Demo v1.0

19 Eylül 2024, Perşembe

Beta v1.0

Filistin, Adorno ve Demokrasinin Sonu

İsrail ordusu meşru müdafaa hakkını aşmıştır. Bunu tarif etmek için Yahudi Faşizmi kavramını kullanmaktan çekinmiyorum.
Çeviren:
Tunç Türel
Kaynak:
Zeit Online

ABD’li filozof Seyla Benhabib günümüzün en önde gelen düşünürlerinden biri. 11 Eylül’de Frankfurt am Main’da Theodor-W.-Adorno ödülünü aldı. Yale Üniversitesinde hocalık yapan Benhabib, Jürgen Habermas’ın söylem etiği geleneğinde kozmopolitanizm üzerine araştırmalar yapmaktadır.

Filozof Seyla Benhabib’e göre İsrail Gazze Şeridinde çok ileri gitmiş durumda. Almanya’nın antisemitizm tutumununsa yanlış olduğunu düşünüyor.

Zeit‘tan Peter Neumann, Seyla Benhabib’le konuştu.

 “Sol, kozmopolitanizmi neoliberalizmle karıştırıyor”

Kozmopolitan elitler popülistlerin en büyük can düşmanlarından biridir. Sizse kozmpolitanizmi halen savunuyorsunuz. Neden?

Kozmopolitanizm benim için üç anlam taşımaktadır. Bunlardan ilki kozmopolitanizmin ahlaki bir evrenselcilik biçimi olduğudur. Tüm insanların aynı değerleri taşıdığı düşüncesiyle başlayan evrensel bir projedir. İkinci olarak, kozmopolitanizm barış ve insan hakları taraftarı hukuki bir projedir. Son olaraksa, kozmopolitanizm kültürel bir değiş tokuş pratiğidir. Almanca “halbiert” [yarıya bölünmüş, parçalara ayrılmış] kelimesini çok severim. Eleştiriler bana öyle geliyor.

Kozmopolitanizme karşı duyulan şüphe çok büyük. Bir yandan sağcı popülistler kozmopolitan elitlerden nefret ediyor. Ortalama yurttaşla olan bağlarını kaybettiklerini söylüyorlar. Öte yandan solda da şüpheci bir yaklaşım yok değil. Bu tarafta durmaksızın bir liberalleşmenin, ulusal sınırların dünya çapında tamamen ortadan kaldırılmasının iyi bir fikir olmadığını düşünenler var.

Bugünkü sol, kozmopolitanizmi neoliberalizmle karıştırıyor. Sosyolog Wolfgang Streeck’in çalışmalarını önemli görüyorum. Ama kozmopolitanizmi içinde neoliberalizmi taşıyan bir truva atına dönüştürdüğünden ve bunun yerine yerel bir yurtseverlik uğruna görüş yerleştirdiğinden ciddi bir hata yaptığı kanısındayım.

Eleştirilere göre sorumluluk sadece mensubiyetten kaynaklanabilir.

Kozmopolitanizme belli bir karşıtlığın olduğunu ve bunun da yersiz olmadığını kabul ediyorum. Ama bu görüş, popülizme kaymadan da dile getirilebilir.

Nasıl?

Elon Musk veya Peter Thiel kime karşı sorumlu? Merkezleri uzakta, tenha köşelerde bulunan çok uluslu şirketler de herhangi bir sorumluluk sahibi değil. Buna rağmen kozmopolitanizmi sık uçan yolcu mil puanına indirgemek yanlış olacaktır. Bu projeyi tüm çelişkileriyle kavramak zorundayız. Kozmopolitanizm bize neoliberalizmi ve sömürüyü de eleştirmemize olanak sağlayan, daha eşit, daha adil bir dünya toplumu konseptini savunan normatif bir projedir.

Ana akım partiler günümüzde popülistlere karşı durmakta neden zorlanmaktadır?

Ben buna sahte evrenselcilik diyorum. Popülistler bize belli bir homojenlik, bir tür birliktelik aksettirmekte. Popülizm, farklılıkların olduğu yerde homojenlik ve uyumluluk inşa etmeye dayanan bir düşünce. Çok güçlü bir söyleme sahip, zira insanlara sahte bir aidiyet duygusu aşılamaktadır.

Avrupa seçimlerinde, Fransa’daki seçimlerde ve geçenlerde Thüringen ve Sachsen’daki seçimlerde göçmenler konusu büyük bir rol oynadı. Avrupa kıtası içine mi kapanıyor dersiniz?

Avrupa Birliği’nin daha fazla çözülmesi bir felaket olur. Bunun için Brexit’ten sonra Britanya ekonomisinin başına ne geldiğine bakmamız yeterli. Şimdiyse AB-Dönem Başkanlığını üstlenmiş ama Avrupa projesine inancı kalmamış bir Macaristan var. Ama tabii ABD kurulurken bile federalizme karşı kesimler vardı. Bunlara çelişki deriz. Çekişmeler her zaman olacaktır.

Şimdi Almanya’da göçmenlerin sınırlardan direkt geri çevrileceği konuşuluyor.

Evet, iltica başvurusu yapanların sınırlardan geri çevrileceğine yönelik AB’de bir girişim var. Bu bence hukukun üstünlüğü açısından ancak bir felaketle sonuçlanacaktır. İltica başvurusu yapanlar hakkında öyle basitçe sınırda yargıya varılamaz. Bu titizlikle yaklaşılması gereken bir süreç.

Araştırmacı olarak birkaç yıl Almanya’da yaşadınız. Sizce Doğu Almanya, tarihi ve geçmişinde tecrübe ettiği iki diktatörlükten ötürü popülizme daha mı meyilli?

Bunlar birleşme sürecinin sancıları. O zamanlar Frankfurt am Main Üniversitesi’ndeydim. Doğu Almanya’ya daha sonra yaptığım yolculukları hatırlıyorum. Dresden’de bir arkadaşımın ailesini ziyaret etmiştik ve Pippi Uzunçorap oyununu izlemeye gitmiştik. Bunu söylüyorum ki o zamanlar tüm gençlik merkezlerinin kapalı olduğunu anlayın. Şehir merkezinin dışına çıktığınızda sosyal açıdan çölleşmiş bir yere ayak basmış gibi hissediyordunuz. Pek çok şirketse tröst şirketi tarafından tasfiye edilmişti. Bir de Batı Almanya’ya gelmiş ve kabul görmemiş Doğu Almanların müthiş bir öfkesi vardı. O zamanlar Doğu Almanya’dan gelen ve bizimle yaşamış genç bir kadını hatırlıyorum. Ebeveynleri öğretmen olarak mesleklerini yapamıyordu çünkü Batı’daki sınava girmemişlerdi. Böyle şeyler iz bırakır.

Popülistlerin bugünkü seçim başarıları liberal demokrasi için bir tür stres testi oldu. Tabii burada söz konusu olan şey sadece popülistlerin demokrasiyi alenen ortadan kaldıracaklarına dair verdikleri demeçler değil. Bugün herkes demokratik olduğunu iddia ediyor: Halkın sesi olduklarını söyleyen sağcılar da, kendini ilerici sanan solcular da.

Sürekli demokrasinin sonu hakkında konuşuyoruz. Siyaset bilimciler, vatandaşlık hakları savunucuları, çok satan kitapların yazarları… Hepsi de demokrasinin korkunç bir şekilde can verdiğinden bahsediyor. Ben bunu abartılı buluyorum. Temsil ve iletişim araçlarının değişmesiyle birlikte büyük partilerin krize girdiklerine şüphe yok. Bu özellike sosyal demokrasinin neredeyse yok olduğu Avrupa’da gözlemlenebilir. Tabii bir de alternatif medyanın yükselişinden de bahsetmek gerek. Sosyal hayat parçalanmış ve anarşik bir biçim almış durumda. Obama’nın 16 yıl önceki seçim kampanyasında sosyal medyanın gücüne kendi gözlerimizle şahit olduk. 20 dolar şuraya, 20 dolar buraya, tüm bu küçük katkılar. Sanki bir tür demokratik karşı güç varmış gibi görünüyordu. Ama elbette iletişim araçları kötü niyetle kullanılabilir. Hepimiz “Fake-News” hakkındaki tartışmalara aşinayız.

Ama?

Demokrasinin sonu hakkında konuşmak yerine siyasi temsilin uğradığı değişime odaklanmalıyız. Mesela şimdi yurttaş konseylerinin kurulması için büyük bir hareket başladı. Artık 100 Cumhuriyetçi ve 100 Demokratın bir araya gelip kürtaj hakkında tartıştıkları eski moda katılımcı demokrasi yerine, kurayla rastgele seçilmiş vatandaşların bir araya gelip toplandıkları yurttaş konseyleri var. Bu yüzden fikir alışverişi ve aralarındaki etkileşim çok daha yoğun oluyor. 700-800 vatandaşın meydana getirdiği bu tarz konseyler yasama yetkisine sahip kurumların yerini almamalı. Aksine, ilave aktarma organları olarak hizmet vermelidir. Bunu bir vaat olarak görüyorum, zira kurumları yenilemek için acilen bir şeyler yapmamız gerekli. Deneysel ve yaratıcı olmalıyız.

Gerçekten 100 Trump taraftarının buna ikna olacağını düşünüyor musunuz?

Trumpçıların sorunu muhafazakâr olmalarından kaynaklı değil, anayasaya karşı olmalarından kaynaklı. Hukukun üstünlüğünü umursamıyorlar ve devleti ele geçirmek istiyorlar. Dolayısıyla devleti ve hukuku hor gören ve devlete ve hukuka öfkelenip, eleştiri yönelten popülist hareketler arasında farklar var.

“İsrail ordusu meşru müdafaa hakkını aşmıştır”

Son yıllarda karşılıklı fikir alışverişi yapabilmek gittikçe zorlaştı. Özellikle ateşi üstünde tüten konularda. 7 Ekim’in ardından “Philosophy for Palestine” başlıklı açık bir mektup yayımladınız. Bu mektupta Hamas teröründen bahsetmiyorsunuz. 7 Ekim’in yıldönümü yaklaşıyor. Küresel sol başarısız mı oldu?

Mektubumda meslektaşlarımın yanıldığını belirttim. Onlar Hamas’ı bir direniş hareketi olarak görüyorlardı. Bu ifademin arkasındayım. Hamas, Gazze Şeridi’ndeki halkı esir almış durumda. Hamas yüzünden Filistin halkı en büyük felaketlerden birini yaşıyor. Ama geriye dönüp baktığımda İsrail ordusunun da tehlikeli sularda yüzdüğünü görüyorum. İsrail ordusu meşru müdafaa hakkını aşmıştır. Bunu tarif etmek için Yahudi Faşizmi kavramını kullanmaktan çekinmiyorum.

“Yahudi Faşizmi” mi?

Bu kavram büyük İsrailli yazar Amos Oz’un Im Lande Israel kitabından. O zamanlar Ariel Şaron’dan bahsediyordu. Her faşizm gibi, günümüz İsrail’inde de faşizm homojenlik düşüncesi üzerine kuruludur. Yani burada da sahte bir evrenselcilik söz konusudur. Tam “Herrenvolk” [üstün ırk] gibi bir şey olmasa da ırkçılıkla yakından bağlantılı tabii. Buradaki slogan daha ziyade şöyle: “Sizi istemiyoruz, sizinle birlikte yaşamak istemiyoruz.” Sadece kendi içimizde “ari” olmak istiyoruz. Netanyahu böyle diyor demiyorum. İddia ettiğim şey sadece aşırı sağcı bakan Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich’in belli bir geleneği temsil ettikleri. Dediğim gibi: Her ne kadar o mektubu yazdığım sırada böyle ifade etmemiş olsam da, yazdıklarımın arkasındayım.

İsrail’deki protestolarda yüzbinlerce kişi esir takası taleplerini dile getirdi. Bu protestolar, savaşın başından bu yana gerçekleşen en büyük hükümet karşıtı protestolardı.

İşte mesela bu. Die Linke’deki dostlarım desteklemeye ve savunmaya değer bir İsrail muhalefeti olup olmadığına dair artık bir karara varmalılar. Bilmem kaç aydır yüzlerce insanın Cumartesi akşamları sokağa çıkıp önce planlanan yargı reformunu protesto ettiklerini sonra da Gazze Şeridinde olanlara karşı slogan attıkları gerçeğine gözlerini kapamaları karşısında nutkum tutuluyor. Geçenlerde İsrail’de neredeyse bir milyon insanın katıldığı genel bir grev düzenlendi. İsrail’e hâlâ sıklıkla sadece yerleşimci sömürgecilik lensinden bakılmasını şaşırtıcı buluyorum. İsrail çelişkilerle dolu bir ülke. Ama eğer solcuyum diyorsanız, muhalefeti desteklemelisiniz. Kimse muhalefeti desteklemiyor demiyorum. Ama savaş başladığında her bağırıp çağırmaya başladı ve İsrail’in toplum olarak karmaşıklığı tamamen gözardı edildi.

Çarşamba günü Frankfurt am Main’da Adorno Ödülüne layık görüldünüz. Adorno 1933 yılında Yahudi olduğundan ötürü Almanya’yı terketmişti. 1949 yılında, Kaliforniya’daki sürgün yıllarından sonra geri dönmüştü. Almanya’da bugünlerde finansman projelerinin incelenmesini de içerecek “Yahudi Yaşamlarının Korunması”na dair bir önerge hazırlanmakta. Bu mantıklı olabilir mi?

Almanya’da olup bitenler akıl almazlığın sınırını zorluyor. İnsanın düşüncesini dile getirmesi suç değildir. Sadece başkalarının haklarına zarar veren ifadelere dava açılabilir. Alman yargısının buna karşı bir tutum göstereceğinden eminim. Eminim Adorno da böyle bir önergeyi komik bulurdu.

Nasıl yani?

Adorno’nun “Geçmişle Hesaplaşmak” adını verdiği şey yukarıdan dayatmayla olmaz. Bu girişimler ve derneklerle, yani aşağıdan olacak bir şeydir. Şüphesiz Suriye’den, Lübnan’dan, Filistin’den, Irak’tan buralara gelip Yahudi karşıtı bir ideolojiye sahip kişiler vardır. Ama sanatı, bilimi ve sivil toplumu tam da böyle bir konunun tartışılabileceği bir süreç olarak görmek yerine, yukardan emrivaki yapmak son derece yanlıştır.

Filozof Nancy Fraser açık mektup “Philosophy for Palestine”a imza attıktan sonra bu mektubu eleştiren Köln Üniversitesi Fraser’a yaptığı daveti geri çekti.

Köln Üniversitesi’nin meslektaşım Nancy Fraser’a yaptığı katiyen kabul edilemez. Bu dönem Columbia Üniversitesi’nde ders vereceğim. Önceki rektör Minouche Shafik kampüsteki Filistin taraftarı  protestocuları kampüsten attırdığı için istifa etmek zorunda kaldı. Bu üniversite kurallarının bir ihlaliydi.

Şayet öğrencilerim “Nehirden Denize” diye Filistin sloganları atarsa mutlu olur muyum? Elbette olmam. Ama bunu konuşabilir miyiz konuşamaz mıyız diye sorulursa, konuşmalıyız derim.

 

Orijinal Başlık: “Israels Armee hat das Recht auf Selbstverteidigung überschritten”
Röportaj:
Peter Neumann
Türkçeye Çeviren:
Tunç Türel
Editör:
Bekir Demir