Demo v1.0

6 Ekim 2024, Pazar

Beta v1.0

Zombi Marx: Marksist İktisatçıların Kibri

Marx'ın hayal bile edemeyeceği yeni sorunlarla uğraşmaktan başka çaremiz yok; ve burada referans noktası Keynes ve post-Keynesyenler olmalıdır.
Çeviren:
Uğur Şen
Kaynak:
Jacobin

2009 yılında UC Berkeley Ekonomi Profesörü ve Clinton’ın eski danışmanı Brad DeLong blogunda David Harvey’i hedef aldı.1https://delong.typepad.com/sdj/2009/02/department-of-huh-in-praise-of-neoclassical-economics-department.html “Pardon ne Bölümü?’” başlığını taşıyan ve “Neoklasik iktisat neden kesinlikle harika bir şey?” diye başlayan yazıda, Harvey’in bir makalesinden aralıksız on bir paragraf alıntılanmış ve devamında DeLong bu makaleyi alaya almıştır.

DeLong’a göre makale içi boş bir laf salatası. Makale, iktisadi bir argüman ortaya koymadan iktisadi kavramları bir araya getiriyor. DeLong buna “hiç de iyi hissettirmemesi” dışında “entelektüel mastürbasyon” demektedir. Sadece on birinci paragrafta “bir argüman kırıntısına dair bir ima” buluyor. Burada Harvey, ABD’nin teşvik paketinin başarısız olmaya mahkum olduğunu, çünkü bütçe açığının yabancı güçler tarafından finanse edilmesi gerektiğini ve Çin Merkez Bankası gibilerine satabileceği miktarda Hazine tahvilinin yeterince büyük bir teşviki finanse edemeyeceğini savunuyor. DeLong, bu sorunun tahvil piyasası ve faiz oranları teorisi gerektiren bir soru olduğunu ve Harvey’in bu teoriyi ortaya koymadığını belirtiyor:

Dolayısıyla soru, hükümetin cari açık harcamalarının finanse edilip edilemeyeceği değil… Soru, finansal piyasaların bu cari açık harcamalarını ne kadarlık bir faiz oranıyla finanse edeceğidir.

Neoklasik iktisatçıların küstahlığına” biraz öfkelenen Harvey’nin cevabı gecikmedi:2https://davidharvey.org/2009/02/exhibit-a-the-arrogance-of-the-neoclassical-economists/

Son otuz yıldır, neoklasik ve her geçen gün artan bir şekilde neoliberal teorinin hakim olduğu bir meslekte, en azından bir parça tevazu olabileceğini düşünürdüm. Toplu olarak bize mevcut karmaşadan nasıl kaçınacağımız konusunda hiçbir yol göstermediler ve şimdi bir krizle karşı karşıya kaldıklarında, Marx’ın uzun zaman önce ileri görüşlü bir şekilde belirttiği gibi, ekonomi sadece ders kitaplarına göre işleseydi işlerin böyle olmayacağını söylemekten başka bir şey yapmıyorlar. Belki de ders kitaplarını değiştirmenin ya da en azından gözden geçirmenin zamanı gelmiştir.

Devamında Sraffa’yı ve 1960’ların “Cambridge sermaye tartışmalarını” hatırlatarak, “neoklasik teorinin tamamının bir totolojiye dayandığını” ileri sürmektedir. DeLong’un argümanı “uzun vadeli hazine tahvillerinin mevcut düşük ve görünüşte istikrarlı getiri oranı hakkında biraz yüzeysel bir ampirizm” idi. “Neden neoklasik iktisatla meşgul olalım ki?” diye soruyor.

Pek çok kişi Harvey’le birlikte gülmeye ve alay etmeye başlamıştır bile. Ve belki de DeLong’un hak ettiği cevap bu. Yine de tartışma konusu olan meselede haklıydı; mesele faiz oranları meselesidir, ne kadar tahvil satılacağı meselesi değil. Harvey argümanını netleştirmeye başladığında, bunu yalnızca kendi yüzeysel ampirizmiyle yapmıştır. Doğu Asya merkez bankalarının ABD Hazine tahvillerini toplamayı bırakabileceği ve böylece “uzun vadeli hazine faiz oranlarının seyrinin sadece birkaç yıl (hatta belki aylar) içinde konut piyasası verilerinin yolundan gidebileceği” argümanını ortaya atan tek kişinin kendisi olmadığını belirtti. Bu, ana akım iş dünyası yazınında okuyabileceğiniz bir argümandı; bunda özellikle Marksist bir şey yoktu. Şimdi aradan birkaç yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen DeLong hala haklı görünüyor: Temmuz 2011’de yazdığım gibi, uzun vadeli Hazine tahvillerinin getirileri, işlemin gerçekleştiği Şubat 2009’dakilerle hemen hemen aynı.3https://home.treasury.gov/policy-issues/financing-the-government/interest-rate-statistics?data=yield Teşvikin sınırları finansal değil siyasi olarak belirlenmiştir.

Pek çok Marksist, ana akım iktisadı, Kapital‘in kendilerine sağladığını düşündükleri şeylerin yozlaşmış bir ayna görüntüsü olarak görür: temel ilkelerden yola çıkarak oluşturulmuş sistematik bir kapitalizm modeli. Temel fark, ana akım iktisadın ideolojik ve savunmacı olması, kapitalizmin gerçek doğasını anlamak için son derece yetersiz olmasıdır. Dolayısıyla Harvey’in ana akım iktisada yöneltebileceği en büyük suçlama “totolojiye dayalı” olduğudur: 1960’larda mantıksal bir kusur keşfedilmiştir ve bu onun mezarına son çiviyi çıkmıştır: o zamandan beri her şey “yüzeysel ampirizm”dir.

Aksiyomlardan bir sistem inşa etmekte ısrar eden, diğer şeylerin yanı sıra, biçimsel olarak modellenmiş rasyonel bireysel eylemin oluşturduğu “mikro temellere” dayandırılmadıkça hiçbir makroekonominin değerli olmadığına inanan neoklasik iktisatçılar gerçekten de vardır. Ancak bu, örneğin ABD federal hükümetinin bütçe açığı ile uzun vadeli faiz oranları arasındaki ilişkinin analizinde yer alan pragmatik ekonomi ile çok az ilgisi olan ve azınlığa ait akademik bir uğraştır. Neoklasik iktisadın tutarsızlığına veya gerçekçi olmayan varsayımlarına yönelik eleştiriler kolaylıkla savuşturulabilir; çoğu iktisatçı bunların sadece sezgisel olduğunu rahatlıkla kabul eder ve pragmatik “yüzeysel ampiristler” olarak görülmekten oldukça mutlu olurlar. Ders kitaplarının önsözleri4https://books.google.com.au/books?id=Y4SFHbswgJYC&printsec=frontcover&dq=economics+of+financial+markets+bailey&hl=en&ei=wh0NTvWvPOP6mAXxueWlDg&sa=X&oi=book_result&ct=result&resnum=1&ved=0CCsQ6AEwAA#v=onepage&q&f=false ve bölümlerin web siteleri5https://www.csustan.edu/economics Keynes’in şu sözlerine yer verir:

Ekonomi Teorisi, politikalara doğrudan uygulanabilecek sabit bir sonuçlar bütünü sunmaz. Bir doktrinden ziyade bir yöntem, zihnin bir aygıtı, sahibinin doğru sonuçlar çıkarmasına yardımcı olan bir düşünme tekniğidir.

Kendilerini Marksist olarak adlandıran ya da Marx’tan önemli ölçüde etkilendiklerini ifade eden iktidatçılar da kuşaklar boyunca benzer bir yaklaşım benimsemişlerdir. Diğer iktisadi düşünce akımlarıyla ilişki kurmuş ve onları kendi dünya görüşlerine eklemlemişler, Marx’ın argümanının yanlış ya da yararsız olduğuna inandıkları kısımlarını kendi analizlerinden çıkarma konusunda çok az tereddüt etmişler ve yazılarını kutsal ayetler yoluyla otoriteye başvurarak süsleme ihtiyacı hissetmemişlerdir.

Ancak her kuşakta, “ortodoks” Marksçı iktisadı ayrı ve üstün bir paradigma olarak savunan kişiler de çıkmıştır ve bu paradigma ancak başka yerlerden fikirler alınarak yozlaştırılabilir. Örneğin polemiksever Andrew Kliman, Reclaiming Marx’s Capital kitabına “İktisatçılar Marx’ ı çeşitli yollarla değiştirmişlerdir; asıl mesele onu doğru yorumlamaktır” cümlesiyle başlar. Bu doğrultuda, hiç çekinmeden hermeneutik yöntem üzerine bir bölüm harcar ve kitap, Cilt I’deki değerleri Cilt III’deki üretim fiyatlarına dönüştürme yönteminin kendi içindeki mantıksal tutarlılığını kanıtlamaya adanmıştır. Bu, en azından, Frankenstein Marx olarak adlandırabileceğimiz, bağlamından koparılmış ünlü alıntıları bir araya getirerek otoriteye dayanarak bir argüman oluşturmaktan daha sofistike bir yöntemdir. Frankenstein Marksizmini eleştirmek, annelik ve elmalı turta için mücadele yürütmek gibidir; kimse size karşı çıkmayacaktır.

Benim Zombi Marx olarak adlandırdığım şey farklıdır; hâlâ bir şekilde organik olarak bütünlüğünü koruyan bir cesedin yeniden canlandırılması. Marksist iktisadın tutarlı bir düşünce bütünü olarak yeniden inşasıdır bu, bir alıntılar derlemesi değil. Benim derdim bu çalışmanın dogmatik olması değil. Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı‘nda öne sürdüğü gibi, biraz dogmatizm çoğu bilim için önemlidir, bir araştırmacı topluluğunun bütünselliğini korur ve araştırma gündemlerini belirler. Ana akım akademik iktisat, teorik çekirdeği olan metodolojik bireycilik ve genel denge aygıtı konusunda oldukça dogmatiktir. Yalnızca Marksistleri suçlamak haksızlık olur. Aslında sorun skolastisizmdir; her şeyi 140 yıllık bir metinde temellendirme ihtiyacı. Kliman gibilerin Kapital‘deki her şeyin kayıtsız şartsız kabul edilmesini talep ettikleri için dogmatik olduklarını söylemek yanlış olur; “Marx’ı doğru yorumlamanın” entelektüel açıdan zahmetli bir iş olduğu açıktır. Kliman’a göre Marx’ın haklılığı peşinen kabul edilemez; hem karşıt yorumlamalara hem de bir önceki kuşağın yapmayı gerekli gördüğü revizyonlara karşı her kuşakta yeniden kanıtlanmalıdır.

Marx’ı yeniden canlandırmak zaman zaman çok verimli olabilir ve David Harvey’den daha iyi kim bunu gösterebilir? Sermayenin Sınırları, Kapital‘den ve çevresindeki ikincil literatürden başka hiçbir şeye dayanmayan bir sosyal teori başyapıtıdır. Bu çığır açan çalışma, esas olarak Marx’ın çalışmasını yeniden düzenlemesi bakımından orijinaldir, ancak Harvey kapitalizmin coğrafyasına ilişkin analizinde hâlâ Kapital‘den katkı alabileceğimizi kanıtlamıştır. Ancak Sermayenin Sınırları, Marksçı entelektüel özgüvenin en yüksek olduğu dönemde, radikal ekonomi politiğin çiçek açtığı bir dönemde yazılmış bir kitaptır. İlk bölümünde “değer teorisinin muhaliflerinin, emek değer teorisinin geleneksel yorumlarına karşı oldukça başarılı bir kampanya yürüttüklerini” açıkça itiraf edebiliyordu ve kitabın geri kalanı bu kampanyanın ne kadar az önemli olduğunun bir kanıtı niteliğindeydi.

Otuz yıl sonra, bu entelektüel özgüven azalmıştır. Köktenci “metinlere geri dönüş” hareketi, Marksçı iktisadın tarihinde sık görülen bir döngüdeki düşüş evresini temsil ediyor. Bence bu, içeriğe dair bir meseleden ziyade, yeniden üretiminin sosyal koşullarıyla ilgili bir döngüdür. Modern neoklasik iktisat, oturmuş, saygın bir akademik disiplinde ezici bir çoğunlukla baskın olan paradigmadır. Öğrenciler, bir fizik öğrencisinde olduğu gibi, ders kitapları aracılığıyla, her bölümün sonunda alıştırmalarla, her bölümün bir öncekinin üzerine inşa edilmesiyle ve her yılın ders kitaplarının bir önceki yıl öğrenilenlere eklemeler ve geliştirmeler yapmasıyla bir düşünce sistemiyle tanışırlar. Kabul edilen bilgeliğin tarihi, sadece çeşitli kavramlara verilen isimlerde iz bırakır: “Pareto optimumu,” “Slutsky denklemi,” “Okun yasası.” Buna karşılık, Marksist iktisat esas olarak siyasi bir geleneğe -çok parçalı bir siyasi geleneğe- bağlı olma temelinde birleşmiştir. Akademik olarak marjinaldir, kurumsal desteği zayıftır; teorisyenleri en iyi ihtimalle, benzer düşünen düşünürlerden oluşan bir çevrede, izole akademik varoluşlarını sürdürme eğilimindedir. Öte yandan, Marksist iktisadın tarihi, zaman zaman ekoller halinde bir araya gelen, şu veya bu yönde gelişen, ancak ardından gelen kişiler tarafından göz ardı edilen veya reddedilen bir dizi yazarı göstermektedir. Gelenek, tek ortak paydası olan kurucu metne geri dönüp dururken, analizi ileriye götüren verimli tartışmaların azalması ve unutulması yönünde bir eğilim baş gösterir. Bir metnin yorumlanması, dünyanın yorumlanmasının yerini almıştır.

1860’lara Dönüş

Ancak Kapital‘i modern ekonomiye eksiksiz bir alternatif olarak ele almakta bir sorun var; Marx’ın eleştirisinde muhatap olduğu egemen ekonomi politik çok farklı bir mahluktu. Kapital başından sonuna kadar 1860’lara ait bir eseridir. Eleştiri ne kadar öze ilişkin olursa olsun, hem biçim hem de içerik eleştiri nesnesi tarafından şekillendirilir. Kapital‘de hem Marx’ın yanıtlanması gerektiğine inandığı sorularda hem de bunları yanıtlarken kullandığı yaklaşımda klasik ekonomi politiğin izleri vardır. 140 yılı aşkın bir süre sonra, Kapital‘i içinde bulunduğu entelektüel bağlam hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadan okuduğumuzda, Kapital’in tam olarak ne gibi yenilikler barındırdığını hatalı teşhis etmek işten bile değildir. Modern iktisada karşı Kapital‘in köktenci bir okumasına sarılmak, genellikle geçmiş ya da bugünkü iktisadın bilhassa radikal bir eleştirisinden ziyade, Viktoryen dönem ortası ekonomi politiğinin kaygılarını ve çerçevesini anakronik bir şekilde savunmayı içerir.

Buna bir örnek Marx’ın “arz-talep” analizine getirdiği eleştiridir. Marx’ın yazılarında, arz ve talepteki dengesizliklerin piyasa fiyatının üretim fiyatları etrafında dalgalanmasını açıklayabileceği, ancak arz ve talebin denge bulduğu noktayı açıklayamayacağı gerekçesiyle bu tür değer teorilerini reddettiği pasajlar bulmak kolaydır. Örneğin:

Eğer iki güç birbirine zıt yönde hareket ediyor ve birbirini dengeliyorsa, bunların hiçbir dışsal etkisi yoktur ve bu koşullar altında meydana gelen olgular bu iki gücün faaliyetinden ayrı olarak açıklanmalıdır. Eğer talep ve arz birbirini etkisiz hale getiriyorsa, hiçbir şeyi izah edemezler, piyasa değeri üzerinde hiçbir etkileri yoktur ve bu piyasa değerinin neden başka hiçbir miktarda değil de tam tamına şu kadar parayla ifade edildiği konusunda bizi tamamen karanlıkta bırakırlar. [Kapital, cilt III: 1981 Penguin baskısı s. 291]

Bu çok açık ve net görünmektedir ve birçok yerde Marx’ın neoklasik değer teorilerine karşı kullandığı nakavt argümanı olarak alıntılanmaktadır. (Bkz. örneğin Harvey [2006: 9-10].) Ancak böyle değildir, çünkü günümüz neoklasik analizini hayata geçiren marjinalistler “arz ve talep” derken oldukça farklı bir şeyi kastetmişlerdir. Onlar arz ve talep çizelgeleri ya da eğrileri açısından düşündüler; marjinalist devrimi oluşturan ve neoklasikleri Marx’ın dönemindeki klasiklerden ayıran şey tam da budur. Neoklasik analizde, arz ve talep artık Marx’ın ifade ettiği gibi birer “güç” olarak değil, gelir ve öteki bağlantılı malların fiyatları gibi bazı diğer faktörler verili kabul edildiğinde, bir malın hangi miktarının farklı fiyatlardan satışa sunulacağını veya satın alınacağını belirten karşı-olgular bütünü olarak düşünülmüştür.

Klasiklerin çoğu “arz ve talep” derken basitçe arz edilen ya da talep edilen miktarları kasteder ve bu bağlamda Marx’ın “arz ve talebin” hiçbir şeyi belirlemediğinden ve asıl sorulması gerekenin arz ve talep düzeylerini neyin belirlediği olduğundan yakınması son derece anlamlıdır. Ancak marjinalistlerin arz ve talep çizelgeleri aygıtı bu soruya yanıt vermek için bir çerçeveydi. Marx’ın 1860’larda bu literatüre ilgi göstermesi beklenemezdi, zira bu literatür 1870’lere kadar yaygın olarak kullanılmamıştır (kaçınılmaz münferit öncüler bir yana).

Ancak ironik bir şekilde, marjinalist analize karşı Kapital’den yukarıdaki pasajı alıntılayanlar için, III. cildin ortasında, Marx’ın gelir ve fiyata göre talebin esnekliğine ilişkin neoklasik kavrayışa çok benzeyen bir argümanın temellerini geliştirdiği bir bölüm yer almaktadır. Örneğin:

Bu nedenle, talep tarafında niceliksel olarak belirli bir toplumsal ihtiyaç varmış gibi görünür ve bu ihtiyacın karşılanması için piyasada belirli bir miktarda ürün olması gerekir. Ancak gerçekte bu ihtiyacın niceliksel olarak belirlenmesi tamamen esnek ve dalgalıdır. Sabit yapısı sadece bir yanılsamadan ibarettir. Eğer geçim kaynakları daha ucuz ya da parasal ücretler daha yüksek olsaydı, işçiler bunlardan daha fazla satın alacak ve bu tür metalara yönelik daha büyük bir “toplumsal ihtiyaç” ortaya çıkacaktı… [Marx, 1981: 290]

Aynı cildin başka bir yerinde şöyle yazar:

Açıktır ki … piyasadaki genişleme ve daralma tekil metaların fiyatına bağlıdır ve bu fiyattaki artış ya da düşüşle ters orantılıdır. Bu nedenle, hammadde fiyatındaki bir artış, mamul ürünün fiyatının aynı oranda yükselmesine ya da hammadde fiyatı düştüğünde aynı oranda düşmesine yol açmaz. [ibid: 203]

Devam edebilirim bu alıntılara. Ancak buradaki amacım “Bakın, Marx, Alfred Marshall’ı öncelemişti” demek değil. Bunlar tutarlı bir önerme haline getirilmemiş dağınık bölümlerdir. Neoklasik kavramlar aslında Marx’ın açıkça ilgilenmeye değer olduğunu düşündüğü bu tür sorunlarla daha sistematik bir şekilde başa çıkmak için bir araç olabilir. Ancak daha kapsamlı olarak benim argümanım, Marx ile neoklasik analizin belirli yönleri arasında belki de sıklıkla ima edildiği kadar büyük bir uçurum olmadığıdır. Marx, Ricardo’nun emek değer teorisinin, Adam Smith’in ücretlerin, kârların ve rantın birbirine bağımlılığını ihmal eden eklektik “toplama” değer teorisine göre büyük bir ilerleme olduğuna inanıyordu. Ricardo’nun eleştirisi bir anlamda ilkel bir genel denge eleştirisiydi ve Smith’in kısmi dengelerini eleştiriyordu. Ancak emek değer teorisinin kendine özgü sorunları vardı, bunların başında sermaye yoğunluğundaki farklılıkları hesaba katmak için emek değerlerini değiştirmedeki güçlük geliyordu. Hem Ricardo hem de Marx bu sorunun farkındaydı, ancak Marx’ın “dönüşüm” çözümünü, mantıksal olarak tutarlı bir forma sokulmuş olsa bile, tıpkı Batlamyus’un episiklleri gibi ad hoc bir çözüm olarak görmek kaçınılmazdır.

Kapital‘de emek değer teorisinin ötesinde arz-talep analizine işaret eden unsurlar olduğunu öne sürdüm ve herhangi bir geçerli değer teorisinin bunu yapmak zorunda olduğuna inanıyorum. Bu, emek-değer analizinin temel çıktılarına karşı göründüğü kadar büyük bir tehdit de değildir. Alfred Marshall, Principles of Economics‘in eklerinden birinde, marjinalist analizinin Ricardo’nun uzun dönemli değer teorisini zayıflatmadığını, çünkü uzun dönemde anormal derecede yüksek getiri peşinde koşan ve anormal derecede düşük getiriden kaçan üreticilerin yatırımlarının sektörler arasında gidip geldiğini, böylece arz koşullarının fiyatı belirlediğini savunmuştur. Talep, uzun vadede ancak üretilen ve satılan miktarın, ölçek ekonomileri, arzı ancak artan maliyetlerle artırılabilen girdiler vb. nedeniyle üretim maliyetini etkilediği ölçüde önemlidir. Marx, talebin ya da “toplumsal ihtiyacın” toplumsal olarak gerekli emek zamanını ve dolayısıyla değeri etkileyebileceğinin tamamen farkındaydı.

Marksistlerin arz ve talep çizelgeleri gibi kavramları ithal etmekten korkmaları için pek bir neden yoktur. Emek zamanının taşıdığı büyük önem ortadan kalkmaz, aksine daha sağlam bir zemine oturtulabilir, çünkü (i) emek, sermaye ve toprağın etkilerinin sırayla ele alındığı klasik çok aşamalı analize kıyasla göreli fiyatların daha incelikli bir şekilde ele alınmasını mümkün kılar; ve (ii) klasik analiz genellikle kısa dönemi göz ardı ederken ya da belirsiz bırakırken, hem kısa hem de uzun dönemde göreli fiyatlarla ve bunlar arasındaki ilişkiyle ilgilenmek için bir çerçeve sunar.

Çok fazla ayrıntıya girmeyeceğim bir başka örnek de, Marx’ın dolaşımdaki para miktarının fiyat seviyesini belirlediğini savunan paranın miktar teorisine getirdiği eleştiridir. Marx, fiyat seviyesinin dolaşımdaki para miktarını belirlediğini savunarak nedenselliğin yönünü tersine çevirmiştir. Klasik miktar teorisine yönelik eleştirilerinin çoğu geçerliliğini korumaktadır. Ancak fiyat seviyesine ilişkin pozitif bir teori olarak, uzun vadede konvertibilitenin fiyat seviyesini sabitlediği altın standardının tarihsel koşullarına bağlıdır.

Marx, yeniden üretim şemasıyla parasal gelir-gider akışlarına dair bir teori ve hatta faiz oranları ve iş döngüsüne dair parasal bir teori geliştirmede zamanının çok ötesindeydi. Ancak bu parasal dinamikler onun fiyatlar teorisinden tamamen kopuktu. Marx’ın sisteminde bunlar ayrı sorulardır: akışları tartışırken, değeri verili olarak alır ve bu durumun tersi de geçerlidir. Enflasyon, 20. yüzyılda “altın çapası” gevşeyip düştüğünde ortaya çıkacağı haliyle, analiz edilmeye değer bağımsız bir olgu olarak görülmüyordu. Çapanın eninde sonunda yeniden devreye gireceğini bilmek yeterliydi. Devlet ya da merkez bankası için sorun paranın kendi değeri değil, belirli paraların konvertibilitesiydi. Ancak günümüzün düşük seviyeli de olsa kronik enflasyon ve dalgalı döviz kurları dünyasında, para teorimizin farklı özelliklere sahip olmasına ihtiyacımız var. Marx’ın hayal bile edemeyeceği yeni sorunlarla uğraşmaktan başka çaremiz yok; ve burada referans noktası Keynes ve post-Keynesyenler olmalıdır.

Ruh ve Beden

Eğer modern iktisatla bu şekilde ilişki kuracaksak, analizimizi belirgin bir şekilde Marksist yapacak bir şey var mıdır, varsa nedir? Bir ekonomi politik eleştirisi olarak Kapital‘in ardında yatan iki katmanlı proje şudur: birincisi, ekonomi politik kavramlarının altında yatan toplumsal önkoşulları ve özellikle de bunların sınıf ilişkilerine bağımlılığını göstermek; ikincisi, bu toplumsal ilişkilerin ebedi değil tarihsel olduğunu göstermek.

Marx’ın düşüncesinin bu iki kolu her zaman olduğu gibi geçerliliğini korumaktadır. Bunları bugün uygulamanın yolu, Kapital‘in biçim ve içeriğini, sanki üstün ilkelerden yola çıktığımız için üstünmüşüz gibi, iktisada yaklaşmanın eksiksiz, ayrı bir yolu olarak sürdürmek değildir. Bunun yerine, modern ekonomiye mevcut haliyle yaklaşmak ve aynı türden eleştirel sorular sormak gerektiğini düşünüyorum: Ekonomik olguların bu şekilde ortaya çıkmasına neden olan toplumsal koşullar nelerdir? Sadece, hatta esas olarak, yüksek ekonomi teorisiyle değil, aynı zamanda her gün merkez bankalarının, Hazine’nin, IMF’nin vb. raporlarında ve açıklamalarında üretilen uygulamalı ekonomiyle de ilgilenmek ve sormak gerekir: Buradaki örtük sınıf ilişkileri nelerdir? Tarihin bu noktasında neden bu konular öne çıkıyor? Bunların arkasında yatan daha derin toplumsal çelişkiler nelerdir? Ana akım iktisattan tamamen farklı bir şey olarak ayrı bir iktisat sistemi arayışı, bizi bu meselelerin gerçekleştiği siyasi ve ideolojik alandan izole eder: bunun yerine, kategorilerin sosyal ve siyasi içeriğini netleştirmek için içeriden mücadele etmek daha iyidir.

Bunun bir yan etkisi de, kapitalizmin nasıl işlediği konusunda yeniden kendi adımıza düşünmeyi öğrenmemiz, DeLong’un Harvey’e yönelttiği türden sorulara cevap verebilmemiz ve artık kaybolmamak için ilgili alıntılara ihtiyaç duymamamızdır. Joan Robinson’un 1953 tarihli “Bir Keynesyenden Bir Marksiste Açık Mektup”6http://jacobinmag.com/blog/?p=632 çalışmasında Marksist dostuna yönelttiği şu meydan okumayla karşılaşıyoruz:

Demek istediğim, ben Marx’ı iliklerime kadar hissediyorum, sen de onu diline pelesenk etmişsin. Kapital‘deki alengirli bir konuyu, örneğin II. cildin sonundaki şemayı yeniden ele almak istedik diyelim. Siz ne yaparsınız? Cildi raftan indirir ve bakarsınız. Ben ne yaparım? Eski bir kağıt parçasını arkasını elime alır ve sorunu çözmeye çalışırım.

Marx’ın heyulaları söz konusu olduğunda, Joan Robinson’un kemiklerindeki Marx’ı, parça parça alıntılardan bir araya getirilmiş bir Frankenstein Marx’a ya da 1860’larda mumyalanmış ve bütün olarak yeniden canlandırılmış bir Zombi Marx’a tercih ederim. Bu, tekrar ortaya çıkabilecek bir heyula.

 

Notlar

(1) https://delong.typepad.com/sdj/2009/02/department-of-huh-in-praise-of-neoclassical-economics-department.html

(2) https://davidharvey.org/2009/02/exhibit-a-the-arrogance-of-the-neoclassical-economists/

(3) https://home.treasury.gov/policy-issues/financing-the-government/interest-rate-statistics?data=yield

(4) https://books.google.com.au/books?id=Y4SFHbswgJYC&printsec=frontcover&dq=economics+of+financial+markets+bailey&hl=en&ei=wh0NTvWvPOP6mAXxueWlDg&sa=X&oi=book_result&ct=result&resnum=1&ved=0CCsQ6AEwAA#v=onepage&q&f=false

(5) https://www.csustan.edu/economics

(6) http://jacobinmag.com/blog/?p=632

 

Orijinal Başlık: Zombie Marx
Yazar:
Mike Beggs
Türkçeye Çeviren:
Uğur Şen
Editör:
Bekir Demir