Fredric Jameson’ın ölümüyle 20. yüzyılın en önemli Marksist kültür eleştirmenlerinden birini kaybetmiş olduk. Terry Eagleton’ın, Jameson’ın ölümünden birkaç gün sonra kaleme aldığı bu yazı Jameson’ın tevazusu, cömertliği ve eşsiz bilgeliğini sunuyor.
Jameson’la ilk kez 1976’da, lisansüstü öğrencilerine ders vermek üzere beni California Üniversitesine davet ettiğinde tanıştım. O zamana dek Jameson’ın varlığından sadece bir kitabı vesilesiyle haberdardım; beş yıl önce yayımlanan, Lukacs, Benjamin, Adorno, Ernst Bloch gibi düşünürlerin çarpıcı anlatımlarını içeren müthiş Marksizm ve Biçim kitabı sayesinde. Kitabın adı, vulgar Marksist eleştirinin kasvetli hattına karşı bir meydan okuma niteliğindeydi. Üstelik bu kitap, bazıları güçlüklerle dolu ve o zamanlar İngilizceye çevrilmemiş bir dizi Almanca eserle de cebelleşiyordu.
O zamanlar Fredric Jameson adının bir ihtimal Hans-Georg Kaufmann veya Karl Gluckstein’ın takma adı olduğuna, Mitteleuropa’dan [Orta Avrupa] Güney Kaliforniya’ya sığınmış bir mülteci olduğuna kaniydim. Gelin görün ki beni sonraları çekingenlik olduğunu öğrendiğim bir kabalıkla karşılayan adam, en az Tim Walz kadar Amerikalıydı, gerçi Walz’ın bir kadeh şarap eşliğinde son çıkan Çek romanlarını okumak için ortadan kaybolup kaybolmayacağı şüpheli. ‘Bak hele’ ve ‘vay anasını’ gibi ifadeler kullanır, kot pantolon giyer, turf ‘n surf yemekten hoşlanır; varlıklarından bile rahatsız olacağı soylu Fransız entelektüellerindense, güler yüzlü, dışa dönük Umberto Eco’yu tercih ederdi. Tüm bunlar kafi derecede otantik olsa da, bu tür yaratıkların kılık değiştirerek insan içine çıkmalarının münasip görüldüğü bir medeniyetin entelektüeliydi o. Aynı şey, bir iletişim biçimi olduğu kadar bir maske işlevi de gören edebi üslubunun debdebeli retoriği için de söylenebilir. Kuzey Carolina kırsalında keçiler ve tavuklarla çevrili, çocuk sesleriyle dolu ücra bir çiftlik evinde yaşarken dünyayı dolaşan (bir ara Çin ve Avustralya’da buluşacaktık), bazı açılardan kamusal alana fırlatılmış özel bir adamdı Jameson. Çocuklar onun için özellikle kıymetliydi ve ardında bir tabur torun bırakmıştı.
Biliyorum ‘kültür eleştirmeni’ estetik, felsefe, sosyoloji, antropoloji, psikanaliz, siyaset teorisi vb.ni kapsayan ve henüz yeterince uygun bir isme sahip olmadığımız bir tür entelektüel çalışma için vekaleten kullandığımız bir terim şimdilik, böyle olsa da, Jameson hiç kuşkusuz zamanının en büyük kültür eleştirmeniydi. Sinema ve mimariden resim ve bilimkurguya dek sosyal bilimler alanında ilgisini çekmeyen hemen hiçbir şey yoktu ve gezegendeki hemen herkesten daha fazla kitap okumuş gibi görünüyordu. Parmenides hakkında olduğu kadar postmodernizm hakkında da konuşabilirdi. Stanley Kubrick’in Thackeray’ın kimselerin adını sanını duymadığı bir romanından uyarlanan Barry Lyndon filmi çıktığında, öğrencilerinden biri kendinden emin bir şekilde “Fred bunu kesin okumuştur” demişti ve muhtemelen de haklıydı. Yüksek Avrupa duyarlılığı obur Amerikan enerjisiyle birleşmişti. Cümlelerin biçimiyle ilgilenmeyen hiçbir Marksist eleştirinin pek de bir değer taşımadığını savunur, bir anlatı dönüşümü veya poetik ton değişiminde bütün bir ideolojik stratejiyi tespit edebilirdi. Bununla birlikte postmodern kültür üzerine yazdığı klasik denemesinde olduğu gibi, bütün bir medeniyetin nabzını da tutmayı bilmişti.
Edebiyat eleştirmenlerinin günümüzde pek fazla toplumsal işlevi yok. Jameson’ın başarısının bir parçası da, böylesine mütevazı akademik figürlerin bir kez daha nasıl kamusal entelektüeller, nüfuzları edebiyat çalışmalarının geleneksel sınırlarının ötesine yayılan erkekler ve kadınlar haline gelebileceğini bizlere göstermiş olmasıdır. İşte amorf ‘teori’ sözcüğünün ifade etmeye başladığı şey budur ve Jameson teorisyenlerin en iyisiydi.
Orijinal Başlık: Fredric Jameson, 1934-2024
Yazar: Terry Eagleton
Türkçeye Çeviren: Bekir Demir
Editör: Kerim Can Kara
[…] Fredric Jameson Kimdi? (Terry Eagleton – 26.09.2024) […]