Demo v1.0

20 Ocak 2025, Pazartesi

Beta v1.0

Kimlik Siyaseti mi, Sınıf Siyaseti mi?

Eşitsizliğin nihai ölçüsü olarak farklılıkları merkeze alan günümüz kimlik politikaları, neoliberalizmin temel ilkeleriyle uyumlu hatta onu güçlendiren bir siyasete dönüşebiliyor.
Çeviren:
Irmak Yücelten
Kaynak:
Jacobin

Başlıklar

Walter Benn Michaels ve Adolph Reed, No Politics but Class Politics adlı kitaplarında sınıf siyasetini gizleyen ve ekonomik eşitsizliği görmezden gelen kimlik politikalarının etrafımızı kuşatan birçok sefaleti nasıl daha da fena bir hale getirdiğini gösteriyor.

Son zamanlarda yaşanan iki olay, egemen medya kuruluşlarının ve kanaat önderlerinin ırk eşitsizliğiyle ilgili düşünce yapıları hakkında aynı sorunun farklı yönlerini ortaya koydu.

29 Haziran 2023’te Yüksek Mahkeme, Harvard Üniversitesi ve Chapel Hill’deki Kuzey Carolina Üniversitesini kapsayan bir çift davada üniversiteye kabul süreçlerinde pozitif ayrımcılığı reddetti. Karar, anlaşılır bir şekilde, ilericiler ve liberaller arasında bir öfke patlamasına ve tartışmalara sebep oldu. Davanın niteliği göz önüne alındığında, kararın etrafındaki tartışma orantısız bir şekilde Harvard gibi Ivy League kurumları etrafında yoğunlaştı.

Medyanın konuya gösterdiği yoğun ilgi ile kararın nihai olarak etkileyeceği az sayıdaki “beyaz olmayan insan” arasında büyük bir uçurum var. Tartışmada gözden kaçırılan nokta, yükseköğretimin artan maliyetlerinin, bu karardan yalnızca varlıklı ailelerden gelen beyaz olmayanları etkilenebileceği anlamına gelmesiydi. Matt Bruenig ve diğerlerinin sıkça belirttiği gibi, seçkin Ivy League kurumları halihazırda zenginler için pozitif ayrımcılık politikası uyguluyor. Yükseköğretimi ücretsiz (veya en azından önemli ölçüde daha ekonomik) hale getirme projesi, piramidin tepesindeki çok az sayıdaki alanı ırklar arasında paylaştırmaktan ziyade, beyaz olmayan öğrenciler için eğitim fırsatlarını ve sonuçlarını iyileştirmek için daha fazlasını yapar.

Kültürel alanda ise, Mayıs 2023’te vizyona giren Disney’in yeniden çevrimini yaptığı Küçük Deniz Kızı üzerine bir çatışma ortaya çıktı. Ana karakter Ariel, siyahi oyuncu Halle Bailey tarafından canlandırıldı. Öngörülebilir (ve sıkıcı) bir arena haline gelen bu çatışmada, Sağcı kültür savaşçıları, kültürümüzün “vok” kültür tarafından ele geçirilmesini kınarken, Sol, Disney’in oyuncu seçiminin geçerliliğini ve önemini savundu.

Bir Disney film karakterinin ten rengi üzerinden Sağcıların bu kadar çılgına dönmelerinin kesinlikle saçma olduğu doğru olsa da liberallerin bu konuya ayırdığı zaman da neredeyse aynı derecede manidardır. Kültür gazetecisi Tayo Bero, The Guardian için kaleme aldığı bir yazıda, filmin isyankâr niteliğini savunacak kadar ileri gitti:

“Amerikan sinema tarihinin bir parçası olarak, Küçük Deniz Kızı her zaman yıkıcı olmuştur; yayınlanması ve başarısı tek başına Disney‘in çöküşten kurtarılmasına yardımcı oldu ve aynı zamanda toplumsal cinsiyetin akışkanlığı ve ataerkil toplum yapısı gibi konularda yeni yorumlar sundu” dedikten sonra, siyahi bir Ariel’in varlığının “bu geleneğin devamı olduğunu ve bunu anlamayan izleyicilerin açıkça esas noktayı kaçırdığını” iddia etti.

Disney gibi milyarlarca dolarlık bir şirketin kurtarılmasının isyankâr olduğu fikri ile Hollywood pazarlama planlarının ırk eşitliği hareketiyle birleştirilmesi arasında, tamamen neoliberal bir toplumsal adalet anlayışının dile getirildiği açıktır. Peki, Sol bu hareketi nasıl değerlendirmeli?

No Politics but Class Politics tam zamanında basıldı. Anton Jäger ve Daniel Zamora tarafından derlenen kitap, Adolph Reed Jr. ve Walter Benn Michaels’ın ırksal eşitsizlikler ve çeşitliliğe odaklanan büyüyen tartışmanın sınıfsal doğasını inceleyen makalelerinden oluşuyor. Seçim politikalarından toplumsal hareketlerin tarihine, sinemadan sanata kadar uzanan geniş bir alanın son yirmi yılını kapsayan bu eser, anti-ırkçılık politikalarının sınırlarını ve çelişkilerini kapsamlı bir şekilde ele alıyor.

Bir bakıma bu kitap; COVID-19 pandemisi, Bernie Sanders’ın başkanlık kampanyasının yenilgisi ve George Floyd’un öldürülmesine tepki olarak düzenlenen kitlesel protestolar tarafından harekete geçirilen Sol için kafa karıştırıcı bir siyasi dönemin ürünüdür. ABD siyasetinde farklı şekillerde şok etkisi yaratan bu olayların her biri, öncelikle ırksal terimlerle ifade edilen sınıf dinamiklerinden oluşmaktadır. Amazon gibi büyük şirketler Black Lives Matter hareketine milyonlarca dolar bağışlarken ve Demokrat Parti seçkinleri kente kumaşıyla diz çökerken1ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Demokratların, George Floyd olayları sonrası polis teşkilatında reform yapılmasına yönelik yasa önerisini sunarken diz çöküp, kente giymelerini referans ediyor. Kente, geleneksel Ganalı geometrik desenlerden oluşan kumaşa verilen addır. – ç.n., egemen sınıfın bu tuhaf “ırksal histeri”den en iyi şekilde yararlanmak için harekete geçtiği açıktır.

Kitabın önsözünde, Jäger ve Zamora, güncel konjonktürü, “sivil haklar hareketinin gündeminin, eşitsizliği ilk etapta üreten ekonomik ilişkileri yeniden şekillendirme taahhüdünden yavaş yavaş uzaklaşmasının” bir işareti olarak uygun bir şekilde tanımlıyor. Kitabın içindeki makaleler, ırksal eşitsizliğin daha geniş bir politik ekonomi bağlamında ele alınmasından uzaklaşılmasının ideolojik temellerini ortaya koyuyor.

Her şeyden önce, No Politics but Class Politics, okuyucuları ırkın gerçekte ne olduğuna dair olağan anlayışlarla yüzleşmeye ve onları sorgulamaya itiyor. Reed’in 2013 tarihli “Marx, Race, and Neoliberalism” makalesi, ırksal ideolojilerin gelişimi ve işlevleri hakkında titiz bir Marksist analiz sunuyor. Özellikle, ırkın somut toplumsal koşullar altında tarihsel olarak belirli bir zamanda ortaya çıkışına ve bu koşullar değiştikçe ırksal ideolojinin evrimleşme kabiliyetine vurgu yapılıyor.

Farklı emek rejimlerinin gereklilikleri, her zaman politik-ekonomik bir temele dayanan ırkın evrimini ve kullanımını teşvik etti. Plantasyon köle ekonomisi, İç Savaş sonrası ortakçılık2Sharecropping. Amerikan İç Savaşı sonrası kullanılan tarım sistemi. Çiftçinin, mahsulün satışından elde edilen kârın bir kısmı karşılığında bir mal sahibinin arazisinde çalışmayı kabul ettiği sistem. – ç.n. sistemi ve 19. yüzyılın sonu ve 20. başındaki kitlesel sanayileşme, emekçi kitlelerin belirli zamanlardaki ekonomik ve politik konumlanmalarını egemen sınıf için en yararlı şekilde meşrulaştırmak ve doğallaştırmak için ırk ideolojisini pragmatik bir şekilde kullandı. Reed’in açıkladığı gibi, “Irk biliminin yenilikleri… işverenlerin rasyonel işgücü yönetimine yönelik ihtiyaçlarını karşılamayı vaat ediyordu ve endüstriyel ilişkiler ile endüstriyel psikoloji alanlarının temelinde mevcuttu.”

Irkın sınıftan kademeli olarak ayrılması, Sol’da olduğunu iddia edilen birçok kişinin (belki de bilmeden) ırk hakkındaki özcü bakış açısını kabul etmesine yol açtı. Michaels, “Autobiography of an Ex-White Man” adlı kışkırtıcı çalışmasında, hem liberaller hem de Solcular tarafından öne sürülen, ırkın toplumsal bir yapı olduğu şeklindeki yaygın düşünceye meydan okuyarak bunu daha derinlemesine araştırıyor. Irkın toplumsal bir yapı olarak formülasyonu, ırksal özcülük fikirlerine açıkça meydan okuyor gibi görünse de aslında bunları başlangıç öncülü olarak kabul ediyor.

Belirli bir ırktan “görünme”3Orijinal metinde “passing” ifadesi, bireyin “olmadığı bir ırk gibi görünme” girişimini ifade ediyor. – ç.n. olgusunu sorgulayan metin, bu kavramın sürdürülebilmesi için, kişinin sergilemeyi veya sergilememeyi seçebileceği belirli bir ırk hakkında temel özellikler olması gerektiğini aydınlatıyor. Michaels’ın açıkladığı gibi, “Size benzemeyen bir ırka ait olma olasılığı, ırksal kimliğinizi eylemlerinizde –beyaz veya siyah gibi davranmak– ortaya koyma olasılığını üretir.” Ve siyah veya beyaz gibi “davranmak”, taklit edilebilecek beyazlık ve siyahlığın temel tanımlayıcı özelliklerine dair bir bilginin olmasını gerektirir. Dahası, bir kişinin başka bir ırkı taklit edebileceği inancı, gerçek ırkınıza ihanet ettiğiniz varsayımına dayanır; başka bir deyişle, ırkı hâlâ biyolojik bir gerçek olarak ciddiye alır.

Bu anlayış, Sol’daki birçok kişi arasında popüler olan “ırk ve sınıf” söylemi dikkate alındığında önemli bir hal alır. Sınıfı bir başka kimlik olarak tanımlama çabaları yüzüstü kalıyor. Irkın aksine, bir kişinin sınıfı ne olduğunuza göre değil, ne yaptığınıza göre belirlenir. Michaels’ın vurguladığı gibi, “Eylemle özdeşleşen bir kimlik aslında gerçek bir kimlik değil, sadece eylemin adıdır: işçi veya kapitalist.”

Bu tema, derlemede yer alan ve tartışma yaratan Reed’in “From Jenner to Dolezal: One Trans Good, the Other Not So Much” makalesiyle daha da güçlendiriliyor. Reed, Caitlyn Jenner’ın kendini bir kadın olarak tanımlamasına yönelik olumlu tepkileri, Rachel Dolezal’ın kendini bir Afro-Amerikan olarak tanımlamasına yönelik olumsuz tepkilerle karşılaştıran Reed şu soruyu soruyor: “Buradaki mesele, Dolezal’ın kendini siyah olarak tanımlandığını söylediğinde yalan söylediği mi? Yoksa siyah olmanın kendini nasıl tanımlandığınla hiçbir ilgisinin olmadığı mı?”

Bu sorular, Rachel Dolezal’a4Beyaz ebeveynlerden doğmasına rağmen kendini siyah bir kadın olarak tanıtmasıyla tanınan Amerikalı aktivist. – ç.n. yönelik kimlik temelli tepkilerin özünde bulunan çelişkileri tam kalbinden vuruyor. Irkın kimlikten daha önemli olduğu gerekçesiyle Dolezal’in iddiasının geçerliliğini inkâr edenler, tehlikeli bir alana girmiş bulunuyorlar. Reed’in belirttiği gibi, bu görüş, “ırksal farklılığın, cinsel farklılıktan bile daha derin bir şekilde biyolojik olarak kesin olduğu görüşüne” olan inancı ortaya koyuyor.

Reed’in amacı elbette Dolezal’ın davranışlarını savunmak değil. Asıl amacı, kimlikle ilgili bu söylemlerin dayandığı daha geniş ikiyüzlülüğü ve özcülüğe bağlılığı teşhir etmek. Her zamanki gibi Reed, Dolezal bölümünde etkin olan temel sınıf dinamiklerini ortaya çıkarabiliyor ve düşmanca tepkinin “Irk Sözcüsü loncaların münhasır mülkiyeti olarak ırksal özgünlüğün sınırlarının korunmasıyla ilgili olduğunu” yazıyor.

No Politics but Class Politics, eşitsizliğin nihai ölçüsü olarak farklılıkları merkeze alan günümüz kimlik politikalarının yalnızca bir sınıf politikası değil, aynı zamanda neoliberalizmin temel ilkeleriyle uyumlu ve onu güçlendiren bir politika olduğunu vurgulamaktadır.

Elbette, ırksal farklılıkların varlığı olumsuz bir şeydir. Ancak daha geniş anlamda, siyah insanların çoğunluğunu sefil ve güvencesiz hayatlara mahkûm eden temelde eşitsiz bir ekonomik sistemi korurken, ırksal eşitsizlikleri ortadan kaldırabilirsiniz. Michaels’ın “Identity Politics: A Zero-Sum Game” başlıklı öne çıkan denemesinde sorduğu gibi, “Hangisi daha ilerici bir hedeftir: Siyahların (%24 yerine) yalnızca %13’ünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir dünya mı yoksa hiçbirinin yoksulluk düzeyinin altında yaşamadığı bir dünya mı?” Farklılıkları ortadan kaldırmak tek başına toplumu daha eşit hale getiremez; bu, toplumu yalnızca farklı bir şekilde eşitsiz hale getirir.

Makaleler, bu neoliberal sosyal adalet anlayışının büyük kurumlarımızda nasıl egemen olduğunu ustalıkla inceliyor. Eğitim söylemi, ilk etapta yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine, insanların yoksulluğun üstesinden gelmeleri için ırksal olarak orantılı fırsatlar yaratmaya odaklanıyor. İşte sınıf temelli yaklaşım ile eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya dayalı yaklaşım arasındaki farkın açık bir örneği. Sınıf temelli bir yaklaşım, aynı zamanda en hızlı büyüyen sektörlerde yer alan ve orantısız bir şekilde beyaz olmayan insanların çalıştığı toplumumuzdaki düşük ücretli işlerin, yüksek kaliteli, iyi ücretli işlere dönüştürülmesi gerektiğini öne sürer. Kimlik temelli yaklaşım ise bunun yerine, bu düşük ücretli işlerde orantılı olarak doğru sayıda beyaz insanın çalışmasını nasıl sağlayacağımıza odaklanır.

Eşitsizlik söyleminin en kapsamlı ve geniş çerçeveli eleştirisi, Reed ve Merlin Chowkwanyun’un birlikte yazdığı “Race, Class, Crisis: The Discourse of Racial Disparity and Its Analytical Discontents” başlıklı makalede yer alıyor. Bu makalede, ırksal eşitsizlikler üzerine yapılan çoğu çalışmanın altında yatan yerleşik patolojileri açığa çıkarıyorlar. Konut, eğitim, istihdam vb. alanlarda var olan yerleşik ırksal eşitsizlikleri inkâr edemeyiz. Ancak, esas sorun, bu eşitsizliklerin tanımlandığı perspektif çerçevesinden kaynaklanan nedensel açıklamalar ve politika gündemleridir.

Çoğu zaman, eşitsizliklerin varlığına yönelik önerilen çözümler, bireysel servet inşasına yönelik çeşitli planları vurgulama eğiliminde. Reed ve Chowkwanyun’un belirttiği gibi, “Bu tür stratejiler, ilk etapta ırk içi ve ırklar arası eşitsizliklere katkıda bulunan kapitalist sınıf ilişkilerini değiştirmeye yönelik bir bağlılıktan ziyade, yumuşamayı temsil eder.” Eşitsizlikler üzerine yapılan araştırmalar, ırksal eşitsizlikleri istihdam, kamu hizmetleri, arazi kullanımı vb. gibi temel ekonomik sorunlara dayandırmak yerine, genellikle yardımcı dinamiklere veya sonuçlara nedensel güç verir.

Bugün mevcut siyah siyaseti Adolph Reed Jr.’dan daha derinlemesine analiz eden ve eleştiren çok az bilim insanı vardır. Okuyucular, “From Black Power to Black Establishment” gibi makalelerde buna dair bir fikir edinebilirler. Black Power’ın radikal görünen başlangıçlarından, etnik-çıkar-grubu düzen siyasetinin bir başka ifadesi olarak hayal kırıklığı yaratan kaderine kadar devrini izleyen Reed, bu hareketin “her zaman nesnesini arayan bir kavram olduğu” sonucuna varıyor.

Reed, siyah siyasetin, siyah işçi sınıfının maddi yaşam standartlarını yükseltecek somut politika girişimleri yerine “toplum kontrolü” gibi zayıfça tanımlanmış hedefler etrafında odaklanmasını sürekli olarak eleştirmektedir. Adil istihdam, kelle vergisinin kaldırılması ve kamu eğitiminin iyileştirilmesi gibi konular etrafında dönen bu tür kampanyalar, yaklaşık olarak 1930’lardan 1960’lara kadar olan sivil haklar hareketi sırasında yaygındı. Siyah tarihi bilgisi, Kara Panter Partisi gibi Black Power’ın radikal kesimlerine odaklanma eğilimindeyken, bu makale, Black Power söyleminin “ayrıca ortaya çıkan bir siyah profesyonel ve yönetici görevliler, yöneticiler ve memurlar tabakasının öz imajı ve özlemleriyle de yankı bulduğu” sonucuna varıyor.

Kitap boyunca Reed ve Michaels’ın kültürel bir anlatıdan ziyade ırk ve ırkçılık konusunda materyalist bir anlatıya derinden bağlı oldukları açık olsa da, kültürel alan üzerine bazı düşünceler de sunuyor. Her iki yazar da kültürümüzün bu kadar büyük bir kısmının neoliberal ideoloji ve temalarla nasıl ve neden tamamen iç içe geçtiğini ortaya koyabiliyor. Belki daha da önemlisi, Reed özellikle Sol’un fikir ve değerlerini ilerletmek için kapitalist kültür endüstrisini kullanma girişiminin anlamsızlığını vurguluyor. Reed’in “Django Unchained, or, The Help” makalesinde açıkladığı gibi bu proje, yalnızca neoliberalizmin zaferinin bir göstergesi olarak hizmet ediyor: “Başka hiçbir şey neoliberal ideolojik hegemonyanın kapsamını, kitle kültürü endüstrisinin ve onun temsili uygulamalarının eşitlikçi çıkarları ilerletmek için anlamlı bir mücadele alanı oluşturduğu fikrinden daha çarpıcı bir şekilde gösteremez.”

Reed, Zincirsiz ve Duyguların Rengi filmlerine yönelik yıkıcı bir eleştiride bulunarak devam ediyor ve bu filmlerin baskın mesajının, kölelik ve Jim Crow’un tamamen tarih dışı tasvirleriyle birlikte bireysel başarı ve kefaret olduğunu öne sürüyor. Bu arada Michaels, “Chris Killip ve LaToya Ruby Frazier” eserinde sanayisizleşmiş işçi sınıfı topluluklarının sanatsal tasvirlerinin değerini ve anlamını sorguluyor.

Kitapta ayrıca Reed, Michaels, Jäger ve Zamora arasında gerçekleşen, daha çok tartışmaya benzer dört röportaj yer alıyor. Bu röportajlar epey ilginç ve bazı açılardan makalelerde ana hatları çizilen tüm temaların birbirine bağlanması açısından oldukça da önemli. Bu bölümde, yazarların biyografilerinin bazı yönlerinin, onların ırkçılık karşıtlığı ve her türlü özcülüğe yönelik eleştirilerini nasıl etkilediği gözlemleniyor. Reed’in Black Power öğrenci aktivizmini, yeni kentsel siyah seçim rejimlerini, akademiyi ve İşçi Partisi inşasını kapsayan siyasi yolculuğuna dair düşünceleri, işçi sınıfı siyasetine adanmış bir yaşamdan gelen içgörü ve derslerle dolu. Kişilikleri, okuyucuları aynı anda hem güldürecek hem de düşündürecek sayısız nükte ve esprilerle bu tartışmalarda parlıyor.

No Politics but Class Politics açık sözlü, sert ve provokatif bir kitap. Öyle de olmak zorunda. Bugün “ırkçılık karşıtlığı” olarak bilinen şeyin –politik ve ekonomik sorunların psychologistic babble5psikolojik jargonların yanlış kullanımı – ç.n., bencil kültürel söylem6orijinal metinde “cultural navel-gazing” deyimi, bir konuya gereğinden fazla odaklanma veya bencilce davranma anlamında kullanılıyor. ve eşitsizlik söylemi alanlarına taşınmasıyla– siyah elitlerin ve daha geniş egemen sınıfın gündeminde rahatça yer aldığı giderek daha da netleşiyor. İşçi sınıfına yönelik tarihî saldırı sürerken, kimlik siyaseti ancak neoliberalizmin felaket sonuçlarının çözümünde küçük bir ırksal yeniden düzenleme için giderek daha da içi boşalan çağrılarla karşılık verebilir. Sermaye, şirket yönetim kurullarını, yasama kurullarını ve seçkin eğitim kurumlarını çeşitlendirmek ve tüm ırklardan işçi sınıfı çoğunluğunun yaşam standartlarını yerle bir etmek için bu talepleri şekillendirip kullandı ve kullanmaya da devam edecek. Artık işçi sınıfı yanlısı bir gündemin ne olup olmadığı konusunda ciddileşmenin vaktidir. Bu konuda öne çıkan No Politics but Class Politics ciddi organizatör ve entelektüellerin 21. yüzyılda ırksal eşitsizlikleri anlamlandırmalarına yardımcı oluyor. Michaels’ın “What Matters” makalesinde belirttiği gibi, “Neoliberalizmin artan eşitsizlikleri ırkçılık ve cinsiyetçilikten kaynaklanmıyor ve ırkçılık karşıtlığı veya cinsiyetçilik karşıtlığıyla düzeltilemez, hatta bunlara değinmiyor bile.” Bunu ne kadar erken öğrenirsek, bu ülkede gerçek bir işçi sınıfı hareketini yeniden inşa etmek o kadar kolay olur.

 

Notlar

(1) ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Demokratların, George Floyd olayları sonrası polis teşkilatında reform yapılmasına yönelik yasa önerisini sunarken diz çöküp, kente giymelerini referans ediyor. Kente, geleneksel Ganalı geometrik desenlerden oluşan kumaşa verilen addır. – ç.n.

(2) Sharecropping. Amerikan İç Savaşı sonrası kullanılan tarım sistemi. Çiftçinin, mahsulün satışından elde edilen kârın bir kısmı karşılığında bir mal sahibinin arazisinde çalışmayı kabul ettiği sistem. – ç.n.

(3) Orijinal metinde “passing” ifadesi, bireyin “olmadığı bir ırk gibi görünme” girişimini ifade ediyor. – ç.n.

(4) Beyaz ebeveynlerden doğmasına rağmen kendini siyah bir kadın olarak tanıtmasıyla tanınan Amerikalı aktivist. – ç.n.

(5) psikolojik jargonların yanlış kullanımı – ç.n.

(6) orijinal metinde “cultural navel-gazing” deyimi, bir konuya gereğinden fazla odaklanma veya bencilce davranma anlamında kullanılıyor.

 

Orijinal Başlık: Identity Politics Is a Poor Substitute for Socialism
Yazar:
Paul Prescod
Türkçeye Çeviren: Irmak Yücelten
Editör:
Eren Yılmaz
Redaksiyon: Bekir Demir