“Halk” olmazsa demokrasi diye bir şey olamayacağı gibi, “halkı” bir kimliğe indirgemenin de bir anlamı yoktur.
Popülizm ve demokrasi tekil bir çift oluşturur. Popülizm ikiyüzlülüğünü kınadığı demokrasi için isminin temsil ettiği aşağılayıcı çağrışımı reddeder. Demokrasi ise ortak varoluşun tek meşru biçimi olduğunu iddia eder. Her ikisi de egemen olma iddiasıyla halk olduklarını ileri sürer. Söz konusu söylemdeki sert karşıtlıkları, yalnızca kendi anlamları etrafında süregelen belirsizliğe denk düşer. Birlikte veya ayrı, hangi “halk”tan söz etmekteler?
Aralarındaki önemli farklılıklara rağmen bazen birbirlerine çevrilen Latince populus ve Grekçe demos kelimelerinin ortak bir noktaları vardır: kamusal bir gerçeklik olarak örgütlenmiş kolektiviteye dahil olan herkes (res publica -bu sonuncu kelime populus kelimesiyle ilişkilendirilir). Bir bütün olarak ele alındığında halk, kendisi de şehir, ırk, vatan, Devlet ya da daha açığı “Cumhuriyet” olarak tanımlanan kamusal alanla özdeştir. Sözcük bir tür aidiyet totolojisi işlevi görür. Cumhuriyetin içinden bakıldığında, halk hem kamusal otorite makamlarından (ünlü deyim senatus populusque romanus gibi) hem de halka aidiyeti şüpheli olan azınlıklardan, “pleb”lerden (aynı aileden bir başka kelime) ayrışır. İçsel ayrımlar ve dışsal kimlik arasında sürekli olarak çekimler ve itimler söz konusudur.
Kısaca ifade etmek gerekirse, kimlik bir akıl meselesidir, verili bir şey değildir, tasarlanmalı ve tesis edilmelidir; ayrımlar ise bir olgu meselesidir: toplumsal sözleşme denilen şey ne yönetme ihtiyacından ne de reddetme ya da muhalefet patlamalarından yoksundur. Kamu kurumuna rıza, tutkulara (çıkar, eğilim veya dürtü) karşı çıkmadan var olamaz.
Dahası, bu bir sözleşme değil, bir doğum sürecindeki zorlu bir kasılmadır: Kısacası halk her ne kadar içinde bastırılamaz bir anarşi taşısa da, kendini kamusal ya da ortak bir şey (komünizm) olarak yaratmak zorundadır. Her iki tarafta da kendini tanımlamak aynı derecede zordur çünkü derinlere yerleşmiş meşruiyet, ne kendisinin aynılaştırılmasına/tanımlanmasına izin vermek ister ne de vermelidir.
Bu iyi bilinir ve verili, tanımlanmış bir düzenin –teokratik, otokratik, hatta ‘ontokratik’ veya nomokratik (yurtseverlik, milliyetçilik, otonomizm)– temsilleri olmadıkları anda toplum ve siyaset hakkındaki tüm düşünceleri yiyip bitirir. Ya da dahası, muhalefet rızayı yırtıp attığında bu tür temsiller talep edilir ve değerlenir. Bu, infial ortaya çıktığında olur: Demokrasinin başarısızlığı, artık kendilerini bir halk olarak tanımayan insanlar arasında hoşnutsuzluk, acı ve isyana yol açar. Dolayısıyla “popülizm”, “demokrasinin kendi başarısızlığının intikamcısı olması” anlamına gelir.
Başarısızlık inkar edilemez. Ancak hata, bunun var olabilecek bir demokrasiye ait olduğuna inanmaktır. Aslında, tüm insan (daha geniş anlamda canlı) popülasyonunun hayat şartlarında devasa bir dönüşüme eşlik eden sadece onun adı ve fikriydi. Bu dönüşüm “teknik” olarak adlandırılır; finansal ve yasal tekniklerin yanı sıra mekanik, biyolojik ve bilişim tekniklerini de içerir. Bugün, bu dönüşümün ciddi bir şekilde içten ya da dıştan infilak durumu her düzeye dokunmaktadır: ekonomi (katlanarak artan zenginleşme ve yoksullaşma), ekoloji (doğal kaynakların tükenmesi), okul (tekniklerden başka öğretilecek bir şeyin kalmaması).
Dolayısıyla, kimliğe ihtiyaç duyan bir halkın yerine, yanlış bir şekilde kendi kimliklerinin intikamcısı ve onarıcısı olarak tanımlanan bir halkı ikame etmeye çalışmak beyhudedir. Hıncın karşısında durmak ve onunla uzlaşabileceğinizi düşünmek anlamsızdır. Önümüzde çok daha zorlu bir görev var: Kendimizi yeniden bir halk haline getirmeliyiz, akla gelebilecek her şekilde yeniden halklaşmalıyız.
Orijinal Başlık: Populisme et démocratie
Yazar: Jean-Luc Nancy
Türkçeye Çeviren: Bihter Yolsever
Editör: Bekir Demir