Anti-Žižek

Žižek'in melankolik komünizm okuması nihayetinde depolitize edici bir hamledir; devrimci mücadelenin aciliyetini azaltmakta ve onu bir tür varoluşsal terapiye indirgemektedir.
Okuma listesi
Editör:

Marksist terminolojiye hakim Batılı düşünürlerden Slavoj Žižek, 27 Ocak 2025 tarihinde Philosophy Salon’da1https://thephilosophicalsalon.com/why-a-communist-should-assume-life-is-hell/ başlığını okuyanın yazının gerisi öyle kolay kolay okumadan edemeyeceği bir yazı yayımladı: “Komünistler Hayatı Neden Cehennem Bilmeli?” Žižek bu yazısında, komünistlerin hümanist iyimserliğe sırtlarını dönerek radikal kötümserliği benimsemelerini ve hayatı tarihsel güçler tarafından şekillendirilen bir süreçten ziyade içkin bir “gözyaşı vadisi” olarak görmeleri gerektiğini savunuyor. Žižek, kısacası, filozof Philipp Mainländer’in görüşlerinden yola çıkarak, acının sadece yabancılaşmanın bir ürünü değil, varoluşun temelinde olduğunu iddia ediyor. Brassier’in Marx’ı yeniden yorumlamasından da faydalanan Žižek, kapitalizmin insan potansiyelini “etkisizleştirdiğini”, ancak paradoksal olarak devrimci özneyi ürettiğini iddia ediyor. Mainländer’in nihilizmini radikal bir angajman çağrısı olarak gören Žižek, komünizmi nihayetinde hayatın doğasında var olan bu acıyı hafifletmek için bir araç olarak (coping mechanism) resmediyor.

Komünistler Hayatı Neden Cehennem Bilmeli?

Žižek’in yazısındaki düşüncelerin tarihsel ve diyalektik materyalist yöntem açısından bir çıkmaz bir sokak teşkil ettiğini öne sürüyorum. Bunu, Marc Bloch’un “Umut İlkesi”, Antonio Gramsci’nin “Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” ifadesi ve Disco Elysium isimli Marksist video oyunundan ilham alarak göstermeye çalışacağım. Ancak bundan evvel, Žižek’e ilham olmuş Philipp Mainländer’e kısa bir bakış atmanın yararlı olacağı kanaatindeyim.

1841-1876 yılları arasında yaşamış Mainländer, kendi fikirlerini hem Arthur Schopenhauer’inkilerin üzerine inşa eden hem de onları çarpıtarak filozofun düşüncelerini kelimenin tam anlamıyla metafizik bir nihilizme dönüştüren ve radikal kötümserliğiyle tanınan Alman bir filozof ve şairdi. Schopenhauer’in yaşama arzusunun aksine Mainländer, varoluşun bir ölüm arzusuyla –tanrının kendisi tarafından başlatılan kozmik bir intihar– yönlendirildiğini savunmuştu. Ona göre, dünya ölü bir tanrının çürüyen cesedinden başka bir şey değildi ve varoluş denen şey kendi kendini yok etmeye doğru kaçınılmaz bir yürüyüştü.

Yine de tüm bu kasvetli ontolojisine rağmen Mainländer çelişkili bir şekilde sosyalizm, feminizm ve işçi haklarının savunuculuğunu da yapmıştı. Onun bu yönleri,  August Bebel ve Eduard Bernstein gibi isimlerin de doğal olarak onun fikirlerine ilgi duymasına yol açmıştı. Ancak Mainländer’in felsefesi son kertede idealist olmakla beraber, acıyı tarihsel olarak koşullanmış bir olgudan ziyade ontolojik bir veri olarak ele almaktaydı.

Marksizmi Sulandırmanın Sefilliği

Peki Žižek’in yukarıda bahsettiğim bu girişimi, tarihsel ve diyalektik materyalist yöntem açısından neden metafizik bir çıkmaz sokak olarak nitelendirilebilir?

Öncelikle Žižek, makalesinde komünizmi sınıf mücadelesinin tarihsel çözümü olarak değil, kaçınılmaz bir kozmik umutsuzluğa verilen bir yanıt olarak resmetmekte, yani komünizme bambaşka bir rol biçmektedir. Halbuki tarihsel materyalizm, acıyı varoluşun içkin bir özelliği olarak değil, belirli ekonomik ve sosyal ilişkilerin bir ürünü olarak görür. Žižek, acının tarihsel olarak olumsal değil, ontolojik olarak birincil olduğunu ileri sürerek idealizme kaymaktadır, yani Marksistlerin tam olarak karşı çıktığı şeye.

İkincisi; Marksistler yabancılaşmayı, özel mülkiyet ve iş bölümü nedeniyle kapitalizm altında ortaya çıkan tarihsel olarak özgül bir olgu olarak kavrarlarken, Žižek, yabancılaşmayı devrimci dönüşüm yoluyla üstesinden gelinebilecek bir sorundan ziyade insan varoluşunun içsel bir özelliği olarak ele almaktadır. Bu da onu, bir insani kurtuluş projesi olarak komünizm olasılığını yadsıyan kaderci bir görüşe götürmektedir.

Üçüncüsü; Žižek yazısında kapitalizmin sadece tarihsel olarak olumsal bir biçimlendirme değil, devrimin “öznesini yaratan” kaçınılmaz bir süreç olduğunu da iddia etmektedir. Ancak Marx kapitalizmin sosyalizmin maddi koşullarını geliştirmedeki rolünü kabul etse de, onu asla metafizik olarak gerekli ya da ebedi bir biçim olarak görmemiştir. Diyalektik materyalizm; kapitalizmin varlığın dehşetini “açığa çıkarma” konusundaki sözde rolünü değil, sömürü, krizler ve sınıf mücadelesi gibi onu yıkmaya iten iç çelişkilerini  vurgulamaktadır.

Dördüncüsü; Marksizm idealize edilmiş, naif bir hümanizm önermemektedir. Aksine, insan potansiyelini tarihsel koşullar tarafından şekillendirilen bir şey olarak kabul etmektedir. Žižek, insanların dayanışma ve işbirliği için doğuştan gelen herhangi bir kapasiteye sahip olduğu fikrini reddederek, devrimci mücadelenin temelini de inkar etmiş olmaktadır. Bu, Marx’ın insanları toplumsal ve tarihsel olarak biçimlenmiş, hem kendilerini hem de dünyayı yeniden yaratma kapasitesine sahip varlıklar olarak gören anlayışına doğrudan zıttır.

Son olarak; diyalektik materyalizm, çelişkileri dönüştürmek için onları çözümleyen bir yöntemdir. Ancak Žižek çelişkiyi ebedi bir yara olarak ele almaktadır; yani devrimci praksis yoluyla çözülmek yerine katlanılması gereken bir şey olarak. Dolayısıyla Mainländer’in nihilizmini Marksizm ile birleştirmesi, komünizmi tarihsel dinamizminden yoksun bırakan statik, bozguncu bir bakış açısıyla sonuçlanmaktadır.

Mainländer’in kötümserliği tarihin diyalektik hareketini reddetmekte ve insan eylemliliğini kaçınılmaz olan düşüşü yönetmeye yönelik trajik bir girişime indirgemektedir. Mainländer’in sol fikirlerle kısa süreli flörtü materyalist bir temelden yoksundur ve solculuğu sınıf mücadelesinin titiz bir çözümlemesinden ziyade duygusal, varoluşsal bir isyandır. Kısacası Mainländer, burjuva çöküşünün bir semptomudur; onun bu umutsuzluğu, proletaryanın devrimci potansiyelini kavrayamayan çökmekte olan bir aristokratik düzenin krizini yansıtmaktadır.

Dolayısıyla Žižek’in Mainländer’i Marksist söylemin içine sokma çabası beyhudedir. Mainländer acıyı ebedi olarak görürken, Marksizm onu tarihsel olarak üretilmiş ve dolayısıyla da tarihsel olarak çözülebilir bir şey olarak ele almaktadır. Devrim anlamsız bir evrende melankolik bir görev değildir; toplumsal koşulları dönüştürmek ve insanın gerçek potansiyelini açığa çıkarmak için verilen bilinçli bir mücadeledir. Buna karşın Mainländer, radikalizm kılığına bürünmüş bir teslimiyet haricinde neredeyse hiçbir şey sunmamaktadır.

Plehanov 1892 yılında, tarihin materyalist kavranışıyla Kant’ın öğretilerinin birleştirilip birleştirilemeyeceği sorusuna cevaben, Marx ve Lenin’in görüşlerini bir o yanından bir bu yanından tutarak herkesi doyurmaya çalışıp hakikatte her tarafı aç bırakan düşünürler  ve sözde kanaat önderleri hakkında geçerliliğini bugün de koruyan şu sözlerini kaleme almıştır:

“Eklektik düşünürler elbette akıllarında her şeyi birbiriyle kaynaştırabilir, birleştirebilir. Eklektik düşünceyle sadece Marx’la Kant’ı değil, Marx’la Ortaçağdaki “realist” düşünürleri bile kaynaştırabilirsiniz. Ancak tutarlı düşünen kimseler için Marx’ın Kant felsefesiyle illegal birliktelik kelimenin tam anlamıyla canavarca bir şey olarak kabul edilmek zorundadır.”2Plekhanov, G., (1977), Notes to Engels’ Book Ludwig Feuerbafch, Selected Philosophical Works, Vol.1, Moskova, Progress Publishers, s. 465.

Žižek, Marksizm’i Philipp Mainländer’in felsefi kötümserliğiyle harmanlayarak, tarihsel materyalizme içkin devrimci iyimserliği sulandırmaktadır. Komünizmin “insanlık durumunun içkin umutsuzluğunu” kabul etmesi gerektiği iddiası yalnızca teorik olarak hatalı değil, aynı zamanda siyasi olarak da felç edicidir. Marksizm bir umutsuzluk felsefesi değildir; tarihin diyalektik kavranışına ve kolektif mücadelenin dönüştürücü potansiyeline dayanan bir bilim ve eylem için bir rehberdir.

Žižek’in kötümserliğini karşı bir tez oluşturmak için şimdi Ernst Bloch’un devrimci iyimserliğine, Gramscici akıl ve irade diyalektiğine ve Disco Elysium gibi kültürel eserlerde somutlaşan Marksist eleştiriye kısa bir bakış atabiliriz.

Umut İlkesi: Bir Oluş Olarak Komünizm

Žižek’in bu kaderci okuması, tarihi insanların geleceklerini kolektif olarak inşa ettikleri açık uçlu bir süreç olarak gören Bloch’un “Umut İlkesi” ile çelişki içindedir. Bloch’a göre umut saf bir iyimserlik değil, gerekli bir diyalektik güçtür; şimdiki zamanın dehşetini kabul eder ama bunların dönüştürülebileceğinde de ısrar eder.

Žižek’in Mainländer’ı esas alışı, kapitalizmin acılarının tarihsel olarak özgül olmaktan ziyade bir şekilde metafizik olarak içkin olduğunu varsaymaktadır. “Var olmamak var olmaya tercih edilir” düşüncesi diyalektik sürecin gerici bir reddidir. Marksist umut mücadele, olumsuzlama ve oluşla ilgiliyken; Mainländer yalnızca boyun eğmeyi önerir.

Žižek “standart solun örtük hümanist iyimserliğini”3Žižek’in soldan geçelim, standart soldan ne kastettiğini bile artık bilemiyorum. –insanların mutlu bir yaşam, dayanışma ve iş birliği potansiyeline sahip olduğu inancını– naif bir fanteziymişçesine reddetmektedir. Ancak bu iyimserlik naif değil, diyalektiktir. İnsan varoluşunun maddi koşullarında ve içerdikleri tarihsel olasılıklarda kök salmıştır. Marksizm kapitalist üretim biçimi altındaki acı ve umutsuzluğun gerçekliğini inkâr etmez; ancak bunların kaynağını içkin bir “insan doğası”nda değil, kapitalist üretimin yabancılaşmış toplumsal ilişkilerinde bulur.

Bloch umudun pasif bir dilek değil, maddi gerçekliğin çelişkilerinden doğan aktif, diyalektik bir güç olduğunu savunur. Kapitalist yabancılaşmanın acı ve umutsuzluğu ebedi gerçekler değil, devrimci mücadele yoluyla üstesinden gelinebilecek tarihsel koşullardır. Žižek’in öne sürdüğü gibi umudu terk etmek, kurtuluş olasılığını terk etmektir.

Haliyle Bloch’un umut kavramı Žižek’in kötümserliği ile temelden uyumsuzdur. Žižek hayatı bir “gözyaşı vadisi” olarak görürken, Bloch onu potansiyel bir dönüşüm alanı olarak görür. Bloch’a göre, sömürü, yabancılaşma ve mülksüzleşme gibi kapitalizmin temel çelişkileri sadece acı kaynağı değil, aynı zamanda özgürleşmenin tohumlarıdır. Tıpkı Yunan şair Dinos Christianopoulos’un “Bizi Gömmeye Çalıştılar; Tohum Olduğumuzu Bilmiyorlardı” beytindeki tohumlar gibi. Yahut Bloch’un “Düşünmek, ötesine geçmek demektir” dediği gibi. Buna karşın Žižek’in kötümserliği bizi statik, umutsuz bir dünya görüşüne hapsetmekte ve devrimci değişim olasılığını reddetmektedir.

İradenin İyimserliği: Bir Eylem Olarak Devrim

Gramsci’nin meşhur “Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” özdeyişi, Žižek’in makalesinin kavrayamadığı diyalektik bir mücadele yaklaşımı sunmaktadır. “Aklın kötümserliği”, kapitalist sömürü ve baskının sert gerçeklerini temkinli bir şekilde analiz etmek anlamına gelir. “İradenin iyimserliği” ise bu koşulların değiştirilebileceğine ve değiştirilmesi gerektiğine dair devrimci inancın muhafaza edilmesi anlamına gelir. Bu diyalektik, Marksist praksis için elzemdir, zira bugünün keskin görüşlü bir kavrayışını geleceğe sarsılmaz bir bağlılıkla dengeler.

Žižek yazısında bu diyalektiği tek taraflı (o da tek taraflı bir diyalektik mümkünse!) bir kötümserliğe dönüştürmektedir. Mainländer’in hayatı doğası gereği cehennem olarak gören görüşünü benimseyen Žižek, kolektif mücadelenin dünyayı dönüştürebileceği inancını ve iradenin iyimserliğini terk etmektedir. Bu sadece teorik olarak hatalı değil, aynı zamanda politik açıdan da tehlike arz etmektedir. Gramsci’nin de anladığı gibi, devrimci hareketler daha iyi bir dünyanın mümkün olduğu inancıyla sürdürülür. Žižek’in kötümserliği, bu olasılığı reddederek işçi sınıfını silahlarından yoksun bırakmakta ve kurtuluş mücadelesinin altını oymaktadır.

Evet, kapitalist gerçekliğin (aklın kötümserliği) acımasızlığını kabul etmeliyiz, ancak mesele buna kozmik bir kaçınılmazlık olarak teslim olmak da değildir. Bunun yerine, devrimci eylem bu vahşetin olumsal olduğu ve yıkılabileceği inancıyla sürdürülür (iradenin iyimserliği). Žižek ise diyalektiği bir dönüşüm motoru olmaktan ziyade kendi kendini yok eden bir boşluğa indirgemektedir.

Disco Elysium: Kötümserliğin Marksist Bir Eleştirisi

Disco Elysium, 2019 tarihinde yayımlanmış rol yapma konulu bir video oyunudur. Eserleri oyun dünyasını kasıp kavurdukça ve üstüne üstlük onlarca ödül alınca, Polonya kökenli bu yazar ve yapımcılarının açıkça Marksist-Leninist olduklarını beyan etmeleri ve bu ödül törenlerinin en bilineninde oyun endüstrisinin yüzlerce CEO’su ve hissedarının önünde ideolojik tahsilleri için Marx ve Engels’e cesurca teşekkür etmeleri buradaki konumuz değil.4https://youtu.be/DOz4QcRZu_g?feature=shared&t=317

Konumuz, bu oyunun, karamsarlığın güçlü bir kültürel eleştirisini ve devrimci umudun yeniden teyidini sunmasıdır. Oyunun kahramanı Harry Du Bois umutsuzluk, yabancılaşma ve kendi başarısızlıklarının ağırlığı ile boğuşan biridir. Yine de oyunun geçtiği şehir olan Revachol halkıyla etkileşimleri sayesinde kolektif mücadele ve dayanışma ile hayatına bir anlam bulmaya başlamaktadır. Oyun distopik bir dünyada geçse de bu dünya aynı zamanda umutsuzluk ve umut arasındaki diyalektik gerilimi yansıtan potansiyel bir devrim sahasıdır.

Disco Elysium‘u bir mercek olarak alırsak, kahramanımız Harry, Žižek’in kötümser figürünü somutlaştırır: O; çürüyen, hatta çürümüş bir dünyada yaşayan çökmüş bir adamdır. Ancak Disco Elysium umutsuzlukla noktalanan bir oyun değildir; yıkımın ortasında bile dayanışmanın, mücadelenin ve daha iyi yarınların hayalinin gerçek olasılıklar olarak kaldığı bir dünya sunmaktadır. Oyundaki “Lanetli Ticari Bölge” isimli yer bile sadece sermayenin egemenliğinden ötürü lanetlidir; evrenin kendisi nihilizmin ağırlığı altında çöktüğü için değil.

Žižek, oyunun oyuncuya sunduğu daha derin seçeneklerle ilgilenmeyi reddeden, oyunu öylesine oynayan bir oyuncu gibi, hayat zor olduğu için devrimin bir özgürleşme projesinden ziyade sadece melankolik bir görev olduğunda ısrar etmektedir. Bu tıpkı oyunda oynayan kişiye verilen onlarca seçenek arasında her defasında “Pes Et” diyaloğunu seçmek ve bunun sözüm ona bilgece bir şey olduğunu iddia etmekle eşdeğerdir.

Disco Elysium, Žižek’in makalesinde eksik olan Marksist kötümserlik eleştirisini somutlaştıran bir eserdir. Umutsuzluğun içsel bir durum değil, kapitalist yabancılaşmanın bir ürünü olduğunu ve umudun bu yabancılaşmaya karşı mücadeleden doğduğunu göstermektedir. Oyunun ünlü repliği olan “Her şeyi değiştirmek için hâlâ zaman var”, Žižek’in kötümserliğinin reddettiği devrimci iyimserliği yakalayan bir sözdür. Disco Elysium evreninde, tıpkı Marksizm’de olduğu gibi, kurtuluş mücadelesi sadece acıya verilen bir yanıt değil, daha iyi bir dünya olasılığının olumlanmasıdır.

Özgürleşmenin Diyalektiği

Žižek’in komünizmin sanki kişisel gelişim kitaplarındaki “mutluluk” tarifleri gibi, mutsuzlukla bir başka “başa çıkma stratejisi” olarak önerilmesi gerektiği iddiası Marksizmin derin bir yanlış anlaşılmasında yatmaktadır. Komünizm bir başa çıkma mekanizması (coping mechanism) değildir; en başta umutsuzluğu üreten koşulları ortadan kaldırmayı amaçlayan devrimci bir projedir. Kapitalist yabancılaşmanın yarattığı acı ve umutsuzluk insanlık durumuna içkin değildir; bunlar belirli bir tarihsel üretim tarzının ürünleridir. Bunların üstesinden gelmek için onlarla “başa çıkmamız” değil, onları üreten sistemi ortadan kaldırmamız gerekir.

Marksizm bize kapitalizmin sömürü, yabancılaşma ve köleleştirme gibi çelişkilerinin ebedi hakikatler değil, devrimci mücadele yoluyla üstesinden gelinebilecek tarihsel koşullar olduğunu öğretir. Marx’ın o meşhur sözü gibi, “Filozoflar dünyayı sadece yorumlamışlardır; asıl mesele onu değiştirmektir.” Žižek’in kötümserliği, umutsuzluğu içkin bir durum olarak ele alarak, bu zorunluluğu terk etmekte ve kurtuluş olasılığının altını oymaktadır.

Sonuç Yerine: Mücadeleye Devam

Žižek’in melankolik komünizm okuması nihayetinde depolitize edici bir hamledir; devrimci mücadelenin aciliyetini azaltmakta ve onu bir tür varoluşsal terapiye indirgemektedir. Buna karşılık, Bloch, Gramsci ve mücadelenin yaşanmış deneyimlerine dayanan diyalektik materyalist bir yaklaşım, komünizmi değişmez bir kozmik trajedinin merhemi olarak değil, insanların özgürleşmesinin tarihsel projesi olarak görür.

Batılı sol ve Marksist düşünürlerin çoğunda hâkim olan kötümser ruh hali ve insan doğası anlayışı, Žižek’in Mainländer’in kötümserliğine sempatiyle yaklaşmasında kuşkusuz etkili olmuştur. Žižek’in “insanlık durumunun içkin umutsuzluğunu kabul etme” çağrısı da zaten münferit bir adım değildir; Batı Marksizmi içinde, özellikle Frankfurt Okulu ile bağlantılı düşünürler arasında daha geniş bir eğilimin parçası olarak görülmelidir. Theodor Adorno, Max Horkheimer ve Herbert Marcuse gibi isimler Žižek’ten evvel Mainländer’in umutsuzluğunu yansıtan kötümser bir insan doğası ve tarih görüşüne yenik düşmüşlerdir. Bu eğilim, kökleri kapitalizm eleştirisine dayansa da, çoğu zaman Marksizmin kalbindeki devrimci iyimserliğin altını oyan metafizik bir umutsuzluğa sapmaktadır. Komünizmi tarihsel olarak özgül bir çelişkinin çözümü olarak değil de yalnızca ebedi acılara bir yanıt olarak sunan bir kötümserlik devrimci değil, gericidir. Eğer acı çekmek ontolojik olarak kaçınılmazsa, o zaman neden herhangi bir şey için mücadele edelim? Žižek’in pozisyonu, bilerek ya da bilmeyerek, bu noktada apolitik bir teslimiyete kaymaktadır: Eğer kapitalizm ve komünizm evrensel umutsuzlukla başa çıkmanın farklı yollarıysa, o zaman ne diye hâlen devrimle uğraşıyoruz ki?

Kısacası Žižek ve onun gibilerinin kötümserliği, Marksizm için elzem olan devrimci iyimserlikten derin bir kopuşu temsil etmektedir. Bu gibi düşünürlerin kapitalizm eleştirileri ve kültürel gözlemleri değerli olsa da, metafizik umutsuzlukları özgürleşme olasılığının altını oymaktadır. Marksizm, bir umutsuzluk felsefesi değildir; diyalektik tarih anlayışına ve kolektif mücadelenin dönüştürücü potansiyeline dayanan bir bilimdir. Bloch’un dediği gibi “Düşünmek, ötesine geçmek demektir.” O halde bizler de artık Žižek ve onun gibilerinin kötümserliklerinin ötesine bir daha ardına bakmamak üzere geçelim ve her başarılı kurtuluş mücadelesini yönlendirmiş ve yönlendirecek devrimci iyimserliği içselleştirelim. Yahut Disco Elysium’un dilinden konuşacak olursak, sosyal medyada uzun saatler kötü haber okuma takıntımızdan kurtularak (doomscrolling); işçi sınıfı hareketini büyütmeye çalışalım.5İlk olarak 14 Mart 2025’te “Against Žižek’s Pessimism: Hope, Will, and the Dialectics of Liberation” adıyla Monthly Review‘de yayımlanmıştır. https://mronline.org/2025/03/14/against-zizeks-pessimism-hope-will-and-the-dialectics-of-liberation/

Notlar

(1) https://thephilosophicalsalon.com/why-a-communist-should-assume-life-is-hell/

(2) Plekhanov, G., (1977), Notes to Engels’ Book Ludwig Feuerbafch, Selected Philosophical Works, Vol.1, Moskova, Progress Publishers, s. 465.

(3) Žižek’in soldan geçelim, standart soldan ne kastettiğini bile artık bilemiyorum.

(4) https://youtu.be/DOz4QcRZu_g?feature=shared&t=317

(5) İlk olarak 14 Mart 2025’te “Against Žižek’s Pessimism: Hope, Will, and the Dialectics of Liberation” adıyla Monthly Review‘de yayımlanmıştır. https://mronline.org/2025/03/14/against-zizeks-pessimism-hope-will-and-the-dialectics-of-liberation/

Bunları okudunuz mu?