Performatif Erkeklik

İnci Kolye, Marx Rozeti ve Vitrin Ekonomisi

Performatif erkek, geleneksel erkeklik rolün neredeyse bir antitezidir. Bu figür, kendine has bir erkeklik biçimi rutinini sembollerle yineleyerek sahneye koyar.
Okuma listesi
Editör:

Dünyanın dört bir yanında düzenlenen ve geniş yankı uyandıran “perfomative male” yarışmaları, geçtiğimiz haftalarda, önce Bilkent Üniversitesi’nde ardından İstanbul Moda’da düzenlendikten sonra bizim de gündemimize girdi. Performatif erkeklerin, on yıl öncesinin hipsterlarından ya da emolarından; giydikleri “şortolon”ların ise metal grup tişörtlerinden çok bir farkı yok. Hatta birkaç yıl önce, performatif erkekler için muhtemelen “poser” nitelemesi kullanılırdı. Ancak vintage giyim tarzları, MUBİ’den seçmece filmlerin yer aldığı LetterBoxd hesaplarının yanı sıra özellikle “feminizm” atıfları ve toplumsal konulara duyarlılıkları ile “performatif erkek epidemisi” öncüllerinden belirli ölçüde ayrışıyor. Bu alt kültürlerin bugün performatif erkek olarak karşımıza çıkıyor olması da şaşırtıcı değildir. Zira kapitalizmin yarattığı kültür, hangi metanın ne biçimde tüketildiği üzerinden tüketicinin kimliğini tanımlamayı, dolayısıyla tüketim ürünleri üzerine gittikçe daha benzersiz ve çeşitli sinyaller barındıran zevkler üretmeyi amaçlar. Alt kültürlere ait tüketim nesnelerinin ise zaman içinde ana akım tüketim metaları haline geldiğini de sıkça gözlemleriz. Ev temizliği yapan kadınların kullandığı siyah elbiselerin 1926’da Chanel’in üretimiyle moda haline gelmesi ya da Orta Çağ’dan bu yana dışlanmışları, soytarıları, mahkûmları damgalamak için kullanılan çizgili kıyafetlerin ünlü tasarımcıların elinde bir moda trendine dönüşmesi gibi; 2000’lerden pandemi sonrası döneme kadar pek rağbet görmeyen baggy pantolonlar veya desenli gömlekler de şimdi her hazır giyim markasının raflarında yer alıyor. Kültürel dolaşımı hızla soğuran kapitalizm, tüketim alışkanlıklarımızı da şekillendirmek için farklı kanalları kullanıyor. Kültürün tamamen dışında bir karşı-kültür oluşturmaktan ziyade ikinci el kıyafet pazarları, Twitter toplulukları, kültür sanat alanındaki “niş” tüketimleriyle yeni bir alt kültür (subculture) yaratan performatif erkeklerin neyi “perform” ettiğine yakından bakmak gerekir.

Sahnede: Erkekliliğin Antitezi ve Parodisi

Gündelik yaşam, her birimiz için bir vitrin ya da sahnedir. Kamusal alanda kurduğumuz her etkileşim, buna başkası tarafından sadece görülmek de dahil, bizlerin birer aktör olarak performanslarını sergilediği, kendine has dramaturjisi olan birer sahne haline gelir. Erving Goffman bu performansı, aktörün gözlemcileri etkilemeye yönelik bütün etkinlikleri şeklinde tanımlar. Bu performans çeşitli veçhelerde sahnelenebilir veya sergilenebilir. Sahnelenen her rolle birlikte aktörün performansı da üstlendiği rol de kişisel vitrini de değişir. Dolayısıyla burada değişen araçlar performansı sergileyenin, bu durumda performatif erkeğin, hedef kitlesine ve damgalanmanın çeşitliliğine bağlı olarak neyi arzu ettiğini gösterir. Farkında olmadan kurulan kimi etkileşimlerin aksine, performatif erkek hangi duygusal imajı sahnelediğinin tam olarak farkındadır. Yazıya konu olan yarışmalarda gördüğümüz Sylvia Plath veya bell hooks gibi feminist teorisyenlerin kitapları, New York’ta sosyalist belediye başkan adayı Zohran Mamdani, Moda sahilde ise Marx basılı bez çantalar bize bir şey anlatıyor: Bunlar kullanım değeri değil gösterge değeri taşıyan sembollere, sol duyarlılıkları sinyalleyen tüketim nesnelerine dönüşmüş durumda. Gençliğin ürettiği bu yeni alt kültür, feminist okumalar veya sol/sosyalist ideolojilerle birlikte bir “güvenli alan” hissini yaratmak için kasıtlı olarak sahneleniyor. Her ne kadar bu yarışmalar performatik erkekliğin ironik bir eleştirisi olarak yapılıyor olsa da mizahla karışık olarak sergiledikleri gerçek hayattan bir figür. Gerçekten bu performatif erkeklerin kimlikleri sahnelenen performanstan ibaret.

Performatif erkeklik kavramını tartışabileceğimiz bir diğer çerçeve, kavramın da kökenini oluşturan Judith Butler’ın “toplumsal cinsiyet performativitesi” (gender performitivity) yaklaşımıdır. Goffman, performansı bilinçli olarak sergileyen aktörlerden bahsederken, Butler bu perspektifi genişletip değiştirerek, kimliğin stilize edilmiş ve tekrarlanan eylemlerin bir sonucu; yani yalnızca bir performans değil, bizzat performatifliğin kendisi olduğunu söyler. Erkekliğin geleneksel olarak sahnelenen birçok farklı rutini vardır. Sosyal medyada sıkça gördüğümüz “erkek adam … yapar, … olur” gibi stereotipler bu rutini sürdürür veya geleneksel kodları günümüze uyarlayarak farklı biçimlerde yeniden üretir. Öte yandan performatif erkek, bu geleneksel rolün neredeyse bir antitezidir. Bu figür, kendine has bir erkeklik biçimi rutinini sembollerle yineleyerek sahneye koyar. Performatif erkek, cinsiyet normlarının parodisiyle onları yeniden üretirken kendisi de direndiği sisteme eklemlenir. İnternet meme’lerinde cinsiyetleri reddettiklerini ya da biseksüel olduklarını beyan etmeleri, “toksik masküleniteyi” aştıklarına dair ifadeleriyle mizah unsuru haline getirilen performatif erkekler, geleneksel erkek toplumsal cinsiyet rollerinin tam aksine, çoğunlukla LGBTI+ ve feminist çevrelerde sahnelenen “erkeklik kimliğinin” bir çeşit parodisini sunar.

Erdem Sinyalleri ve Arzunun Politikleşmesi

Tanışma uygulamalarının yaygınlaştığı, beş-altı maddelik ideal partner kriterlerinin her yerde karşımıza çıktığı bir dijital atmosferde, bir aktörün gözlemcilerin dikkatini belli bir sürenin üstünde cezbedebilmesi için, bazı “erdem sinyalleri” üretmesi gerekir. Kültürel sermaye yeni biçimler alırken; duygusal açıklık, feminist bilinç, çevre farkındalığı, politik eleştiriler artık birer erdem sinyaline dönüşür. Aslında performatif erkeği üreten koşullar, tam olarak genç kadın ve LGBTI+’ların kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet rollerini daha fazla sorgulamaları ve partner tercihlerinde geleneksel rollerden uzaklaştıkları atmosferle şekillenir. Artık duyguların da kapitalizme entegre olduğu, dolayısıyla arzunun politikleştiği yeni bir kültürel alanın şartları performatif erkeği yaratır.

Performatif erkek, bu erdem sinyallerini öncelikle giyim tarzlarında (vintage gömlekler/tişörtler, baggy pantolonlar veya “şortolonlar”, kablolu kulaklık, inci kolye, oje, anahtarlık ve labubular vb) ve kişisel vitrinlerinde (ifade biçimi, jargon, duruş vb.) sergiler. Dinledikleri müzikler (kırılganlık, melankoli ve iç gözlem gibi kodlarla ilişkilendirilen Lana Del Rey, Clairo, Taylor Swift gibi sanatçılar) kadar, müzik dinledikleri araçlar da (kasetçalar, Walkman, plak gibi nostaljik araçlar) performansın bir parçasıdır. Tüm bu göstergeler, onların ‘maço’ imgeden uzak, duygusal ve duyarlı bireyler olduklarını işaret eder; ancak bu duyarlılık, çoğu zaman izleyiciye sunulmak üzere kurgulanmış bir vitrindir.

Performatif erkek figürü, öncüllerinin aksine estetikten çok politik bir içerik taşır. Her ne kadar verdikleri sinyaller kasıtlı olarak sahnelenen bir performans olsa da bu bilinçli performativite aslında diyalektik olarak kaçınılmazdır. Çünkü sistemin dayattığı geleneksel eril kodların karşısında yeni bir erkeklik biçimi, tam da o kodların içinden çıkarak oluşmaktadır. Avrupa’da, Amerika’da ve elbette kendi coğrafyamızda iktidarların savaş politikaları, faşist uygulamalar ve yaptırımları arttıkça, gençliğin politik kırılmalar ve derinleşmeler yaşadığı, dolayısıyla yeni “güvenli alanların” da feminist, Marksist ya da en azından sol, seküler çevreler olmaya başladığı gerçeği, performatif erkeklerin neyi sahneledikleri üzerinden net bir şekilde okunabilir. Örneğin, yine sosyal medyada mizah konusu olmuş ve yüksek etkileşim almış “Gelecekteki partnerime 19 Mart gecesi nerede olduğunu soracağım” benzeri tweetler –elbette küresel örnekler de mevcut– kurdukları iletişimde politik farkındalığın sinyal değerine dönüştüğünü gösterir. Böyle bir hedef kitleyi amaçlayarak kendilerine biçtikleri rolleri sahneleyen performatif erkekler ise bu politik göndermeleri ilk bakışta fark edilebilecek şekilde araçsallaştırmaktadır.

Kapanış: Müzakere ve Mücadele

Performatif erkeklik kavramının gündeme oturması konusunda sakınca gördüğüm iki nokta var. Goffman için toplumsal normlardan sapan her performans damgalanma riski taşır. Buradan hareketle, sakıncalı olabilecek ilk mesele; bir erkeğin kamusal alanda kitap okuması, farklı tüketim alışkanlıkları ve zevkleri üzerinden bütün erkekler için “entelektüel” görünebilecek alışkanlıkların performatif olmakla damgalanması riskine açık olmasıdır. TikTok, Twitter, Reddit gibi farklı mecralarda, erkeklerin şimdiden bu tür davranışlardan uzak durma eğiliminde olduklarını, hatta performatif erkeklerin yalnızca sahnelemek için kullandıkları her türlü unsuru alaya aldıklarını görebiliyoruz. Bu alay kültürü, erkekliğe dair eleştiriyi içselleştirmek yerine mizah yoluyla etkisiz hale getirmeye sebep olabilir. Performatif erkeklikle geleneksel erkeklik karşılıklı ve dönüşümlü olarak birbirlerini farklı şekillerde dönüştürüyor ve yeniden üretiyor; yani erkeklik, kendi parodisiyle diyalektik bir ilişki kuruyor. Benzer bir ilişkinin, toplumsal kadın kimliğinde de “gidik kız” ve “tradwife” stereotipleri için farklı biçimlerde olsa dahi geçerli olduğunu iddia edebiliriz. Ancak performatif erkeklik özelinde konuşmak gerekirse, bu tiplemenin eleştirellikle ele alınsın veya alınmasın, yeni bir anti-entelektüel dalga yaratacağı açık. Bu akımın öncüllerinden farklı bir sona evrilebilmesi için sergilenen metaların içselleştirilmesi gerekir. Halihazırda sol/feminist görüşe ilgi gösteren bütün gençler adına, bu unsurların sadece tüketilmekten ve sahnelenmekten öte; bilinç ve pratik düzeyinde yeniden üretilerek aktörlerin politik özne olmalarının yolu aranmalıdır.

Sakıncalı sayılabilecek ikinci mesele ise, performatif erkeklik “epidemisinin” kadınları kasıtlı olarak manipüle etmek, algılarını çarpıtmak amacıyla ortaya çıktığını gözden kaçırma ihtimalidir. Kimlikler, giderek daha fazla tanımlanabilir hale gelirken, aynı zamanda bu tanımların birbirine sızdığı ve sınırların geçirgenleştiği bir dönemdeyiz. İlişkinin yüzeysel performansın ötesine, gerçek iletişim alanına taşındığı anlarda, duygusal emeği metalaştıran, doğru kişiyialtı maddeyle tanımlayan ilişki reçetelerine sığınıp kolaycılığa kaçarak, makul olanın kim olduğu tartışmasını çözmek mümkün görünmüyor. Özellikle “güvenli alan” olarak nitelenen bu alt kültür bile, bize mutlak güvenli alan diye bir şeyin sistem içerisinde var olamayacağını hatırlatır. Sara Ahmed’in deyişiyle oyunu bozmanın da bir neşe biçimi olduğunu unutmadan, her alanın güç ve temsil ilişkileriyle örülmüş bir mücadele sahası olduğunu hep akılda tutmak gerekir.

Performatif erkeklik epidemisinin, eleştirel olarak konuşulmaya başlanması, bir kez daha kendi karşıtını üreteceğini; toplumsal erkekliğe –aslında genel olarak toplumsal cinsiyet kimliğine– ilişkin krizin bir süre daha farklı şekillerde, yeni yollar deneyerek, gündelik hayatın tam ortasında her gün tartışılarak bir devinim halinde olacağını gösteriyor. Öte yandan bir meta haline gelip kapitalizm tarafından soğurularak ana akıma taşınacak; böylece bir başka alt kültür yeniden kendi estetiğini ve tüketim biçimini yaratacaktır. Bir süre daha kapitalizmin, toplumsal cinsiyet kimliğinin ve alt kültürlerin gündelik yaşamın her yerinde bir müzakere halinde olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kaynakça

Ahmed, S. (2024). Oyunbozan feministin el kitabı: Hayatta kalmak ve dünyayı dönüştürmek için (B. Sümer Aydaş, çev.) [1. basım]. İstanbul: Minotor Kitap.

Butler, J. (1988). Performative Acts and Gender Constitution: An essay in Phenomenology and Feminist Theory. Theatre Journal, 40(4), 519. https://doi.org/10.2307/3207893

Goffman, E. (2009). Günlük yaşamda benliğin sunumu (B. Cezar, çev.). İstanbul: Metis Yayınları.

Illouz, E. (2024). Soğuk yakınlıklar: Duygusal kapitalizmin şekillenmesi (Ö. Çağlar Aksoy, çev.) [4. baskı]. İstanbul: İletişim Yayınları.

Bunları okudunuz mu?