Zenginleri yemenin felsefi kökleri için nereye bakmalı? Efendi yahnisi gözüyle bakacaksak, Terör Dönemi veya XVI. Louis’nin de tadına bakan giyotinlerin ardında bıraktıkları iyi bir olasılık. Ama biz biraz daha mahrem bir yere odaklanalım: duygularımıza. Öyle ya bize şahdamarımızdan daha yakın bir şey varsa duygularımızdır (elbette Tanrıdan sonra). Ancak tarih gibi felsefe tarihinin de cilvesi daima kazanandan yanadır ve Aydınlanmanın yüce akılcılığının önümüze koyduğu hedef, nihayetinde duygulardan arınmış Mr. Spockvari varlıklar haline gelebilmek olmuştur. Akıl-duygu karşıtlığı aynı zamanda kutsal “düşünen ben”in kâşifi modern felsefenin beden-ruh, özne-nesne ikiliklerinin devamı olsa da, fenomenolojinin buna kökten bir itirazı olacaktır.
Duyguların fenomenolojisi
Fenomenoloji tüm bu ikilikleri bir kenara atarak insanı “dünya-içinde-olma” ile tanımlar. Yani düşünen-yer kaplayan şey ikiliği yerine, dünyayı, dünyadaki varlığımın ve yaşam dünyamın ayrılmaz bir parçası olarak görmek. Bizimki gibi modern zihinler için epey tuhaf görünse de bu esasında kökensel olana bir dönüş çağrısıdır.
Heidegger’de olduğu gibi Sartre’da da duygular “dünyaya ayak uydurma”nın yollarıdır. Ama bu kendiliğinden gelişen bir şey değildir, duygular iradi seçimleridir, deyim yerindeyse hedeflere yönelik “arzu stratejileri”dir. Bilincin bir parçası olarak dünyayı anlama ve anlamlandırma yollarıdır. Ancak duygular yalnızca ben ile mahrem bir ilişki değil, deneyimin bir parçası olarak öteki aracılığıyla kendi “hayalet” varlığımı keşfetme, Sartre’ın deyimiyle, başkası-için-varlığımızı duyumsama tarzımızdır: Başkasının özgürlüğü karşısında tehlikede hissettiğimde korkarım, başkası için orada, ötede olmayı övünç veya utanç olarak tecrübe ederim, bütün olanaklarıma yabancılaşmayı köleliğimin kabulü olarak yaşarım. İnsanlık onurundan ve ihtiyaçlarından mahrum bırakılmayı, tek “varlığımız” haline gelen ve bu karşı çıkışla bizi insana eviren öfkeyle deneyimlerim.
Özgürlüğün fethi ve ahlak
Sartre insan olmayı hiçlikten sürekli bir yeniden yaratım olarak tanımlar. Kendi özünü kendi eylemleriyle yaratandır insan, ama bununla kalmaz, savaşarak, acı çekerek dünyayı da yeniden yaratandır o. Kendinden ne yapmışsa o olandır insan. “Dünya özensizdir, pistir ve karşı duran bir şeydir. İnsan çıplak bir varoluştur” der Sartre. İnsanın belirlenmiş aşkın bir doğası yoktur. Gerçek ahlak insanın kendi varoluşuyla ilgili hakikatle yüzleşmesinden doğar.
Özgürlük hiçbir zaman armağan edilmez ancak fethedilendir o. Özgürlüğün izini daimi bir sorumlulukla sürmek gerekir. Özgürleşme bir doğumdur, sancılı bir doğum. Korkak kendi kendini korkak, kahraman ise kendini kahraman yapar. Varlık ve Hiçlik’te bu şöyle cisimleşir: “Sevmenin bilincine vararak kendimi seven olarak seçerim”, “Öfkeliysem bu kendimi öfke bilinci olarak ürettiğim içindir”.
Varlığı direniş olarak duymak
Açlık yalnızca açlık değildir, açlık daima açlığı “hak” ettiğimiz fikriyle beraber gelir. İster Kant’ın amaçlar diyarından mülhem “insanlık onuru” diyelim, ister Marx’ın gelmekte olan insanı, aşağılanan daima büyük harfle İnsandır. İşte tam bu noktadır ki haksızlığa karşı bir duruş olarak “öfke” peyda olur. Âdeta tarihe musallat olan musibetlerin yeni insanı yaratması gibi, varoluşla yüzleşmenin en sahih hali olarak kendini bir yaratım olarak sunar öfke kendini. Ayaklar altına alınan ve horgörülen İnsan, gerçek varlığını bir direniş olarak ilk kez öfkeyle duyumsar.
Ancak öfke daima “korku”yla beraber gelir, öyle ki “açlıktan, hastalıktan ve ezilmişlikten” geriye bir parça bir şey kalmışsa bile öfkesinde ve hak savunusunda korku hep işin içindedir. Burjuva hukuku “öfke yönetimi”nin en işlevsel maskesi değerler ahlakına dayalı “hümanizm” ve “vicdan söylemi”dir. Sartre’ın “silahlar konuşur” dediği yer aynı zamanda kurulu bir sömürgeleştirme düzeneği olarak ahlakın işlev gördüğü yerdir. Sartre burjuvazinin ezilenleri doymak bilmez açgözlü yığınlar olarak gördüğünü söyler. Öyle ya ezilenlerin hakları ve ihtiyaçları olduğunun kabulü, onları da özgür varlıklar olarak görmeyi gerektirirdi. Oysa böyle bir durumda “işgüçlerini nasıl satabilirdiler ki?” Ancak “silaha boyun eğersen insanlıktan çıkarsın”, çünkü kaybettiğin yalnız öfken değil, varoluşla yüzleşme halindir, çünkü “utanç ve korku karakterini parçalar, kişiliğini dağıtır.”
Yeni İnsan veya baldırıçıplakların kardeşliği
Ket vurulan özgürlüğünü sorumluluk bilinciyle yeniden inşa eden, “olanakları” yani dünyayı değiştirmek için her türlü bedele hazır olandır Yeni İnsan. Yorgunluğu cesaretinin kaynağıdır. Yeni insan, bir insan olarak hayatının Hegelci bağlamda ölüm kalım mücadelesiyle başladığını bilir. “Biz kendi insanlığımızı ölümün ve umarsızlığın berisinde buluruz” der Sartre. Bu ne bir iyi niyet, nede tarihselci bir bakıştır. Bu gerçek insan binlerce senedir savaşan türünü ve varlığını korumak için evrimleşen insanın gerçekliğidir. Özgürlüğü ortadan kaldırana duyulan öfke ya da onun ölümü hem ezeni hem de ezileni ortadan kaldırır: “geriye bir özgür insan ve bir ceset kalır”.
Sartre öfkelilerin bir araya gelişini “kardeşlik” olarak tanımlar. Engellenen, haksızlığa uğrayan insanın hissettiği nefret ve öfke onu diğer haksızlığa uğrayanlarla bir sevgi bağıyla bağlar, baldırıçıplakların kardeşliğidir bu. Kardeşlerin birbiriyle konuşması der bu öfkeye Sartre. Ancak “asabiyet” olarak öfkenin bugün kapitalist toplumda yaygınlığı esasında Sartre’a göre bir anlamda “haksızlığa karşı ahlaki öfkenin” bastırılmasıdır. Kan davalarının, töre cinayetlerinin, kabile savaşlarının körüklenmesi boşuna değildir. Nesnesi ve sebebi saptırılmış öfke toplumsal ve evrimsel olarak dayanışmanın, hak ve ihtiyaçların korunması olan öfke böylece bizi bölen, anlamsız savaşlara sürükleyen bir duygu haline gelmiş olur. Korkmamız gereken şey anlık öfkeler değil gasp edilen insanlığımızdır.
Yamyam kapitalizm ve barbarlar
Adını koyalım bu bir savaş. Ve adını koyamadığımız her savaşı kaybetmeye mahkumuz. İçinde hissettiğin o derin anlamsızlık hissi, kendini üretmendense üretimin bir neferi olman için kurulmuş sistemin bir dişlisi olmanın bir semptomu sadece. Yalnızlık dediğin kapitalizm. Mutsuzluk dediğin senin olmayan bir hayatı yaşamanın bir yan etkisi sadece. İnsanı duyguların arındırmanın modern zamanlar için ayrı bir önemi insanı öfkesinden kurtarmadır, Sartre buna ehlileştirme der. Bu insan olma onurunu, özgürlüğünü, hakkı olanı ve ihtiyaçları alma isteği olan ahlaki öfkedir. Sartre’a göre devrimci şiddetin kaynağı olan öfke, haksızlığa uğramış ezileni tekrar insan yapacak şeydir. Bu yüzdendir ki bir kapitalisti öldürmenin kefareti ancak başka bir kapitalisti öldürmektir, zira “efendi” aynı zamanda büyük harfle Vicdanın ve ahlakın da efendisidir.
“Bilmiyorum kin var içimde…” diyen Halil’e Arkadaş’ta Yılmaz Güney’in cevabı, tam da Marx’ın yabancılaşma ve öfkeyi ezilenlerin kurtuluşunda ve hak mücadelesinde itici bir güç olarak konumlandırması gibidir: “Sermaye, vampir gibi ancak canlı emeği emerek hayatta kalan ve ne kadar fazla canlı emek emerse o kadar uzun yaşayan ölü emektir” der Marx. Şiddeti başlatan insanın insan olmasına engel olan, Freire’nin deyimiyle, terörü ve despotizmi yaratan ezilenler değil ezenlerdir. Nefreti ve öfkenin ortaya çıkışına sebep engellenen değil engelleyendir. Barbarlık olarak görülen ezilenlerin kendini özgürleştirmesidir: İnsan artık sömürülemeyecek ve küçük düşürülemeyecek varsın adı barbar olsun: “Bir savaşçının silahı onun insanlığıdır.”
Mutlu son
Sartre’ın çizdiği mutlu sonla bitirelim: “İyileşecek miyiz? Şiddet, Aşil’in mızrağı gibi açtığı yaraları iyileştirecektir… Her gün savaştan kaçıyoruz ama emin olun kaçamayacağız… Katillerin savaşa ihtiyacı var; üstümüze çullanıp gelişigüzel vuracaklar. Büyücülerin ve fetişlerin çağı böyle sona erecek: Ya savaşacaksınız ya da kamplarda çürüyeceksiniz.”
Öfke en az merhamet kadar devrimci bir eylemdir ve en az merhamet kadar şefkatlidir. Küçük hırsızlıklarımız gibi homurdanmalarımız da “henüz örgütlenmemiş bir direnişin başlangıcı”, tembelliğimiz gibi yetişmeyen işlerimiz de bir “sabotaj biçimi” haline dönmelidir. Zenginlere emeğin gerçek sahibinin kim olduğunu hatırlatmak bugünlerde güzel bir fikir olabilir. En az bizim açlığımız kadar efendileri bir tedirginlik hissiyle yatağa sokamadığımız sürece Yeni İnsanı kuramayacağız. Biraz öfke hepimize iyi gelecek.
Kaynaklar
Dylan Evans, Emotion, New York 2001
Sartre, Yeryüzünün Lanetlilerine Önsöz, İstanbul, 2013
Sartre, The Emotions: Outline of A Theory, New York 1948;
Sartre, Varlık ve Hiçlik, İstanbul 2014
Sartre, Varoluşçuluk, İstanbul 1985
Solomon, Adalet Tutkusu, İstanbul 2004
Solomon, Duygulara Sadakat, Ankara 2016
Yazıcı, Sartre’ın Fenomenolojik Duygu Kuramı, Akademik Araştırmalar Dergisi
Editör: Kadir Gülen