İdiotes Yerine Polites Olmak

Katılma ve muhalefet etme hakkı, kişi ve yurttaş olarak haysiyetimize sahip çıkmanın ifadesidir. Gerçek yurttaşlık, dünyaya karşı sorumluluk duymak anlamına gelir. Can alıcı soru, akıntıya kapılıp sürüklenen gemi enkazları mı, yoksa akıntıya yön verecek özneler mi olmak istediğimizdir.
Okuma listesi
Editör:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki ay önceki AKP büyük kongresinde “kayıt dışı siyaset dönemi kapandı” demişti. Bu sözlerle sadece TÜSİAD’ı değil, diğer yandaş olmayan sivil toplum örgütlerini de kastediyordu ve bu cümlenin en önemli yanı siyasetin sadece siyaset profesyonellerinin (“siyaset bezirganları”nın?) işi olduğunu ima etmesiydi. Siyaset, sıradan halka bırakılacak bir iş değildi. Dolayısıyla özellikle içinden geçtiğimiz şu politik olarak kritik günlerde “siyaset/politika” nedir, ne değildir ve kimin işidir soruları aciliyet kazanıyor.

Politika nedir?

Bir kere politika, salt profesyonel politikacılara mahsus bir “meslek” değil, tersine hepimizi ilgilendiren konulardaki karar alma süreçlerine katılmak, müdahil olmak demek. Politik toplumun özelliği, ortak oluşu, kamusal ilişkiselliğidir ve politikaya ilişkin bilgi ve beceriler tek bir kişiye, küçük bir azınlığa değil toplumun tümüne, hepimize verilmiştir. Politika terimi “polis”ten (site/devlet) gelir ve Aristoteles’in deyişiyle “polis, polislilerdir”, yani devlet sadece sınırları belli bir toprakta egemen iktidardan ibaret değildir. Yurttaşlar olmasa, halk olmasa devlet diye bir şey olmaz.

Eski Yunan’da yasa önünde eşitlik (isonomia) kadar söz söylemede eşitliğe (isegoria) önem verilirdi çünkü politika, eylemeye yönelik olarak düşünmek ve düşündüklerini söylemektir. Yurttaş (polites) olmak, politikayla uğraşmak ve kamusal sorumluluğumuza sahip çıkmaktır. Bu, özgürlüğümüzü korumak için de gereklidir. Özgürlüğün korunması, “ben apolitiğim” mazeretiyle politikadan kaçmak nafile çabasıyla değil, bilinçli bir biçimde politik eylemde bulunmakla mümkün. Eski Yunanlar politikayla uğraşmak istemeyip sadece kendi işine gücüne, küçük çıkarlarına bakmak isteyenlere boşuna “idiotes” demezlerdi. Kolektif yaşama yayılmış olan karmaşık iktidar ağına etkin bir biçimde katılmak için, sadece kamusal değil bireysel yaşamlarımıza da yön veren ortak kararların alınmasında etkin olmak için elimizde politikadan başka bir araç yok ve bu siyaset bezirgânlarının eline bırakılacak bir şey değil. Elbette öyle olması bütün demokratik olmayan iktidarların rüyasıdır, ama bunun beyhude bir rüya olduğu er ya da geç ortaya çıkar. Burada can alıcı soru, akıntıya kapılıp sürüklenen gemi enkazları mı, yoksa akıntıya yön verecek özneler mi olmak istediğimizdir.

“Gerçek vatandaş” kimdir?

Özgür politik eylem ve hakların korunması için elbette temel hakların Anayasa ve yasalarla teminat altına alınmış olması gerekir, ancak ulus devletlerin egemenlik mantığının geçerli olduğu çağda bu korumanın çok sınırlı ve tehdit altında olduğu açık. Anayasallığa önemli bir tehdit, “milli güvenlik” mantığından gelir. Bugün çok yakından aşina olduğumuz bu mantık, bir korku iklimi yaratmak ve hesabı verilmeyen polisiye ve askeri önlemleri gerekçelendirmek için kullanılır.

Anayasallığa ikinci sınırlama, gene feci sonuçlarını her gün izlediğimiz, en anayasal yönetimlerin bile özelliği olan dışlama mantığı ve uygulamasıdır. Demokrasi iddiasındaki devletler için bile medeni haklar sadece devletin “tam üyeleri” sayılanlar için geçerli oluyor. Devletsizler, sığınmacılar ve diktatörlükle yönetilen ülkelerin aykırı/muhalif üyeleri korunma dışında bırakılıyor. Son zamanlarda bizim de muhalifler için hükümet üyelerinden ve yandaşlarından “bunlar vatandaş değil, hain” cümlesini sıkça duymaya başlamamız bu yaklaşımın ifadesi. Oysa ülke/vatan, doğal olarak var olan veya insan emeğiyle biçimlendirilmiş toprağın aksine sözün ve eylemin ürünü, yani politik olarak sahiplenilmiş bir toprak parçasıdır. Bir grup insana doğal ya da vazgeçilmez bir hakkın sonucu olarak bahşedilmiş değildir; yurttaşlar onu politikleştirdikleri ve kendi kolektif kimliklerinin esaslı bir parçası yaptıkları için onlara aittir.

Gücün güçle dengelenmesi

Medeni haklar “negatif”, yani kişiyi devletin müdahalesinden koruyan ama katılımı güvenceye almayan haklardır ve özgürlüğün gerçek içeriğini oluşturmazlar, Eylemin koşulu olan özgürlük daima pozitif özgürlük, yani bir şeyleri yapabilme, hasıl edebilme özgürlüğüdür ve benliğe ilişkin, özel ya da kişisel bir şey olmayıp kamusal alanda başkalarıyla birlikte –ortak hareketle– gerçekleşir. Cumhuriyet gücün güç ile, çıkarın çıkar ile, fikrin fikir ile dengelendiği bir yapıdır, yani bugün güçler ayrılığı dediğimiz şeyin kurulduğu ve korunduğu yerdir. Bu ilkeyi ayaklar altına alıp her türlü direnmeyi ve karşı çıkışı etkin olarak bastırmaya çalışan bir iktidar salt zora dayanır ve iktidarının meşru dayanağı olan gönüllü yurttaş rızasını yitirir. Dolayısıyla tekilleşmiş bir iktidara karşı anlamlı muhalefet her an şiddet yoluyla ortadan kaldırılabilecek veya kaldırılmasa bile uygulanmayan bir anayasanın koruyuculuğuna sığınmakla değil, alternatif ve çoğul güç/iktidar odakları yaratmakla mümkündür.

Politikada özgürlüğü sağlayan, iktidarın yokluğu değil, iktidar biçimlerinin ve odaklarının çokluğudur. Başka bir deyişle bireysel özgürlüğü tehdit eden, iktidarın varlığı ya da yaygınlığı değil, toplumsal yaşama egemen olan iktidar biçimlerinin karşı konulmaz bir hegemonik kuvvete indirgenmesidir. Gerçek iktidar, yurttaşlar özgürlük için birleştikleri ve örgütlendikleri zaman, aynı politik hedefi paylaşan farklı kişi ve kesimlerle bir araya gelmeyi mümkün kılacak bir dayanışma zemini yarattıkları zaman ortaya çıkar. İktidarın kaynağı, her an şiddet ve zor yoluyla ortadan kaldırılabilecek olan yasalar ve yönetmelikler değil, bireylerin kolektif özgür eylemidir. Tekilleşmiş iktidarın gerçek bir güçle karşılaşması ve gücün güçle dengelenmesi ancak bu şekilde mümkün olur ve böyle bir güç karşısında durmak da kolay değildir.

Sivil itaatsizlik: Politikanın çağrısını duymak

Kamusal direnmenin, sivil itaatsizlik ve protesto eylemlerinin önemi, ulus devletin yurttaşın müdahil olma haklarını savunmadaki aczi veya isteksizliğinden kaynaklanır. Anayasalar vadettikleri hak ve güvenceler uygulamaya geçirildiği sürece anlamlıdır. Hatırlamak gerekir ki ne anayasa ne de yasalar gökten inmiş buyruklar veya davranış reçeteleri değil, kolektif olarak üzerinde anlaşılmış şeyler, yani toplumsal uzlaşının ifadesidirler. Bu nedenle, Arendt’in vurguladığı gibi, itaat gerektirmezler, sadece destekleme veya desteklememe kararını gerektirirler. Başka bir deyişle yasaya tabi olmak ile ona itaat etmek aynı anlama gelmez; yurttaş, yasanın kendi desteğine layık olup olmadığına özgürce karar veren kişidir.

Sivil itaatsizlik, “anlamlı sayıda yurttaş normal değişim kanallarının kapandığına ve itirazların duyulmayacağına ya da dikkate alınmayacağına ikna oldukları zaman” ortaya çıkar ve artar. Temsili hükümetin zaman içinde etkin yurttaş katılımını mümkün kılan kanallarının ve kurumlarının yok edilmesinin, yasal sınırlar içinde katılım imkânı bırakılmamasının yarattığı krize verilen yanıttır, sivil itaatsizlik ve protesto. Gerçek yurttaşlık, dünyaya karşı sorumluluk duymak anlamına gelir ve bu sorumluluğu politik eyleme girişerek yerine getiririz. Bu hem içinde yaşadığımız dünyayı ve özgürlüğümüzü korumak anlamına gelir, hem de bizatihi özgürlüğün ifadesidir. Katılma ve muhalefet etme hakkı, politik özgürlüğün vazgeçilmez unsuru olduğu gibi kişi ve yurttaş olarak haysiyetimize sahip çıkmanın ifadesidir.

Bireyselliğin ve çoğulluğun korunması gereği

Sivil itaatsizlik eylemleri, ortak iyiye ulaşmak için girişilen kamusal eylem olarak politikanın tanımı içinde yer alır. Ancak burada çok özen gösterilmesi gereken bir nokta, kamusal iyiye yönelik eylemde bulunan ve söz söyleyen kişilerin bireyselliklerinin yok edilmemesidir. Başka bir deyişle, politik söz ve eylem daima bireylerin sözü ve eylemidir ve bu bireyler ortak hedefler için birleştikleri, örgütlendikleri zaman da birbirinden çok farklı perspektiflerden konuşup hareket ederler. Farklı perspektiflerin, sözlerin bastırıldığı ve bireylerden oluşan bir topluluk olmaktan çıkan bir kamu, kamu olmaktan çıkar, sürüye ya da güruha dönüşür. Politik yaşam sürü yaşamı değildir ve bu, insanları diğer toplumsal hayvanlardan ayıran farktır. Politik yaşam birbirinden farklı, benzersiz bireylerin yarattığı kamusal yaşamdır. Benzersiz bireylerin kaygılarını ve düşüncelerini ifade etmesine izin vermeyen kolektif eylem, gerçek politik eylem olamaz. Bireyin, özgürlüğünü ifade edebileceği bir alana kavuşması, toplumsal yaşamın geniş çeşitliliği ve çoğulluğu içinde keşfedebileceği farklı iktidar kaynakları bulabilmesine bağlı. Bu da ancak sıradan yurttaşın “kayıtdışı siyaset”e girişmede ısrar etmesiyle mümkün. Farklılıkların korunduğu ortak eylemde ısrar edildiği zaman ufukta kurtuluş ve özgürlük de beliriyor demektir.

Bunları okudunuz mu?