Arendt’in Kahkahası

Kediler, Köpekler, Anekdotlar

Trump, “Dışarıdan gelenler Springfield’de kedileri ve köpekleri yiyorlar” diyerek göçmenlerin evcil hayvan yediklerini iddia etti. Bu ifadeler göçmenlerin yozlaşmışlığını ifşa etmek yerine, onların yoksulluğunu gizlemeyi amaçlıyordu.
Okuma listesi
Editör:
The Philosophical Salon
Özgün Başlık:
Of Cats, Dogs, Pigs, and Trump: Hannah Arendt’s Anecdotes
20 Ocak 2025

“Sivil itaatin tüm kurbanlarına…”

Carola Rackete, Handeln statt Hoffen (2019)

1964 yılındaki bir radyo yayınında Joachim Fest, Eichmann davasından ve Frankfurt KZ davalarından ortaya çıkan, en sonuncusu ve en önemlisi 1963’ün Aralık ayında başlayan yeni suçlu tipi hakkında Alman filozof Hannah Arendt’e sorular sorar. Sonrasında Arendt’in Eichmann Kudüs’te çalışmasına değinir: “Kitabınızın tezlerinden biri, kitabın da alt başlığında yer alan, “kötülüğün sıradanlığı” tezidir. Bu tez sayısız yanlış anlaşılmayla karşı karşıya kaldı.”1Hannah Arendt’e ait alıntıların çoğu, 1964 yılında Joachim Fest ile yaptığı röportajdan alınmıştır. Röportajın ses kaydına audioaz.com üzerinden ulaşılabilir, transkripti ise hannaharendt.net adresinde bulunabilir. Transkript adresi: https://www.hannaharendt.net/index.php/han/article/download/114/194?inline=1 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir. Ses kaydı: https://audioaz.com/en/archive/archive-hannah-arendt-unddie-banalitat-des-bosen-hannah-arendt-joachim-fest-swr-1964-11-09-interview 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir. Arendt, röportajcıya yanıt verirken, kullandığı kelimelerden kaynaklanan karışıklığı ele alır ve ne demek istediğini netleştirir.

“Başka bir yanlış anlaşılma da şudur: Sıradan olanı gündelik hayatımıza ait sanırız.”2Ibid. Aksi belirtilmediği sürece, kaynaklar aynı röportaja aittir. Ancak durum böyle değil: “Daha önce hiç duymadığım ve hiç de sıradan olmayan bir şey söyleyen biriyle konuştuğumu rahatlıkla hayal edebiliyorum. ‘Bu çok sıradan’ ya da ‘Çok bayağı’ diyorum. Kastettiğim şey de bu.” diyerek sözlerini bitiriyor. İlginçtir, eşanlamlı olarak minderwertig kelimesini seçiyor; bu terim ‘aşağı, adi, ucuz, fakir, bayağı’ olarak çevrilebilir ancak tam anlamı şudur: ‘değersiz’ (of inferior worth).

Röportajın ilerleyen kısımlarında Arendt Kudüs’te aklına gelen, yeni olmayan ancak daha öncesinde öğrenip unuttuğu bir şeyi âdeta bir dersmiş gibi anlatıyor. Belki ‘Jüngster Tag’ı3“Jüngster Tag”, Almancada “Son Gün” ya da “Kıyamet Günü” anlamına gelir. Hristiyan inancında ölülerin diriltileceği ve nihai yargının verileceği gün olarak kabul edilir. -çn. ‘Ernst Jünger’ isminin içinde aramak biraz aşırı olur; ancak Kudüs’teki durumun ernst (ciddi) olduğu kesin. Bu anlatı, Heinrich von Kleist’in ‘’son savaştan anekdotlar”ından birine de benziyor elbette. Diyor ki: “Savaş sırasında, Ernst Jünger Pomeranya ya da Mecklenburg’tan –hayır, Pomeranya’dan köylülerle karşılaşmıştı… (Bu hikâye Işımalar eserinde yer alıyor). Ve köylüler, kamplardan doğal olarak açlıktan kırılan birkaç Rus savaş esirini doğrudan teslim aldı –burada Rus savaş esirlerine nasıl davranıldığını bilirsin!– Jünger’e şöyle derler: ‘İşte, onların insan altı yaratıklar olduğu apaçık ortada: Domuzlara verilen yemleri tıpkı vahşiler gibi yalayıp yutuyorlar!’”

Buna benzer içerikli tivitler artık günlük hayatımızın bir parçası oldu. Ohio eyaletinin Springfield şehrindeki göçmenlerle ilgili tivit serilerini ele alabiliriz. Kamala Harris ve Donal Trump arasındaki 10 Eylül 2024’teki ilk ve son başkanlık yarışında bile Trump, “Dışarıdan gelenler Springfield’de kedileri ve köpekleri yiyorlar. Orada yaşayan insanların evcil hayvanlarını yiyorlar”4Bu ifade, The ABC News Presidential Debate: Harris and Trump meet in Philadelphia makalesinden alınmıştır. Bağlantı: https://youtu.be/kRh6598RmHM. 2 Kasım 2024. diyerek göçmenlerin evcil hayvan yediklerini iddia etti. Bu ifadeler göçmenlerin yozlaşmışlığını ifşa etmek yerine, onların yoksulluğunu gizlemeyi amaçlıyor. Yoksunluğun yozlaşmaya dönüşebileceği gerçeği, Arendt’in, Jünger’in hikâyesinin yanına ekleyebileceği bir klişe. Homines sacri’nin5Homines sacri: Homines sacri, Giorgio Agamben’in Homo Sacer (1995) eserinde detaylandırdığı bir kavramdır. Bu terim, hukukun hem içinde hem de dışında konumlanan, öldürülmesi cezasız kalan fakat kurban edilmesi de yasak olan “kutsal insan”ı ifade eder. Modern bağlamda “dışlanmış, haklardan yoksun bırakılmış insan” anlamında kullanılmaktadır. Agamben, bu kavramla modern egemenliğin dışladığı ve “çıplak hayat”a indirgediği bireyi, yani temel haklardan yoksun bırakılmış “dışlanmış insan”ı betimlemeyi amaçlar. -çn. çektikleri acı ve yoksulluğun ciddiyeti, onlara atfedilen sözde evcil hayvan cinayetleriyle örtbas ediliyor. Dahası, köpek öldürmek korkunç bir suçtur, Tanrı’nın kutsadığı aile düzeninin temelini sarsacak kadar ağırdır. Esasında suçların en hafifi yoksul, ortada bırakılmış biri ya da alt insan olmaktır. Bazı insanların alt insan olarak görüldüğü açıkça ifade edilemese de, bu durum dolaylı yollarla dile getirilebilir. Bazı çarpık anlamlarda “göçmenlerin yozlaşması” yalnızca dikkatleri dağıtmak amacıyla kullanıldığı için Trump’ın iddiası hiçbir şekilde çürütülemezken, asıl mesaj hiçbir sorguya takılmadan, siyasi yelpazede hiçbir direnişle karşılaşmadan gizlice aktarılır: Yoksunluk, yozlaşmışlık demektir ve bazı ‘’insanlar’’ aslında alt insandır, yani minderwertig.

Arendt, Jünger’in hikâyesini anlattıktan sonra şöyle bir yorumda bulunur: “Gördüğünüz gibi, hikâye (hi/story)  tam anlamıyla korkunç bir aptallıkla karakterize ediliyor. Yani demek istediğim aslında hikâye temelinde aptalca. Adam açlıktan kırılan bir insanın tam olarak yapacağı şeyi göremiyor, değil mi? Ve herkes aynı şeyi yapardı. Ama bu aptallığın gerçekten de korkutucu bir yanı var. Eichmann çok zeki bir adamdı ama onda da bu aptallık vardı…” Ardından yanıtını hızlıca şu şekilde bitiriyor: “Ve işte sıradan derken kastettiğim şey buydu. Bir derinliği yok, şeytani de değil! Sadece başka insanların neler yaşadığını hayal etme isteksizliği, öyle değil mi?” Daha dikkatli bir çeviriyle, Arendt şunu söylüyor: “Ötekide sahiden neyin söz konusu olduğunu tahayyül etme isteksizliği [der Unwille, sich je vorzustellen, was eigentlich mit dem anderen ist].’’ Bu ifadenin şok edici ve korkutucu tarafı da hızla kendini gösteriyor çünkü bunun mantıkla çürütülebilmesi mümkün değil. Sadece Kafka’nın deyimiyle ein Gleichnis, bir mesel ya da Benjamin’in diliyle bir anekdotla sunuluyor.

Belki de bu, Heidegger’in ontolojik sonluluğunda Öteki’nin rolünü sorgulayan Fransız filozof Levinas’ın, Heidegger’e düşünme içinde diyaloğun açıklığına verdiği yanıttır. Jean-Luc Nancy, 2015 tarihli Heidegger’in Sıradanlığı çalışmasında, tartışmaya yeniden müdahale ederek, Heidegger’in bağlılıklarını mercek altına alır. Arendt, kapalı olduğu yerlerde dahi diyaloğu açık tutmaya çalışır. Röportajın ilerleyen kısımlarında totaliter rejim içindeki insanların karşılaşabileceği olası tepki ve sorumluluklardan bahseder. Dış baskılarla nasıl etkileşim kurulur? Diyaloğun sınırları nelerdir? Riskler göz önüne alındığında, özgürlük için herhangi bir alan var mıdır? Arendt, ‘ötekinin’ totaliter, kişiliksiz bir formda kaybolduğu zamanda, ‘içindeki Öteki’ni tehlikenin içinde ve dışında yeniden işler. Sokrates’in bir cümlesini aktarır: ‘’Bütün dünyayla uyuşmaz olmak, kendinle uyuşmaz olmaktan daha iyidir, çünkü ben birim” ve kendisi şunu ekler: ‘’Doğrusu, kendimle aynı fikirde değilsem, dayanılmaz bir tartışma ortaya çıkar.’’ Bu cümleyi Kant’ın imperatifiyle ilişkilendirerek şunu ileri sürer: “Bu cümle, benim kendimle birlikte yaşadığımı, sanki birde-iki imişim gibi, içsel ve dışsal bir bölünmeye sahip olduğumu ima eder… O halde, kişinin kendisiyle yaşaması demek, doğası gereği, kendisiyle konuşması anlamına gelir. Ve temelinde bu kendiyle konuşma durumu ‘düşünmek’ demektir. Böylece, bu cümlenin varsayımı şudur: Kendime eşlik ederim.” Ich habe Umgang mit mir: (İster iyilik ister kötülük için) kendimle mürafıkım.

David Bowie’nin erken dönem şarkılarından biri olan All the Madmen’de ifade ettiği gibi: “İşte burada duruyorum / Ayağım avuçlarımda / Duvarlarla konuşuyorum / Hiç de normal değilim”.6David Bowie, “All the Madmen,” in The Man Who Sold the World, 1970. Delilik, düşünmenin en inatçı biçimi olarak temsil edilir; öyle ki ne yasalara ne de mantığa uyar. Bana eşlik eden ötekini koruma ihtiyacı, dehşet anlarında, düşünen kişiyi bir duvara toslamayla birlikte düşünmeye sevk edebilir. Bu nadir ve uç durumlardan biridir; öyle ki psikoza ait küçük bir aşı damlası, nevrotik biçimde dağılmış bireyi, sıkıştığı psikopatik kıyım makinesinden kurtarabilir. Görünüşe göre, Schopenhauer’in acı ve can sıkıntısı arasında salınan sarkacında olduğu gibi, uçlar arasındaki geçici anda neşeyi bulmak için nevroz ve psikoz arasında gidip geliyoruz, baskıları zar zor sıyırarak düşüncelerin hafif bir canlılık bulduğu o anda memnuniyeti yaşıyoruz.

Anekdotlar ya da statik formları dahilinde düşünce imgeleri, şaka olarak algılanabilecek farklı düzeyler arasındaki ayrımı erteleme konusunda zayıf bir güce sahiptir. Belki de bu, düşünceyi bir araya getiren ve anekdot temelli düşüncenin gücünü ortaya koyan immünolojik psikozdur. Ve belki de bu, Arendt’in içsel diyaloğundan kopan, aptallığı daha fazla taşıyamayan, şeytani ve patlayıcı kahkahasını hayal etmek için en iyi bağlamdır. Aynı yıl içerisinde Günter Gaus ile yapılan bir video röportajında Arendt şunlara değinir:

“Gördüğünüz gibi, bir şey yüzünden bana kızan insanlar var, ki ben de onları bir dereceye kadar anlayabiliyorum, yani hâlâ buna gülebilmeme. Ama Eichmann’ın aptal bir adam olduğunu gerçekten düşündüm ve size şunu söyleyeyim, polis raporlarını okudum. 3600 sayfayı dikkatlice okudum ve kaç kez kahkaha attım bilmiyorum. İnsanlar bu tepkime sinirleniyorlar. Yapabileceğim bir şey yok.”7Bu ifade, 1964 yılında Günter Gaus ile yaptığı röportajdan alınmıştır. Röportajın videosu zdf.de üzerinden izlenebilir ve transkriptine rbb-online.de. adresinden ulaşılabilir. Video: https://www.zdf.de/video/interviews/zur-person-196/hannah-arendt-zeitgeschichte-archiv-zur-person-gaus-100 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir. Transkript: https://www.hannaharendt.net/index.php/han/article/download/114/194?%20inline=1 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir. Korumam gereken bir diyaloğum var.

Totaliter rejime gömülmüş diğer zihinler gibi Eichmann da dili takip eder ve dilin tanımlayıcı, belirleyici kullanımını sorgulamakta yetersiz kalır. Bu, dili teşkil eden farklılık-içindeki-tekil’i tespit etmeyi ve beslemeyi engelleyen sıradan bir psikopatolojidir. Anlamlar doğrudan doğruya sözlükten alınır ve dilbilgisi kuralları gibi uygulanır ya da başlangıç noktasına dönecek olursak, yasal olarak dayatılır. Bu bağlamda Trump’ın yaptığı pek çok açıklama, her ne kadar dehşet verici olsa da, komik gelmesi şaşırtıcı olmayabilir. Komik olmamaya başladıklarında ise bunların kaynaklandığı totaliter rejimlere giriş yapmış oluyoruz.

1916 yılında Herbert Belmore’a yazdığı bir mektupta genç Benjamin “dilin yalnızca mizah yoluyla eleştirel olabildiğini” ileri sürer.8Benjamin’in 1916’nın sonlarında Herbert Belmore’a yazdığı mektup. The Correspondence of Walter Benjamin: 1910-1940 (Chicago and London: The University of Chicago Press, 1994), 83, 84. “Nur im Humor kann die Sprache kritisch sein.” Dilin eleştirel ve bölünmüş yapısından gelen sınırlı bir mizah biçimini düşünebiliriz. Neredeyse bir palindrom9Palindrom: Tersten okunduğunda da aynı olan kelime ya da cümle. -çn. gibi, “anecdote” (Alm. Anekdote), ölümü (Tod) her iki yönde de yanlış yazar.10“Anekdote” kelimesi Almancada “anlatı” anlamına gelir ve biçimsel olarak “Tod” (ölüm) kelimesiyle gizli bir bağlantıya sahiptir. Bu bağlantı, kelimenin her iki yönde de (soldan sağa ve sağdan sola) okunduğunda “ölüm” kelimesinin yanlış yazılmasıyla sağlanır. Tam bir palindrom olmasa da bu bir tür dilsel oyun ve anlam kaymasıdır. -çn. Şakaların aksine anekdotlar bir gerçeklik ilkesini, yani düşüncenin her şeye gücü yeten doğasının dışsal sınırları ve ölüme belirli bir yakınlığı iddia eder. Ölüm hiçbir şeyin yapılamayacağı ve hiçbir tazminatın yeterli olmadığı somut sınırdır, bu yüzdendir ki bir karakter kümelenmesi kadere karşı koydukça ölülere yaklaşır.

Bir karakterin kendine özgü içtepisini (yani ölüm dürtüsünün otomatik tekrar mekanizmasını) bir araya getirerek ve gerçeklik ilkesini (ölümün imkânsız bir muhatap olarak varlığını) sağlayarak, anekdot; dil içinde “ruha dayatma” olarak okunabilir. Böylece tüm anekdotlar bir dereceye kadar ölü bir bedenle ağırlaşmış şakalar olsalar da yine de ölür bir bedenin içerisinde onun ruhuyla aydınlanırlar. Yıllar boyu aktarılan anekdotların gücü, kuşakların ve geleneklerin kaçınılmaz ihanetleriyle elden ele geçmeleri ve imkânsız olana, sorgulamaya, düşünüme açık olmalarında yatar. Derrida’dan miras arşivlerindeki perhaps (belki) ve Geist (ruh) kavramındaki hayaletlerin izlerine dair tespitlerini takip eden Rickels, bu tür bir düşünce bağışının temel unsurlarını radikal bir şekilde vurgular; Leiche (ceset) kelimesini hem vielleicht’ (belki) bağlacında hem de Gleichnisse (meseller) kavramında bulur. Ve işte, Benjamin’in yazılarında benzeşime (assimilation) karşı anekdotsal direnci karakterize eden budur.11Arşiv için bkz. Jacques Derrida, Archive Fever. A Freudian Impression (Chicago: University of Chicago Press, 1998); “hayaletler/ruh (specters/spirit)” için özellikle bkz. Derrida, Specters of Marx: The State of the Debt, the Work of Mourning, and the New International (Londra ve New York: Routledge, 1994); “belki (perhaps)” için bkz. Derrida, “Perhaps or Maybe.’ Jacques Derrida ile Alexander Garcia Düttmann’ın konuşması, ICA, 8 Mart 1996,” Responsibilities of Deconstruction adlı yazıda, PLI, Warwick Journal of Philosophy, Cilt 6, Yaz 1997; Leiche’in “Gleichnis ve vielleicht” okumaları için bkz. Rickels, Aberrations of Mourning (Detroit: Wayne State University Press, 1988) ve Rickels, I think I Am P. K. Dick (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2010).

Anekdotlar, genellikle doğrudan ölüm konusunu veya Arendt’in durumunda olduğu gibi insan yoksunluğu ve sonluluk konularını ele alır. Gerçeklik ilkesi tersine çevrilir ve Freud’un Espriler ve Bilinç Dışı ile İlişkileri eserine göre, şakalar kişinin zihinsel dünyasından bir tür saldırgan hazzı serbest bırakırken, anekdotlar dışarıdan gelen aynı enerjiyle oyun oynar; gerçekleşmiş, kurtarılmış bir dünyanın imgeleridir onlar. Yazarların ölüm döşeğindeki son sözlerine dair anekdotlar, böyle tuhaf bir durumu en açık şekilde ortaya koymaktadır. Oscar Wilde’ın meşhur yorumunu ele alabiliriz: “Bu duvar kağıdı ve ben ölümüne bir düellodayız. Ya o gider, ya da ben.”12Richard Ellmann, Oscar Wilde (New York: Alfred A. Knopf, 1988), 581. Psikanalitik id kavramı ve Heideggerci man sagt en umulmadık anlaşmasını burada yapar: Bu dünya iyi ve kötünün ötesinde yavaşça yeniden şekillenirken, ölüler sevinç içindedir.

Arendt’e göre Eichmann’ın çürük mantığına gülmemek zaman zaman imkansızdı. Anlattığına göre insanlar bu sebeple ona kızmışlardı, yine de bir noktayı aydınlığa kavuşturmak istiyor: “Ölümle burun buruna olsam bile üç dakika boyunca muhtemelen gülmeye devam ederdim.”13Hannah Arendt’in 1964 yılında Günter Gaus ile yaptığı röportaja bakınız. Belki de Eichmann’ın ölü gibi itaatkâr14Eichmann’ın, Nazizmin işlediği suçlara körü körüne ve sorgulamadan katılmasına dair duygusuz, mekanik, sorgulamadan ve düşünmeden itaat etmesini anlatan bir metafor. -çn. duruşuyla karşılaştığında tam olarak yapamayacağı şey gülmekti. Trump’ın, öldürücü bir ciddiyetle kulaktan dolma söylentileri pekiştirip onlara gerçeklik atfetmesi, yalnızca anekdotun bizden talep ettiği belirsizlik ilkesine ters düşmekle kalmaz, aynı zamanda düşünce alanını, “bu böyledir” biçimindeki otoriter söylemle değiştirir, bu da korkunç bir şekilde yerinden edilmiş mağduriyet ve sıradanlaştırmaların affedilemez yayılımı ile sonuçlanır.

Notlar

(1) Hannah Arendt’e ait alıntıların çoğu, 1964 yılında Joachim Fest ile yaptığı röportajdan alınmıştır. Röportajın ses kaydına audioaz.com üzerinden ulaşılabilir, transkripti ise hannaharendt.net adresinde bulunabilir. Transkript adresi: https://www.hannaharendt.net/index.php/han/article/download/114/194?inline=1 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir. Ses kaydı: https://audioaz.com/en/archive/archive-hannah-arendt-unddie-banalitat-des-bosen-hannah-arendt-joachim-fest-swr-1964-11-09-interview 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir.

(2) Ibid. Aksi belirtilmediği sürece, kaynaklar aynı röportaja aittir.

(3) “Jüngster Tag”, Almancada “Son Gün” ya da “Kıyamet Günü” anlamına gelir. Hristiyan inancında ölülerin diriltileceği ve nihai yargının verileceği gün olarak kabul edilir. -çn.

(4) Bu ifade, The ABC News Presidential Debate: Harris and Trump meet in Philadelphia makalesinden alınmıştır. Bağlantı: https://youtu.be/kRh6598RmHM. 2 Kasım 2024.

(5) Homines sacri: Homines sacri, Giorgio Agamben’in Homo Sacer (1995) eserinde detaylandırdığı bir kavramdır. Bu terim, hukukun hem içinde hem de dışında konumlanan, öldürülmesi cezasız kalan fakat kurban edilmesi de yasak olan “kutsal insan”ı ifade eder. Modern bağlamda “dışlanmış, haklardan yoksun bırakılmış insan” anlamında kullanılmaktadır. Agamben, bu kavramla modern egemenliğin dışladığı ve “çıplak hayat”a indirgediği bireyi, yani temel haklardan yoksun bırakılmış “dışlanmış insan”ı betimlemeyi amaçlar. -çn.

(6) David Bowie, “All the Madmen,” in The Man Who Sold the World, 1970.

(7) Bu ifade, 1964 yılında Günter Gaus ile yaptığı röportajdan alınmıştır. Röportajın videosu zdf.de üzerinden izlenebilir ve transkriptine rbb-online.de. adresinden ulaşılabilir. Video: https://www.zdf.de/video/interviews/zur-person-196/hannah-arendt-zeitgeschichte-archiv-zur-person-gaus-100 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir. Transkript: https://www.hannaharendt.net/index.php/han/article/download/114/194?%20inline=1 2 Kasım 2024 tarihinde erişilmiştir.

(8) Benjamin’in 1916’nın sonlarında Herbert Belmore’a yazdığı mektup. The Correspondence of Walter Benjamin: 1910-1940 (Chicago and London: The University of Chicago Press, 1994), 83, 84. “Nur im Humor kann die Sprache kritisch sein.”

(9) Palindrom: Tersten okunduğunda da aynı olan kelime ya da cümle. -çn.

(10) “Anekdote” kelimesi Almancada “anlatı” anlamına gelir ve biçimsel olarak “Tod” (ölüm) kelimesiyle gizli bir bağlantıya sahiptir. Bu bağlantı, kelimenin her iki yönde de (soldan sağa ve sağdan sola) okunduğunda “ölüm” kelimesinin yanlış yazılmasıyla sağlanır. Tam bir palindrom olmasa da bu bir tür dilsel oyun ve anlam kaymasıdır. -çn.

(11) Arşiv için bkz. Jacques Derrida, Archive Fever. A Freudian Impression (Chicago: University of Chicago Press, 1998); “hayaletler/ruh (specters/spirit)” için özellikle bkz. Derrida, Specters of Marx: The State of the Debt, the Work of Mourning, and the New International (Londra ve New York: Routledge, 1994); “belki (perhaps)” için bkz. Derrida, “Perhaps or Maybe.’ Jacques Derrida ile Alexander Garcia Düttmann’ın konuşması, ICA, 8 Mart 1996,” Responsibilities of Deconstruction adlı yazıda, PLI, Warwick Journal of Philosophy, Cilt 6, Yaz 1997; Leiche’in “Gleichnis ve vielleicht” okumaları için bkz. Rickels, Aberrations of Mourning (Detroit: Wayne State University Press, 1988) ve Rickels, I think I Am P. K. Dick (Minneapolis: University of Minnesota Press, 2010).

(12) Richard Ellmann, Oscar Wilde (New York: Alfred A. Knopf, 1988), 581.

(13) Hannah Arendt’in 1964 yılında Günter Gaus ile yaptığı röportaja bakınız.

(14) Eichmann’ın, Nazizmin işlediği suçlara körü körüne ve sorgulamadan katılmasına dair duygusuz, mekanik, sorgulamadan ve düşünmeden itaat etmesini anlatan bir metafor. -çn.

Bunları okudunuz mu?