Kitabınızda “değiştirilmemiş beden” olarak adlandırdığınız kavramın bir savunusunu ileri sürüyorsunuz ve değiştirilmemiş bedenin temel bir siyasi ilke olduğunu savunuyorsunuz. Bu siyasi boyuta geçmeden önce, değiştirilmemiş bedenle kastettiğinizi açabileceğinizi umuyordum.
Değiştirilmemiş beden derken kelime anlamıyla değişmemiş bir bedeni kastetmiyorum elbette. Yemek yemekten oturmaya ve egzersiz yapmaya kadar her eylemimizde, bedenimiz değişir. Yani değiştirilmemiş beden derken oldukça spesifik bir şeyi ve politik bir prensibi kastediyorum. Değiştirilmemiş beden, olduğu gibi olmasına izin verilen bedendir; yeterince iyi olmasına izin veren bir beden. Bu bir yandan çok basit, çok mütevazı bir iddia olsa da, diğer yandan çok radikal bir iddiadır, çünkü bedenlerimizin olduğu haliyle yeterince iyi olmadığı mesajıyla kuşatılmış durumdayız. Nitekim bedenlerimizi yetersiz, başarısız olarak kabul ederek hayat yolculuğumuzu sürdürmemiz bekleniyor. Hatta bedenimizin gelişmeye ihtiyacı olmadığını hissettiğimiz anlar daha nadirdir diye düşünüyorum; dahası, bedenini yeterli gören birini kibirli veya bir şekilde mimli olduğunu bile düşünebiliriz! Kısacası değiştirilmemiş beden, olduğu haliyle yeterince iyi olmasına izin verilen beden fikridir.
Yapmak isteyebileceğimiz fiili değişiklikler sorusuna gelirsek, bedensel değişiklik süreçleri için izin verilmemesi gerektiğini veya insanların farklı tür tedavileri takip ederken mutlaka yanlış bir şey yaptığını ileri sürmek gibi şeyler benim tartışmamın bir parçası değil. Bedenimizi değiştirmeye tabii ki hakkımız var. Ama aynı zamanda sahip olduğumuz bedenlerin hatalı olduğunu bize sürekli olarak söylemeyen bir toplumda yaşama hakkımız da var. Herkes kendi bedeni hakkında kötü hissediyorsa belki de asıl sorun bedenlerimizde değil, toplumsal bağlamdadır. Dolayısıyla, vurgulamak istediğim kilit nokta, bedenlerimizi değiştirmek için yaptığımız seçimlerin bir gelişigüzel yapılmadığıdır; bunlar, bedenlerimiz hakkında kaygılanmamız ve utanmamız gerektiğini söyleyen sürekli bir mesaj bombardımanı bağlamında gerçekleşir. Ve mücadele etmemizi istediğim durum, şu veya bu bedensel değişiklik uygulaması değil, bu bedensel değişiklik baskısının kendisidir.
Hepimizin bedenimizi değiştirmek için aldığı mesajların sadece rastgele mesajlar olmadığını, aynı zamanda cinsiyetçi, ırkçı amaçlara vb. hizmet ettiğini savunuyorsunuz. Sadece ağaçlara değil, ormana dair bir fikir edinmeye başlayabilmemiz için bedensel değişimleri analiz ettiğiniz bu yapı hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Bildiğiniz gibi, nasıl göründüğümüze büyük önem veren bir kültürde yaşıyoruz. Özellikle sosyal medyada “selfi”ye, görüntüye ve fotoğrafa sürekli vurgu yapıyoruz. Oldukça görsel bir kültürümüz var ve bu pandemiyle birlikte daha da yoğunlaştı. Örneğin video konferanslara odaklanırsak, diğer insanlarla konuşurken daha önce hiç olmadığı kadar kendi görüntülerimize yakından bakıyoruz.
Bu görsel kültür, psikologların “görünüş kaygısı pandemisi” olarak adlandırdığı, havada asılı kalan ve hepimizi etkileyen, mental sağlığımız üzerinde ciddi etkilere neden olan bir olgunun parçasıdır. Örneğin, geniş kapsamlı bir araştırma, kadınların %70’inin “mükemmel” bir vücuda sahip olma konusunda medyanın baskısını hissettiğini ve erkeklerin üçte ikisinin bedenlerinden utandığını ortaya koydu. Yani bir bakıma her yere yayılan ve hepimizi -erkek, kadın ve çocukları- güçlü bir şekilde etkileyen bir bedensel yetersizlik atmosferine sahibiz. Bedenimizin nasıl olması gerektiğine dair imajlar ve idealler, mevcut eşitsizliklere ve ayrımcı uygulamalara büyük ölçüde bağımlıdır ve bunları yansıtır.
Başka bir açıdan bakacak olursak, bedenimizin uyması gerektiği söylenen standartlar öyle nötr şeyler değildir. Aksine bedenimizin nasıl olması gerektiğine dair imgeler ve idealler, mevcut eşitsizlikler ve ayrımcı uygulamalara güçlü bir şekilde bağlıdır ve bunları yansıtırlar. Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet normlarıyla güçlü bir şekilde ilişkilidirler, ırksallaştırılmış hiyerarşileri yansıtırlar, engellilik ve farklılık ideallerini yansıtırlar, sınıfınızı ve yaşınızı yansıtan hatlar boyunca yapılandırılma eğilimindedirler. Bedenlerimizin nasıl olması gerektiğine ve nasıl görünmemiz gerektiğine dair idealler, bu gerçekten güçlü toplumsal-yapısal-politik fenomenlerin bazılarını yansıtır ve temelini sağlamlaştırır. Bu da demek oluyor ki, bedenimizi değiştirme baskısı, bedenlerimizi bu ayrımcı normlara uydurma baskısı, çok tanıdık bir anlamda ve çok açık bir şekilde politiktir.
Görünüşe göre, engellilik genel argümanına karşı bir örnek gibi görünüyor çünkü eğer birinin bir engeli varsa, genellikle bedenini değiştirmesi gerektiğine dair bir varsayım vardır. Ne de olsa eksiklik ya da değişim ihtiyacını düşündüren bir şey değilse engellilik nedir? Bu düşünce tarzında çok sayıda zayıflık görüyorsunuz; bu sadece engellilik kavramıyla değil, aynı zamanda bedenimizi değiştirmenin bu kavramla olan ilişkisiyle de ilgilidir. Engelliliğin genel tabloya nasıl uyduğundan biraz bahsedebilir misiniz?
Söylediğiniz gibi, argümanıma gelen itirazlardan biri, bedenlerimizin sağlıklı olmasını istiyorsak, sakatlıktan korunmak istiyorsak, hastalıktan kaçınmak istiyorsak vb. bedenlerimizi değiştirme talebinin tamamen uygun olduğudur. Ama benim ilgilendiğim, bedenleri engelli olarak etiketlediğimizde ya da etiketlemediğimizde ne yaptığımız ve bunun normallik fikriyle ya da “normal” bir bedene sahip olmanın ne olduğuyla kurulan yakın ilişkisi. Normal bir beden fikri, sağlıkta, tıpta, vücutların klinik tedavisinde sıklıkla ortaya çıkan bir şeydir. Örneğin, Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Hizmeti web sitesinde, normale dönmek için gerektiğinde plastik veya rekonstrüktif cerrahi sağlayacakları, ancak insanlar gelişmiş bir vücut yaratmak istediklerinde estetik cerrahi sağlamayacakları belirtiliyor. Normal bir bedene sahip olmanın gerçekte ne anlama geldiği hakkında felsefi olarak düşünmenin çok ilginç olduğunu düşünüyorum.
Engellilik, sakatlık, sağlık ve işlevsellik konularını düşünürken normalliği düşünebileceğimiz bir yol şuna benzer: Normal bir vücut, diğerleri gibi olan, diğer bedenlerin yapabildiklerini yapabilen, belirli özelliklere sahip bir bedendir. Bu, bir tür nesnel normallik standardıdır. Ancak elbette bu normallik standardı işe yaramayacak çünkü bedenlerimiz pek çok açıdan temelde farklıdır. Buradaki bariz örnek, erkek bedenleri ile kadın bedenlerinin farklı olduğu ve kadın bedenlerinin, erkek bedenlerinin yapamadığı şeyleri yapabilmesi ve bunun tersidir. Erkek bedeninin hamile kalamamasını, gebelik ve doğuramamasını bir sakatlık olarak tanımlamadığımızı düşünün. Neden bunu bir eksiklik ya da sağlık sorunu olarak tanımlamıyoruz? Çünkü erkek bedeninin bunları yapamamasının normal olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, farklı beden türleri için neyin normal ve neyin anormal olduğuna ilişkin bir yargıyı uygulamış oluyoruz. Ancak engelli insanlar için, özellikle de doğuştan ya da çok erken yaştan itibaren engelli olan kişilerin bedenleri de kesinlikle normaldir. Her birimiz için, eğer doğuştan itibaren kabaca aynı olan ve öngörülebilir bir şekilde büyüyüp gelişen bir bedende yaşadıysak, o zaman bedenlerimiz bizim için normaldir. O halde soru şu: Standart bir beden veya normal bir beden fikri nereden geliyor ve bizi götürdüğü yer neresi?
Bu fikrin her zaman bedenlere dair ne düşündüğümüz ve beklediğimizle ilgili kültürel ve sosyal politik değerleri yansıttığını düşünüyorum. Bazı bağlamlarda engellilik olarak anlaşılan bazı özellikler, diğer bağlamlarda bu şekilde anlaşılmamaktadır; bazı bağlamlarda farklılık, hatta eksiklik olarak görülen bazı özellikler, başka bağlamlarda yetenek olarak görülebilir. Fazladan bir parmakla doğan insanları ele alın örneğin. Bu genellikle batılılaştırılmış bir bağlamda bir eksiklik, bir sakatlık, bir sorun olarak ele alınır ve tipik olarak ebeveynlere, çocuklarının daha ‘normal’ bir çocuğa benzemesi için fazladan parmağını aldırmaları amacıyla çocuklarına ameliyat teklif edilir. Ancak elbette fazladan bir parmağa sahip olmanın bir yetenek, ekstra bir beceri, el becerisine ve işlevselliğe ekstra bir katkı olduğunu da aynı şekilde görebiliyoruz. Yani bir şeyi sakatlık, bozukluk, sağlık sorunu, anormallik olarak mı, yoksa bir gelişme, bir özellik ya da normal çeşitliliğin bir parçası olarak mı gördüğümüz her zaman kültürel ve politiktir.
Ve bu tür bir şeyin sadece engellilik ve engellilik bağlamında da geçerli olduğunu görmüyoruz. Büyüleyici bulduğum bir diğer örnek ise yeni bebek sahibi olan kadınların “bedenlerini geri almaya” çalışmaları gerektiği fikri. Herkes bu tabirin hamilelikten sonra tekrar zayıflamak anlamına geldiğini biliyor ama asıl tabir “bedenini geri kazanmak”. Ve bu, doğumdan sonra sahip olduğunuz bedenin aslında sizin bedeniniz olmadığı, sizin otantik bedeniniz olmadığı anlamına geliyor; daha ziyade bir tür farklı kisve, bir tür anormal veya asıl siz olmayan siz olduğunuz kastediliyor. Peki bu ifadedeki otantik bedenin imlediği şey nedir? Görünen o ki, bir kadının gerçek bedeni, ergenlik sonrası, hamilelik öncesinde sahip olduğu bedendir; bu, olsa olsa ortalama bir kadın için seksen yıllık bir ömrün on ila yirmi yılı arasındaki bir dönem olabilir! Bu tür imgeler, çok özel ve dar bir kalıba girmemiz için üzerimize uyguladığımız güçlü baskıyı göstermede çok işe yarar.

“Normal” beden fikrine zaten değindiniz, ancak “doğal” beden fikriyle ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum. Feminist düşünürler ve filozoflar uzun süredir “doğal” kavramına saldırdılar, çünkü bu kavram genellikle kadınları, cinsel ve toplumsal cinsiyet azınlıklarına boyun eğdirecek şekilde kullanıldı. Örneğin, kadınların tüm zamanlarını çocuklara bakarak geçirmek istemelerinin “doğal” olduğu, işyerine gidememelerinin “doğal” olduğu vb. sık sık ilan edilir. Hem bedenlerimizle ilgili olarak hem de genel olarak bu “doğal” sorununun neresinde duruyorsunuz?
“Doğal” olan fikri, beraberinde belirli normatif çıkarımlar getirir. Doğal bir şey hakkında konuştuğumuzda, onun iyi bir şey olduğunu kastetme eğilimindeyiz. Örneğin, doğal sağlıktan bahsediyoruz ama doğal hastalıktan bahsetmiyoruz. Sizin de belirttiğiniz gibi, feministler, kadınların tabiiyetini açıklayan ve haklılandıran bir doğaya sahip olduğu fikrine şiddetle direnmek zorunda kaldılar. Örneğin, kadınların doğal aşağılıklığı argümanının açık bir çağdaş biçimi, evrimsel psikoloji teorilerinde mevcuttur; evrim teorisyenleri, kadınların cinsiyet farklılığını açıklayan doğal olarak farklı bir dizi sezgiye veya özelliğe sahip olduğunu savunurlar. Bu nedenle, doğanın toplumsal cinsiyet eşitsizliğini açıkladığı ve haklı çıkardığı fikrinin reddedilmesi, feminist teori ve aktivizmin önemli bir parçası olmaya devam ediyor. Ancak feminist teori ve aktivizmin eşit derecede önemli bir parçası da kadınların baskı deneyiminin önemli bir kısmının onların bedenlenmesi ve bedenlenmiş deneyimlerinden geçtiğini iddia etmek olmuştur. Sanırım bu, feminizm içinde cinsiyet kimliği, kadın hakları ve trans hakları hakkındaki bazı tartışmaların neden bu kadar zor olduğunu kısmen açıklıyor.
Feminizmin iki şeyi çok açık bir biçimde söylemek istediğine net bir düşünce var. Birincisi, toplumsal konumumuzu bedenlerimiz belirlememelidir; doğa ya da biyoloji kim olduğumuzu ve ne yapabileceğimizi belirlemez ve bu, trans kimliğini ve trans haklarını tanımanın ve bunlara saygı duymanın feminist düşüncenin açık bir parçası olduğu fikrine gerçekten çok iyi uyuyor. Ancak feminizm aynı zamanda, ikinci olarak, bedenlenmenin sadece insanların deneyimlerinden değil, aynı zamanda sosyal konumlarında ve onlara nasıl davranıldıklarında da bir fark yarattığını söylemek istedi ve bu, deneyimimizin diğer yönüne dikkat etmemiz gerektiğini gösteriyor gibi görünüyor. Dolayısıyla, doğa ve biyolojinin çok zor bir konunun her iki tarafında da kullanılabilecek çok zor sorular haline geldiğini görebiliriz ve bu konuları basit yollarla reddetmek yerine karmaşıklıkları hakkında düşünmeye açık olmamız gerekir.
Doğal kavramının ıslah edilmesinin ve potansiyel olarak feminist amaçlar için kullanılmasının ilginç bir örneği, doğal saç, yani düzleştirilmemiş afro dokulu saçlardır. Doğal saçlar her türlü ürünü kullanmış olabilir; boyanmış olabilir, örgülü olabilir, doğal saç üzerinde her türlü karmaşık ve güzel çalışma yapılmış olabilir; bu sadece kendi haline bırakılmış saçlar değildir. Ancak düzleştirmenin doğal saçın doğallığını baltalamasının nedeni, afro dokulu saçların düzleştirilmesinin, beyazların tipik olarak sahip olduğu saçları -düz saçları- tek kabul edilebilir veya güzel saç biçimi olarak koyan ırksallaştırılmış, ırkçı bir güzellik anlayışına bir yanıt olmasıdır. Doğal saç fikri, bu ırkçı fikre ve ırkçı estetiğe direnmektir. Böylece, saçınıza doğal olmayan her türlü şeyi yapabilirsiniz; daha ziyade, doğallık kavramı toplumsal bir değeri yansıtıyor ve çağrıştırıyor; bu durumda ise ırkçılığa ve siyah estetiğinin yeniden ıslahına yönelik bir direnişi uyandırıyor.
Çalışmalarınızda insanların eşit ahlaki değerlerine güçlü bir şekilde odaklanıyorsunuz ve bu görüş, değiştirilmemiş bedene ilişkin siyasi ilkeyi inşa etmenizin merkezinde yer alıyor. Bu siyasi ilke ahlaki eşitlik kavramına bağlıdır; bu yüzden bunu biraz açabilir misiniz diye merak ediyorum?
Daha önce bedenlerin nasıl olması gerektiğine ilişkin standartların çoğunlukla son derece ayrımcı olduğundan ve çoğunlukla cinsiyet, ırk, yaş, sınıf, engellilik durumu vb. gibi mevcut hiyerarşileri yansıttığından bahsetmiştik. Eğer bir bedenin değiştirilmediğinde daha iyi olduğunu söylersem, o zaman toplumun değişikliğe daha az ihtiyaç duyduğunu düşündüğü bedenlere sahip insanları tarafgir bir şekilde övmüş olurum ve bu hiçbir şekilde eşitliği besleyen bir konum olmaz. Dolayısıyla buradaki eşitlikle bağlantı şu: Eğer bize bedenlerimizin yeterince iyi olmadığını söyleyen, bedenlerimizin erdemimizi, ahlaki konumumuzu, kimliğimizi vb. yansıtacak şekilde değişmesi gerektiğini belirten gerçekten baskın bir toplumsal bağlamın pençesindeysek, bu durumda bunun esasen bize söylediği şey, olduğumuz halimizle yeterince iyi olmadığımızdır. Ve bedensel kabul edilebilirlik standartları bu kadar ayrımcı olduğunda, bu, eşitliğin temelden baltalanması anlamına gelir çünkü bu, vücudunuzun yeterince iyi olmadığını söyler ve yeterince iyi olmama şekli, mevcut hiyerarşi ve tahakküm yapılarını yansıtır.

Bu tarz sorular üzerinde kafa yormaya devam edersek ve bedenimi değiştirme motivasyonumun büyük bir kısmının aslında adaletsiz veya haksız güçlerden kaynaklanan baskılardan kaynaklandığını kabul edersek, bu duruma bedeninizi değiştirmeme gibi bir göreviniz var mı?
Belirli değişiklik uygulamaları hakkında kendimize bu soruları sorduğumuzda, belirli bir uygulamanın aslında etik açıdan şüpheli saiklerle gerçekleştirdiğimiz bir şey olmadığı sonucuna varabiliriz. Ancak belirli bir değişiklik uygulamasının adaletsiz, eşit olmayan yapılara veya ayrımcı toplumsal normlara uyduğu sonucuna varsak bile, bu, bu uygulamaya uymanın bizim çıkarımıza olmadığı anlamına gelmez. Bizler toplumsal varlıklarız, uyum sağlamak isteriz; öz saygımızdan diğer birçok maddi faydaya kadar pek çok şey için başkalarının onayına bağımlı varlıklarız. Hepimiz her gün sayısız yolla toplumsal normlara uyuyoruz ve bu uyum prosedürlerinin çoğu tamamen zararsızdır. Seni gördüğümde sana “merhaba” dediğimde, selamlaşırken merhaba dememiz gerektiği veya buna benzer bir şey söylememiz gerektiği yönündeki toplumsal normu güçlendiriyorum ve bunu yaparak diğer insanların bunun yapılacak doğru şey olduğunu düşünmesini sağlıyorum ve bu toplumsal normu pekiştiriyorum. Hepimiz sürekli olarak birbirimizi etkiliyoruz. Peki bu, her zaman doğruyu yapmak, her zaman direnmek, her zaman direnişe ve ilerlemeye en uygun olanı yapmak gibi bir görevimiz olduğu anlamına mı geliyor? Böyle bir şeyin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bir ideali fazlasıyla talep etmek bence bu ve nihayetinde bunun özgürlükle tutarsız olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla hiçbir bireyin toplumsal normlara uymanın sağlayacağı faydalardan vazgeçme zorunluluğu kesinlikle yoktur. Bu nedenle bedensel değişim sorunu asla tamamen bireysel bir sorun olamaz.
İnsanların kendi bağlamlarına uyum sağlamak, özgüven kazanmak ve kabul görmek için yapmaları gereken her şeyi yapmayı bırakmalarını savunmuyorum. Sorduğum temel sorular şunlardır: Neden kendimizi ve birbirimizi sürekli bir yetersizlik ve başarısızlık duygusuna maruz bırakıyoruz? Bedensel değişime zorlanırken hem zihinsel hem de fiziksel sağlığımız açısından kendimize ne gibi zararlar veriyoruz?