“İnsanlar için bir, hayvanlar için başka bir yürek yoktur, yürek ya vardır ya yoktur” diyen Romantizmin önemli şairlerinden Alphonse de Lamartine (1790-1869), işçi haklarının da savunucusu idi.
Lamartine’in sözü hayvan sevmeyenin insanı da sevemeyeceğini ifade ediyor. Nitekim son yirmi yıl içinde Türkiye topraklarında gördüğümüz çevre katliamları, kamu topraklarının satışı ya da yabancı şirketlere farklı aramalar için teslimi, halka sorulmadan milyonlarca insanın vatandaşlığa alınması, çocuklara ve kadınlara yapılan eziyet ve haksızlıklar, eğitimin dine teslimi gibi daha birçok sömürü unsuru ancak sevgisizlik ve yüreksizlik anlamına gelmektedir.
Ben bugün hayvanlardan söz etmek istiyorum. Zira bir süredir yüreksizce yürürlüğe sokulan hayvan katliamı anlamına gelen yasa vicdanı ve yaşam saygısı olan herkesi ayağa kaldırmış durumda. Sokakta ne zaman kedi köpek görsem ister istemez sonunu sorguluyor, korkuyorum.
Son yıllarda çevre üstüne söz etmek, yazı yazmak moda oldu. Belediyeler Çevre Estetiği gibi yeni kavramlarla kurullar kurdular; ama bakıyorum çevremizde pek bir şey değişmedi. Yine aynı pislik, bakımsızlık, izmarit yığınları, arabasından sigara atıp da yangına sebep olanlar azalmadı. Çevre bakanlığı bile kuruldu. Ama yine kumların üstüne ciplerle çıkılıyor, piknik yapılıp çöpler bırakılıyor, denizde gezenler yağlarını döküp sahillerin kirlenmesinden rahatsız olmuyor.
Çevre yalnızca ağaç ve çiçek, yol kenarlarına peyzaj uygulamak değil. Belediyeler bunu biliyor mu soruyorum. Çevre, toprak, kum, hava, böcek, hayvan, insan, canlı, cansız tüm varlıklardır. Çevre, insan için derin bir farkındalık demektir. Bu farkındalık lafla olmaz; hatta diyebilirim ki laf ve söz, yani insanın konuşması belki biraz da çevre farkındalığının azalmasına yol açmıştır.
Hiçbir insan bir köpek ya da kedi kadar kokuların, atmosferin, tehlike ve güvenliğin farkında olamaz. Biz çoğu kez sözcüklerle anlamları yok ederiz, sözcükler anlam yerine geçer. Konuşarak rahatlarız, bir şeye isim takar takmaz onu terk ederiz. Halbuki çevre farkındalığı sözün bittiği yerde başlar ve derinleşir; çok yönlüdür ve onu tarif etmek için ben ancak ‘sevgi ve özen’ sözcüklerini kullanabilirim.
Havanın, suyun, nehir ve denizlerin kirlendiği bir ortamda etrafın temizliği ve güveni için kedi ve köpekleri yok etmek cehaletin ve kayıtsızlığın, farkında olmamanın alameti. Yeryüzünde elli yıldır giderek azalan hayvan ve böcek türlerinden haberimiz var mı? Varsa bu bizler için, belediyeler ve hükümetler için gerçek bir sorun teşkil ediyor mu? Emin değilim. Bir gün sokağa çıktığımızda insandan başka canlı görmeyince, kuş, köpek, kedi bulunmayınca kimler rahat edebilecek merak ediyorum.
Yaklaşık on, on beş yıl kadar öncesine dek, İzmir’deki çiftlikte her taşın altında bir akrep görürdük. Artık bir tane yok; örümcekler de o denli azaldı, insan doğayı teslim aldı. Doğanın makisiyle, bitkisiyle olduğu yerde kat kat evler, asfaltlar, sokaklar, dükkanlar, tekstil endüstrisi ile havayı kirleten çeşit çeşit giysi dükkanları türeyince arılar da göçtü. Çiçek bulamadıkları gibi, insanlar sivrisinekten rahatsız olmasın diye yaz akşamları sıkılan ilaçlar onları da çoğunlukla yok etti. Giderek çoğalan, birbirlerinin ayağına basarak yürüyen kalabalık hayvansız, böceksiz, arısız, kuşsuz ve havasız kentlerde, yazlık evler için bozulan köylerde mutlu mu?
Aydınlanmanın insan hakları ve Hümanizm düşüncesi, hayvan haklarını da gündeme getirmiş, Michelet ve Hugo gibi yazarlar kentlerin hayvanlara da açılmasını istemişlerdi. O tarihten beri hep gündemde olan insan hakları insan sorumluluğunu da gerektirir. Sorumsuz hak olamaz. İnsan kendi için hak iddia ettikçe bütün canlılar için de sorumluluğu üstlenmeye mecburdur. Bu sadece evcilleştirdiği kedi köpek için değil, asırlarca birlikte yaşadığı, yararlandığı bütün hayvanlar için geçerlidir. İlk önce sütünü etini yumurtasını kullandığı ve egemen olduğu bütün hayvanlara karşı sorumlu olduğunu bilmesi gerekir. Endüstrileşen gıda sanayi içinde kullanılan bütün hayvanlara karşı bir sorumluluğumuz olduğunu bilerek hareket etmemiz gerekir. Milyonlarca evcil hayvan cansız eşya gibi kullanılıyor. Hayvanların da acı çektiğinin, duygularının olduğunun farkında olarak ve bunu en aza indirecek şekilde onlardan faydalanmalıyız.
Tabii burada et ve balık yemeli mi konuları gündeme geliyor. Vejeteryan ve vegan olmak sorunu çözmüyor. Birçok hayvan kullanılmadığı vakit yok olmaya mahkumdur; atlar, inekler, tavuklar insanın kullanarak çoğalttığı hayvanlar. Bu ise onlara karşı sorumluluklarımızın ciddiyetini ve vazgeçilmez, unutulamaz olduğunu hatırlatmalı. Burada bu sorunlara cevap önermek zor, ama birçok sorumlu bilim insanı bu konuları düşünüyor ve tartışıyor. Bu tartışmalardan ve gelişmelerden haberimiz olmalı. Fakat bu konuda literatürün de yokluğu bariz. Az et tüketmek ekoloji için de çözümlerden biridir. Ülkemizde ise gıda endüstrisinin ve devletin hiçbir şekilde bu sorunların farkındalığını ve sorumluluğunu üstlendiklerini göremiyorum.
Hayvanların çocuklara benzediği ya da çocukların belli bir yaşa kadar daha henüz insanlaşmamış oldukları doğrudur. Nasıl ki bir çocuğa bağırıp çağırmak, vurmak, korkutmak onu hayat boyu kötü etkileyecekse hayvanların da kötü davranıştan etkilendiğini, acı çektiğini unutmayalım. Her hayvanın ister tavuk ister köpek, kedi veya kuş olsun özel bir kişiliği vardır. Halikarnas Balıkçısı’nın martılarla dostluğunu, Sait Faik’in hikâyelerindeki hayvan ve kuşları, Leo Tolstoy’un kendi hayatını anlatan atın hikayesini okumuşsunuzdur. Her bir hayvan her bir insan gibi bir kişiliktir. Köpeğinizin kedinizin gözlerinin içine bakın ne çok anlam bulacaksınız. Birçoğunuz hayvanların da kızdığını küstüğünü hatta intikam aldığını yaşamıştır. Ama yok edilen canlıların intikamı mutsuzluk sıkıntı ve yalnızlıktan da öte olacaktır. Bunca bize benzer ve böylesine duyarlı duygulu canlılarla dost olmadan yaşamak çok fakir bir yaşam olmaz mı?
Editör: Bekir Demir