Demo v1.0

23 Aralık 2024, Pazartesi

Beta v1.0

Tanrı Tasavvuru ve Eril İktidarın İnşası

Erkeklerin kilisedeki neredeyse iki bin yılı aşkın hâkimiyetinin kırılması için daha çok beklemek gerekeceği belli olsa da “ezilenlerin Papası”nın yeni açıklaması üzerinde durmaya değer.

Papa Francis Toplumsal Cinsiyet Çalışmalarına Neden Düşman?

3 Mart 2024 tarihli Medyascope’un Reuters kaynaklı haberine göre, Papa Francis “Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları insanlık için tehdittir, cinsiyetler arası farklılıkları ortadan kaldıran çirkin bir ideolojidir; cinsiyet farkını ortadan kaldırırsanız insanlığı yok edersiniz” diye fetva vermiş. Aynı Papa, 2015’deki Papalık Genelgesi’nde (Laudato Si) yeryüzüne, “ortak evimize” ihtimam göstermekten söz ediyor, yoksulların talepleriyle yeryüzünün taleplerini eşleştiriyor ve teknolojik yönetimin sosyal adalet ve insani değerlerle el ele gitmesi gerektiğine işaret ediyordu. 9 Şubat 2023’de ise “işçileri sömüren bir iş insanını kutsadığımda sorun olmuyor ama eşcinselleri kutsayınca sorun oluyor” demişti. Zaten “Tanrı bizi olduğumuz gibi seviyordu, hepimizi haysiyetimiz için savaştığımız için seviyordu.” Bu yüzden eşcinsellik karşıtı yasaları savunan piskoposların, “değişim sürecinden geçmesi” gerekiyordu. Bu sözleri duyanlar Francis’in, tıpkı adını aldığı Aziz Françesko gibi yoksullardan, düşkünlerden, ezilenlerden yana olduğunu düşünmekte haksız sayılmazlardı. Ama iş kadınlara, toplumsal cinsiyet eşitliğine geldi mi muhterem Papa orada duruyordu! Zaten 2016’da İngiltere Kilisesi ilk kez bir kadını, Elizabeth Lane’i piskopos olarak atadığında tavrını net olarak koymuştu: “Kadınların piskopos olması konusunda Kilise konuştu ve ‘Hayır’ dedi. Papa II. Jean Paul bu kapının kapalı olduğunu kesin olarak ifade etti.”126 Ocak 2016’da York Kilisesi’ndeki piskopos atama töreninde, York Başpiskoposu John Sentamu, hâziruna Lane’in atanmasını onaylayıp onaylamadıklarını sorduğunda tekil bir erkek sesinin, Rahip Paul Williams’ın, “Hayır! İncil’e göre hayır!” diye bağırdığı duyuldu. Sentamu ise bu protestoya aldırmayarak “Kraliçe’nin talebi uyarınca Lane’in piskoposluğa atanmasının onanması” işlemine devam edileceğini bildirip tekrar onay istedi. Bu kez York Minster’in kubbesi güçlü bir onaylama sedasıyla doldu. Böylece, görkemli katedralin “vitray cam tavanı” Elizabeth Lane tarafından nihayet delinmiş oluyordu. http://blog.seattlepi.com/seattlepolitics/2013/07/29/pope-francis-door-open-to-gays-closed-to-womenas-priests/

Erkeklerin kilisedeki neredeyse iki bin yılı aşkın hâkimiyetinin kırılması için daha çok beklemek gerekeceği belli olsa da “ezilenlerin Papası”nın yeni açıklaması üzerinde durmaya değer. Aslında buradaki esas soru, bir zamanlar Ana Tanrıça kültünün rahibeleri olarak kutsallığın yegâne temsilcisi olan kadınların nasıl olup da kutsalı temsil edemez hale geldiği, dahası kutsala ulaşmanın engeli sayılmaya başladığı. Bunun yanıtının genel olarak ataerkil sistemin ve tek tanrılı dinlerin kurumsallaşmasında saklı olduğunu biliyoruz.2Bu konuda bkz. Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis, 9. Baskı, 2023. Ama 1945 yılında Yukarı Mısır’daki Nag Hammadi’de bir mağarada büyük bir çömlek içinde bulunan gnostik belgeler, işte bu çok kapsamlı öykünün erken Hıristiyanlık dönemine ilişkin somut verilerine ulaşılmasını sağladı. Belgeler,3Bu çömlekten, aralarında erken dönem İncillerin (gnostik İnciller) de bulunduğu 50’den fazla metin çıktı. Bu metinlerin 1. yüzyılda ve 2. yüzyılın başlarında kaleme alındıkları ve orijinal dillerinin Yunanca olup 3. ve 4. yüzyıllarda Koptik’e çevrildikleri anlaşılıyor. Böylelikle, daha sonra Kilise hiyerarşisi tarafından “sapkınlık”la suçlanıp yok edilen yapıtlara ulaşmak mümkün oldu ve bir anlamda “sapkınlar” kendi adlarına konuşmaya başladılar. eril kilise hiyerarşisinin kurulup yerleşmesi ile Tanrı kavramının Ortodoks yorumundan dişil unsurların dışlanmasının el ele gittiğini ortaya koyuyor. Yani, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kilisenin eril iktidarının kurulmasında oynadığı rolü…

Erken Hıristiyanlıkta Tanrı’nın Dişil ve Eril Tasavvuru

Gnostikler (gnosis: bilgi, aydınlanma), tinsel öz-keşif/öz-farkındalık yoluyla ilahi aydınlanma peşindeydiler ve akıl yürütmeye ve felsefeye değil, vizyonlara ve rüyalara dayanarak içgörüyü derinleştirmeye çalışıyorlardı. Tek bir ideolojiye sahip birleşik bir grup olmasalar da ortak bir noktaları vardı: hiyerarşik kurumsallaşmaya ve dinin kendilerine “yukarıdaki” birilerince “öğretilmesi”ne karşı çıkmaları. Onlara göre “gnosis” sahibi olmak için piskoposlara ve rahiplere ihtiyaç yoktu, Kilise’nin aracılığı olmaksızın Tanrı’ya doğrudan ulaşmak mümkündü, ki bu zaten “gnosis” demekti. Ortodoks Hıristiyanlar ve Yahudiler için Tanrı “mutlak Öteki” iken gnostikler için öz-bilgi aynı zamanda Tanrı bilgisidir, yani kendilik ile tanrısal olan özdeştir. Bu hareketin, 3. yüzyıldan itibaren yerleşikleşmeye başlayan Kilise hiyerarşisini ne kadar telaşlandırmış olabileceğini tahmin edebiliriz

Nitekim Roma İmparatoru Konstantinus’un Hıristiyanlığa ayrıcalıklı statü tanımasını kendi konumlarını sağlamlaştırmak için fırsat bilen piskoposların gnostiklere saldırıları bu dönemde iyice şiddetli bir hal aldı. Milano Fermanı’yla Roma egemen sınıfları ile Kilise arasındaki ittifakı başlatan Konstantinus’un başkanlığında dinsel kanona dahil edilecek metinlerin seçildiği İznik Konsili’nde (325) onun seçimlerine muhalefet eden piskoposlar ânında sürgüne gönderildiler. Sapkın sayılan gnostik metinler ise yok edildi. Nag Hammadi’de bulunan gnostik metinlerin hiçbiri bugün Yeni Ahit’i oluşturan 27 metin arasında yer almıyor. Bastırma harekâtı, Hıristiyan İmparator Theodosius’un sapkınlığı “devlete karşı suç” ilan etmesiyle doruğuna ulaştı.4Hıristiyanların İskenderiye Kütüphanesi’ni yakmaları (391) ve Piskopos Cyril’in de desteğiyle İskenderiye’deki Yeni Platoncu okulun önde gelenlerinden matematikçi filozof Hypatia’yı istiridye kabuklarıyla parçalayarak katletmeleri de bu dönemdedir. Cyril’e göre Hypatia, “küstah bir kadın olarak” Tanrı’nın buyruğunu çiğneyip erkeklere öğretmenlik yapmaya kalkmış ve parçalanarak öldürülmeyi hak etmiştir. New Columbia Encyclopedia, Columbia University Press, 1975, s. 705, 1302.

Peki Gnostik metinleri “Ortodoks” sayılanlarından ayıran neydi? Bir ayırt edici unsur, bu metinlerin cinsel sembolizmle, özellikle de Tanrı’ya ilişkin dişil imgelerle örülü olmasıydı. Metinlerden bazıları, tek ve eril olan Tanrı yerine Tanrı’yı hem eril hem de dişil unsurlardan oluşan ikili bir varlık olarak tasavvur ediyor. Erken Hıristiyanların Tanrı’yı “üç kişi” olarak kavramsallaştırmasının (“teslis”) Yahudi monizminden keskin bir kopuş olduğu düşünülürken, gnostik Hıristiyanların bu açıdan daha da radikal davrandıkları ve dualarını ilahi Baba’ya ve Ana’ya yönelttikleri anlaşılıyor5Elaine Pagels, Gnostic Gospels, Random House, 1979, s. 49.:

“Sen Baba ve seninle Ana, iki ölümsüz isim, tanrısal varlığın ebeveynleri…”

Bazı metinlerin yazarları da Tanrı’nın insanı kendi imgesinde (Tekvin 1:26) ve “erkek ve kadın” olarak yarattığını (1:27), dolayısıyla “insan O’nun imgesinde yaratıldığına göre, O’nun da hem erkek hem de dişi, hem Baba hem de Ana olduğu” sonucuna varıyorlardı. Basitçe ifade edilecek olursa, insanlığın kadın-erkek eşit olarak yaratıldığını anlatan Tekvin 1’e gönderme yapan bu gnostik ilahiyatçılar Tanrı’yı ve onunla birlikte “insan”ı hem dişil hem eril olarak tanımlamaktadırlar. Bu tanımlamanın önemi, gnostik toplulukların sosyal ve politik yapılarına kadın-erkek eşitliği ilkesini getirmesidir.

Gnostik inciller konusunda otorite kabul edilen Elaine Pagels, Gizli Kitap’ın (Apocryphon Johannis) yazarının Ruh (baba, oğul, kutsal ruh üçlemesindeki “kutsal ruh”) terimini İbranice dişil bir kelime olan Ruah’tan türettiğini ve dolayısıyla Baba ve Oğul’un yanındaki “kişi”nin Ana olması gerektiği sonucuna vardığını belirtiyor. Metinde Ruh görünmez, bakir ve mükemmel olarak tanımlanmaktadır: “O her şeyin anası oldu, çünkü o her şeyden önce vardı, ana-babaydı.”

Bazı başka gnostik metinlerde ise Ana olarak Tanrı’nın bir diğer niteliği kendini gösterir: bilgelik. Burada da ruh için kullanılan İbranice dişil Ruah terimi gibi gene İbranice dişil Hokhma (hikmet) terimi kullanılır. (İbranice Hokhma gibi Yunanca Sophia da dişildir; her ikisi de bilgelik ya da ilahi bilgiye gönderme yapar.) Bilgeliğin çağrıştırdığı iki anlam vardır: birincisi insanlığı yaratan Ruh’un bilge kılınması, ikincisi de yaratıcı bir güç olması. Bir gnostik kaynak dişil bilgeliği, “ilk evrensel yaratıcı” olarak betimlemektedir. Bir diğeri, Baba Tanrı’nın “insanı kendi imgemizde yaratalım” derken onunla konuştuğunu yazar. Büyük Bildirim isimli bir diğer gnostik metinde ise Tekvin (yaratılış) “Yukarıda ve aşağıda olan, kendi kendisini yaratan, kendi kendisini keşfeden, kendi kendisinin anası olan, kendi kendisinin babası olan, kendi kendisinin kız kardeşi olan, kendi kendisinin eşi olan, kendi kendisinin kızı olan, kendi kendisinin oğlu olan: Baba, Ana, Birlik, her şeyin Kökü” olan bir gücün yaratısı olarak öykülenir. Bu tanımlamada, bilgeliği ve bilgiyi temsil etmenin yanı sıra döllenmesiz cücüklenme yoluyla, yani kendiliğinden her şeyi yaratan ve her şeyin anası olan Ana Tanrıça kavramsallaştırmasının izlerini görmemek mümkün değil.6Bu konuda bkz. F. Berktay, “Ana Tanrıça’dan Dölleyici Söz’ün Kudretine”, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın. Gnostik önderlerden Simon Magus’a atfedilen bir başka metinde ise bizzat cennet, hayatın başladığı yer, Ana’nın Rahmi olarak tanımlanır.7Pagels, The Gnostic Gospels, s. 52.

İdeoloji ile Sosyal ve Politik Pratik Arasındaki İlişki

Peki, Tanrı’yı tanımlarken dişil sembolizme başvuran ve insan doğasının da dişil ve eril iki eşit unsurdan oluştuğunu savunan gnostiklerin bu yaklaşımının sosyal ve politik pratik açısından sonuçları nasıldı? Bu anlayış, erkeklerin hükmettiği bir toplumda küçük kapalı gruplar halinde yaşayan gnostik topluluklar içinde kadın ve erkek arasında bir eşitliğe yol açıyor muydu?

Gnostiklerin düşmanı Ortodoks piskopos İrenaeus’un Markus önderliğindeki küçük bir gnostik grubun uygulaması hakkında anlattıklarına kulak vermek bu açıdan yeterince açıklayıcı. İrenaeus, bu grubun yönetim meselesini her toplantıda “kura çekerek” hallettiğini söylüyor. Belli bir kurayı çeken yönetici olurken başka bir kurayı çeken o günkü kutsal metinlerin “okuyucu”su, bir diğeri piskopos, diğerleri de ritüelleri yerine getiren rahipler olarak görev yapıyorlardı. Müminler, bu konumların şansa bağlı olduğunu değil, tersine kuraları yönlendiren Tanrı’nın iradesine bağlı olduğunu düşünüyorlardı. (Bu noktada, Atina’da demokrasinin altın çağında kamu görevleri için aynı usulün uygulandığını hatırlamakta fayda var. Kura usulü, doğrudan demokrasinin en belirgin göstergesi.) Söz konusu topluluk kadın-erkek farkına göre bölünmediği gibi, rahip olan ile olmayan farkı da yoktu. Gnostik için rahip ya da piskopos olmak bir “pozisyon” ya da “mevki” değil bir “işlev”di ve kadın, erkek, köle ya da köle sahibi olsun herkes uygun kurayı çekerse bu işlevleri yerine getirebilirdi.8Pagels, Gnostic Gospels, s. 41,42.

Markus’un grubu, Bilgelik olarak tasavvur ettikleri Ana’ya dua ediyor, kadınlar erkeklerle birlikte ekmek ve şarap (aşai rabbani) ayinini yönetiyor ve “kutsal ruh”un kendilerine vahyettiği gerçekleri tüm topluluğa açıklama görevini üstleniyorlardı. İrenaeus, “sözleri ve uygulamalarıyla bu öğretmenler bizim bölgemizde (Ron vadisi) bile birçok kadını baştan çıkardılar” diye yakınmaktaydı. Grubun bu kadar popüler olmasını bir türlü anlayamadığını itiraf ederken bunun tek sebebini ancak “şeytani bir çekiciliğe” sahip olan Markeus’un “özel afrodizyaklar” kullanarak “çok sayıda akılsız kadını kandırıp baştan çıkarması”nda bulabiliyordu.9A.g.y., 3. Bölüm. Markus gerçekten o kadar çekici miydi, bilinmiyor. Ama bilinen bir şey varsa o da her türlü dinsel sapkınlık suçlamasında cinsel serbestlik ithamının tarihin her döneminde başvurulan klişe bir suçlama olması.

Bir diğer “kilise babası”, Tertullianus da gnostik gruplara demediğini bırakmaz: “Ne kadar gayrı ciddi, ne kadar disiplinsiz, ne kadar dünyevi, ne kadar otorite düşmanı bunlar. Kimse kim yeni katılandır, kim rahiptir, hatta kadındır umursamıyor. Hepsi eşit katılıyor, eşit dinliyor, eşit dua ediyor… hepsi de küstah, hepsi size bilgi satıyor!”10Tertullianus, De Praescriptione Hereticorum; akt. Pagels, a.g.y.

“İsa’nın en sevdiği tilmizi” olmaktan günahkârlık sembollüğüne: Mecdelli Meryem

Gnostik metinlerin de erkek egemenliğinin yerleşik olduğu toplumlarda yazılmış oldukları ve dolayısıyla salt dişil yorumları içermedikleri kuşkusuz. Buna rağmen, metinlerin dişil imgelerle örülü ve henüz Tanrı’nın kavramsallaştırılmasından dişil unsurların dışlanmamış olduğunu ortaya koydukları, üzerinde uzlaşılan bir olgu. Resmi Ortodoks yaklaşımda, Mecdelli Meryem’in erken Hıristiyanlık’taki önemli rolünün bastırılmış, hatta tersine çevrilmiş olması da bu bağlamda açıklık kazanıyor.

Mecdelli Meryem İncili’ne göre çarmıha geriliş sonrası Meryem, tilmizlerin moralini düzeltmek için yalnız olduklarında İsa’nın kendisine özel olarak söylediklerini onlara aktarmak ister.11Bu İncil 1896’da bulunmuştu ama uzun süre gündeme getirilmedi. Nag Hammadi belgelerinin bulunuşundan sonra ise yeni bir önem kazandı. Uzmanlar bu İncili 2.yüzyıla tarihliyorlar. Bkz. Jean-Yves Leloup, The Gospel of Mary Magdalene, Inner Traditions, 2002. Bu öneri karşısında Petrus öfkeyle, “Ne yani bizim yerimize gizlice bir kadınla mı konuşmuş Efendimiz? Şimdi de onu dinleyip ondan mı öğreneceğiz? Onu bizden daha mı çok seviyordu!” diye haykırır. Petrus’un öfkesi karşısında kedere kapılan Meryem, “Bütün bunları uydurdum mu sanıyorsun? Efendimiz hakkında yalan söylediğimi mi sanıyorsun?” cevabını verir. Araya Levi girer ve “Petrus sen de hep uzlaşmaz davranıyorsun. Kadına karşı düşmanlarımızın davrandığı gibi davranıyorsun. Elbette Efendimiz ne yaptığını biliyordu ve evet onu bizden daha çok seviyordu,” der ve sonra Meryem’in bildiklerini kendilerine anlatmasını ister.12Pagels, a.g.e., s. 11-14

Petrus ve Meryem arasındaki başka bir tartışma da İmanın Bilgeliği’nde yer alır: Petrus, Meryem’in tartışmaya egemen olduğundan ve hem kendisinin hem de diğer biraderlerin önüne geçtiğinden şikâyet edip İsa’dan Meryem’i susturmasını ister ve derhal bir azar işitir. Daha sonra bu sefer Meryem İsa’ya Petrus’tan korktuğu için kendisiyle serbestçe konuşamadığını söyler ve onun “kadın ırkından nefret ettiğinden” yakınır. İsa’nın yanıtı ise açıktır: Ruhtan esin alan herkese, ister kadın ister erkek olsun, tanrı konuşma yetkisi vermiştir. Mecdelli Meryem İncili’nin Ortodoks kilise babaları üzerinde yaptığı etkiyi tahmin etmek zor olmasa gerek. Nitekim,  Başlangıçta Hıristiyanlık’ta büyük rol oynayan Mecdelli Meryem, Kilise’nin eril hiyerarşisi tarafından itibarsızlaştırıldı ve “İsa’nın en sevdiği tilmiz” olmaktan çıkarılıp günahkarlığın en tipik temsilcisine dönüştürüldü. Resmi ikonografide genelde çıplak resmedilen Mecdelli, giyinik gösterildiğinde Bakire Meryem’in mavi giysisinin aksine günahın rengi olan kırmızı giysiler içinde resmedilir.

Resmi Kilise Pavlus’un İzinde

Resmi Kilise’nin ilahiyatçıları, Aziz Pavlus’un yaptığı gibi, kendi savlarını meşrulaştırmak için esas olarak Tekvin 2’ye gönderme yaparlar. Pavlus’a göre erkeğin kadın üzerindeki otoritesi tanrısal bir buyruktur. Çünkü, Tekvin 2’deki yaratılış öyküsünde erkek önce, Havva ise sonra ve erkeğin bedeninden ve “ona uygun bir yardımcı olsun” diye yaratılmıştır. (Tekvin 2:20) Bu öykü, gerçek doğurma yetisini kadından erkeğe transfer ederek tersine çevirir. Gene Pavlus bu öyküden “Erkeğin Tanrı’nın imgesi ve izzeti”, kadının ise “erkeğin izzeti” olduğu ve ilk önce Adem’i yaratan Tanrı’nın aynı zamanda erkek egemenliği sosyal kalıbını da vazettiği sonucuna varır. Böylece, Ortodoks Hıristiyanlar erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetini sadece doğru değil, dahası tanrısal bir buyruk olarak kabul etmeye başlarlar. 200 yıllarına gelindiğinde artık bu “Ortodoks” gelenekten Tanrı’ya ilişkin tüm dişil imgeler çıkarılmış olur ve Tanrı yalnızca eril ve otoriter terimlerle, “Baba, Efendi, Kral ve Hâkim” olarak tanımlanır hale gelir. Roma Kilisesi’nin önderliğindeki Hıristiyan cemaatler çoğunluğu, Pavlus’un Timoteos’a yazdığı iddia edilen sahte mektupta yer alan görüşleri kanonik kabul ederler: “Kadınlar tam bir itaatle sessizlik içinde öğrensinler. Ben hiçbir kadının erkek üzerinde otorite kullanmasına ya da ona öğretmesine izin vermiyorum. Kadın sessiz kalmalıdır çünkü önce Âdem yaratıldı sonra Havva; üstelik Âdem kandırılmadı tersine Havva tamamen baştan çıktı ve günaha sürüklendi.”13Timoteos 2:11-14; akt. Pagels, a.g.e., s. 38

Bu yaklaşımın da tıpkı gnostik yaklaşım gibi sosyal ve politik pratik açısından tayin edici sonuçları vardır. Nitekim kısa zamanda başka teologlar bu sosyal kalıbı, Hıristiyan cemaatlerinin politik yapısına dair bir argümana dönüştürdüler. Tanrı’nın sadece erkek tarafından temsil edilebileceğinde ısrar eden Ortodoks gelenek, tahmin edileceği gibi, “Efendi, Kral, Yönetici ve Hâkim” olan Tanrı’nın otoritesine salt kendisinin sahip olduğunu iddia etti ve bunu hiyerarşik14Yunanca hieros (kutsal) ve archia’dan (yönetim/iktidar) türetilen hiyerarşi kelimesi, başlangıçta Kilise’nin erkek yöneticilerinin sıradan rahipler ve tüm Hıristiyanlar üzerindeki otoritesini ifade etmekteydi. Bkz. F. Capra, The Turning Point: Science, Society and the Rising Culture, Simon and Schuster, 1982, s.282. örgütlenmesini temellendirmek için kullandı. Hiyerarşinin tepesinde, Ortodoks kaynaklar tarafından Tanrı’nın temsilcisi olarak tanımlanan piskopos bulunur, onun altında hepsi de elbette erkek olan rahipler, sonra da diyakonlar (bu tarihte artık onlar da erkektir) gelir. Dolayısıyla, Tanrı’nın salt eril olarak tasavvur edilmesiyle erkek egemen sosyal yapı ve cemaatin hiyerarşik politik yapısı arasında açık bir örtüşme gerçekleşir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği iktidar inşasına içkindir

Gnostik belgeler Tanrı tasavvurunda dişil izlere ilişkin yorumların Ortodoks Hıristiyan öğretisinden sistematik biçimde çıkarılmış olduğunu kanıtlıyor. Bu süreç, aynı zamanda kadınlara kapalı, salt seçilmiş erkeklerden oluşan hiyerarşik bir rahipler yönetimini reddeden heterodoks grupların resmi Kilise’nin dışına atılmasının da öyküsü. Sürecin esası, Kilise yönetiminden kadınların dışlanmasını içerse de söz konusu olan sadece kadınların rahiplik hakkının ellerinden alınması değil, bu cemaatin dua edeceği ilahi gücün niteliklerinin belirlenmesi dolayımıyla kadın-erkek tüm müminler üzerinde kilise hiyerarşisinin ve eşitsizliğin kurumsallaştırılması. Bu öykü, uygarlığın gelişiminin kritik aşamalarında belirli bir iktidar biçiminin, bu örnekte Kilise babalarının iktidarının, nasıl kurulup pekiştirildiğini somut biçimde gözler önüne serer. Pavlus’un, “Tanrı’nın İsa üzerindeki otoritesi gibi, erkeğin de kadın üzerinde otoritesi vardır” sözü genişletilerek eril kilise hiyerarşisinin müminlerin tümü üzerinde böyle otoritesi olduğu sonucuna varılır. Başka bir deyişle, erkeğin kadın üzerindeki egemenliği, başka hiyerarşi biçimlerinin kurulmasına eşlik eder ve onları meşrulaştırır. Bu, toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin hem diğer iktidar biçimlerine bağlı, hem de onların inşasının içkin bir parçası olduğunun bir başka kanıtıdır.

Sonuç olarak Roma kilisesi önderliğindeki cemaatlerin büyük çoğunluğu Tanrı’nın kavramsallaştırılmasından dişil sembolizmi dışlamayı, insanlığı eril bir dille tanımlamayı ve kadınlar üzerinde erkek piskoposlardan, rahiplerden ve diyakonlardan oluşan bir eril hiyerarşiye dayalı sosyo-politik hâkimiyeti kurmayı başardı. Böylelikle Roma Kilisesi, İsa’nın içinden çıkmakla birlikte yer yer reddettiği ya da yumuşatmaya çalıştığı katı ataerkil İsrail geleneklerini devralmakla kalmayıp pekiştirmiş oldu. Bu öykü, “ezilenlerin papası” olarak tanınan Papa Francis’in toplumsal cinsiyet çalışmalarına ve kadınların rahipliğine, yani Tanrı’yı temsil etme hakkına niye o kadar düşman olduğunu yeterince açıklıyor. İster Doğu isterse Batı dünyasında olsun kadının “fıtrat”ına ilişkin tartışma hep aynı kapıya çıkıyor. Feminist gece yürüyüşlerinde atılan “kadınlar özgürleşince dünya yerinden oynar” sloganı her anlamda doğru; kadınlar özgür ve eşit olduklarında dünya daha iyi bir yer olur ama bu hiçbir muktedirin işine gelmez.

*Bu yazıda “Erken Hıristiyanlık’ta Tanrının Dişil Tasavvurları ve Hiyerarşi Karşıtlığı” makalemden (Düşünme Etiği, Metis, 2022) yararlandım . Daha geniş bilgi ve kaynakça için oraya bakılabilir.

 

Notlar

(1) 26 Ocak 2016’da York Kilisesi’ndeki piskopos atama töreninde, York Başpiskoposu John Sentamu, hâziruna Lane’in atanmasını onaylayıp onaylamadıklarını sorduğunda tekil bir erkek sesinin, Rahip Paul Williams’ın, “Hayır! İncil’e göre hayır!” diye bağırdığı duyuldu. Sentamu ise bu protestoya aldırmayarak “Kraliçe’nin talebi uyarınca Lane’in piskoposluğa atanmasının onanması” işlemine devam edileceğini bildirip tekrar onay istedi. Bu kez York Minster’in kubbesi güçlü bir onaylama sedasıyla doldu. Böylece, görkemli katedralin “vitray cam tavanı” Elizabeth Lane tarafından nihayet delinmiş oluyordu. http://blog.seattlepi.com/seattlepolitics/2013/07/29/pope-francis-door-open-to-gays-closed-to-womenas-priests/

(2) Bu konuda bkz. Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis, 9. Baskı, 2023.

(3) Bu çömlekten, aralarında erken dönem İncillerin (gnostik İnciller) de bulunduğu 50’den fazla metin çıktı. Bu metinlerin 1. yüzyılda ve 2. yüzyılın başlarında kaleme alındıkları ve orijinal dillerinin Yunanca olup 3. ve 4. yüzyıllarda Koptik’e çevrildikleri anlaşılıyor. Böylelikle, daha sonra Kilise hiyerarşisi tarafından “sapkınlık”la suçlanıp yok edilen yapıtlara ulaşmak mümkün oldu ve bir anlamda “sapkınlar” kendi adlarına konuşmaya başladılar.

(4) Hıristiyanların İskenderiye Kütüphanesi’ni yakmaları (391) ve Piskopos Cyril’in de desteğiyle İskenderiye’deki Yeni Platoncu okulun önde gelenlerinden matematikçi filozof Hypatia’yı istiridye kabuklarıyla parçalayarak katletmeleri de bu dönemdedir. Cyril’e göre Hypatia, “küstah bir kadın olarak” Tanrı’nın buyruğunu çiğneyip erkeklere öğretmenlik yapmaya kalkmış ve parçalanarak öldürülmeyi hak etmiştir. New Columbia Encyclopedia, Columbia University Press, 1975, s. 705, 1302.

(5) Elaine Pagels, Gnostic Gospels, Random House, 1979, s. 49..

(6) Bu konuda bkz. F. Berktay, “Ana Tanrıça’dan Dölleyici Söz’ün Kudretine”, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın.

(7) Pagels, The Gnostic Gospels, s. 52.

(8) Pagels, Gnostic Gospels, s. 41,42.

(9) A.g.y., 3. Bölüm.

(10) Tertullianus, De Praescriptione Hereticorum; akt. Pagels, a.g.y.

(11) Bu İncil 1896’da bulunmuştu ama uzun süre gündeme getirilmedi. Nag Hammadi belgelerinin bulunuşundan sonra ise yeni bir önem kazandı. Uzmanlar bu İncili 2.yüzyıla tarihliyorlar. Bkz. Jean-Yves Leloup, The Gospel of Mary Magdalene, Inner Traditions, 2002.

(12) Pagels, a.g.e., s. 11-14.

(13) Timoteos 2:11-14; akt. Pagels, a.g.e., s. 38.

(14) Yunanca hieros (kutsal) ve archia’dan (yönetim/iktidar) türetilen hiyerarşi kelimesi, başlangıçta Kilise’nin erkek yöneticilerinin sıradan rahipler ve tüm Hıristiyanlar üzerindeki otoritesini ifade etmekteydi. Bkz. F. Capra, The Turning Point: Science, Society and the Rising Culture, Simon and Schuster, 1982, s.282.