Assos’taki Felsefe Günleri’ndeki dört tartışma eksenine yeniden dönebilir ve Schopenhauer’un düşüncelerinin bu bağlamlara ne tür yanıtlar geliştirebileceğini özetle ifade edebiliriz. Birinci tartışma ekseni, iradenin özgür olduğu kabul edilmediği takdirde eylemlerimizden ‘sorumlu’ tutulamayacağız, dolayısıyla ‘cezalandırma’nın meşruiyetini yitireceği; ikincisi, insan eylemleri yalnızca nedenlere bağlı kılındığında insan dünyasındaki değişimlere imkan kalmayacağı; üçüncüsü, özgür irade yoksa insan zihninin işleyişinin bir yapay zekâdan, insan eylemlerinin ise bir robotunkinden farkı olmayacağı; dördüncüsü ise özgür iradenin yokluğunda insanların bizzat şekillendirdiği bir benlikten veya karakterden söz etmenin zorluğuna dairdi. Sonuncu iddiadan başlayarak, geriye doğru gidelim.
Böyle bir eleştiri Schopenhauer’un iddiaları için geçerlidir. Ona göre istememiz orijinal, büyük ‘İsteme’nin tezahürü ve uzantısı olduğu için, aslında benliğimiz, yani onun ifadesiyle ‘karakterimiz’ de varlığın belli bir biçimde var ettiği bir yapıdan başka bir şey değildir. Biz tercihimizi kendimiz yaptığımızı düşünürken, aslında bizim aracılığımızla o tercihi yapan, varlıktan başkası değildir. Bundan dolayıdır ki Schopenhauer’da ‘benlik bilinci’ de tıpkı ‘özgür irade’ gibi, doğanın verdiği düşünme yeteneğinin yarattığı bir yanılsamadan ibarettir. Kim olduğumuz var olduğumuz andan itibaren bellidir. “Varoluşun özden önce geldiği”ni iddia eden Sartre’ın tersine, özün varoluşla birlikte geldiğini söyler. Her varlık belli bir “şey” olarak, yani belli bir türe ait ve belli bir karaktere sahip olarak var olur. Varolan bir şeyin özü olmadığını söylemek, ona göre, bir şeyin hiçbir şey olmadan var olmasını mümkün görmek demektir. Ama bu saçmadır. İnsan konusunda böyle bir yanılgıya sebep olan, insandaki karakterin türsel olanların yanında bireysel yanlarının da bulunmasıdır. Bireysel karakter farklılıkları, aynı durumlar karşısında bireysel tepkileri mümkün kılar. Ama Schopenhauer’a göre tepkilerdeki bu bireysellik, bunların sebepsiz olduğu anlamına gelmez. İnsan eylemleri dış koşullar ile bireysel karakter arasındaki etkileşim sonucunda ortaya çıkar. Sebepsiz, belirlenimsiz, yani özgür değildir. Karakter ve çevre koşulları şeklinde özetlenebilecek iki belirlenim kaynağına dayanır. Bu gerçeğe rağmen insanda özgür iradeyi savunanlar, aslında özbilincin bu konudaki yanıltıcı sesine bir açıklama geliştirme arzusuyla, ama kanıtsız şekilde bunu yaparlar. Bu yüzden de bütün kanıtlama çabalarına rağmen bir türlü tatmin edici bir sonuca ulaşamadıkları için, bu konudaki arayışın da önünü alamazlar.
Peki bu sonuç insanı bir robota, insan zihnini bir yapay zekâya çevirmez mi? Elbette böyle sorular çağının teknoloji konusundaki eksiklerinden dolayı Schopenhauer’un zihnini hiç yormamıştır. Bu yüzden de doğrudan yanıtlarını onda bulmak söz konusu değildir. Ne var ki onun düşüncelerinden hareketle dolaylı yanıtlar geliştirmek yine de olanaklıdır.
Şu soruları düşünelim: Özgür irade varsayılmazsa ‘zekâ’ yapaylaşır mı? Davranışlarımız robotlaşır mı?
Schopenhauer şunun farkındaydı ve çeşitli metinlerinde de dile getirmişti: Hayvanlar da idrak eder ve belli bir düzeyde düşünür. Zekâya da sahiplerdir. Buna rağmen onların özgür iradelerinden söz etme gereği duymayız. Hepimiz için onların idraki de, düşünmesi de, zekâsı da “doğal”dır. Özgür iradeleri olmadığı için zekâlarını “yapay” diye nitelemeyiz. Peki Schopenhauer olsaydı yapay bir zekâ ile doğal olan arasındaki farkı nerede görürdü? Muhtemelen en başta ‘İsteme’nin bütün varlıklara eklediği/yüklediği “varlığını sürdürme arzusu”nda görürdü. Doğal bir zekânın ona göre ana güdüleyicisi bu arzudur. Beyin, bu arzu doğrultusunda çalışır. Dolayısıyla yapay bir zekâda bu özel ve içsel belirlenim eksiktir. İkinci olarak da, “çevre koşullarını bu arzuya göre yapılanmış duyu organları aracılığıyla algılayıp bu arzuya göre değerlendirme özelliği”nin eksik olduğunu söyleyecektir. Güncel teknoloji sayesinde bir yapay zekâyı kameralara, ses kaydedicilere bağlayabilir ve çevreden veri toplamasını sağlayabilirsiniz elbette; hatta başka aletlerle de sıcaklığı soğukluğu algılamasını, kokuları, hatta tatları ayırt etmesini sağlayabilirsiniz. Ama bu verileri o türün ve o bireyin var olma arzusu tarafından biçimlendirilmiş duyu organları aracılığıyla alacağı şekilde almasını, bunların buna göre yapılanmış bir beyin tarafından değerlendirilmesini sağlayamazsınız. Bu yüzdendir ki bir zekâyı yapaylaştıran şey Schopenhauer için özgür iradenin yokluğu değil, bunların eksikliğidir.
Davranışlarımızın robotlaşması meselesine gelince, burada da seçenekler arasında yaptığımız tercih konusuna bir atfın olduğu görülmektedir. Robotların hareketlerindeki belirlenim daha çok içgüdülerin hayvan davranışları üzerindeki etkisiyle ilişkilendiriliyor ve bundan hareketle robotların tercihle değil tek-doğrultulu bir belirlenimle hareket etmesine vurgu yapılıyor. Schopenhauer böyle bir bağlamda muhtemelen şunu soracaktı: Tercih edebilmek özgür iradeye sahip olmanın göstergesi midir? Ona göre değildir. Çünkü hayvanlar da tercih yapar. Bu, bugün kabul edilmesi zor bir iddia değildir zaten. Hatta iddiasını daha ileri taşıyarak, tercihi andıran ilkel bir seçme becerisinin bitkilerde bile karşımıza çıktığına işaret eder. Köklerini salmak söz konusu olduğunda bitkilerin toprağın verimsiz kısmına değil de, sulak ve mineralli kısmına yöneldiğine işaret eder. Bitkiyi söküp yerini değiştirseniz, benzer bir hareketi yine yapacağını ve köklerinin yönünü değiştireceğini söyler. Bunların insandaki tercih sürecinden farkı, bitki ve hayvanların yalnızca var olan, somut, maddi seçenekler arasında bir tercih yapmasıdır. İnsansa kendi soyutlama gücüyle ürettiği kültür, ahlak, ideoloji, inanç gibi soyut koşulların ve seçeneklerin de etkisi altındadır. Robotların hareketleri ile insan davranışları arasındaki farkları da bu noktalar oluşturur.
Toplantıda üzerinde durulan ikinci bağlamsa, insan eylemleri koşullara bağlı kılındığında insan dünyasındaki değişimlere (örneğin devrimlere) imkan kalmayacağı iddiasıydı. Schopenahuer muhtemelen bu itirazı bütünüyle yersiz bulurdu. Çünkü ona göre insanların eylemlerine yol açan “acı”dır. Hiç şüphe yok ki, koşulların değiştirilmesine, hatta devrimlere yol açan eylemleri de aynı kavramla açıklamaktan geri durmayacaktı. İnsanlar acı veren koşullardan kaçmak ya da bunları ortadan kaldırmak için hareket ederler ve mümkünse haz verici koşullara yönelir ve ortadan kaldırdıkları yerine haz verici koşullar ikame etmeye çalışırlar. İnsan dünyasındaki değişimlerin, gelişmenin ya da devrimlerin kökeninde de aynı hareket ilkeleri yer alır. İnsan bu hareket ilkeleri sayesinde var olan koşulları değiştirir. Ama bu değiştirme koşulsuz ya da sebepsiz değildir.
Toplantıdaki ilk bağlama, “iradenin özgür olduğu kabul edilmediği takdirde insanların eylemlerinden ‘sorumlu’ tutulamayacağı, bu yüzden de ‘cezalandırma’nın meşruiyetini yitireceği iddiası”na da Schopenhauer, bu iddianın zaten iradenin özgür kabul edilmediğinin göstergesi olduğunu söyleyerek itiraz eder. İstediğini yapmakta özgür kabul ettiğimiz birini cezalandırma hakkını kendimizde nasıl görebiliriz ki? Cezalandırmak, iradenin özgürlüğüne saygı duymamanın göstergesidir. Ona göre, ‘özgür irade’ kavramı insanlık tarihinde çok sonradan icat edilmiştir. Sorumlu tutma ve cezalandırmaysa sadece insanlar arasında değil hayvanlar arasında bile vardır. Schopenhauer’a göre ‘cezalar’, insanları suç sayılan davranışlara sevk eden koşullar karşısında ‘caydırıcı koşullar’ olarak icat edilmiştir. Bu yüzden ‘sorumluluk ve ceza’ özgür iradeye işaret etmez, istenen davranışa yönlendirecek yapay koşullar olarak iş görür.
Aslında Schopenhauer’un özgür irade varsayımına karşı ortaya koyduğu bütün bu düşünce ve eleştiriler, böyle bir varsayım olmadan da günlük yaşamımızın aynı şekilde süreceğinin açıklamasıdır. Bu, yalnızca insan soyutlamasının ürünü olan bir kavramdır. Elbette bir işlevi vardır, insan dünyasında bazı işlere yarar, ama insan eliyle üretilmiş yapay bir icat olduğu gerçeği değişmez. Bunun böyle olduğunun fark edilmesi de, Schopenhauer’a göre, günlük yaşamımızda hiçbir şeyi değiştirmez, aksatmaz.
Bu tartışmada hangi taraf haklıdır, muhasebesini okura bırakalım.