Rave’e1Rave, büyük bir binada veya açık havada elektronik müzik eşliğinde yapılan dans. -çn. gitmek için, erken yatıp erken kalkıyoruz. Saat sabahın dördü. Hafif bir şeyler yiyip vücudumuza kafein alıyoruz. Atıştırmalıklar. Kıyafet seçiyoruz. Hafif ceketler. Bahar geldi ama hava serin. Rave çantalarımızı hazırlıyoruz. Mekânı kontrol et. Araba çağır. Karanlık sokaklar, çivit mavisi gece, parlak yıldızlar.
…
Etrafımızdaki herkesten nefret ediyoruz. Diğer tüm insanlar fena halde sinir bozucu geliyor. Telefonlarını çıkarıyorlar. Bağıra bağıra konuşuyorlar. Ritmin içlerine işlemesine, onları baştan çıkarmasına izin vermiyorlar. Kalçalarını birbirlerine yapıştırmış çiftler olarak, etraftakileri görmezden geliyorlar, tıpkı bir robot süpürge gibi mekânda zikzaklar çiziyorlar.
Başka bir yer deniyoruz. Burası daha iyi. Daha az sinir bozucu. Şimdi iyi hissettiriyor. Buradaki herkes dans ediyor. Hepimiz dans ediyoruz. Dans etmekten ibaretiz. Birbirimizin bedenlerini hissediyoruz ve birbirimizin olmaya izin veriyoruz. İşte birlikteyiz, birbirimizin. Şeylerin dostluğa sarmalandığı bir zamandayız.
Ne kadar zamandır buradayız? Ne zamandır dans ediyoruz? Buraya nasıl geldik, başka bir dalganın içine? Zamanın içinde, zamandan daha fazlası bir anın içindeyiz. Yatay akan eğik bir zamanın. Yerçekimsiz günlere, saniyelere, bin yıllara karışıyoruz. Ritmin ölçüsünün öte kıyısında ölçüsüz bir zaman karşılıyor bizi.
Bir ayrışma zamanındayız. Kötü türden değil, iyi türden. Bu dünyanın dışına taşıyoruz. O düşünceler, o duygular hâlâ burada, ama artık bizi rahatsız etmiyorlar. Bu beden hâlâ burada. Bu cinsiyetlendirilmiş teni ayakta tutabiliriz. Gidiyoruz. Daha ileri gidiyoruz. Ve artık yokuz.
Sonra geri dönüyoruz. Ne kadardır bu yerçekimsiz zamanın dışındaydık? Umurumda değil. Susadık. Yorgunuz. Ağrımız var. Mola veriyoruz. Su içiyoruz. Her zaman yanımızda getirdiğimiz çikolatayı yiyoruz. Oturacak bir yer buluyoruz. Öpüşüyoruz. Bedenlerin sıcaklığını, yaydığı buğuyu hissediyoruz. Etrafımızdaki bedenleri hissediyoruz, ayrı ama burada. Şimdi aynı buğuya duman ve ter karışıyor. Sıcak. Kendimizi serinletiyoruz. Dinleniyoruz…
Unutuyoruz. Unutacak çok şeyimiz var. Unutmak için zamanımız var. Unutmamız gereken bir dünya var. Acı içinde bir dünya. Bütün dünya rahatsızlık içinde. Dünyanın ve onun çarpık mevsimlerinin dışına çıkıyoruz. Başka bir dünyaya gidiyoruz. Bir ritimle diğeri arasındaki çağa gidiyoruz. Teknoyu seviyoruz çünkü ritimler hızlı; böylece o eğik, başka zamandan çok daha fazlası oraya katlanıp sığdırılabiliyor.
…
Jenny, bunu senin için yazdım ve sen de cevap verdin: Buradayız, iyileşiyoruz, evdeyiz; bu bana hassas ama ağır bir ifade gibi geliyor. Bunu hissetmek istiyorum. Hem birlikte hem de ayrı olduğumuzu görüyorum. Kendimden ne kadarını buraya, yatağın ve dans pistinin dışına koymam güvenli? Ev gibi hissettiren bir aşk istiyorum. Aşk benim için bu anlama geliyor, dünyanın sonunda, hayatımın ortasında, yarın da orada olacak bir ev. Olmasa bile, buna inanabileceğim bir ev.
İkimizin de kaçınma taktikleri var. Uzun zamandır, savunmasız olmak beni güvende hissettirmiyor. Ve tüm bunların ötesinde, hâlâ o üzgün, korkmuş küçük çocuğum. Belki de ev, hayattan yara almamış gibi davranmak zorunda olmadığımız yerdir. Yaralı taraflarımızı tek başımıza iyileştirmek ve birbirimizden uzak tutmak zorunda olmadığımız yerdir. Seni, beni, bizi ve Ethel Cain’in o şarkısını düşünüyorum: Bana ‘evim’ dediğinde bunun gerçek olduğunu biliyorum.
Seninle Tinder’da tanıştık. Haftanın çoğunda, Brooklyn’de bir ev arkadaşıyla kalıyordum. Kendimi özgür ama yalnız hissediyordum; arkadaşa ihtiyacım vardı, hem duygusal hem de cinsel. Flört uygulamalarında geziyordum ama eşleşme bulamıyordum. Profillerimi sildim ve baştan başladım; yaşımı elli dokuzdan kırk dokuza düşürdüm. (Zaten böyle görünüyordum.) Eşleşmeler buluyorum.
Ve Tinder talihsizlikleri: Trans olduğumu söylediğimde fantezilerden hoşlandıkları için bunun sorun olmadığını söylüyorlar. (Sonra bir anda ortadan kayboluyorlar.) Birkaç benlikleri olduğunu, sadece birinin kadın olduğunu söylüyorlar. (Hepsinin yıkanmaya ihtiyacı var.) Erkek sosyalleşmesi2Metinde erkek sosyalleşmesi, kültürümüzün cinsiyete ilişkin kurallarını, normlarını ve beklentilerini öğrenme deneyimi anlamında kullanılıyor. . -çn. yapmadığımı kanıtlamamı istiyorlar. (Oysa ben erkek sosyalleşmesinde iyiydim.) Bir memesini nazikçe sıktığımda çığlık atıyorlar. (İddia ettikleri kadar uzun zamandır hormon kullanmıyorlar.) Bana ne romantik ne de cinsel olarak ilgi duymadıklarını beyan ediyorlar. (Ama yine de benimle sevişmek istiyorlar.) Kitaplarımı okudukları için meraktan benimle sevişmek istiyorlar. (Ya da belki sadece kitapların isimlerini duymuşlardır.) Daha sonra yanlışlıkla sağa kaydırdıklarını itiraf ediyorlar. (Ama mesajlarımdan etkilenmişler.) Ve bir de penislerinin fotoğrafını gönderen centilmenler var…
Eşleştiğimizde umutlu değildim. Ortak noktalarımız yazmak ve kitaplar, bu yüzden Lower East Side kitapçılarını gezebileceğimiz bir yürüyüş öneriyorum. Bu bir randevu. Turşu da satan bir kitapçıdan turşu alıyorsun. Dükkândan çıkar çıkmaz kavanozu açıp tadına bakıyorsun. İşte o anı hissediyorum. Basit bir zevki talep etme eylemi. Zevk alma kapasitesinin parıltısı. Beni istediğini ne zaman hissettin, bilmiyorum.
…
Şimdi, bir yıldan fazla oldu. Hâlâ devam ediyoruz. Bizim hikâyemizi anlatamam, çünkü bu bir hikâye değil; bir sarmal, bir durum, bir rave… Garip beyinlerimizi bizim için nasıl çalıştıracağımızı bulduk. New York bizim gibi insanlarla dolu. Yönetici sınıfın, ortak bilgi stokuna küçük dönüşler eklememiz için bize ihtiyacı var. Ucube beyinlerimiz satılık. Bu beyin emeğimiz için yeterince iyi para alıyoruz. Bu fahiş kiraları da bu şekilde ödüyoruz. Yaşamak için diğer tuhaflarla beraber olmamız gerekiyor. Tuhaflığın nefes almak kadar sıradan olduğu bu şehirde ya da en azından şehrin bazı bölgelerinde birlikte bükülmeye ihtiyacımız var. Çok fazla kafamızın içindeyiz, bu yüzden bedenlerimize geri dönmemiz gerekiyor. Dans ediyoruz. Sadece dans etmiyoruz, rave yapıyoruz. Dans pistine bir bak: garip beyin işçileri, hizmet işçileri, seks işçileri; hepimiz benlik duygumuz kaybolana kadar dans ediyoruz.
…
Defalarca dedim ya, yine diyeceğim: Seni seviyorum. O efsanevi kelimenin anlamını biz belirleriz. Geç gelen aşk. Translar için kuir bir aşk. Yirmi yıllık bir yaş farkına rağmen yaşanan aşk. Dünyanın sona erdiği anda gelen aşk. Seni nefes alır gibi seviyorum, bir sonraki nefesin geleceğini bildiğim kesinlikle. Son nefesimin seninkinden çok önce gelme olasılığıyla.
İkimiz de daha önce sevdik ve sevildik. Belki bu konuda hiç iyi değildim ama denedim. Sana âşığım. Geçmişten bugüne taşıdığım şey, öğrendiklerimden ibaret. Biz Romeo ve Juliet değiliz, hatta Juliet ve Juliet bile değiliz. Şu efsane. Masum olmayan, heteroseksüel çift normlarının dışında, dünyaya sırt çevirmeyen, özelleştirmeyen bir aşkın daha az değil, çok daha fazla olabileceği ihtimali ile yaşayabilir miyiz? Hem sadece bize hem de dünyaya ait bir ev olabilir mi? Hadi birbirimizin evi olalım.
Ve sonra şu soru: Bir transseksüel sevebilir ve sevilebilir mi? Bu, açıldığımda, evliliğim bittiğinde benim için gerçek bir soruydu. Cevap elbette evet, ya da daha doğrusu, cevaplar. Çünkü birden fazla transseksüellik var. Ve aşk, birden çok.
…
Bedenin cinsiyeti bir olasılıklar yumağı. Yazabileceğim tek şey bu… Ben bu bedeni hekledim.
Yazıyorum çünkü dünyayı ve acılarını seviyorum. Ve senin dünyanın bir parçası olmanı… Hayatınızdaki insanlarla birlikte yazdığınızda, mazeretiniz kalmaz. Yazmak praksise dönüşür. Bazen tek iyi yapabildiğim şeyin yazmak olduğunu düşünüyorum. Hâlâ sevmeyi ve sevilmeyi öğreniyorum.
Unutuyoruz. Unutacak çok şeyimiz var. Böylece dünyanın ve tuhaf iklimlerinin dışına taşarız. Bir nefesle diğeri arasındaki çağa gideriz. Biraz daha dans ederiz ve sonra dururuz. Fazla zamanımız yok. Bu dönüşe giriyoruz, çağrısına sızıyoruz. Buradayız. İyileşiyoruz. Evimizdeyiz.