Marksist kavramların 19. yüzyıldan bugüne izlediği seyir ve tarihsel bağlamın değişkenliği bunların liberal dünyanın özneleri tarafından demode kalmakla eleştirilmesine sebep olan bir dizi kafa karışıklığı yaratır. Sınıfların varlığının yadsınamaz hale geldiği 19. ve 20. yüzyılların aksine çağımızda eleştiri okları artık “orta sınıf” tartışmasına, değişen meslek grupları ile birlikte sömürü nosyonuna ve sömürünün biçimine, sınıfsal geçişkenliklerle daha da karmaşıklaşmış küçük burjuvazi kritiğine kadar uzanır. Nihayetinde bir yerde karmaşa varsa yüzeysel akıl, tartışmanın temelden yanlış olduğunu öne sürerek geç kapitalizmin alameti farikası olan cancel kültürünü devreye sokar. Marksist sınıf kavramının kendi içinde ne orta sınıfları, ne değişen meslek gruplarını açıklayamayacağını iddia eden toptancı görüş buradan türer.
Esasen Marksist literatürde sınıf analizinin yoğunluğu ve güncel tartışmaların karmaşıklığı bir gerçekliktir. Erik Olin Wright’ın Marksist bakışla ele aldığı orta sınıflar analizi analitik ve yetkin bir tartışma olmakla birlikte, ne yazık ki karmaşa halini sona erdirememiştir. Bu yazıda Marksist sınıf kritiğinin halen bugünü, tüm değişen meslek grupları ve çatallanan sınıf sosyolojisi dahilinde açıklayabilmesini sağlayabilen daha temel bir kavrama yaslanacağım ve nirengi noktasını buradan kuracağım. Bu aynı zamanda Marksist yazında doğrudan birincil kaynağa da yönelme anlamını taşıyacak. Bu kavram “üretken emek” kavramıdır.
Üretken Emek
Üretken emek kavramının köklerini, Marx’ın doğrudan iktisat çalışmalarına yöneldiği 1859 tarihli “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” çalışması ve sonraki süreçte Kapital’in taslakları işlevi görecek “Artı Değer Teorileri” çalışmalarında buluruz. Aslında bu kavrama Marksist yazın içinde bir ihtiyaç da var gibidir. Öyle ki Marx’ın doğrudan siyaset biliminin bağlamına denk düşen ve 1848-1850 arası Fransız tarihini ele alan Fransız Üçlemesinde köylülük mefhumu ve orta sınıfın özerk pozisyonu gibi temaların ilk emareleri görülebilecektir burada. Kısmen kafa karıştırıcı sınıf pozisyonları olan özgür köylülük ve küçük toprak sahipliği gibi sosyolojik unsurların Marx açısından da Louis Bonaparte’ın iktidar darbesine yol açan bir işlev görmesi pejoratif bir değerlendirmeyle sunulmaktadır. Öte yandan söz konusu toplumsal unsurların sınıfsal aidiyetleri de o günden sonra orta sınıflar tartışmasını yoğun biçimde alevlendirmiştir. İşte üretken emek kavramının düşünsel köklerini, ortaya çıkış sebeplerini biraz da Fransız köylülüğünün ve orta sınıfının çelişkili pozisyonu aracılığıyla tespit edebiliriz. Kavram, giderek girift hale gelen sınıf analizinde işçi sınıfı ve orta sınıflar karmaşasını düzene sokan bir nirengi noktası haline gelmiştir. Bu, en azından bu yazı için geçerli bir savdır.
Marx’ın Artı Değer Teorileri (ADT) yapıtında tartışılan üretken emek nosyonu, genel olarak üretken emekten ziyade kapitalist üretim ilişkileri çağında “Yalnızca sermaye üreten ücretli emek” olarak tanımlanır.1Marx, Karl (1998), Artı-Değer Teorileri Birinci Kitap (Ankara: Sol Yayınları) (Çev. Yurdakul Fincancı), ss. 141-142 Sermayenin, sermaye üretmek için istihdam ettiği emek üretken emektir. Aksi durumda kullanım değeri üretmek için istihdam edilen emek ne üretkendir ne de kapitalizmin üretim ilişkilerinde var olabilir. Kapitalizm için kullanım değeri değil, değişim değeri önemlidir. Emeğin üretken sayılabilmesi için sermaye sürecine sokulmuş ücretli emek ilişkisinin gerçekleşmesi gerekmektedir.2Karahanoğulları, Yiğit (2008), “Marx’ta Üretken Emek Kategorisi ve 1988-2006 Dönemi Türkiye Ekonomisi İçin Ampirik Bulgular”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63 (2): 122-123. Bu tasarımda Marx için üretken emeği ortaya çıkaran unsur yalnızca meta üretmesi değil, değişim değeri olarak meta üretmesi yani sermaye için kâr üretmesidir:3Marx, a.g.e., ss. 146.
“Bir kapitalist olarak kapitalist için emek-gücünün kullanım değeri, onun fiili kullanım-değerinden, bu özel somut emeğin yararlılığından –yani iplikçi emeği, dokumacı emeği vb. olmasında değildir. O, bu emeğin ürününün bir kullanım-değeri oluşuyla ne kadar ilgileniyorsa, bu emeğin kullanım değeriyle de ancak o kadar ilgilidir; çünkü kapitalist için ürün (…) bir metadır, bir tüketim maddesi değildir. Metada onu ilgilendiren şey, ödediğinden daha fazla değişim değerinin yer almış olmasıdır; ve bu nedenle, onun açısından, emeğin kullanım değeri, ücret olarak ödediği emek-zamanını daha fazla miktarda geri alıyor olmasındadır.”
Öyleyse Marx açısından, üretken emeği tanımlayan temel unsur, herhangi bir metayı üreten kol emeği olması değil, bunu sermayenin kârı için gerçekleştiriyor olmasıdır. O halde, basit bir mantıksal çıkarımla kapitalist mülkiyet rejimi içinde küçük burjuvazi ve orta sınıf analizinde kullanılması gereken nirengi noktası da meslek biçimi ya da salt olarak sınai proletarya tipine özgü üretici güçlerin mevcut olmaması ile tanımlanan beyaz yakalılık değildir. Poulantzas’a göre bilginin işçi sınıfından yalıtılması ile görevli teknokrat-uzman/denetçi emeğini orta sınıfa ait kılan temel gerekçe kol emeğinden kaynaklanmıyor olması iken Marx’a göre aksine sınıf aidiyetinin orijini “sermaye için üreten emek” noktasında kristalize olur.4Bkz Kahveci, Turgay (2022), “Değersizleşme” ve “Sermayenin Organik Bileşimi” Kavramları Üzerinden Erken Dönem Poulantzas’ın Sınıf Analizinin Eleştirisi”, Alternatif Politika Dergisi, ss. 66-105. Yani sınıf analizinin metodik bakışı Poulantzasvâri “zihin emeği-kol emeği” dikotomisine hapsedilerek zihin emeği ile sabitlenmiş orta sınıf anlayışının karşısında Marx’ın “sömürü” nosyonunun yadsınmaz ve değişmez gerçekliğinde vücut bulur. Basitleştirirsek, önemli olan emeğin fiziksel yahut nörolojik/sinirsel kaynağı olarak zihin ya da kol emeği olması değildir, emeğin hizmet ettiği birikim rejimidir. Diğer bir ifadeyle; açıkça ve kuşku götürmeksizin sömürüdür.
Emek Biçimleri ve Sömürü
Üretken emeğin, 19. yüzyılın sanayi proletaryasına sabitlenmiş kol emeği biçimindeki sunuluşu, Poulantzas’ın açık seçik bir hatalı okumasıdır. Belki de Engels’in, Marx için söylediği “Marx, bizim hepimizi aşıyordu; Marx, hepimizden daha uzağı, daha geniş ve daha çabuk görüyordu” övgüsüne sebep olan da budur. Bir Neo-Marksist olan Poulantzas’tan yüzyıl önce yaşayan Marx, emeğin üretken emek olarak kavranma biçiminin kapitalizmin erken dönemindeki ağır sanayi proletaryasına sabitlenmesinin hatalarını en baştan görüyordu. Üretimin değişkenliği ve ölçeği değişebilirdi, kafa emeğinden zihin emeğine hatta dijital emeğe geçilebilirdi. Kapitalist üretim ilişkisi denilen tarihsel aşamada değişmeyen tek şey vardı; sömürü. Üstelik sömürü, her seferinde daha da gizlenmiş, daha komplike hale gelmiş olan üretim ve değişim ilişkisinin görünmez ve izi sürülemez “hayalet”iydi. Geç kapitalizmde gizil gücünü daha da artırdı, toplumsal ilişkiler teknoloji ve yazılımla çetrefilleştikçe ayak izini kaybettirdi. Sonunda 21. yüzyıl insanı, teknolojist girişimci dehasına imân eder hale geldi. Üniversite panellerinde, TEDx konuşmalarında ayakları üzerinde duran “hükümran özne”nin gövde gösterisi, biraz da dijitalleşen dünyanın sınıfları kaçırmasında, sömürü nosyonunu demode bir tarihçe olarak görerek hiçe saymasında ve orta sınıf ahlakçılığında yatmaktadır. Bu yüzden 21. yüzyıl insanı sınıflara inanmamaktadır, sınıf denilince 19. yüzyılın sanayi yağını ve pasını anımsamaktadır. Bu yüzden finans sermayesinin servet transferini, hiçbir yere ait olmayan yeryüzünün lanetlileri göçmenleri ve onların alabildiğine sömürülen emekleriyle yalnızca üretim bandında değil, tekstilden teknolojik altyapıya yedek parça üreten taşeronluğa kadar, çalıştırıldıkları sektörlerde %230 kâr eden büyük sermayeyi görmemekte, görememektedir.
Oysa basitçe kol emeğine sabitlenmiş bir sınıfsal kategori olarak işçi sınıfı, klasik Marksist yazın içerisinde dahi teknoloji karşısında kaybettirilir. Marx’ın “değersizleşme” ve “sermayenin organik bileşimi” dediği iki kavram üzerinden üretimde kol gücüne dayalı emeğin zorunlu olarak azalacağı ve [artı değer de emekten çekildiği için] “kar oranlarının düşme eğilimi” adı verilen bir durum oluşacağı baştan söylenir. Değersizleşme, kısaca, üretim için gereken emek zamanın azalmasıdır. Bu durumun altında bilgi, birikim, altyapı ve makinelerin kullanımı yatmaktadır. Daha da basitleştirirsek Marx’ın “sabit sermaye” dediği teknolojik altyapı gelişiminin, “değişken sermaye” dediği emek gücünün niceliği karşısında artan etkisidir. Bu durum, sermayenin organik bileşimini, yani üretimdeki teknoloji payını artırdıkça emek gücüne duyulan ihtiyacı azaltır. Böylece başa döneriz. İşçi sınıfını tanımlayan unsur kol emeğine sabitlenemez, çünkü zaten Marx için de üretimde kol emeğine duyulan ihtiyaç süratle azalmakta, bu azalma teknolojik gelişkinlik ile birlikte hızlanmaktadır. O halde işçi sınıfı deyince aklına halen yara bere içinde kas kütlesi gelen liberal dünya, sömürünün incelikli formlarını gizlemekte gerçekten başarılıdır. Ancak bu, tembel gözleri yanıltabilir. Ne kadar halelere de bürünse, Marksist gelenek içinde dahi [kol emeği=işçi sınıfı] kısır tertibatı aracılığıyla rafine sömürü mekanizmalarına olan dikkati dağıtacak hatalı kuramsal yaklaşımlardan da beslense, kapitalist dünya Marx için bütün değişkenliği ve teknolojik geçişkenliği ile sömürüyü merkezine alan bir üretim biçimidir. Geç kapitalizmde de, her çeşit yeni meslek grubundan beyaz yakalılar, kendinden menkûl gururlarıyla sırtlarını döndükleri sömürü gerçekliği aracılığıyla, ve tam da bu yüzden, sermaye birikimi için ürettikleri müddetçe, işçi sınıfıdırlar!
Notlar
(1) Marx, Karl (1998), Artı-Değer Teorileri Birinci Kitap (Ankara: Sol Yayınları) (Çev. Yurdakul Fincancı), ss. 141-142.
(2) Karahanoğulları, Yiğit (2008), “Marx’ta Üretken Emek Kategorisi ve 1988-2006 Dönemi Türkiye Ekonomisi İçin Ampirik Bulgular”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63 (2): 122-123.
(3) Marx, a.g.e., ss. 146.
(4) Bkz Kahveci, Turgay (2022), “Değersizleşme” ve “Sermayenin Organik Bileşimi” Kavramları Üzerinden Erken Dönem Poulantzas’ın Sınıf Analizinin Eleştirisi”, Alternatif Politika Dergisi, ss. 66-105.