbirlerine dokunmamalarını olanaklı kılıyordur.
Freud’un analiste meydan okumaktan geri kalmayan bu özneyi ele alma biçiminden bir şeyler öğrenelim gelin. Hastaya ancak bu pratiği bıraktığı zaman tedaviye geri gelmesini de söyleyebilirdi. Böyle bir tutum bizi pek de şaşırtmazdı çünkü analist hovarda bir jouissance’ın sessiz bir ortağı olamazdı. Ama Freud çok daha inceliklidir. Bu dokunma pratiğini, öznenin banknotlarla ilgili olarak telaffuz ettiği “kirli” sıfatını ve “zarar verme” fiilini kullanarak yorumlar. Bu dokunuşun genç bir kız üzerinde yaratabileceği etkilerden bahsederken ona şöyle demişti: “Ama kirli ellerinle cinsel organını kurcalayarak ona zarar vermekten korkmuyor musun?” Bu yorum, öznenin kesinlikle farklı bölümlere ayırmak istediği fikirler arasındaki birleşmeyi kışkırtmak amacıyla tecrite karşı çıkmaktadır. Böylece, Freud istismarı tecrit edip vicdan azabının sığınağına yerleştirdiği yerde, banknotlarla ilgili hijyen uygulamasının göstergelerini öznenin cinsel alışkanlıklarına doğru kaydırarak, bunları bir araya getirir.
Yorum kesindir. Hasta sinirlenir, “’Zarar mı? Neden, ona ne gibi bir zararı olsun ki? Şimdiye kadar tek bir tanesine bile zarar vermedi ve hepsi de bundan keyif aldı. Bazıları şu anda evli ve onlara hiçbir zararı olmadı.”11Freud, S. (1909d), op. cit. s. 197. Bu seansın ardından hasta geri gelmez ve daha sonra Freud bize bu yaptığından pişmanlık duyduğunu da söylemez. Bu yorumlama aslında bir tür bahisti: Ya özne (Freud’un bize “çocukluktaki güçlü belirleyiciler”12Age., s. 197. tarafından yönlendirildiğini söylediği) kendi jouissance kipini onaylamış ya da analiz bu noktada durmuştu. Olan biten tam olarak buydu.
Notlar
(1) Freud, S., “Notes Upon a Case of Obsessional Neurosis” (1909d), The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud, Vol. X, s. 151-318.
(2) Age., s. 197.
(3) Freud, S. “Inhibitions, Symptoms and Anxiety” (1926), SE, V. XX, s. 121.
(4) Age., s. 122.
(5) Freud, S. (1909d), op. cit., s. 197.
(6) Freud, S. (1926), op. cit., s. 122.
(7) Freud, S. (1909d), op. cit.
(8) Lacan’ın bu terimi yalnızca Türkçeye değil, başka dillere de çevrilmesi son derece güç olan bir terimdir. İngilizceye bliss ve son zamanlarda da enjoyment olarak çevrilse de, çoğu kez bu terimler jouissance‘ın anlamını tam olarak karşılamakta yetersiz kaldığı için, terim İngilizce metinlerde de zaman zaman Fransızca olarak bırakılır. Jouir kökü, Fransızcada argo/cinsel bir anlamdan (“boşalmak”), hukuki bir anlama kadar (jouir de droit = haktan istifade etmek) geniş bir yelpazeyi kapsar. Jouissance Lacan’ın Freud’un “haz ilkesinin” ötesine yerleştirdiği bir kavramdır. Freud’da haz (Lust) bedensel/ruhsal bir gerilimin boşalmasından ibarettir (aynı şekilde Unlust da bu gerilimin sürekli kılınmasıdır). Dolayısıyla haz, bir tatmin ve rahatlama duygusuyla birlikte anılmalıdır. Oysa jouissance basit bir tatminin ötesinde, bir “dürtü tatmini”dir; dolayısıyla imkânsızdır. Örneğin ilksel eksiğin (anneden koparılmış olmanın) giderilmesi arzusunun gerçek bir tatmini yoktur, ancak psikotik bir durumda mümkündür bu tatmin; oysa jouissance bu eksiğin giderilmesi fantazisini yaratarak kendini Gerçek’te temellendirir. Haz, benliğin/tinin iç dengesini kurmaya/korumaya yöneliktir; jouissance ise bu dengeyi daima bozarak “haz ilkesinin ötesine” geçer. Acıda, ölümde, semptomların sürdürülmesinde bulunduğu farz edilen paradoksal haz, aslında haz değil jouissance‘ın ta kendisidir. -ed. n.
(9) Freud, S. (1926), op. cit.
(10) Age.
(11) Freud, S. (1909d), op. cit. s. 197.
(12) Age., s. 197.
Orijinal Başlık: The Taboo on Touching
Yazar: Gil Caroz
Türkçeye Çeviren: Sümeyye Şahin
Editör: Kadir Gülen