İşini Tutkuyla Yap!

“Sevdiğin işi yap!” etiğini, ulaşılması asla mümkün olmayan kapitalist bireycilik idealinin yeni miti izledi: İşini tutkuyla yap! Oysa bu, çoğu zaman kendini gerçekleştirme retoriği altına gizlenmiş bir aşırı çalıştırma kisvesidir.
Okuma listesi
Jacobin
Özgün Başlık:
Forced to Love the Grind
13 Ağustos 2015

Dinlenmek için neredeyse hiç vakti olmayan, durmaksızın üreten çalışan imgesi, dinlenmenin bir ihtiyaç olması veya bunu arzulama bir yana, şimdilerde özellikle Silikon Vadisi ve Wall Street’in gergin beyaz yaka çevrelerinde kahramanca bir simge olarak görülüyor. Uykuyu, bakımı, sosyal ilişkileri, kısaca işi ya da kârı sekteye uğratabilecek her tür yükümlülüğü aşmış bir kişilik arzulanıyor.

Bu dünyanın efsaneleşmiş figürleri, çocuklarının özel günlerini kaçıran veya çocukları 40 derece ateşte yanarken bile ofiste yüzlerce saatlerce çalışan kişilerdir. Çalışanların [hem bedensel hem kişisel hem de sosyal] öz bakımlarını bir kenara iterek insanüstü bir hale gelmeleri bu yeni çalışan imgesindeki temel düşüncedir.

Bu olgu can sıkıcı olmasının yanı sıra düpedüz tehlikelidir de. 2013 yılında America Merrill Lynch bankası Londra ofisinde çalışan yirmi bir yaşındaki bir stajyer, üç gün üst üste sabah 6’ya kadar mesaiye kalması sonucu aniden hayatını kaybetti.1https://www.bloomberg.com/news/articles/2013-11-22/bank-of-america-staff-quizzed-as-coroner-probes-intern-s-death 2014 yazında uzun yol şoförünün yirmi dört saati aşkın bir süredir uyumamış olması nedeniyle, New Jersey ücretli yolundaki kazada komedyen Tracey Morgan ağır yaralanmış ve arkadaşı hayatını kaybetmişti.2https://money.cnn.com/2015/05/27/news/companies/tracy-morgan-walmart/

Artan hastalık oranları, anksiyete, depresyon hatta kroner kalp rahatsızlığı, manşetlerde pek de göremesek de, aşırı çalışma ve uyku yoksunluğunun insan vücudu üzerinde bıraktığı hasarlardır.

Ani ve zamansız ölümlerden soğuk algınlığının bile üstesinden gelemeyecek derecede yıpranmış bağışıklık sistemlerine kadar tüm bu durumlar, yaşamımızın iş tarafından ele geçirilmesine engel olamamamızın sonucudur. Yüksek gelirlere sahip süper-işçiler ulusunun tanrıları dışında kalan herkes daha az uyuyor ve daha uzun saatler çalışıyor. Tıp sektöründen tutun da uzun yol şoförlüğüne kadar pek çok alanda, iş dışında uyanık olduğumuz (veya uykuda geçirdiğimiz) saatlerden daha fazlası sömürgeleştiren çalışma sürelerince ele geçirilmiş durumda ve üstelik artık bu durum bir övünç kaynağı olarak sunuluyor. Araştırmalar, daimi aşırı çalışmanın verimliliği düşürdüğünü ortaya koymasına rağmen bu durum böyle.3https://www.cnbc.com/2015/01/26/working-more-than-50-hours-makes-you-less-productive.html

Haftada kırk saatlik çalışma süresinin ortadan kalkmasının birçok nedeni olsa da, gazeteci Sara Robinson bunun başlıca sebeplerinden biri olarak, çalışma tutkusunu yücelten iş kültürlerini gösteriyor. Robinson’a göre, bu kültür, ilk kez 20. yüzyıl sonlarında Kaliforniya’da savunma ve teknoloji sektörlerinde kök salmaya başlamıştır.

Soğuk Savaş boyunca, Santa Clara Vadisi’ndeki Lockheed gibi savunma şirketleri çok sayıda hırslı bilim insanını kendine çekti. Bu çalışanlar, sosyal konularda beceriksizlik, duygusal kopukluk ve en önemlisi iş dışında herhangi bir şey düşünmeme gibi belirli kişilik özelliklerini paylaşıyor görünüyordu. Öyle ki “genellikle iş dışı ilişkileri, egzersizi, uykuyu, yemeği ve hatta kişisel bakımı göz ardı ederek uyanık oldukları her saati işe adıyorlardı”. 50’li yılların sonlarında Lockheed’in şirket psikologları bu özellikler demeti için bir isim bile buldu: “sci-tech kişilik”.

Yöneticiler, iş dışı arzu ve yükümlülerini, hatta hijyen ve uyku gibi en temel fiziksel ihtiyaçlarını bile uzun vadede memnuniyetle bir kenara iten bir işçi tipi bulmuşlardı. Bu çalışanlar endişe verici olarak değil, kelimenin tüm olumlu çağrışımlarına tutunarak “tutkulu” olarak nitelendirildi. Ve 1980’lere gelindiğinde, “tutkulu” çalışanlarla dolu bir vadi, gelişmekte olan bir teknoloji endüstrisi için verimli bir zemin yarattı. Steve Jobs gibi tutkulu aşırı-çalışanlar, sadece teknoloji alanı için değil, genel çalışma kültürünün ikonu haline getirildi.4https://jacobin.com/2014/06/the-genius-of-silicon-valley/

Tutku’nun yeni bir işyeri gerekliliği olarak ortaya çıkmasıyla birlikte, bir şekilde ölçülmesi de gerekiyordu elbette. Böylece her bir işçinin tutkusu karşılaştırılabilir; ödül ve cezaların dağıtımında kullanılabilirdi. Bu soyut niteliği ölçmek için mümkün olan en zahmetsiz, en kolay şekilde tablolaştırılabilir ve en az yaratıcı yönteme başvurdular ve ofiste geçirilen saatler tutkunun ölçütü olarak görüldü.

Bu inatçı tavır bugün de büyük ölçüde yürürlüktedir. Bir ofis yöneticisi 2014 yılında işyeri danışmanlarından oluşan bir ekibe, “[Çalışanları] çalışma saatleri dışında ölçmenin başka bir yolunu bilmiyoruz” diye sızlanmıştı. Bu bıkkınlık, danışmanların aynı işyerinde yaptıkları bir araştırmanın ardından bir yıl sonra dile getirildi. Söz konusu çalışma, çalışanların ara sıra mola vermeleri teşvik edildiğinde ve (şaşırtıcı şekilde) “belirlenen iş miktarını tamamlamalarından sonra ayrılmalarına izin verildiğinde” daha üretken olduklarını ortaya koyuyordu.

Saatlerle ölçüme tabi tutulan tutku, çalışma sürelerini kaçınılmaz bir enflasyon sürecine soktu; öyle ki insanlar, ulaşılması asla mümkün olmayan kapitalist bireycilik idealinin peşinde koşarken, kimi zaman ani ve trajik şekillerde, aslında hayatlarını kısaltıyor ve başkalarını tehlikeye atıyorlar.5https://www.nj.com/union/2014/08/deceased_woman_in_elizabeth_worked_four_jobs_napped_in_car_overcome_by_fumes_police_say.html

Bize bunun yapılmasına neden izin veriyoruz! “Sevdiğin İşi Yap”6https://jacobin.com/2014/01/in-the-name-of-love/ etiğine göre, işin zevki bizzat üretim eyleminden geliyorsa, o zaman işçiler üretmedikleri ya da isteksizce ürettikleri tüm o fazla mesai saatlerinde aslında ne yapıyorlar? Neden maaşlı çalışanlar işleri bittikten sonra ya da anlamlı bir üretim yapamayacak duruma geldikten sonra, ofiste kalmaya devam ediyorlar ve kendilerini uzun vadede verimsiz hale getiriyorlar?

Cevabın ekonomik rasyonalite ile hiçbir ilgisi yok ve bütünüyle ideolojiyle ilgili olduğu açık. Basit Excel tabloları, çalışanların sözde tutkularına dair en zayıf görünümlü deneysel ve aynı zamanda nesnel verileri sunuyor gibi görünse dahi, gerçek şu ki tutku ofiste geçirilen saatlere eşdeğer değildir ve kendini tüketmeyi gerektirmez. Tutku, çoğu zaman kendini gerçekleştirme retoriği altına gizlenmiş bir aşırı çalıştırma kisvesidir.

Çalışma saati tutku denkleminin en büyük hatası, oldukça basit bir şekilde, niteliksiz iş üretimine sebebiyet vermesidir, ki bu da görünüşte işine tutkuyla bağlı olan birinin izin vereceği bir şey değildir. Çalışanlarda tutkunun bir değer olarak vurgulanması, işin niteliğiyle doğrudan ilişkili olan diğer potansiyel –ve aslında oldukça bariz olan tutumları– gölgede bırakır; yetkinlik ve iyi niyet gibi.

Tutku, aşırı çalışma ve 7/24 zamansallık anlayışı, basit yönetimsel ölçütlere duyulan ihtiyaçtan çok daha derin bağlarla birbirine bağlıdır. Carl Cederström ve Peter Fleming, günümüz iş yaşamının, çalışanları yalnızca işyerinde geçirdikleri zaman boyunca değil, yaşamın her bir ediminde sömürdüğünü savunur.7https://www.collectiveinkbooks.com/zer0-books/books/dead-man-working

Patronlar “sosyal zekâ, mütekabiliyet, iletişim ve ortak inisiyatif’’ alma gibi “insani nitelikleri” kendilerine mal etmeyi amaçlıyor: “Fabrika montaj hattı gibi geleneksel üretim noktaları, bugün hayatımızın her köşesinde yer etmiş durumda, çünkü artık iş dünyası için değer yaratan şey sosyalliğimizin ta kendisi.”

İşin sosyalliğin tamamını kuşatma mantığı, bir yöneticinin şirketin yüzü olarak kamuoyunda sergilediği davranışlardan tutun da baristaların kısa sohbetlerine kadar işgücünün neredeyse her seviyesi için geçerlidir. İş yerinde kişisel sahicilik talep edilen her anda, “sahiciliğimiz artık ofisteki zorunlu sahtelikten bir kaçış değil, çalışmanın, hayatımızı bizden çekip almasının bizzat aracı hâline gelir”. Herkes zaten her zaman çalışıyorsa, iş ve iş dışı kimliklerimiz arasındaki ayrım çizgileri bulanıklaşmışsa, fazladan birkaç saat ofiste kalmak pek de önemli bir karar gibi durmuyor; hatta bir çalışan ”Sevdiğin İşi Yap” etiğini içselleştirmişse, bunun bir karar olduğu bile söylenemez.8Yazarın Vesaire’de yayımlanan “Aşk namına: “Sevdiğin işi yap” kültürü ve zararları” yazısı ile birlikte okunabilir: https://vesaire.press/ask-namina-sevdigin-isi-yap-kulturu-ve-zararlari/ -çn.

Bunları okudunuz mu?