Demo v1.0

23 Aralık 2024, Pazartesi

Beta v1.0

John Lennon: Rock Müziğin Yıkıcı Gücüne İnanmış Bir Asi

John Lennon’ın sanatsal yaşamındaki temel çelişki (kapitalist bir toplumda kitleye yönelik müzik yapmaya dair herhangi bir girişim), hayallerini ambalajlayıp satmasındaki tedirgin heves üzerine kuruluydu.
Çeviren:
Ilgın Baran Öcal
Kaynak:
Jacobin

Daily Mirror’ın kapağında, büyük ve kapkara harflerle “Bir Kahramanın Ölümü” yazıyordu, meseleyi bilmiyor olsaydım olayın Kuzey İrlanda’daki bir polis memuru veya askerle ilgili olduğunu düşünürdüm. Hususi bir yas süreci olarak başlayan olayın, dijeyler ve yayıncılar eliyle ulusal bir hadiseye dünüştürmesiyle Lennon’ın ölümü medyada büyük yankı buldu, ancak bu matemin anlamını kestirmek kolay değildir.

Medya her zamanki mahirliğinden uzak bir halde, gerçek anlamda halkta büyük bir karşılık bulmuş bu şoka cevap verme çabasında dağılmış bir vaziyette gibiydi. Bu sadece bir Beatles nostaljisi olmaktan ziyade, John Lennon’ın –Fleet Street ideolojisiyle hiçbir zaman kolaylıkla uyuşmamış– Beatle özelliklerinin kaybına dair özgül bir kederdi.  Lennon’ın zamanında Red Mole’a belirttiği gibi, “Mesele, insanları rahatlatmak, onları daha iyi hissettirmek değil, onları daha kötü hissettirmekti.” Popülist eğilimlerini hâlen Thatcherizmin belirlediği The Mirror, ruh hâlini en doğru şekilde yansıtandı.

Kahramanım olmaya John Lennon’dan daha uygun hiç kimse olmamıştı, fakat bunun bir hayran tabiriyle ne anlama geldiğini bilmeme rağmen (Beatles kayıtlarını çıkar çıkmaz satın alıp, Lennon ile muhtemel arkadaşlığımın hayalini kurardım –Bir arkadaşım, haberi duyduğunda “Artık onunla hiçbir zaman görüşemeyeceğim” demişti)  Lennon’ın müziğinden aldığım zevkin kahramanım olmasıyla ne ilgisi olduğunu düşünmeden edemiyordum.

Yasını paylaştığımı bilen eski bir arkadaşım beni arayıp “Bu ne anlama geliyor?” demişti. Ben herhangi bir şey diyemeden telefonu kapatmıştı bile ve ben de televizyondaki merasimleri seyrederek ziyadesiyle gerçek olan ancak halihazırda takipçisi olduğum kültürün siyasetine göre bir şekilde konforlu ve utanç verici olan bu kederi anlamlandırmaya çalıştım. Bir pop yıldızı için bunları hissetmeme sebep olan şey neydi?

“Emekçidir Tüm Kahramanlar”

Taziye mesajlarıyla birlikte sorumun cevabı da kendisini dayatmaya başlamıştı. John Lennon bir kahramandı çünkü o pop yıldızı olmanın genel tanımlarına karşı savaşmıştı; kahramandı, çünkü  gazetelerin baş yazılarında, radyo röportajlarında, renkli portrelerin bulunduğu ve özel olarak resimlendirilmiş eklerde mücadelesini sürdürmüş, alışılageldik ucuz hilelere direnmişti; esasında John Lennon’ı herkes dostu, kültürel simgesi olarak sahipleniyordu.

Bryan McAllister’ın Guardian’daki karikatüründe sunduğu gibi, “Onun neden Amerika’ya yerleştiğini net bir biçimde anlamak için John Lennon’ı tanıdığını iddia eden kişilere bakmak yeterli olacaktır”. John Lennon’ın 1971’de söylediği gibi:

Beatles’ın olduğu şey olmak için kendini yerin dibine sokmak gerekiyordu ve buna içerliyorum. Bilemedim, kestiremedim. Toptan bir delilik hali etrafınızı kuşatıncaya, tahammül edemediğiniz –on yaşında bile nefret ettiğiniz– insanlarla yapmayı asla istemeyeceğin şeyi yapıyor olana dek; adım adım, yavaş yavaş bu noktaya geldi.

Lennon dostlarından (“Onu çok iyi tanırdım” diyordu) en antipatik olanı, [BBC programı] The World At One’da John’a “çocukları sokaklardan kurtardığı için” Britanya İmparatorluk Nişanı verdiğini açıklayan [Birleşik Krallık Başbakanı] Harold Wilson’dı. O anda Robin Day, “Ama kendisi olumsuz bir örnek teşkil etmiyor muydu?” diyerek çıkıştı: “Gençleri uyuşturucuya özendiren o değil miydi?” sorusuna cevaben Wilson “Ha evet, sonrasında hakikaten kendini çok bozdu” diyerek onayladı.

Lennon kendini çok bozdu ve o zaman da, bugün de bana öyle geliyor ki bir Beatle’ın kendini bozması önemli bir siyasi meseleydi. John Lennon, Harold Wilson’ın kendisinden tam olarak ne tür bir kahraman olmasını istediğini biliyordu:1Çeviri Türkçe adaptasyonundandır. Pelin Çelik’in yorumuyla dinlemek için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=wqCZ5t-k9C0 (Çev.)

Uyuşturur seni; din, seks ve TV
Sınıfsız ve özgür sanarsın kendini
Ama hala cahilsin, görünen o ki
Emekçidir tüm kahramanlar

Zirvede sana da yer var derler
Öldürürken gülmeyi öğretirler
Sürüden biri olmak istersen eğer
Emekçidir tüm kahramanlar

Kahraman olmak için
İzle beni

“Genç Olmak Müthiş Şey!”

John Lennon ergenliğini 1960’larda değil, 1950’lerde yaşadı. “Rock’n’ roll” çalmaya 1956’da, Süveyş Krizi vakitleri başladı, fakat bu müzik, onun yetişkinliğe özgü çürüme hissini nispeten kişisel bir yönden besledi – “rock ’n’ roll”, evde ve okulda verilen kavgalara; adım adım kariyer, yüksek notlar, saygınlık gibi meselelere gömülmeye karşı verilen mücadelelere eşlik etmesi için icra edilen bir müzikti.

John Lennon, gramer okulu2İngiltere’de 11-16 yaş aralığındaki çocukların sınavla kabul edildiği, akademik alana hazırlığı önceleyen okullar. (Çev.) öğrencisi bir işçi çocuğundan beklenen minnettar uysallık haline karşı sergilediği asi aykırılığıyla uyumlu olarak hem bir müzisyen hem de bir “teddy boy”3İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1950’lerin başında İngiltere’deki gençler arasında, “rock and roll” ve “R&B” tarzı müziğe duyulan ilgi, kendilerine has bir giyinme biçimi gibi unsurlarla kendini var etmeye başlayan bir alt kültür. (Çev.) haline gelmişti. 1950’lerde daha yüzlerce öğrencinin durumu da bundan farklı değildi – Lennon, Cliff Richard’dan beş gün büyüktü – fakat onlar eğlence endüstrisinin istikrar ve saygınlık anlayışıyla ehlileştirilerek ayırt edici özelliklerini kaybetmişlerdi.

Ray Gosling’in ifadesiyle, “‘Teddy boy’lar çeki düzen verilip delikanlı haline getirilmişlerdi. Gençler iyisinden birer rock şarkısı söyleyip ardından kendilerini sahnede ve bütünüyle bir eğlencenin içinde buluyorlardı.” Cliff Richard 1960’ta yazdığı otobiyografisine It’s Great to Be Young adını verdi, ki o zamana kadar onun genç olma anlayışının, delikanlı olmanın “doğal” yolu olduğu aşağı yukarı belliydi.

John Lennon öyle muhteşem bir gençlik yaşayamamıştı. İlk olarak müzik alanında belirli olanakların ve maddi açıdan eşsiz fırsatların bulunduğu kozmopolit bir limanda, Liverpool’da yaşadı (Başkentli pop endüstrisinin beyaz “rock’n’roll”u toparlamaktaki başarısı ne olursa olsun, Amerikan R&B kayıtları Liverpool’da yankılanabiliyordu); Liverpool, grupların yetişkinlere hitap eden türden asi müzikler yapmaları için istihdam edildikleri mekânlara ev sahipliği yapardı.

Televizyona ve aile ölçeğinde tüketimin yükselişine rağmen kendini var eden agresif bir vakit geçirme biçimi olarak kamusal bir gece hayatı söz konusuydu. The Beatles’ın ilk menajeri Allan Williams, Liverpool Sound’u çeteler, çatışmalar ve alan hakimiyetleri bağlamında açıklar; The Beatles her zaman bir şeyi temsil etmek durumundaydı ve onlar London Palladium’dan çok uzak koşullarda “eğlendirme”yi öğrendiler.

Hem Liverpool’da hem Hamburg’da bu müziğin gürültülü ve sert tınısı insanları afallatmıştı; inceliğe ve zayıflığa hiçbir şekilde yer yoktu burada. Ekipmanlar iyi durumda değildi, şarkılar bas ve ritim gitar (Lennon’ın bizzat en önemli rolü) ile davul seslerinin birleşimi etrafında, Lennon ve McCartney’nin kombine sesleri etrafında oluşturulmuştu.

Her gece durmaksızın aldıkları uzun, bitmek bilmez sahnelerin etkisiyle Liverpool gürültüsü boğuk ve haşindi. Tommy Steele ve Cliff Richard yavaş yavaş aile sanatçıları olurken Beatles sokakta hayatta kalmanın taktiklerini öğreniyordu ve eğlence sektörüne damgasını vurduktan sonra kibrine de (ve savunmalarına) diyecek yoktu.

Liverpool’un şu anki kıdemli müzisyenlerinin Lennon’ın ölümünün ardından yad ettiği haliyle, Beatles’ı Cavern günlerinde ilham verici kılan şey, yaptıklarının Amerikan müziği olduğunu bizzat kendileri beyan ederken de sergiledikleri netlikti ve bu özgüvenin en dikkat çekici simgesi John Lennon’ın sesiydi. Beatles Amerikan şarkılarını Liverpool aksanıyla söylüyordu; gırtlaktan ziyade genizden gelen, belirgin, tutkunun sohbetvari bir alaycılıkla dile getirildiği bir aksanla. 

Lennon’ın Dehası

Lennon’ın dehası genellikle onun söz yazma becerisine referansla tarif edilir ama asıl mesele hep onun sesi olmuştur. Lennon dinleyiciye kontrollü, içten bir samimiyet taşımıştır, ki bu onun neredeyse hiç bastırılmamış öfkesini daha önceleri dışa vurmasına da imkân tanımış, diğer yandan kendisinin daha sonra gruptan ayrılıp müziğe tek başına devam ettiği günlerde de pişmanlık ile iyimserliği aynı ölçüde etkileyici bir biçimde ifade etmesini sağlamıştır. Beatles hayranları Lennon’ı her şeyden ziyade sesiyle “tanımıştır” ve onun anısına yazılar yazan herkes; kendisinin, şarkılarında sahici bir biçimde “biz” diyebilen gelmiş geçmiş tek “Rockçı” olduğunu belirtme ihtiyacı duymuştur.

Hiç şüphe yok ki Beatles nihayet ihtişamlı başarı öyküsüne sahip olduktan sonra diğer pop yıldızlarından farklılaşmıştır. Eğlence sektörü yıldızlarının niteliklere sahip değillerdi; alaycı, kibirli, hareketli bir imaj çizdiler. Beatles sembolleri, her zamanki hayran coşkusunun dışında artık bir tavrı temsil etmektedir ve Beatles, daha önce pop ile kurduğu ilişkiden pek de memnun olmayan bir dinleyici kitlesine hitap etmektedir; yani öğrenci gençliğine.

Beatles, zekâyı hor görmeyen ilk İngiliz pop grubuydu. Siyahi Amerikalıların kaynaklarından araklanan; cesaretini, ticari kaygıların arasında yok olup gitmesi pek de mümkün olmayan bir aykırılığı koruyan (Eric Hobsbawm’ın deyimiyle) bir “underdog” [ezilen, alt tabaka] melodisi ürettiler. Bu bağlamda John Lennon, son derece bariz bir biçimde en cesur, en zeki Beatle idi; aralarında sivriliyordu.

Mecburiyetten olduğu kadar tercihen de sokağa hakimdi. Tüm isyankarlığına rağmen bir gramer okulu öğrencisinin entelektüel kibrinden alacağını almış bir başka gramer okulu öğrencisi, bir sanat okulu öğrencisinin radikal kültürel hırslarını taşıyan bir sanat okulu öğrencisiydi, Hamburg’un Reeperbahn’ında “hiçlik ülkesi” insanlarıyla alay etmeyi öğrenmiş bir bohemdi.

Lennon, 1960’ların “rock” ve gençlik kültüründe gelişen imkanlar çerçevesinde diğer “Beatle”lara kıyasla daha hızlı (veya can havliyle demeli belki) bir sıçrama yapmıştı ve 1966-68 yılları arasında Beatles’ın önemi, herhangi bir akıma öncülük etmelerinden değil, dahil olmalarından geliyordu. Üzerlerindeki tüm o yıldız prestijine rağmen 60’ların ortasındaki eğlencenin “özgürleşmesi” sürecine yoldaşlık ettiler (özellikle John Lennon).

Dahası Lennon, benim o zamanlar inandığım ve hala da inanmakta olduğum bir şeyi onaylıyordu: 1960’ların gençlik kültürünün hippi unsurlarını, yani uyuşturucuyu, akıl oyunlarını ve cinselliğe dair yeni yaklaşımları; öğrenci hareketini besleyen politik süreçlerden, yani savaş karşıtı hareketten, kadın hareketinden, eşcinsel özgürlüğünden ayrı tutmanın mümkün olmadığıydı. Kendisinin hippi adanmışlıkları ve Yoko Ono’nun pop karşıtı düşüncelerine karşı açıktan verdiği tepki sayesinde John Lennon, Beatles deneyimini atlatıp 60’ların sonuna doğru müziğini en politik şekilde icra edebilmiştir. 

Dile Getirilebilecek Her Şey

John Lennon’ın vurulduğu hafta the Clash, Sandinista! isimli üç plaklık bir albüm yayınladı. Sinir bozucu, hem keyif hem de heyecan verici, dokunaklı; sloganlarla ve sadelikle, silahlarla ve özgürlükle, mücadele ve şüphe imgeleriyle dolu olmasıyla, Lennon’ın bıraktığı mirasa harika bir övgü, Lennon olmadan hayal bile edilmesi mümkün olmayacak bir kayıt.

Lennon, “rock’n roll”un her şeyin dile getirilebileceği bir ifade biçimi olduğuna herhangi bir “rock” sanatçısından çok daha güçlü bir şekilde inanmıştı ama daha da önemlisi, “rock’n roll”un, birçok şeyin –genişleyen işçi sınıfıyla ilgili– dile getirilebileceği tek ifade biçimi olduğuna da inanmıştı (Bu anlamda kendisi bir “proto-punk” idi). Müziği (Clash’ınki gibi), kendisine kulak verilmesine dair ısrarlı bir istek barındırıyordu (esasında söylenen şeyi sıkça gizleyen türden bir istekti bu).

On altı yaşındayken John Lennon; “rock’n roll”u diğer her şeyi susturan, otoriterliğe karşı bir ses olarak tanıdı. Esasında –esas olarak genç bir havaya sahip olan–  bu sesin hala açık açık duyulabildiği tek alan “rock” müzik. Mesela, gençlerin bizzat yaşadığı genç işsizliği deneyimi; yerel müzik gruplarının şarkıları ve John Peel’ın programına ara sıra çıkan bağımsız kayıtlar hariç başka nerede yankı bulabiliyor?

Lennon’ın müzik hayatının büyük bir kısmı bu sesi duyurmakla; popun ideolojik tuzaklarını, Beatles’a yönelik ticari pazarlamaları, sömürücülerin bitmek bilmeyen etiketlerini aşarak bu sesi korumakla geçti. Pop mecrasının değersizleştirici hileleriyle başa çıkarken John Lennon, daha sonra “punk”ların işaret etmiş olacağı birçok meseleyle karşılaştı.

Lennon’ın yıldız olma niteliğini belirgin kılması bakımından Yoko Ono’nun rolü özellikle önemliydi. Yoko Ono; onu “rock’n roll” sesinin verili kabul edilen erilliğiyle yüzleştirdi, ona müziğe dair anlamın bizzat kendisiyle ilgili (özellikle “rock”ın kendiliğindenlik ve gerçekçilik gelenekleri hakkında, şarkı söyleyen sesin “gerçeği” hakkında) sorular sordu, kamusal ile özel olan arasındaki “rock” ilişkisi sorununa odaklandı.

Lennon’ın müziğinin enerjisi her zaman bu gerilimden çıkmıştı; şarkının özel amacı (duyguları ele almanın bir yolu, kişisel güçlere övgü) ve kamusal bir sorumluluk hissi. Lennon kendisini halk için müzik yapmaya adadı ve dinleyicilerine karşı “sorumluluğunu” üstlendi (örneğin Bob Dylan bunu yapmamıştı).

Bu, yalnızca “All You Need is Love” ve “Give Peace A Chance” gibi toplumsal içerikli şarkılarda değil, Lennon’ın 1970’lerin başında çevresinde olup biten her şeye açıklık getirmek için şarkı yazma becerilerini kullanmaya yönelik daimi çabasında da açıkça görülüyordu. Halk için müzik yapmak, soyut bir adanmışlığın yanı sıra fiziksel anlamda bir topluluğa da gereksinim duyar ama (özellikle uluslararası şöhretiyle izole edilmiş) diğer birçok özgün “rock” yıldızı gibi Lennon da 70’lerin ortalarına kadar dinleyici algısını yitirmişti (sonrasında onu yeniden canlandıracak olan ise “punk”tı).

Sahnelere geri döndüğü Double Fantasy albümü, onun geri çekilişini yansıtıyordu; eşine, çocuğuna ve arkadaşlarına olan adanmışlığından ötürü huzurlu ve mutlu olmasıyla birlikte bu durum, Lennon’ın o zamana kadar hep duygularını kamuoyuna ifade etme yönündeki cesur ihtiyacından ileri gelmiş olan siyasi gerilimden yoksundu. Bu, yalnızca satılmak durumunda olan bir kayıttı. Görüldüğü üzere, evlilik ve babalık hakkında söylenecek, Lennon’ı kendi dinleyicisine meydan okumaya itecek kadar önemli hiçbir şey yoktu.

Başka Birinin Rüyası

John Lennon kapitalist müzik icrasının çelişkilerini anlamıştı ancak onu tam çözemedi ve nerdeyse hiçbir zaman aslında bir tür para kazanma sürecinde değilmiş gibi davranmadı. “Hiçbir şeye sahip olmadığını hayal et” diyordu şarkısında ama ben onun bunu yapabileceğini hiçbir zaman düşünmedim. John ve Yoko’nun barış, aşk ve bir şeyleri yalnızca o şekilde düşünerek değiştirme anlayışlarında; daha önemli bir şeyi gizleyen bir saflık söz konusuydu; Lennon’lar, kitle pazarını ve nasıl işlediğini çok iyi biliyorlardı.

1960’ların sonuna doğru yaşananlar yalnızca Yoko Ono’nun bir performans sanatçısı olarak deneyimine değil, aynı zamanda John Lennon’ın Britanya’daki anaakım medyanın tuhaflıklarına yönelik yönelik alaycı değerlendirmesine de yansımıştı (Malcolm McLaren, 1977’de Sex Pistols ile birlikte medyayı manipüle ederken alaycılık ve sanatkarlıktan oluşan benzer bir kombinasyonu uygulamıştı).

Radio 1’in Lennon ile yaptığı son röportajda Andy Peebles, “Bize konuk olduğun için çok teşekkür ederiz” diye nazikçe mırıldandı. “Bakalım,” dedi John, “Yeni bir albüm çıkardık ve Britanya’daki insanlarla konuşmam gerekiyordu” dedi. John Lennon’ın sanatsal yaşamındaki temel çelişki (kapitalist bir toplumda kitleye yönelik müzik yapmaya dair herhangi bir girişim), hayallerini ambalajlayıp satmasındaki tedirgin heves üzerine kuruluydu.

1971’de Red Mole’a söylediği üzere işçi sınıfının sorunu şuydu: “Onlar başka birinin rüyasını düşlüyordu, rüyaları bile kendilerine ait değildi”. İşçi sınıfı kahramanının sorunu, kendisinin de başka insanların düşlerinde tarif edilmiş olmasıdır. John Lennon bir hayranı tarafından; pop yıldızlığının canlandırmak durumunda olduğu fantezileri, delirme halinin dehşet verici aptallığına iten biri tarafından öldürülmüştü.

Sorun şu ki geri kalan Beatles hayranlarının o zamanlar hissettiği keder, benzer hayallerden kaynaklanıyordu ve ironik olan, kahramanlığını metalaşmaya karşı mücadelesiyle var eden, başarısı pop fikrinin insani temellerini ifade etmek olan John Lennon, nihayetinde pop hayranının yıldız olma ihtiyacının zavallı, insanlık dışı, dehşet verici bir türüyle pusuya düşürülmeliydi elbette.

Notlar

(1) Çeviri Türkçe adaptasyonundandır. Pelin Çelik’in yorumuyla dinlemek için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=wqCZ5t-k9C0 (Çev.)

(2) İngiltere’de 11-16 yaş aralığındaki çocukların sınavla kabul edildiği, akademik alana hazırlığı önceleyen okullar. (Çev.)

(3) İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1950’lerin başında İngiltere’deki gençler arasında, “rock and roll” ve “R&B” tarzı müziğe duyulan ilgi, kendilerine has bir giyinme biçimi gibi unsurlarla kendini var etmeye başlayan bir alt kültür. (Çev.)