Demo v1.0

21 Aralık 2024, Cumartesi

Beta v1.0

Bilinçdışının Kahkahası: Joker ve Lacan

Kahkaha, gülmeye bir yanıt ve dolayısıyla bir iletişim biçimi olabilir: Ben sana gülerim, sen de bana gülersin, tıpkı karşılıklı aşkta olduğu gibi.
Çeviren:
Mehmet Çetin
Kaynak:
The Lacanian Review

Başlıklar

Freud şakaları ve şakaların bilinçdışıyla olan ilişkisini kahkaha fenomeninden ayırma konusunda titizdi.1S. Freud, Jokes and Their Relation to The Unconscious, SE Cilt 5, çev. J. Strachey, s. 147-149. Dugat, Spencer ve Lipps okumalarını takiben Freud, kahkahayı libidinal boşalmanın ve bazı durumlarda kısıtlamadan kurtulmanın (bain) varyantları olarak tanımlamıştı. Ayrıca kahkaha konusunda, Dugat’ın détente adını verdiği bir tür rahatlama veya gerginliğin azaltılması biçimi olarak öne çıkan görüş de söz konusudur. Görülebileceği gibi her bir tanımlama, şu ya da bu şekilde, beden ile dil arasındaki en mahrem bağlantı noktasını gösteren bir eğilim olarak haz ilkesine işaret etmektedir.

Lacan için de kahkaha dolambaçsız bir mesele değildi.2Lacan, Formations of the Unconscious, Seminer V, Ed. J.- A. Miller, çev. R. Grigg, Polity, 2017, s. 117. Freud’a geri dönüşünde, bir yanda nükte ve komiğin niteliği ile öte yanda patlama ve boşalma olarak kahkahayla bağlantılı jouissance fenomeni arasında bir ayrım yaparak işe başlamıştı. Lacan kahkaha teorisini şekillendirmeye başlamadan önce bize kahkaha kiplerinin bir listesini sunmuştu. Kahkaha, gülmeye bir yanıt ve dolayısıyla bir iletişim biçimi olabilir: Ben sana gülerim, sen de bana gülersin, tıpkı karşılıklı aşkta olduğu gibi. Karşılık verilmemesi gereken, atmaya cesaret edilemeyen bir kahkaha vardır, sessizliği yayan bir kahkaha. Dikkatleri üzerine çekmek isteyen çocukların kahkahası vardır ve ani bir kayba, bir yas durumuna tepki olarak atılan kahkaha vardır. Lacan’a göre kahkaha hem libidonun aşırılığına hem de, beklenmedik düşüşüne, bir eksikliğe ve bir fazlalığa da karşılık verebilir; böylece bu durumların her birinde bedenimiz belli bir imgenin ötesine geçer ama o imgeyle de ilişkisiz değildir.

Bu anlamda Lacan kahkaha ile çocukların, bilhassa sirke gitmiş çocukların izlediği maske arasında titizlikle detaylandırdığı bir bağlantı kurar. Ama aynı zamanda Bergson’a sert bir darbe indirir; o Bergson ki bir şey haricinde kahkahaya ilişkin söylenebilecek her şeyi söylemiştir: Kahkaha, imgesel kayda bağlı bir maskeye ya da taklitçi dublaja (imitative doubling) temas ediyordur. Çocuklarda kahkahaya neden olan şey, maskenin çıkarıldığı andır. Kahkahalarına son veren şey ise maskenin altında yer alan diğer maskenin göründüğü andır. Başka şekilde ifade etmek gerekirse, bizi maskenin çıkarılamama ihtimalinden daha fazla dehşete düşürecek bir şey yoktur. İşte Joker filmine hükmeden gerçeklik budur. Korku türünün ustası King, tam da analitik deneyimin kalbinde ortaya çıkan kâbuslar özelinde keşfettiğimiz varlıkların en korkutucu olanının palyaço tipi olduğunun gayet farkındadır. Tıpkı Rilke’nin, meleğin, varlığın dehşetini örten bir güzellik olduğunun farkında olması gibi.

Arthur Fleck sıradan bir palyaço değildir. Yüzünü boyayarak, komik kıyafetler giyerek ve insanları güldürmeye çalışarak geçimini sağlamaktadır. Bu konuda pek başarılı değildir ve bir süre sonra da işsiz kalmıştır. Joker’in gözler önüne serdiği şey, palyaçonun dehşet verici muğlaklığıdır: maske ile altındaki çehre arasındaki mutlak özdeşliktir. Maske Arthur’u kendi çehresinden ayırmıyordur; aksine bizlere bu ikisinin bir ve aynı şey olduğunu aralıksız biçimde hatırlatıyordur. Arthur’un kendi kahkahasını, gülmeden duramayan bir adamın gerçek bedenine tanıklık eden ve yüzden çıkarılması olanaksız bir maske olarak yorumlamayacaksak nasıl yorumlayacağız? Herhangi bir duruma gülerek tepki vermenin veya gülmeden geçmenin birtakım yorumlama işaretleri taşıdığına dair bir hipotez önerisinde bulunalım. Kahkaha, Lacancı bir perspektiften son kertede ele alındığında, bedensel bir olaydır. Lacancı terimlerle ifade edecek olursak, beden ile dilin ve dolayısıyla lalangue’ın3“Lalangue”: Fransızcada “dil” anlamına gelen “langue” kelimesi ile bu kelimenin tanımlığı olan “la” kelimesinin Lacan tarafından Saussure’ün yapısalcı dilbilimine gönderme olarak kısaltılmış hâli (Çev.). temel kesişim noktasında ortaya çıkan bir hoşnutsuzluğun yankılandığı anda, tekrar tekrar ortaya çıkan tekil bir patlama ya da “gerilimin azalması”dır. Kahkaha sadece bu hoşnutsuzluğu yankılanmakla kalmıyor, aynı zamanda onu yorumluyordur da. Kendisi bir yorumlama olduğu için de belli bir yorum gerektirir ki Miller’ın metninden aşina olduğumuz bir mantıktır bu.

Arthur Fleck, tam da o en sevdiği komedi programında kahkahalara boğulduğu esnada, ona bakıp kendisini güldüren şeyin ne olduğunu soran sunucuya hazırlıksız yakalanır. Yerinden kalkar, biraz bocalar ve eli ayağı tutmayan annesine iyi bakan iyi bir evlat olduğunu dile getirir. Kahkahası ortamda sessizliğe yol açar ve bunun sonucunda bir sonraki programa davet edilir. Şans bu ya, Fleck daveti kabul eder ve Komedi Kralı olarak hatırladığımız, müthiş şakalarıyla seyirciyi kırıp geçiren De Niro’nun canlandırdığı sunucu kendisine Joker diye seslenip seslenemeyeceğini sorar. Neden olmasın? Altı üstü bir isimdir bu, sanatçılar arasında kullanacağı bir sahne ismi. Komedyen sunucuyla özdeşleştiği gibi, gerçek özdeşleşmelerden oluşan bir dünyada dört gözle bekleyeceği escabeau4. K. Beau (escabeau): Lacan’ın 1975 yılında James Joyce estetiğini nitelemek için yarattığı kavram (Çev.). anını, yükseliş ve gelecek anını kendisine bahşedecek isimdir bu. Taklide dayalı bu yatırım, Lacan’ın öldürme eyleminin nasıl da kamusal olanla, sanatsal şöhret ve cazibe figürleriyle özdeşleşme durumlarıyla iç içe geçebileceğini göstermek üzere doktora tezinde çalıştığı Aimée vakasını hatırlatır bize. Fleck için bu, Joker’in ilk zafer anı, escabeau’ya ulaştığı andır. Yalnızca seyircinin önünde rahatça oturduğunda yakınlarda işlemiş olduğu cinayetleri itiraf etme kolaylığını hissetmektedir. “Peki, bunu komik mi buluyorsun?” Kendisinden şaka yapması istendiğinde, Joker izlediği stand-up komedi gösterileri sırasında şakaları karalayıverdiği defterini çıkarır. Bu şakaları yapmaz, onları okur, bu da edebiyatla ve yazının kapsamıyla kurulan bir bağlantı olarak kabul edilmelidir.

Charlie Chaplin tökezleyerek, kayıp düşerek, yıkılarak bizleri güldürdüğü zaman, gülmemizin nedeni, ortalıkta beklenmedik ve öngörülemez bir biçimde dolaşan imgenin yıkılmasıyla birlikte, bu eylemlerde hem kendimizin hem de bedenlerimizin kusurlu bir versiyonunu bulmamızdır. Her ne kadar Modern Zamanlar’daki Chaplin kadar eğlenceli olacağının bir garantisi olmasa da, düşüp kalkmanın bol olduğu abartılı komediler (slapstick),  günümüzdeki siyasetçilerin söylemini gayet güzel yansıtacaktır. Lacan komik eylemleri imgeselin düzlemine yerleştirir çünkü acı verici bile olsa muz kabuğuna basıp yere düşen şey imgenin ta kendisidir. Gerçek (real) kahkaha atmamıza engel değildir zira aralıksız biçimde simgeselleştirilmeye devam ediyordur. Kahkahalara boğuluşu zerre kadar komik olmayan Joker’in durumunda olan biten de bu mudur? Aslına bakılırsa gülmeyi konu edinip de komik olmayan tek film belki de Joker’dir.

Demek ki Joker filminde bilinçdışı, gösterenin iniş çıkışları uyarınca değil, bir patlama olarak, haz ilkesini takip eden bir dizi bedensel titreşim olarak kahkaha atıyordur. Bu tekil spazmlar, komedinin kral olduğu anlamlandırıcı çemberi, bu şekilde ifade etmeme müsaade ederseniz, dışarıda bırakır. Bu nedenle kahkaha yani bedensel gerginliğin dışavurumu olarak kahkaha fenomeni, gerçek bilinçdışına aittir. Fakat bu durum, ister yüksek sesle isterse kısık sesle olsun, kahkaha patlamasının bir yorumlama niyeti doğurmasına engel değildir çünkü sosyal tepkiler, anlamın dışsal düzeyindeki temel belirsizliğin bir tanığı ve insanların Joker’in kahkahasını sorgulamasına yol açan şeydir: “Bu kadar komik olan ne?” Yoruma psikanalitik bir değer kazandıran şey, kahkahanın belirsiz bir şeye, dile getirilmesi komik bir Das Ding’e (Şey) karşı bir tepki olduğu yönündeki varsayımdır. Freud’un şakaları konu edinen kitabında vurguladığı gibi, bahsi geçen bağlantı öncelikli olarak Jacques-Alain Miller’ın aktarım (transferential) adını verdiği bilinçdışıyla ilgilidir. Analistin gülümsemesi, hastanın mutsuzluğunun ve onun varoluşunda neyin gülünç olduğunun cevabının bilindiği varsayımına yol açabilir mi? En azından, psikanalistin “anlamsız gülümsemesinden” rahatsızlık duyduğunu çünkü “kendisine etki eden jouissance’ta” komik bir şey olmadığını düşünmüş olan Alejandro Reinoso’nun deneyimi bu şekildeydi. Bu deneyim, ağzından çıkan ifadelerin bedenini titretircesine kahkahalar atmasına sebebiyet verdiği ana kadar devam etmişti.5A. Reinoso, A Poetic awakening to laughter, çev. C. Vingoli, bağlantı adresi: https://congresoamp2020.com/en/eltema/papers/01_papers_trad.pdf?utm_source=Campa%c3%b1as+Doppler&utm_medium=email&utm_campaign=FINAL_AMPUQBAR+REBUS+PAPERS%2bUno_ES

Böyle bir varsayım, güldüğü varsayılan böyle bir özne, özneyi konuşması sırasında uykuda tutar ve yalnızca titreşim hâlindeki bedenin maddi etkinliğini gizlemeye hizmet eder. Miller’ın Lacan’ın geç dönem öğretimine dönük okumasını takip edecek olursak, Joker filmi burada ele aldığımız bilinçdışının gerçek bilinçdışı olduğuna dair sayısız ipucu sunar bize. Joker’in kahkahası çıplak bedenin bir dışavurumudur, bu dışavurumun devamında kamera açısının Joker’in annesine atfedilen işkence ve istismar kaynaklı travmaya tanıklık eden çarpık, bükülmüş, karışık boyuta yöneldiğini görürüz. Yukarıda da işaret etmiştim: Lacan’ın sonraları V. Seminer’de dikkatimizi çekeceği şey şudur: Kahkaha, tahmin edilenin de ötesine geçen bir tehdide maruz kaldığında gülerek tepki veren olası bir kurbanın ıstırap dolu dehşetini yansıtır. Lacan’ın burada sözünü ettiği şey umutsuzluk anıdır.6Lacan, age. s. 119. Fakat geç dönem öğretiminde Lacan için umutsuzluk, konuşan bedenin bir çapraşıklığı, travmatik yara izini yineleyen bedensel bir olay olarak ortaya konur. Bundan böyle komik olayı yaratan imgenin “kendi başına dolanmasına” müsaade eden “imgenin sınırlılıklarını” dışavuruyor değilizdir. Ötekiyle hiçbir ilişkisi olmayan jouissance’ın nabız atışı nedeniyle başıboş dolaşan bedenin boyutundayız.

Kahkaha bir yorumlama aracı olarak kullanılagelmiştir ve bunun bilinçdışı bir oluşum olduğundan bu kadar nadiren söz etmemiş olmamız da şaşırtıcıdır. Gerçek bilinçdışının kendisini aldatmasına izin veren analist, yorumun bu şekilde meydana gelmesini olanaklı kılmış oluyor. Filmde, o en Fleckesk hâliyle, en muğlak boyutuyla ve karanlık, ürkütücü, ahenksiz ve dolambaçlı müzik eşliğinde sergilenen kahkaha, aslında hiçbir şey söylemiyordur. Kahkahanın işlevi boşluk açmak, anlamsız olanın yankılanmasını sağlamak, bizzat kendisi de bir boşluk olduğu için boşluğa yer bırakmaktır. Bu haliyle kahkaha ve türevleri anlamlı olmayan (asemantic) yorum alanına aittir. Burada anlamı kaydırıp yerinden eden kahkaha, üstü kapalı ifadeden farklı bir yolla belirsizliği desteklemektedir. Joker’in kahkahası ironinin en nihai, en ekonomik biçimi midir? Yoksa her şeyden önce, sinik kişinin kalbinde yatan jouissance’ın her yerde hazır ve nazır olmasına teslimiyet gösterme ve boyun eğme biçimini ortaya koydukları için, Freud’un karşı cins ve evlilik ile ilgili şakalara benzettiği bir sinizm biçimi midir? Joker açısından bu her yerde hazır ve nazır olma hâli, kendi psikiyatristinin “tıbbi bir hastalık” dediği şeyin, kahkahanın her yerde hazır ve nazır olmasının bir biçimidir. Joker’in etrafta dolaştırdığı, yorumda bulunmayı reddedenlere rahatsız vermekten kendisini kurtaran basılı bir “geçiş kartıdır”. Hiçbir şeyi maskelemeyen, yüzden çıkarılması ve bedenin dışında konumlandırılması imkânsız maskenin, Fleck’in sinthome’u7Sinthome: Lacan’ın kullandığı özel bir terim. Semptom kelimesinin eski yazılışıdır. Lacan bu terimi özellikle yazmanın James Joyce açısından işlevini anlatmak için kullanmıştır (Çev.). olduğunu söyleyebiliriz. Harfin anlamlandırıcı mantığıyla uyum içinde, bu maske, Joker’in harften gösterene kadar yüksek sesli yorumlama edimleriyle meşgul olması için, şakaları yazdığı kitabını yanında taşımasına olanak tanır. Nihayetinde her bir isyancının dudaklarının arasında Joker ismi vardır ve isyankârlar ona kendi liderleri olarak hayat verirler.

Gerçekten Lacancı anlamıyla yorumlamaya yol açan bedensel bir olay anına tanıklık ediyoruz. Lacancı klinikte kahkahaya, “anlamsız gülümsemeye”, sırıtmaya, kıkırdamaya ziyadesiyle yer ayrılır. Kahkaha bir edim meselesidir ama sınırsız kahkahanın en uç örneğinin sinema alanına ait olduğunu dile getirmemiz gerekir. Konuşmada kahkahanın tutunamayan, ilişkisiz, bölünemez ve paylaşılamaz jouissance olarak yankılanan bir jouissance vardır. Bedendeki boşluk olarak ağız –ki bu ağız olmaksızın kahkaha da konuşma da söz konusu olamaz– haz ilkesinin taşıyıcılığını ve yürütücülüğünü yaptığı kökensel süreç tarafından canlandırıldığı takdirde, Bir (One) lalangue’daki harfe bulaşmıştır. Analizin sonunda, Lacan’ın öğretiminde sırasıyla iki anı, yani semptomu ve sinthome’u tanımlayan jouissance kaydının sızdırarak akmasına ve boş boş dolanmasına yönelik bir simgesel çözüm görülmez. Her iki durumda da ağız boşluğu sızdırmayı, akmayı, aşındırmayı ve kaydetmeyi kesmez, ki bu da analizin ilerlediği yöndür ve bir noktada ağız gülmeyi bırakmayan bir şey olarak müdahalede bulunur. Nihayetinde diyebiliriz ki bilinçdışı kahkaha bir kipliktir, herhangi bir anlama gelmeyen ve bizi gerçekliğin istikametine sokmayan gerçek bilinçdışının gevşemesidir. Ötekiyle bağlarını koparmış hâlde varlığını sürdüren söz konusu bedensel olayı titreştiren travmatik yara izine temas eden şey, kahkahanın tonudur. Bu ilişkisizliği bir zamanlar sadist ile mazoşist arasında geçen başarısız bir diyalog olarak düşünebilirim: “Acıt canımı, dedi mazoşist. –Sadist ise şöyle yanıtladı: Acıtmayacağım.”

Notlar

(1) S. Freud, Jokes and Their Relation to The Unconscious, SE Cilt 5, çev. J. Strachey, s. 147-149.

(2) Lacan, Formations of the Unconscious, Seminer V, Ed. J.- A. Miller, çev. R. Grigg, Polity, 2017, s. 117.

(3) “Lalangue”: Fransızcada “dil” anlamına gelen “langue” kelimesi ile bu kelimenin tanımlığı olan “la” kelimesinin Lacan tarafından Saussure’ün yapısalcı dilbilimine gönderme olarak kısaltılmış hâli (Çev.).

(4) S. K. Beau (escabeau): Lacan’ın 1975 yılında James Joyce estetiğini nitelemek için yarattığı kavram (Çev.).

(5) A. Reinoso, A Poetic awakening to laughter, çev. C. Vingoli, bağlantı adresi: https://congresoamp2020.com/en/eltema/papers/01_papers_trad.pdf?utm_source=Campa%c3%b1as+Doppler&utm_medium=email&utm_campaign=FINAL_AMPUQBAR+REBUS+PAPERS%2bUno_ES

(6) Lacan, agy. s. 119.

(7) Sinthome: Lacan’ın kullandığı özel bir terim. Semptom kelimesinin eski yazılışıdır. Lacan bu terimi özellikle yazmanın James Joyce açısından işlevini anlatmak için kullanmıştır (Çev.).

 

Orijinal Başlık: The Laughing Unconscious (You are joking…)
Yazar: Bogdan Wolf
Türkçeye Çeviren: Mehmet Çetin
Editör: Kadir Gülen