Fransa’da kadınlar çalışıyor ve Avrupa’nın geri kalanına göre daha fazla çocuk yapıyorlar. Filozoflar Élisabeth Badinter ve Claude Habib bu durumdan memnun olsalar da kadınlık ve annelik ilişkisine dair temel konularda hemfikir değiller. Biri için kadınlar annelik tiranlığını reddetmeliyken, diğeri için anne olmak kadın kimliğinin merkezinde kalmaya devam etmekte. Feminizmin ortaya çıkışından kırk yıl sonra, Yeni Havva’yı tanımlamaya çalışıyorlar.
Paris’te, Buci Caddesi’ndeki ‘Germain’ salonunda, fotoğrafçı arkadaşım ve ben –iki erkek– mekânı boydan boya kaplayan devasa kadın heykelinin parlak sarı büstünün önüne oturduk. Heykelin köşeli yüzü geleceğe bakıyor gibi görünüyor. Yarının kadınını şekillendirmek için iki filozofu davet ettik: Élisabeth Badinter ve Claude Habib.
“Çatışma: Kadın ve Anne” [Le Conflit. La femme et la mère] adlı şok edici bir deneme yayımlayan Élisabeth Badinter’e göre, kadınları annelik merkezine geri döndüren muhafazakâr bir devrim yaşanıyor. Bunun paradoksal bir sonucu olarak, Almanya, İngiltere ve Japonya gibi ülkelerde annelik yükü kadınların omzuna yüklendiğinden giderek daha fazla kadın çocuk sahibi olmaktan vazgeçiyor. Fransa’da ise kadınların iş hayatı ile anneliği dengeleyebildiği bir model savunulduğu için doğurganlık oranı dengede kalıyor gibi görünüyor.
Kadınları sadece anne statüsüne indirgemeyen bir modeli savunan Élisabeth Badinter, ‘doğum grevi’nin (grève des ventres) ardında yeni bir kadın kimliğinin doğuşunu görüyor: kadınları doğal üreme rollerinin ötesinde tanımlayan bir kimlik. Buna karşın, Sorbonne Nouvelle’de edebiyat profesörü olan, kadim feminist Claude Habib cinsel farkı yeniden düşünmek için klasiklerden ilham alıyor. Rousseau hayranı bu kadın, ideolojik yasaklara aldırmadan kadın deneyimini tabusuz düşünüyor. Dostane bir saygı ve büyük bir samimiyetle, feminizmin büyük ahlaki bilincine kafa tutuyor. Notlarına sıkı sıkıya bağlı, kararlı ve kendini açmaktan çekinmeyen Habib, çocuk sahibi olmamış olmasına rağmen kadınlık ve annelik arasında kopmaz bir bağ olduğunu savunuyor.
Geleceğin kadını üzerine dönen bu şaşırtıcı düelloda, asistanım ve ben hiç ses çıkarmadık; hatta ‘erkeğin arzusu’ konusu gündeme geldiğinde bile. Élisabeth Badinter’in dediği gibi, “kadınların birleşik cephesi parçalanmış” olsa da kadınların bu kadar barışçıl bir şekilde ayrışabilme yeteneklerine hayran kaldık. Fotoğrafçı arkadaşımın heykel hakkında mırıldandığı gibi, “belki de bu yüzün güzelliğinin sırrı, parçalanmış olmasıdır”.
Martin Legros
Élisabeth Badinter: Toplumda kadının konumunda bir gerileme yaşıyoruz. Otuz yıldır, amacı anneliği kadının kaderinin merkezine yeniden yerleştirmek olan bir ideoloji yerleşmiş durumda. Bu ideoloji, el altından işlendiği için daha da sinsi. Hiçbir zaman, alenen kadınların 1960’larda kazanılan özgürlüklerden vazgeçip evlerine dönerek çocuklarına adanmaları gerektiği ilan edilmedi. Ama çeşitli destekler ve binbir tavsiye ile kadınlar evde kalmaya ve mümkün olduğunca uzun süre emzirmeye teşvik edildi. Ve bugün yeniden, gebelik ve annelik ile bağlantılı bir kadın doğası fikrinin ortaya çıktığını gördük.
Claude Habib: Bu tanıyı paylaşmıyorum. Bugün kadın doğasından tekrar bahsediliyor ise bunun nedeni gericiler, çevreciler ve Katolikler arasında gizli bir ittifakın kurulmuş olması değil. Bunun nedeni, 1960’ların ideolojik temelinin çatlamış olmasıdır. Beauvoir’nın² ardından, kadınların da diğer bireyler gibi olduğu, bir erkek ile bir kadın arasında iki birey (erkek veya kadın) arasında olduğundan daha fazla fark olmadığı sıkça tekrarlandı. Cinsel fark üzerine düşünmek yasaklanmıştı: Bu konuda ne söylenirse söylensin, kadınlara karşı kullanılabileceği için bundan bahsetmemek gerekiyordu. İşte bu yasak ortadan kalktı.
Élisabeth Badinter: Dergiler annelik içgüdümüzü tartıştırıyor, çocuk psikiyatristleri bize yeni sorumluluklar yüklüyor, yeni feminist akımlar anneliği kimliğimizin etrafında şekillenen kritik bir deneyim olarak görüyor. Amerikalı filozoflar ise bakım ve şefkat gösterme yeteneğimizi özel bir etiğin temeli yapıyor. Ben burada bir yasağın kalktığını değil, entelektüel bir gerileme görüyorum. Bu geriye dönüşün kökeninde üçlü bir kriz olduğunu düşünüyorum: kadınları evlerine geri gönderen ekonomik kriz, kadınların hala ev işlerini üstlenmelerine ve daha az kazanmalarına neden olan eşitlik krizi, rollerin farklılığını zayıflatan ve kadınlığın yeniden tanımlanması sorusunu gündeme getiren kimlik krizi. Bu belirsizliklerle karşı karşıya kalan kadınlar için doğaya geri dönmek çok cazipti…
Claude Habib: 1970’lerden beri bir feminist olarak, daha o zamandan bu duruşla mesafelendim. Artık bir feminist pozisyonunun temeli olan erkek egemenlik gerçeğinden bile emin değilim. Eğer egemenlik kriteri olarak maaş eşitsizliğini gösteriyorsanız, bundan da emin değilim. Kadınlar daha uzun süre yaşıyor. Ömürlerinin uzamasından onlar faydalanıyor. Erkeklere, “Yüzde yirmi daha az maaş alıp yedi yıl daha uzun yaşamayı tercih eder miydiniz?” diye soracak olsak… Onlar belki de bunu tercih ederlerdi.
Élisabeth Badinter: Kadınların erkeklerden daha uzun yaşaması, sadece daha az çalıştıkları için değil.
Claude Habib: İki seçenek var ve hangisinin daha iyi olduğunu bilmiyorum. Yeniden doğmayı seçseydim, erkek olarak doğmayı seçeceğimden emin bile değilim…
Élisabeth Badinter: Cinsiyetinizi seçemezsiniz. Ancak kadınlık doğanın bir parçası olarak da değerlendirilmemelidir. Şu anda, herkes doğadan uzaklaşmanın felaketlere yol açtığını söyleyen çevrecilere katılıyor. Bu yüzden uzun süreli emzirme övülüyor, epidural ve doğum kontrol hapının faydaları sorgulanıyor…
Claude Habib: Yapay seçeneklerden farklı olarak, anne sütünün antikorlar taşıdığını gösteren bilimsel argümanlar var. Bu görüşün egemen olmasının sebebi, sağlıkçıların kadına yönelik gerici bir bakış açısına sahip olması değil, yapay süt üreticilerinin doğumhanelerdeki müdahaleleridir. Bebek bir kez biberona alıştığında, geri dönüşü olmuyor. Bu konuda anneleri uyarmanın normal olduğunu düşünüyorum.
“Çocuk istemeyen kadınlar başka bir yaşam öneriyorlar; belki daha duygusal, daha heyecan verici, daha coşkulu bir yaşam.”
Élisabeth Badinter
Élisabeth Badinter: Ben emzirme karşıtı bir aktivist değilim. Amacım bu değil. Amacım, kadınların özgürlüğü. Bazı kadınlar emzirmek istemiyor ve onları suçlamadan bu özgürlüğü onlara vermek gerek. Doğum yapmak üzere olan bir kadın hassastır. Devlet hastanelerinde, emzirmek istemediğini söylediğinde, ona sürekli olarak “Ama hanımefendi çocuğunuz için en iyisini istemiyor musunuz?” deniliyor. Bu durumda, kötü anne imajına nasıl karşı koyabilir? Feminizmin bu uygulamalar karşısındaki sessizliği şaşırtıcı.
Claude Habib: Özgürlükçülüğünüzü gerçekten takdir ediyorum ve aşırı anneliğin, anneliği öldürdüğü fikrinize katılıyorum. Kitabınızda, Almanya gibi kamu politikalarının annelerin çocuklarıyla mümkün olduğunca uzun süre ilgilenmesini teşvik ettiği ülkelerde, kadınların daha az çocuk yaptığını gösteriyorsunuz. Fransa’da ise, iş hayatı ve anneliği dengelemeyi sağlayan işbirlikçi aile politikalarının uygulandığı yerde, kadınlar diğer yerlere göre daha fazla çocuk yapıyor. Kadınların iş gücüne katılım oranının en yüksek olduğu yerde doğurganlık oranı da en yüksek. Bu çarpıcı bir durum.
Élisabeth Badinter: Philosophie dergisinin (Mart 2009) “Neden çocuk yapıyoruz?” sorusu üzerine yaptığı oldukça öğretici bir anketin de gösterdiği gibi, birincil motivasyon görev veya aşktan ziyade zevktir. Çocukları sosyal, ailevi veya dini zorunluluklar ile yapmıyoruz ama “hayatı daha güzel ve neşeli” hale getireceğini düşünüyoruz. Hedonist ve bireyci bir toplumda yaşıyoruz. “Önce ben!” diye haykıran romancı Katherine Pancol gibi.1Katherine Pancol’un Les Yeux jaunes des crocodiles romanında “önce ben” sözü, karakterlerin kişisel gelişimlerini ve kendilerini keşfetme süreçlerini vurgulamak için kullanılır. Bu söz, karakterlerin kendi ihtiyaçlarını ve mutluluklarını önceliklendirmeleri gerektiğini ifade eder. Romanın temalarından biri, özellikle kadın karakterlerin bağımsızlıklarını kazanmaları ve kendi hayatlarını kontrol altına almalarıdır. “Önce ben” ifadesi, karakterlerin bu süreçteki dönüşümünü ve kendilerini yeniden keşfetmelerini sembolize eder. (Çev.) Ancak, bunun karşısında annelik görevleri var… Bu görevler aşılabilirse çelişki ortadan kalkar. Ancak -son otuz yıldır olduğu gibi- annelerden çocuklarının ilk yıllarında onlara adanmaları istenir ise çelişki dayanılmaz hale gelir. Annelik görevleri ne kadar artarsa, doğum grevinin yayılma riski de o denli artar. Üstelik bugün çocuk sahibi olmayı bilinçli olarak seçiyoruz. Bilinçli bir şekilde doğum kontrolünü bırakmaya karar veriyoruz. Sonuç olarak, yeni bir sorumluluk ortaya çıkıyor. Çocuk istediğimiz için onlara borçlu oluyoruz. Hayat verme eyleminden borçlu olma durumuna geçtik. Bu da durumu değiştiriyor.
Claude Habib: O halde, annelik görevleri kavramını kabul ediyorsunuz. Bu görevler içgüdüye değil, seçime dayalıdır.
Élisabeth Badinter: Görevler elbette var ama bu görevler kişinin kendi arzularından tamamen feragat etmesini gerektirmiyor.
Claude Habib: Çocuk istemek, liberalizmin sınırıdır. Çocuk istemek, herhangi bir şey istemek değildir. Bu “kendi için” bir şey değildir. Bu, Bayan Pancol’un kategorisine girmez…
Élisabeth Badinter: Kadın olarak arzularınızı, hırslarınızı ve çıkarlarınızı; çocuk yetiştirme ve bununla birlikte gelen görevlerle uzlaştırmak istiyorsunuz. Çoğu kadının istediği budur.
Claude Habib: Yine de annelik arzusunda bir miktar fedakârlık vardır.
Élisabeth Badinter: Bu o kadar da kesin değil. Üreme konusunda pozitif bir yanılsama var, yalnızca ideal çocuğu düşleriz. Bir çocuktan diğerine, mükemmelliği hayal ederiz. Belki de bu, Schopenhauer’ın diliyle konuşacak olursak, türün bir aldatmacasıdır. Tabi ki sorumluyuz. Ama bu gizemli bir şey. Nankör veya zor bir çocuğa sahip olmayı ve onu nasıl yetiştireceğimizi bilemeyeceğimizi düşünmüyoruz.
Claude Habib: Benim gözümde çocuk sahibi olma arzusu kadınsı bir arzudur. Dolayısıyla, bu sorumluluğu kadınların üstlenmesi gerekiyor. Bir arzu duyduğumda, başkalarından bunu gerçekleştirmek için çalışmalarını istemem. Eşitlikle ilgili, bu bir zorluk elbette. Özellikle 30’lu yaşlarda, tamamen akıp giden bir hayatın içinde çocuk yapıyoruz. Bu da bir tükenme faktörü. Kadınların babaları çocuk bakımına dahil etme çabaları, dokunaklı yeni baba figürleri yaratıyor. Bunu gülünç bulmuyorum, erkeklerin ‘baba olma süreci’ ile alay etmiyorum. Ancak eğer babalar direniyor ise sorumluluğu üstlenmek gerek.
Élisabeth Badinter: Söylediğiniz şey şematik. Şüphesiz kadınlar, erkeklerden daha fazla çocuk sahibi olmak istiyor. Ama çocuk iki kişi ile yapılır. “Çocuğu ben taşıdığım için tüm yükü de ben üstlenmeliyim” demek bana göre söz konusu olamaz.
Claude Habib: Çocuğu ben taşıdığım için değil onu ben istediğim için… İstenmeyen bir çocukla ilgilenmediği için bir erkeği suçlu hissettirmek bana haksızlık gibi geliyor.
Élisabeth Badinter: Bir kadının çocuk istemeyen bir erkekle çocuk sahibi olması… Bunun kabul edilemez bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama çoğu durumda, iki kişi de bunu istiyor. Erkeklerin çocuk arzusu hiç de az değil.
Claude Habib: Kadın, çoğu zaman babayı kendi isteğine ve çocuk bakımına dahil etmeyi başarır. Bence kadın bunu başarmak için erkeği etkiliyor. Kadınlar çocuk sahibi olmak için erkekleri etkiliyor.
Élisabeth Badinter: Bunun bir kural olduğunu mu düşünüyorsunuz?
“Çocuk yapsınlar ya da yapmasınlar, kadınlar onları tanımlayan bu güçle ilgili olarak kendilerini konumlandırmak zorundalar.”
Claude Habib
Claude Habib: Evet. Hayatta doğanın varlığını yok sayamayacağımız iki nokta var: doğum ve ölüm. Cinsiyet farklılığı ve yaşlanma doğayla temas noktalarımızdır. Geleneksel toplumlarda bu korkutucu gerçeklere insani bir şekil veren kabul törenleri ve ritüeller olmadan yüzleşiyoruz. Vahşi doğa ile bireysel olarak mücadele ediyoruz. Söylediğiniz gibi, doğurganlık bir sorun haline geldi. Bireyselleşti, ancak bu demek değil ki doğa ile ilişkimiz sona erdi.
Élisabeth Badinter: Biz diğer memeliler gibi değiliz. Doğum kontrolü sayesinde çocuk sahibi olup olmamaya karar vermekte özgürüz. Bir çoğumuz çocuk sahibi olmayı tercih etmiyor: Almanya’da yaklaşık %26, Anglosakson ülkelerde ve Güney Avrupa’da %15 ila %20 civarı, Fransa’da ise %10. Kendimize bunun nedenini soralım.
Claude Habib: Vurguladığınız merkezi bir değişim. Bana göre bu öncelikle endişe verici bir oran. Nesillerin yenilenmemesi sevinebileceğimiz bir durum değil.
Élisabeth Badinter: Ben bundan memnun değilim. Aksine. Fransız kadınlarının, annelikle ilgili dayatmalara boyun eğmeyi reddederek, çocuk sahibi olmaya devam etmelerinden memnunum, çünkü bu, onlar için diğerlerine göre daha az yük.
Claude Habib: Çocuksuz kadının bunu açıklamak zorunda kaldığını söylüyorsunuz. Bu yanlış. Benim çocuklarım yok. Kimse beni rahatsız etmiyor. İnsanlar beni sorgulamaktan kaçınıyor… Belki de kısır bir kadın olup olmadığımı ve gözyaşlarına boğulup boğulmayacağımı ya da onları hakaretlerle yerden yere vuracak bir kuir aktivist olup olmadığımı merak ettikleri için. Her halükârda, toplumsal bir sorgulama yok.
Élisabeth Badinter: Sizin entelektüel çevreniz sizi koruyor. Çevremdeki genç kadınlar için durum böyle değil. Kaygıyla bu soruyu bekliyorlar: “Peki ya siz? Çocuklarınız var mı? Kaç tane? Neden yok?” Baskı devam ediyor. Ebeveynler, kızlarına sinsi bir şekilde torun sahibi olma isteğini aşılıyor. İş yerinde çocuksuz kadınlar dedikodu konusu oluyor. Hepsi bunu konuşuyor.
Claude Habib: Bu, onların isteklerinde kararsız olmalarından kaynaklanıyor. Bu seçeneğin Batı dışında hala düşünülemez olduğu doğru. Tayland, Endonezya, Afrika’da çocuklarım olmadığını söylediğimde insanlar bana acıyan gözlerle bakıyor. Burada ise bu durum artık sorun teşkil etmiyor.
Élisabeth Badinter: Bu kadınlar bizi etkiliyor çünkü kadınlığın annelikle tanımlanmasını sorguluyorlar. Kadının yeniden tanımlanması için bir kapı açıyorlar. Ben sadece bunu kabul ediyorum.
Claude Habib: Çocuk yapmama seçimi bana geleceğe dair bir yol gibi görünmüyor, bunun herhangi bir şeyi yeniden düşünmeye sevk ettiğine inanmıyorum. Kısırlıkta fazladan verilen herhangi bir şey yok. Bu durumu karakterize eden hiçbir maddi şey söz konusu değil. Modernitenin prestijiyle süslemek bana aldatıcı geliyor. Mutsuzluğu kahramanlaştırmak veya yalnızlığı özgürlüğe çevirmek, lafla kendini kandırmaktır.
“Bugün kadınlar için erkeklerin sahip olmadığı inanılmaz bir varoluşsal seçim çeşitliliği var.”
Élisabeth Badinter
Élisabeth Badinter: Bir seçimi idealize etmiyorum. Mutsuz, kötü muamele gören çocukların sayısını gördükçe şaşkına dönüyorum. Sorunlu, nevrotik, psikotik veya uyuşturucu bağımlısı bir kadının çocuk yapması ve bu çocuğa bakamaması sizi endişelendirmiyor mu? Bir kadının çocuk yapmamaya karar vermesini kahramanlık olarak görmüyorum, sadece bunu enine boyuna düşündüğü için ona minnettarım. Bugün, çocuk her zamankinden daha değerli ama rahatsızlık vermediği sürece. Doğumda oyuncak olarak görülen çocuk, sonradan genellikle kendi haline bırakılıyor. Bu fenomen toplumun tüm sınıflarını etkiliyor. Bazı ailelerde, huzur bulmak için çocukların odasına televizyon konuluyor!
Claude Habib: Hamile kadınların iyi anne ideali adına içki içmelerine veya sigara içmelerine engel olunmasını kabul etmiyorsunuz. Ama onların televizyonu açmalarını veya uyuşturucu kullanmalarını da istemiyorsunuz…
Élisabeth Badinter: Bunu düşünmeden ve sorumluluk almadan yapmaları yerine sorgulamalarını istiyorum. Taşıyıcı anneliği desteklememin sebebi de aynı. Çocuk sahibi olamayan ve harika anneler olacak kadınlara yardım edilmesi beni rahatsız etmiyor. Öte yandan, doğurabilme imkanına sahip olmamız, sorgulamamamız gerektiği anlamına gelmez.
Claude Habib: Kötü anneliğe karşı bir fikir birliği var…
Élisabeth Badinter: Sorgulamayı en başta yapmak gerekiyor. Neden çocuk yapacak olan kadınları bunu önceden düşünmeye teşvik etmiyoruz? Çünkü bu doğal bir süreç olarak kabul ediliyor. Fiziksel imkanlarınız var, yapabilirsiniz. Bu sorgulanamaz. Oysa düşünen kadınlara şüpheyle yaklaşılıyor. Bu ironik!
Claude Habib: Sadece düşünmeye çağırmaktan öteye geçmiyorsunuz. Bu “reddedenlerde” kadınlığın, annelikten bağımsız olarak yeniden tanımlanmasının öncüsünü görüyorsunuz. Ancak bu seçimde olumlu herhangi bir şey yok.
Élisabeth Badinter: Çocuk istemeyenler kendilerini daha mutlu hissettiklerini söylüyorlar. Yeni bir yaşam tarzı öneriyorlar. Onların sayısı her yerde ikiye katlandığına göre, bizi etkiliyorlar. Onlar da aynı derecede kadın değiller mi?
Claude Habib: Belki de değiller. Anne olmadıkları için, sadece bireylerdir.
Élisabeth Badinter: Onları kadın olarak görmediğinizi mi söylemek istiyorsunuz?
Claude Habib: Onlar, kadınlığın temel bir deneyiminden yoksun kalan kadınlardır. Herkesin bir erkek kardeşi yok, herkes kardeşliği bilmiyor. Herkesin bir çocuğu yok, herkes aktarımı bilmeyebilir. Bu sadece bir eksiklik.
Élisabeth Badinter: İşte fikirlerimizin ayrıldığı yer burası. Benim gözümde bu bir eksiklik değil. Onlar başka bir yaşam öneriyorlar, belki daha duygusal, daha heyecan verici, daha büyüleyici bir yaşam. Hiçbir zaman, içten içe “Sonuç olarak yanlış yaptım.” diyen ebeveynlerden hiç bahsedilmiyor.
Claude Habib: Neden bunu söyleyemiyorlar? Sanki kaldırılması gereken sosyal bir yasak gibi davranıyorsunuz. Oysa bu temel bir insani engel. Bir çocuk, eğer ebeveynlerinin onu doğurduklarına pişman olduklarını söylediğini duyarsa, bu korkunç olur. Ebeveyn olmak, kontrol edemediğimiz bir deneyime girmektir. Hayatta birçok şeyi seçebilirsiniz, mesleğinizi, eşinizi, hatta bedeninizi, ama çocuğunuzu seçemezsiniz. Seçilmiş olmayan bir şeye açılırsanız, bu değiştirilmez olur.
Élisabeth Badinter: Yani, spesifik olarak kadınlığın tanımı annelik mi?
Claude Habib: Çocuk sahibi olmayı reddetmek, kadınlığın annelik ile ilişkisini sorgulamaz: çocuk sahibi olsun ya da olmasın, kadınlar kendilerini tanımlayan bu güçle ilgili olarak bir konum almak zorundadırlar. Beni anne olmamış biri olarak annelerin kadınlığında etkileyen şey, bölünebilirliktir. Bir kadın; sevgiliden anneye, anneden tekrar anneye bölünür ve bu “onları birbirleri kadar çok seviyorum” söylemiyle sürdürülür; ki bu açıkça sürdürülemez bir şeydir, kesinlikle her zaman değil, aynı anda hiç değil. Sürdürülemez ve kaçınılmaz bir şey. Kadının bu metamorfoz yeteneği, erkeğin kapalı bütünlüğünden bir farktır. Çocuğu olmayan kadınların buna erişimi yoktur. Onlar kadınlığın tanımını değiştirmezler. Onlar, kadınlığın bireysellik alanına girişini gösterirler.
Élisabeth Badinter: Yeni olan bana göre, kadın modellerinin çeşitliliği ve çokluğudur. Doğum kontrolü sayesinde, kadın cinsiyeti daha karmaşık hale geldi. Erkeklerde olmayan inanılmaz bir varoluşsal seçenek çeşitliliği var. Bu büyük bir avantaj.
Claude Habib: Bu bir ilerleme, ancak erkekler de bu yazgısal çeşitliliğini paylaşıyor. Erkeklere imrendiğim ve feminist damarımın tuttuğu bir nokta var ise o da onların bu olağanüstü yelpazeye sahip olmalarıydı; her şeyi yapıyorlardı, her yere gidiyorlardı. Ve feminizmde muhteşem olan da tüm olasılıklara açılma durumu oldu.
Élisabeth Badinter: Yaşam modellerinin çeşitliliği ile dış dünyadaki faaliyetlerin çokluğunu karıştırmayalım. Babaların hâlâ tek bir modeli var: Bazıları aileye daha fazla yönelse de erkeklerin aile yönetimini ele geçirmek için kadınlarla rekabet ettikleri hiç görülmedi. Çocuk geldiğinde, daha fazla kazanmak için daha çok çalışmaları beklenir. Aynı kalıpta kaldılar, statü ve başarı arzuları değişmedi.
Claude Habib: Neden bu özel alanı taşıma kapasitesini kadınsal bir güç olarak kabul etmeyelim?
Élisabeth Badinter: Bunlar, ev işlerini, yuva yaşamını öven feminist tezleri hatırlatıyor. Bunu anlamakta zorlanıyorum. Bir annenin aylarca veya yıllarca çocuğuyla birlikte olma isteğini anlıyorum. Ancak bu azınlık, kadınlığı tek başına tanımlayamaz.
Claude Habib: Dışarı çıkma, görmek ihtiyacının yanı sıra, kadınlarda özel bir alan yaratma ve koruma ihtiyacı da çok önemli. Hannah Arendt’in güçlü bir şekilde ifade ettiği gibi, eğitmek, bir çocuğu dışarıdan korumak için etrafına özel duvarlar örmektir. Kadınların yuva yapma isteği koruma, kısmen de özgeci bir koruma arzusudur. Bu isteği küçümsememek gerekir, bu büyük bir insani yetenektir.
Notlar
(1) Katherine Pancol’un Les Yeux jaunes des crocodiles romanında “önce ben” sözü, karakterlerin kişisel gelişimlerini ve kendilerini keşfetme süreçlerini vurgulamak için kullanılır. Bu söz, karakterlerin kendi ihtiyaçlarını ve mutluluklarını önceliklendirmeleri gerektiğini ifade eder. Romanın temalarından biri, özellikle kadın karakterlerin bağımsızlıklarını kazanmaları ve kendi hayatlarını kontrol altına almalarıdır. “Önce ben” ifadesi, karakterlerin bu süreçteki dönüşümünü ve kendilerini yeniden keşfetmelerini sembolize eder. (Çev.)
İleri Okumalar
Élisabeth Badinter : Le Conflit. La femme et la mère (Flammarion) ; L’Amour en plus. Histoire de l’amour maternel (Flammarion) ; Fausse route (LGF).
Claude Habib : Galanterie française (Gallimard) ; Pensées sur la prostitution (Belin) ; Le Consentement amoureux (Hachette Littératures).
Orijinal Başlık: Élisabeth Badinter, Claude Habib. Cherchez la femme !
Türkçeye Çeviren: Gül Ekici
Editör: Hatice Demir
Toplumsal Cinsiyet Editörü: Merve Turgan