Demo v1.0

21 Aralık 2024, Cumartesi

Beta v1.0

Toplumsal Cinsiyet Teorisini Unutmak

Toplumsal cinsiyet terimi, cinsiyet eşitliğini teşvik etme kisvesi altında kadınların esnek ve güvencesiz çalışmasını arttırmak için piyasa odaklı yönetişimce gasp edilmiştir.
Çeviren:
Nurcan Kızıltaş, Merve Turgan
Kaynak:
The Philosopher

‘Toplumsal cinsiyet’le ilgili bildiğimiz her şeyi unutmayı denesek ne olurdu?

Toplumsal cinsiyet teorisini unutmak (unlearning) derken, cinsiyetli olduğunu düşündüğümüz her şeyi unutmaya çalışmayı; ne anlama geldiğini, nasıl çalıştığını, hatta “dışarıda” herhangi bir şekilde var olan bir “şey” olduğunu düşünmeyi terk etmeyi kastediyorum. Bu kısımda, toplumsal cinsiyeti unutmaya yönelik bu çabanın, toplumsal cinsiyete dair yeni bir teorik ve metodolojik yaklaşım oluşturmanın ilk adımı olduğunu ileri sürmek istiyorum.

Toplumsal cinsiyet teorisini askıya almak ve unutmak, toplumsal cinsiyeti çevreleyen güncel tartışma ve kaygılardan geri çekilmek ve onun politik olanak ve kısıtlılıklarını yeniden değerlendirmek için bir fırsat sunar. Neredeyse yirmi yıldır, feministler toplumsal cinsiyet kavramının eleştirel yanının daraldığından yakınmaktadır. Birçok feminist toplumsal cinsiyetin iktidar hiyerarşilerini ortadan kaldırmaya yönelik bir araç olmaktan ziyade, gündelik kullanımda ve politika yapma süreçlerinde “cinsiyet” ile eşanlamlı sıradan bir kavram haline geldiğini düşünmektedir. Daha da fenası, toplumsal cinsiyet terimi, cinsiyet eşitliğini teşvik etme kisvesi altında kadınların esnek ve güvencesiz çalışmasını arttırmak için piyasa odaklı yönetişimce gasp edilmiştir. Diğer tartışmalarda, sözümona “toplumsal cinsiyet ideolojilerine” saldırı muhafazakâr ve aşırı sağcı seslerin dayanak noktası haline gelirken, Anglo-Amerikan feministler arasında toplumsal cinsiyetin bir iktidar dizgesi mi yoksa kişisel bir kimlik olarak mı anlaşılması gerektiği konusunda derin ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla günümüzde toplumsal cinsiyet, bir dizi siyasi aktör ve kurum arasında çeşitli anlam ve amaçlara sahiptir.

Feminist filozoflara göre bu tür toplumsal cinsiyet “belaları”, toplumsal cinsiyet kavramını feminist teori ve politika çerçevesinde anlamlı kılacak şekilde yeniden kuramsallaştırma girişimlerine yol açmıştır. Ancak, belirli toplumsal cinsiyet kavrayışlarını savunma ve inşa etme girişiminde, cinsiyetin toplumsal inşasının teorisi olarak anladığımız toplumsal cinsiyet teriminin daha başlangıçta feminist bir fikir olmadığını unutuyoruz. Michel Foucault’nun cinselliğin Viktorya döneminde icat edilen görece yeni bir kavram olduğunu göstermesi gibi, Jennifer Germon ve Joanne Meyerowitz gibi akademisyenler de toplumsal cinsiyetin de en az cinsiyet kadar bir icat olduğunu ve bilimsel bilgi ve klinik uygulamalarla tamamen iç içe geçtiğini göstermiştir. Bununla beraber, Foucault cinselliği sadece tarihsel olarak inşa edilmiş bir şey olarak değil, aynı zamanda bir iktidar aracı veya teknolojisi olarak da anlamıştır. Toplumsal cinsiyetin her zaman bir iktidar aracı ya da teknolojisi olduğunu çeşitli açılarıyla anlama yoluyla, mevcut siyaset içinde onun nasıl ve neden bu kadar tartışmalı bir yer işgal ettiğini ve buna karşılık nasıl bir politik duruş benimsenmesi gerektiğini daha iyi anlamanın mümkün olduğunu tartışacağım.

***

Toplumsal cinsiyet teorisi kurucu nüvesini, Simone de Beauvoir’ın çalışmalarına, özellikle onun kadın olarak doğulmadığı aksine kadın olunduğu fikrine dayandırır. Ancak, Beauvoir’in İkinci Cinsiyet kitabı, ne toplumsal cinsiyet kavramını geliştirir ne de bu kavramı açıkça dile getirir. Sara Heinamaa’nın ifade ettiği gibi, cinsiyet/toplumsal cinsiyet teorisinin Beauvoir’la ilişkilendirilmesi Anglo-American bir yanlış okumadır. Cinsiyet/toplumsal cinsiyet Beauvoir’a yabancı bir ayrımdır; onun “kadın olma” fikri toplumsallaşma felsefesi olmadığı gibi cinsel farklılığın anlamlarına ilişkin fenomenolojik bir tanımlamadır. Buna karşın, cinsiyet/toplumsal cinsiyet, cinsiyetli varlığın gerçekliğini iki ayırt edilebilir düzende, yani biyolojik ve kültürel olarak yapılandıran ontolojik bir çerçevedir. Bu konu, Kate Millett’in 1970 yılında, İkinci Cinsiyet’ten yirmi bir yıl ve toplumsal cinsiyetin anladığımız anlamda ilk kez kuramsallaştırılmasından on beş yıl sonra yazdığı ufuk açıcı kitabı Cinsel Politika‘ya kadar feminist kuramda ele alınmamıştır.

Cinsiyet/toplumsal cinsiyet, cinsiyetli varlığın gerçekliklerini iki ayırt edilebilir düzende, yani biyolojik ve kültürel olarak yapılandıran ontolojik bir yapıdır.

Cinsiyetin toplumsal, kültürel ve psikolojik yönlerini tanımlayan toplumsal cinsiyet fikri, bir feminist icadı değil, ilk olarak 1955 yılında psikiyatrist Dr. John Money tarafından ileri sürülmüştür. Meslektaşları Joan ve John Hampson ile birlikte Money, biyolojik ve fiziksel cinsiyet özellikleri uyumlu olmayan interseks bireylerde cinsiyet rollerinin gelişimi üzerine bir dizi makale yayımladı. Money, interseks bireyler için psikoseksüel açıdan en açıklayıcı faktörlerin iç yüzünü anlamakla; başka bir deyişle, interseks bir kimsenin kendisini kadın mı yoksa erkek olarak mı tanımlayacağının göstergelerinin ne olduğuyla ilgilendi.

Money ve Hampson’nın çalışmaları muazzam bir öneri ortaya koyuyordu: Cinsiyet rollerinin belirleyicileri olarak hormonlar ve kromozomlar gibi biyolojik göstergeler, gen baskınlığını teyit etmek yerine, intersekslerin çoğunun doğduklarında kendilerine verilen cinsiyet rolünü benimsediğini gösteriyordu. Bu çalışmalara dayanarak, bir bireyin psikolojik cinsiyeti doğuştan ya da biyolojik olarak belirlenmediği, ancak toplumsallaşma süreçleriyle öğrenildiği, hatta nadir durumlarda toplumsallaşmanın bütünüyle biyolojik faktörleri geçersiz kılabileceği yönünde yeni ve radikal bir görüş ileri sürdüler.

Bu öğrenilmiş psikolojik cinsiyete toplumsal cinsiyet adını verdiler. Aynı zamanda “toplumsal cinsiyet rolü” terimi bireyin “oğlan veya erkek, kız veya kadın statüsüne sahip olarak kendilerini ifade etmek için söylediği ya da yaptığı her şey” anlamında kullanılmaya başlandı. Bu terim dilbilimden gelen cinsiyet kavramını ve Harvard Üniversitesinde öğrenciyken Money’e ders veren ünlü sosyolog Talcott Parsons’ın “cinsiyet rolleri” fikrini bir araya getiriyordu. Kritik olarak, Parson’ın yapısal işlevciliği 1950’lerde popülerliğinin zirvesindeydi. Yapısal işlevcilik toplumu, toplumsallaşmanın temelleri olan eylemler, ilişkiler, süreçler ve yapılardan oluşmuş bir sistem olarak incelemeye odaklanıyordu. Özellikle aile, çocukların cinsiyet rollerine göre toplumsallaştırılmaları yoluyla normları yeniden üretme hususunda kilit rol oynayan bir sosyal kurumdu. Money’e göre, bir çocuğun cinsiyet tayini ve yetiştirilmesi ebeveynlerin davranışları ve çocukla olan ilişkileriyle sürekli pekiştirilmeliydi. Bunun ayrılmaz bir parçası da, ameliyat aracılığıyla belirsiz cinsel organların “normalleştirmesi” idi, böylece çocuk, erkek ya da kadın olarak anne veya babalarıyla özdeşleşmeyi öğrenebilirdi.

Bu yeni toplumsal cinsiyet fikri aracılığıyla Money, –tüm insanların biyolojik olarak mutlak bir erkek-kadın ikiliği içine kolayca uymadığını kabul etmesine rağmen– uyumlu şekilde cinsiyetlendirilmiş heteroseksüel bireylerin yetiştirilmesini sağlamak için belirsiz cinsel organlarla doğan çocuklara yönelik cerrahi müdahalelerin yapılmasını uygun gördü. Yani Money’nin çalışmasının, çekirdek ailenin toplumsal düzenin temeli olduğu varsayılan Beyaz Amerikan çekirdek aile yaşamının savaş sonrası Batı ideallerine sıkı sıkıya bağlı olan normatif bir boyutu vardı. Money toplumsal cinsiyet rollerinin iki buçuk yıl içerisinde geri dönülemez şekilde kimliklere dönüştüğüne inandığı için, tercihen doğumdan sonra mümkün olan en kısa sürede bebekler üzerinde cerrahi müdahaleler yapılması gerektiğini savunuyordu. Money ve diğer doktorlar için, çocuk için en iyisini yaptıklarını savunarak ebeveynleri cerrahi prosedürlere rıza göstermeye ikna etmek nispeten kolaydı. Konuşabilecek yaştaki çocuklar ameliyat edildiğinde, bu şiddete karşı direnişleri genellikle çocuksu bir paranoya olarak görmezden geliniyordu. Bu interseks vaka yönetimi protokolleri dünya çapında standart hale geldi ve bugün hala büyük ölçüde kullanılıyor.

1960’larda toplumsal cinsiyet fikri psikanalist Robert J. Stoller tarafından daha öteye taşındı. Transseksüalizmi anlama ve tedavi etme girişiminde Stoller, Money’nin çalışmalarından yararlanarak ‘cinsiyet’in biyolojik özelliklere; ‘toplumsal cinsiyet’in ise sosyal, kültürel ve psikolojik bileşenlere atıfta bulunduğunu ileri sürdü. Biyoloji ve kültür ayrımını haritalandırarak cinsiyet ve toplumsal cinsiyeti birbirinden ayrı sistematik bilgilere sahip iki kavram olarak konumlandırdı. Stoller ayrıca, kişinin benlik duygusunu sergilediği davranışı ayırt etmek için “cinsiyet kimliği” kavramını “cinsiyet rolü”nden ayırdı. Stoller’a göre cinsiyet kimliği bir kez oluştuktan sonra sabitlenebildiği için, transseksüelliği önlemek adına müdahale alanları olarak çocuk cinselliğine ve aile ilişkilerine daha fazla dikkat çekmiştir. Stoller, cinsiyet kimliği zaten sabitlenmiş yetişkinlerin cinsiyet sapmalarını  ıslah edebilmenin ve cinsel organlarını benlik algılarıyla uyumlu hale getirmenin bir yolu olarak ameliyatı savundu. Bu, doktorlarına cinsiyet değiştirme ameliyatını giderek daha fazla soran trans bireyler için özgürleşmeyi temsil ederken, tıp mesleği için de sapkın yetişkin cinsiyetini normalleştirmenin bir yoluydu.

***

Kate Millett 1970 yılında toplumsal cinsiyeti toplumsal olarak inşa edilmiş ve biyolojik cinsiyetten ayrı olarak ifade ettiğinde, doğrudan Money ve Stoller’ın çalışmalarına atıfta bulunmuştur. Germaine Greer, Ann Oakley ve Gayle Rubin gibi diğer önde gelen feministler de aynısını yapmıştır. Rubin’in o zamandan beri belirttiği gibi, Money’nin çalışması feministler için değerli bir kaynaktı, çünkü erkeklik ve kadınlığın yaradılıştan geldiği; biyolojinin kader olduğu fikrine karşı uzun süredir devam eden feminist tartışmalara bilimsel dayanaklar sağlıyordu. Böylece, toplumsal cinsiyet kavramını kullanarak, kadınların ve erkeklerin doğal olarak farklı davranmaya ve var olmaya mahkûm oldukları fikrine meydan okumak mümkün hale geldi. Dahası, eğer toplumsal cinsiyet rolleri gerçekten öğrenilmişse, o zaman kadınların ikincilliğini yeniden üreten sosyal ve kültürel yapıların, normların ve uygulamaların yıkılmasıyla kadınların özgürleşmesi mümkün olabilirdi. Ancak 1970’lerin Anglo-Amerikan feministleri terimi bu psikiyatrik bağlamda aldıklarında, bebek genital cerrahisi ve transgender bireylerin patolojikleştirilmesi gibi bununla bağlantılı suistimalleri görmezden geldiler. Bu aynı zamanda, toplumsal cinsiyet kavramının feminist mücadeleye getirdiği büyük kazanımlara rağmen, tıp mesleğinin ne pahasına olursa olsun katı cinsiyet ikiliklerinin sürdürülmesindeki suç ortaklığını ifşa etmek için de bir fırsatı kaçırmaktı.

Günümüzde toplumsal cinsiyet anlayışları, her biri kendi tanımının doğruluğuna ikna olmuş gibi görünse de, daha önce hiç olmadığı kadar birbirleriyle çatışmaktadır.

Şimdiye kadar göstermeye çalıştığım şey umarım anlaşılmıştır: Toplumsal cinsiyet tarihi sadece dilin değil aynı zamanda iktidarın da tarihidir. Pek çok kişinin toplumsal cinsiyet fikrine her zamankinden daha fazla bağlanmış hissettiği bir zamanda, savaş sonrası sosyal kontrol bağlamında çok spesifik bir buluş olarak anımsanması, toplumsal cinsiyetin her zaman politik olduğunu bize hatırlatmalı. Bu tam anlamıyla gerçek bir anlama ya da saf bir kökene sahip olmasa da, sahip olduğu bu anlayıştan beri bedenleri kontrol etmek, yönetmek ve düzenlemek için bir yöntem olmuştur. Çalışmanın başında ifade edildiği gibi, günümüzde toplumsal cinsiyet karşısındaki mevzilenmeler daha önce hiç olmadığı kadar çatışma halindedir ve görünen o ki, her biri kendi tanımının doğruluğuna kani. Toplumsal cinsiyetin bir dizi politik projeye, meseleye ve ilgi alanına elverişli olması nedeniyle, herhangi bir hareketin terimin sahipliğini üstlenmesinin ona nihai gerçekleri, aydınlanmış cevapları veya ilerici çözümler sağlayacağını varsayması bir hata olurdu. Toplumsal cinsiyet, uzun bir cinsiyet tarihi içinde insan deneyimini anlamanın yalnızca en yeni ve hiç şüphesiz Anglo-merkezli bir yoludur yalnızca. Bugünkü içinden çıkılmaz durumun ötesinde eleştirel düşünmenin yeni yollarını yaratmak için bu kavramdan değilse bile en azından ona olan bağlılığımızdan vazgeçmek çok önemlidir.

 

Orijinal Başlık: Unlearning Gender
Yazar: Jemima Repo
Türkçeye Çeviren: Nurcan Kızıltaş, Merve Turgan
Editör: Kerim Can Kara