Demo v1.0

5 Kasım 2024, Salı

Beta v1.0

Schmittyen Perspektiften Popülizm

Schmitt'in perspektifinden popülizmi okumak, popülist liderlerin stratejilerini ve retoriklerini daha iyi anlamamızı sağlar. Schmitt'in egemenlik, istisna hali, dost-düşman ayrımı ve liberal demokrasi eleştirisi gibi kavramları, popülist hareketlerin dinamiklerini açıklamak için güçlü araçlar sunar.

Demokrasi ve Popülizm

Demokrasi ve popülizm, birçok kavram gibi gri kavramlardır, tanımlanmaya direnç gösterirler. Dolayısıyla bu kavramlar, belirli zaman ya da dönemlerin içinde mevcut halleriyle kavranabilirler. Popülizmin yeni bir demokrasi hali olduğunu söyleyen düşünürler gibi popülizmin demokrasiye katkı sağladığını, popülizmin demokrasi için olumsuz bir güç olduğunu ileri süren ya da ikisinin arasına sınır çizen bir muğlak bir yaklaşım olduğunu savunan düşünürler vardır. (Moffitt, 2021, s. 199) Demokrasiyi düşünürken modern dünyadaki temsili demokrasiyi Antik Yunan’daki doğrudan demokrasiden ayrı olarak düşünmek gerekir. Dünya Savaşlarından sonra demokrasi algısı tekrar dönüşüme uğramıştır. Halkların demokratik yollardan seçtikleri liderlerin katliamlara yol açması gibi en üst noktada kendini gösteren durumlar demokrasi tartışmasının yeniden doğuşuna kapı aralar. Savaş sonrası modern dönemde “azınlığın haklarının korunması” olarak dönüşen demokrasi, postmodern dönemde “demokrasinin azınlık elitlerin elinden alınması ve çoğunluğun haklarının korunması” olarak tekrar dönüşüme uğramıştır. Modern dünyada tek bir doğru vardır ve bu doğru elitlerin ellerindedir. Postmodern dünyada ise bu durum tam tersine dönmüştür. Artık tek bir doğru yoktur ve çoğunluk halkın söz sahibi olduğu bir demokrasiden bahsedilebilir. Bu bahsedilen demokrasi ise aslında hala kendini demokrasi olarak gösteren bir popülizmdir. Popülizm, demokrasi gibi görünerek demokrasi kavramının içini boşaltır.

Liberal Demokrasi Eleştirisi

Carl Schmitt, liberalizmi, siyasal olanı depolitize etmekle suçlar. Ona göre, liberalizm, bireysel haklar ve ekonomik rasyonalite gibi kavramlarla politikayı nötralize eder ve gerçek siyasal çatışmaları göz ardı eder. Liberalizmin, siyasal karar anlarındaki belirsizliği ve kriz durumlarında hızlı kararlar almayı zorlaştıran uzlaşmacı yapısı, Schmitt’in egemenlik anlayışıyla çelişir. Schmitt, liberal parlamentarizmi de eleştirir, çünkü parlamentoların çıkar gruplarının çatışma alanı haline gelerek halkın gerçek iradesini yansıtmadığını savunur. Ayrıca, liberalizmin evrensel değerler iddiası, ulusların somut siyasal gerçekliklerini ve egemenlik haklarını göz ardı eder. Bu bağlamda, Schmitt, liberalizmin siyasal olanı anlamsızlaştırdığını ve gerçek politik dinamikleri anlamakta yetersiz kaldığını ileri sürer.

Schmitt, liberal demokrasiyi ve parlamenter sistemlerin halkın gerçek iradesini yansıtmadığını ve etkili karar almayı engellediğini savunur. “Ancak asıl soru, saf ve tutarlı bireyci liberalizm kavramından özgül bir siyasal fikir çıkarılıp çıkarılmayacağıdır. Bu sorunun cevabı hayırdır.” (Schmitt, 2021, s. 100) Popülist liderler de benzer şekilde mevcut demokratik kurumları ve süreçleri eleştirir. Liberal demokrasinin elitlerin çıkarlarına hizmet ettiğini ve halkın ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz olduğunu iddia ederler. Bu eleştiriler, popülist liderlerin demokratik kurumları zayıflatma veya değiştirme girişimlerine zemin hazırlar. Schmitt’in liberal demokrasi eleştirisi, popülist liderlerin demokratik normları ve kuralları ihlal etme eğilimlerini anlamak için önemli bir referans noktasıdır.

Düşman Yaratmak

Carl Schmitt’e göre ahlak, estetik, ekonomi gibi alanlar kendilerini ikilikler üzerinden kurarlar. Örneğin ahlak alanındaki ayrım iyi-kötü, estetikteki ayrım güzel-çirkin, ekonomideki ayrım yararlı-zararlıdır. Aynı şekilde siyasal olan da kendisini bu şekilde ikilik üzerinden var eder. Schmitt’e göre siyasal olana dair ayrım ise dost-düşman ayrımıdır. (Schmitt, 2021, s. 57) Ona göre siyasal olanın temelinde yatan bu ayrım, politik bir topluluğun kimliğini ve sınırlarını tanımlamada kritik bir rol oynar. Bu ayrım, politik bir topluluğun kim olduğunu ve kiminle çatışma içinde olduğunu belirler. Dolayısıyla, siyasal olan, bu dost-düşman ayrımı üzerinden kendini gerçekleştirir ve politik kararlar bu çerçevede şekillenir. Schmitt bu bakış açısıyla, siyasi kararların ve hareketlerin temelinde yatan mantığı ve bu ayrımın toplumsal ve politik yapıları nasıl etkilediğini açıklamaya çalışır.

Modern demokrasilerde halk sınıfsal ve rasyonel düşünmektedir fakat postmodern dönemde, demokrasi gibi görünen popülizmde halk tamamen kültürel düşünmektedir. Popülizmde eğitimsiz geniş halk kitleleri, kendi gibi olan ya da öyle görünen liderleri tercih ederler. Popülist liderlerin ise genel söylemi halkın kutsallığıdır. Fakat bu halkı gerçek halk olarak tanımlarlar. Dolayısıyla gerçek halkın kim olduğu sorusu ortaya çıkmaktadır. Bir de gerçek halk dışında kalan ötekiler vardır. Gerçek halkın dışına itilmiş olan bu ötekiler, elit kitledir. Popülizmle tekrardan ortaya çıkan kimlik politikaları bir mağduriyet söylemi doğurur. Postmodern dünyada kültürel ve duygusal düşünme tam da hınç ve mağduriyete tekabül etmektedir. Modernitenin mağdur ettiği tüm alt sınıflar hınç duyar. Hınçla dolmuş olan modernite mağdurları, popülizmle birlikte öfkelerini dışarı kusmak için kendilerine bir alan bulurlar.

Schmitt’in siyaset teorisinde merkezi bir yere sahip olan dost-düşman ayrımı, siyasal olanın özünü oluşturur ve bir topluluğun kimliğini ve bütünlüğünü tanımlar. Popülist liderler, bu ayrımı kullanarak toplumu “biz” ve “onlar” olarak ikiye böler; “biz” halkı temsil ederken, “onlar” elitleri, yabancıları veya diğer düşman görülen grupları temsil eder. Bu dost-düşman ayrımı, popülist söylemin temel taşlarından biridir ve popülist liderler, halkın gerçek temsilcisi olarak kendilerini konumlandırarak karşıtlarını halkın düşmanı olarak tanımlar. Bu retorik, Schmitt’in dost-düşman ayrımıyla doğrudan örtüşür ve popülist hareketler, bu ayrım üzerinden toplumsal kutuplaşmayı artırarak kendi iktidarlarını pekiştirmek için kullanır. Schmitt’in teorisi, popülizmin siyasi stratejilerini anlamak için kritik bir çerçeve sunar; popülist liderler, bu stratejilerle halkın desteğini kazanırken, siyasi rakiplerini düşman olarak göstererek meşruiyetlerini pekiştirirler. Bu dinamik, siyasal alanı derinlemesine etkileyerek, demokrasinin işleyişini ve toplumsal bütünlüğü tehdit eden bir unsur haline gelir.

Tüm ideolojiler, bir düşman ya da öteki yaratma süreciyle kendilerini tanımlar ve meşrulaştırır. Bu süreçte biz ve onlar retoriği hakimdir; her ideoloji, kendi kimliğini ve hedeflerini belirlerken karşıt bir güç tanımlar: (Schmitt, 2021, s. 104-105)

İkili ayrımların en dikkate değer ve tarihsel açıdan etkili örneğini Karl Marx’ın formüle ettiği burjuva-proleter antitezinde görmekteyiz. Bu antitez, dünya tarihindeki bütün mücadeleleri, insanlığın son düşmanına karşı yürütülen tek ve nihai bir mücadelede toplamaya çalışır; yeryüzünün bütün burjuva ve işçilerinin her biri tek bir kavram, burjuva ve işçi kavramı altında toplanmaktadır. Böylelikle müthiş bir dost-düşman ayrımı elde edilir. Sözü edilen antitezin 19. yüzyıldaki asıl cazibesi ise, liberal-burjuva karşılıklığını izleyerek ekonomik alana kaymış ve deyim yerindeyse düşmanını kendi cephesinde kendi silahıyla vurmuş olmasında yatar.

Örneğin, liberalizmin düşmanı devletin aşırı müdahaleci yapısıdır; liberal ideoloji, bireysel özgürlükleri ve serbest piyasa ekonomisini savunurken, devletin baskıcı ve kontrolcü yanını eleştirir. Komünizmin düşmanı, bu çerçevede, burjuvadır; komünist ideoloji, işçi sınıfının sömürülmesine ve sınıf ayrımlarına karşı çıkarak, burjuva sınıfını devirmek için mücadele eder. Popülizmin düşmanı ise elitlerdir; popülist liderler, halkın gerçek temsilcisi olduklarını iddia ederek, siyasi ve ekonomik elitleri halkın çıkarlarına aykırı davranan düşmanlar olarak tanımlarlar. Bu bağlamda, Schmitt’in siyasal olana dair teorisi, ideolojilerin bu düşman yaratma sürecini anlamada kritik bir öneme sahiptir. Schmitt’in dost-düşman ayrımı, ideolojilerin kimliklerini ve hedeflerini belirlerken neden ve nasıl düşmanlar yarattıklarını açıklamaktadır. İdeolojiler, bu düşman figürler aracılığıyla kendi saflarını sıklaştırır, takipçilerini mobilize eder ve meşruiyetlerini pekiştirir.

Egemenlik ve İstisna Hali

Schmitt’in en temel kavramlarından biri olan egemen, “olağanüstü hale karar veren” (Schmitt, 2005, s. 13) olarak tanımlanır. Egemen, normalliğin dışında kalan kriz veya acil durumlarda yasaların askıya alınması gerektiğine karar verme yetkisine sahiptir. Ona göre, somut yaşamın felsefesi, sıradanlık ve istisna hali gibi ekstrem durumlarla ilgilenmelidir çünkü bu durumlar, genel kuralın ötesinde derinlemesine anlayışlar sunar: (Schmitt, 2005, s. 22)

Özellikle somut yaşamın felsefesi, istisnadan ve ekstrem durumdan elini eteğini çekmemeli, aksine, bunlarla en üst düzeyde ilgilenmelidir. Bu felsefeye göre, istisna, kuraldan önemli olabilir; paradoksal olana yaklaşımının romantik bir ironiden esinlenmiş olmasından dolayı değil, aksine, kendini vasati bir şekilde ‘tekrar edenin’ apaçık genellemelerinden daha derine inen anlayışın olanca ciddiyeti ile… İstisna, normal durumdan daha ilginçtir. Normal olan, hiçbir şeyi kanıtlamaz, istisna her şeyi kanıtlar: Yalnızca kuralı kanıtlamakla kalmaz, kural, yalnızca istisna sayesinde yaşar, istisnada gerçek hayatın gücü, tekrarlanmaktan katılaşmış mekanizmanın kabuğunu kırar.

Schmitt’e göre, istisna hali kuralın kendisini doğrular ve normal durumdan daha fazla ilgi çeker. Olağan durum, bir şeyi kanıtlamazken, istisna her şeyi kanıtlar ve kural sadece istisna sayesinde var olur. Böylelikle, istisna, yaşamın gerçek gücünü ortaya çıkararak sıkışmış mekanizmanın kabuğunu kırar. Schmitt, istisna hali kavramını, olağanüstü durumların, siyasi otoritenin temelini oluşturabilecek ve normalliği aşabilen özel bir öneme sahip olduğunu vurgular.

Popülist liderler, genellikle kendilerini bu tür kriz anlarının çözücüsü olarak sunar. Mevcut düzenin işleyişinin yetersiz olduğunu ve olağanüstü yetkilerle donatılmaları gerektiğini savunurlar. Bu, Schmitt’in egemenlik anlayışına doğrudan paralellik gösterir. Örneğin, popülist liderler genellikle toplumda korku ve belirsizlik yaratır ve bu durumu kendi otoritelerini pekiştirmek için kullanırlar. Kendi liderliklerinin, halkı korumak ve düzeni sağlamak için gerekli olduğunu iddia ederler. Bu bağlamda, Schmitt’in istisna hali kavramı, popülist liderlerin olağanüstü yetkiler talep etme ve demokrasiyi askıya alma eğilimlerini açıklamak için kullanışlıdır.

Popülist Liderler

Carl Schmitt’in düşman yaratma üzerinden yapılan biz-öteki ayrımı teorisi, sağ popülist liderlerin yükselişini açıklamada kullanışlı bir çerçeve sunar. Özellikle Macaristan’dan Viktor Orban, Rusya’dan Vladimir Putin, Türkiye’den Recep Tayyip Erdoğan, Arjantin’den Javier Milei, Hollanda’dan Geert Wilders ve ABD’den Donald Trump gibi liderler, kendi iç ve dış düşmanlarını belirleyerek toplumları ikiye ayırma stratejisi ile popülist bir söylem geliştirmişlerdir. Bu liderler, genellikle ulusal çıkarları koruma, kültürel kimlikleri savunma ve elitlere karşı halkın yanında yer alma iddiaları ile destek toplamaktadırlar. Bu çerçevede, sağ popülizmin nasıl bir toplumsal ve siyasal etki yarattığı ve bu sürecin demokratik normlar üzerindeki etkileri tartışılmaya açılacaktır. Bu analiz, popülizmin günümüz siyasetindeki yerini daha iyi anlamak için önemli bir adım olacaktır.

Örneğin, Macaristan Başbakanı Viktor Orban, ulusal çıkarları vurgulayarak göçmenlere karşı sert politikalar izleyerek popülist bir taban oluştururken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rus milli kimliğini güçlendirme ve Batı’ya karşı duruşunu sertleştirme söylemleriyle kendi popülist imajını pekiştirir. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, milli güvenlik ve geleneksel aile değerlerini vurgulayarak toplumsal destek kazanırken, Arjantin’de Javier Milei, ekonomik popülizm ve düzen karşıtı söylemleriyle genç seçmenin dikkatini çeker. Hollandalı siyasetçi Geert Wilders, İslam karşıtı söylemleri ve sert göçmen politikalarıyla popülaritesini artırmaya çalışırken, ABD eski Başkanı Donald Trump “Önce Amerika” söylemiyle ulusal çıkarları vurgulayarak popülist bir taban oluşturur ve göçmenlere karşı sınırların güçlendirilmesini savunur. Bu liderlerin politikaları ve söylemleri, Schmitt’in dost-düşman ayrımı üzerinden toplumu bölme ve kendi otoritelerini güçlendirme çabalarını yansıtır.

Schmitt’in perspektifinden popülizmi okumak, popülist liderlerin stratejilerini ve retoriklerini daha iyi anlamamızı sağlar. Schmitt’in egemenlik, istisna hali, dost-düşman ayrımı ve liberal demokrasi eleştirisi gibi kavramları, popülist hareketlerin dinamiklerini açıklamak için güçlü araçlar sunar. Popülist liderler, bu kavramları kullanarak kendi otoritelerini pekiştirir ve mevcut düzeni yeniden şekillendirmeye çalışır. Bu bağlamda, Schmitt’in teorileri, popülizmin siyasal ve toplumsal etkilerini anlamak için kritik bir çerçeve sağlar.

Kaynakça

Moffitt, B. (2021). Popülizmin Küresel Yükselişi: Performans, Siyasi Üslup ve Temsil. (O. Özgür, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.

Schmitt, C. (2005). Siyasi İlahiyat: Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm. (E. Zeybekoğlu, Çev.) Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Schmitt, C. (2021). Siyasal Kavramı. (E. Göztepe, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

 

Editör: Bekir Demir