Demo v1.0

6 Ekim 2024, Pazar

Beta v1.0

Toplumsal Kimlikler Neden Önemlidir?

Kendi kendimizi gerçekleştirdiğimiz doğru ancak hem Marx’ın hem Hegel’in söylediği gibi, bu eylemde elimizdeki araçlar kendi seçtiğimiz araçlar değiller.
Çeviren:
Elif Kalfa
Kaynak:
The Philosopher

“Var olmak tanınmaktır” der Hegel. Hegel’e göre bunun sebebi, psikolojik olmaktan çok epistemolojiktir. Çaresizce sosyallik arayan canlılar ya da güçsüz ruhlar olduğumuz ve sürekli kabul görme ve takdir edilme arzusu duymamızdan değil, doğru olduğunu düşündüğümüz şey hakkında onay almadan kendimizi eksiksiz biçimde bilemeyeceğimiz içindir. Sonuçta kapasitemiz, zekâmız ve karizmamız hakkında hayal görüyor olabiliriz. Kendimizi anlayış biçimimizi doğrulamak için başkalarının yargılarına ihtiyacımız var.

Peki ya başkalarından aldığımız dönütler yanlışsa, hatta belki de kasıtlı olarak öyleyse? Ya fikirlerime hak ettiklerinden daha fazla ya da daha az ilgi ve itibar kazandıran sahte bir toplumsal kimlik kategorisi aracılığıyla görülüp yorumlanıyorsam? Hegel, tanınmanın efendi ve köle arasında karşılıklı olmamasından kaygı duyar. Efendiler hak ettikleri saygıyı görürler, deneyimleri dikkate değerdir ve inançları takdire şayandır. Kölelerin görüşleri ve iç yaşamları ise önemsizdir. Hegel bunun toplumsal yaşama zararlı bir etkisinin olduğunu, başkalarıyla ilişkilerimizi etkilediği gibi, kendi kapasitelerimizin gelişimini hatta öznel hayatlarımızı bile etkilediğini savunur.

Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik’te Hegel’in bakış açısını şöyle açıklamıştır: “İçselliğin yolu Öteki’nden geçer.” Sartre’ın “Bakış” dediği şey, bize dünyada bir nesne olarak kim olduğumuzu söyler, Sartre’ın “durum”  olarak tanımladığı şeyin içeriğini doldurur ve biz de bu içerik karşısında kendi benliğimizi oluştururuz. Tabii bazen tek kelime bile edemeden kendimizi aşağı olarak “tanımlanmış”, belli bir “tip” olarak kategorize edilmiş halde buluruz. Geleneksel olarak tanımlanmış kimlik kategorileri üzerinden fena halde yanlış değerlendirilebiliriz. Muhakeme gücümüzü kullanma ve bu gücün adaletli bir şekilde değerlendirilmesi fırsatını bulamazsak kapasitemiz körelebilir. Bu durumda sırf rahatça dominant olanın özgüvenini kendimizde bulamadığımız için yetersiz görülebiliriz. Taleplerimizin algılanma şeklinde şüphe duyduğumuz için kararsızlık gösterebiliriz. Ya da tam tersi bir şekilde kimliğimiz hiçbir şekilde layık olmadığımız bir uzmanlık ve güvenilirlik aurası çerçevesinde gelişebilir ve kendi içimizde bilişsel tembelliği teşvik edebiliriz.

Hegel’in ilgilendiği efendi-köle kategorileri en açık biçimde sınıf farklarında kendini gösterir ancak aynı dinamik, günlük hayatta en görünür olan ve sosyal hayatlarımızı etraflarına ördüğümüz kimliklerimiz, ırk ve toplumsal cinsiyet bağlamlarında da ortaya çıkabilir. Sonuçta ırk ve toplumsal cinsiyet de bizim efendi mi köle mi  olacağımızı daha doğumumuzda belirleyen faktörlerdir. Bu kimlik biçimleri her zaman mizacımızın nasıl olacağının ve entelektüel kapasitemizin güvenilir göstergeleri olarak kabul görmüştür. Irk ve toplumsal cinsiyet kimliklerinin bu konulardaki turnusol işlevinin güvenilmezliği gün geçtikçe kendisini daha çok belli ediyor. Peki bu kimlikler olmadan ya da onları mümkün mertebede kısarak daha iyi yaşayamaz mıydık?

Kimlik politikası olarak ortaya çıkan olgu bu soruya negatif cevap veriyor. Eğer toplumsal kimlikler sosyal etkileşimleri zayıflatan bir biçimde yapılandırmaya devam ediyorsa bu alanda ilerleme kaydedilmesi için, diğer şeylerin yanı sıra, liderlik koltuklarında farklı kimliklerin oturması gerekir ki önyargılar ıslah edilebilsin. Ancak kimliklerin bu şekilde kullanılması tabii ki manipülasyonlara yol açabilir. Gerçekte her ikisi için de iyi bir gerekçe bulunmamasına rağmen belirli deneyim ve çıkarlar ima edilebilir. Örneğin, Donald Trump başkanlığı zamanında düşük gelirliler için toplu konutları denetleyen federal departmanın başına Afrika kökenli bir Amerikalı olan Ben Carson’ı getirdiğinde bu, hükümet politikalarının etkilerini ilk elden bilen, içeriden deneyime sahip birinin seçimi gibi göründü. Carson bir konut uzmanı değildi, konut yönetimi konusunda bir deneyimi de yoktu ancak kimliği sebebiyle, sorunların çözümüne yardımcı olabilir gibi görünüyordu. Atama duyurulduğunda pek çok kişi Carson’ın toplu konutlarda yaşamış olduğunu  varsayarak bu atamayı kutladı ve daha detaylı bir araştırma yapmayı ihmal etti. Arkansas valisi Mike Huckabee, Carson’ın toplu konutlarda yaşamış ilk Konut ve Kentsel Gelişim Bakanı olduğunu iddia etmiş ve Kongre Üyesi Nancy Pelosi’yi Carson’ın liyakatini sorguladığı için ırkçılık yaptığı gerekçesiyle kınamıştı. Carson’ın atanması, Başkan Trump’ın bu sorunlar hakkında içeriden bir bakış açısıyla atama yapıyor gibi görünmesini sağladı ancak Carson’ın gerçek geçmişini ortaya koyan sonraki haberler göze çarpmadı. Aslına bakılırsa bir beyin cerrahı olan Carson hiçbir zaman toplu konutlarda yaşamamıştı. Irkı haricinde Carson’ın geçmişinde  neyin onu konut departmanını yönetecek yetkinliğe hazırladığı muammaydı.

Toplumsal kimlikler tabii ki her zaman bu örnekteki gibi yanlış yönlendirmelerden ibaret değiller fakat kasıtlı olarak bu amaç için kullanılabilirler. Aynı zamanda çatışma yaratmak veya var olan çatışmayı alevlendirmek için de kullanılabilirler. Konut ayrımcılığının güçlenerek devam etmesine izin vermek farklı etnik ve ırksal yapılara sahip mahallelerde gayrimenkul değerlerinde önemli farklılıklar yaratmış, bu farklılıklar da gruplar arasındaki servet eşitsizliğinin en belirgin kısmını oluşturmuştur. Bu farklılıklar ve bunlardan doğan sonuçlar ırksal farklılıkların doğal bir çıktısı değil, mahalleleri ayrıştıran ve birkaç kuşak boyunca devam edecek ekonomik eşitsizlikler oluşturan emlak politikalarının bir ürünüdür. Bu tür çıkar çatışmalarından doğan farklılıkları, doğal ve siyaset öncesi çatışmaların bir yansıması olarak görmekten ziyade, siyasanın ürettiği çatışmalar olarak kavramak önemlidir. Müşterek kimliklerimiz gerçek ortaklıklara işaret edebilse de, kendimize sormamız gereken soru şudur: Bu ortaklıkların gerçek kaynağı nedir?

Bir başka karmaşıklık da sosyal kimliklerin birbirleriyle kesişen birçok parçaya sahip karışık yapılar olmasından kaynaklanır. Hepimizin birer ulusal kimliği vardır, benim durumumda ve giderek daha da yaygınlaşan bir biçimde birden fazla ulusal kimliğe de sahip olabiliriz. Aynı zamanda toplumsal cinsiyet, ırk ve etnik köken (ya da birden fazla ırk ve etnik köken), yaş, cinsel yönelim, sınıf statüsü, din ve sağlık durumu kimliklerimiz de vardır. Bu kimliklerin çoğu, onları kostüm giyerek veya diğer şekillerde gizlemeyi reddedersek karşılaştığımız pek çok kişi tarafından görülebilir olacaktır.

Bazıları toplumsal kimliğin bu kadar karmaşık olmasının onun epistemik önemini ortadan kaldırdığını ya da özneler arası etkileşimlerde kullanılabilir bir faydası olmayacak şekilde karmaşıklaştırdığını iddia etmektedir. Ayrıca, Carson örneğinde olduğu gibi, kimliklerimizin çeşitli kısımları yanlış yönlendirme için kullanılabileceğinden, kimliklerimizi olabildiğince göz ardı etmek en iyi tercih olabilir. Renkleri görmemek için çaba sarf etmeliyiz.

Değişken ve karmaşık toplumsal kimliklerin bile sahip olabileceği nesnel özelliklere bakalım. Sonuçta toplumsal kimlikler tanımları gereği sosyaldir. Sosyal ilişkilere gömülüdürler, etkileri çoğu zaman çeşitli sosyal bağlamlardan üretilen ve özünde sosyalliğimizden ortaya çıkan özelliklerdir. Sosyal bağlamlar ve ilişkiler kimliklerle bağlantılı öngörülebilir farklılıklar ortaya çıkarmak için incelenebilir ve değiştirilebilir.

Sanıyorum kimliklerimizin çoğunlukla iradi olmadığı konusunda hemfikir olabiliriz. Onları biz seçmedik ve değiştiremeyiz. Toplumsal kimlikler bir takıma veya siyasi ideolojiye gönüllü bağlanmaya benzemez. Eğer ABD vatandaşlığım varsa ve ABD’ye vergi ödüyorsam, kendimi o şekilde tanımlamasam da Amerikan uyrukluyum demektir. ABD pasaportunu kullanarak yaptığım her seyahatte bu pasaportun faydalarından yararlanırım ve ne kadar istesem de bu ayrıcalıklardan tamamen kurtulmam mümkün değildir. Dahası, çoğu zaman bedenimiz ve hareketlerimiz cinsiyetimizi, yaşımızı, engelimiz olup olmadığını hatta cinsel yönelimimizi belirtebilir. Çoğumuzun farklı bir kimliğe bürünmek konusunda eli kolu bağlıdır; aksayan ayak yine aksayacak, vücut çıkıntıları yine kendini belli edecektir.

Elbette bu sinyallerin anlamı tamamen farklı bir konudur. Yaş konusunun nefret mi saygı mı uyandıracağı belirli bağlamlarda bu kimlikle ilişkilendirilen mevcut anlamlara bağlıdır. İnsanlara bu anlam varyasyonlarını kültürel olarak nitelendirmek cazip gelebilir fakat ben öncelikle tarih tarafından üretilmiş ve hala gelişiyor olduklarını akılda bulundurmayı öneriyorum. Kültürler hem iç hem dış sebeplerle sürekli değişirler ancak bireyler kendi başlarına bu değişikliğe fazla etki edemezler. Bu durum da toplumsal kimliklerimizin istemsiz doğasını bir kez daha ortaya koyar. Yaşadığımız toplumda ten rengiyle ilişkilendirilmiş anlamları tek başımıza değiştiremeyiz. Bunu başarmaya gayret edenlerle bir araya gelip onlara katılabiliriz ancak bildiğimiz gibi bu çok uzun ve zor bir süreç gerektirir. Bazılarının sahip olduğu seçenek taşınmaktır. Irksal kimliğimize ya da aksanımıza karşı daha az mikro saldırganlık içeren bir mahalleye veya şehre taşınabiliriz. Görünüşümüz ve hareketlerimizin tetiklediği negatif sosyal tepkilerden kaçmak için W.E.B. Du Bois’in yaptığı gibi başka bir ülkeye de taşınabiliriz. Ancak taşınma şansımız yoksa, ırk ve etnik kökene dayalı nefret ve korkuların tarihsel tortularının ve süregelen üstünlükçü tutumların, her açıklamayı, her karşılaşmayı ve her iş mülakatını etkileme potansiyeli vardır.

O halde, görülebilir kimlik farklılıklarımızla ilişkilendirilmiş anlam ve önemlerin tarihe dayanan deneyimler tarafından üretildiğini söyleyebiliriz. Örneğin Almanya’daki Meksikalılar, ABD’deki Meksikalılardan çok daha az önyargıyla karşılaştıklarını söylüyorlar çünkü Almanya’daki Meksikalılar çoğunlukla öğrenci olarak orada bulunmakta; 1848’den beri düşük maaşlı, hor görülen işlere girmeye zorlanan, mülksüzleştirilmiş ve toprakları fethedilmiş bir nüfusa mensup değiller. Bu durum Almanya’daki Türkler için tam tersidir. Belirli ırklar ve etnik kökenler ile bunların entelektüel kapasiteleri, ahlaki mizaçları veya muhtemel istihdam biçimleri arasındaki bilinçsiz veya yarı bilinçli ilişkilendirmelerimizin çoğu, savaşlar, köleleştirme politikaları, toprakların sömürgeci ilhakı gibi makro-tarihsel olaylar yoluyla geliştirilmiştir. Bu tarihsel olaylar gerçektir ancak sosyal ilişkiler ve fikirler üzerindeki etkileri çoğunlukla önemli sinyalleri gizlemek yönündedir.

Anlamlar alanı fikirler alanında görülebilir ve bu sebeple uyumlu değişim çalışmalarına tabi olabilir. Ancak sosyal kimliklerimizin , en azından bazılarının, değişime daha da dirençli olan bir boyutu vardır. Bu boyut konumumuz ya da toplumumuzda var olan sosyal kast hiyerarşileri içinde konumlandığımız yer olarak adlandıracağım husustur. Beyaz doğmak, ırksal kast sisteminin en üstüne yerleştirilmek demektir. Konumumuz, sınıf statüsü gibi diğer aracı elementler tarafından da belirlenebilir ancak beyaz olmak neredeyse her zaman diğerleri üzerinde avantaja sebep olur. Bunun ne tür bir avantaj olduğunu düşünelim. Büyük resmi anlayabilmek için yeniden tarihe dönmeliyiz, ırksal avantajlar eğer günümüzdeki ayrımcılığa indirgenirse anlaşılamaz. Ailemin beyaz tarafı ABD’ye 19. yüzyılda İrlanda ve Britanya Adaları’ndan, muhtemelen beş parasız şekilde göç etmişler. Ancak beyaz olduklarından hemen vatandaşlık almış, oy kullanma hakkına sahip olmuş ve toplumda söz hakkı bulabilmişler. Mülksüz göçmenlerin bir nesilde toprak sahibi olmalarına imkan tanıyan çiftlik evi kurma fırsatlarından da yararlanabilmişler. Büyük büyük büyükbabamın ve erkek kardeşinin hiç şüphesiz ağır çalışma şartları ve inatçı bir dayanıklılıkla elde ettiği topraklar aileyi zengin etmemiş tabii ama hayatta kalmalarını sağlamış ve saygınlıklarını korumuş. Yıllar sonra da ailenin çoğu üyesinin orta sınıfa dahil olmasını sağlamış. Beyaz aileler için bu tür avantajlar, düşük miras vergileri, eşit istihdam yasaları veya adil konut yasasının göz ardı ettiği, istihdam ve konut konularında nesillerdir süregelmektedir.

Bu yüzden, insanların sosyal hiyerarşideki yeri hem geçmişle hem de gelecekle ilişkili olarak anlaşılmalıdır. Kişilerin mevcut ekonomik konumunun, artık ortadan kalkmış olsalar bile, geçmişteki sosyal politika ve uygulamalar yoluyla yaratıldığının bilincinde olunmalıdır. Ayrıca kişinin bugün bulunduğu konum, gelecekte de karşılaştırmalı grup avantajını korumaya yönelik bir etkiye sahiptir. Bunlar toplumsal kimliklerimizin nesnel olarak ölçülebilen özellikleridir. Irkın anlamı artık sabit bir şekilde biyolojiye bağlı olmayabilir ancak yine de ırksal sıralamaların ve farklı sosyal konumların tarihsel üretimi, bir zamanlar biyolojinin olduğunu düşündüğümüz kadar inatçı olabilir.

Sosyal kimliklerin çok önemli ve son kısmı da, deyim yerindeyse, dünyada bulunma biçimimizle olan ilişkileridir. “Öznellik” terimini, yeni bilgi veya olayları fark etme, yorumlama ve bunlara tepki verme şeklimizi ifade etmek için kullanabiliriz. Baba tarafımdan bir Latin Amerika göçmeni olarak, bazı olaylar benim için başka olaylara göre daha ön planda, uyumaya çalışırken kulaklarımda çınlamaya meyilliler. Örneğin, bizzat deneyimlediğim doğrulara karşı muhafazakâr siyasetçilerin söylemlerini düzeltmeden duramıyorum. Mevcut mülteci dramında belirli aktörlere karşı daha yoğun bir duygusal özdeşleşme hissediyorum. Daha önce bahsettiğim toplumsal kimlik özelliklerinin nedeni dışsal etkenler olabilir: Görünür veya algılanabilir bedensel özelliklerimiz, başkalarının belirli anlamlar ve önemler taşıdığını varsaydığı kategorilere yerleştirdiği özelliklerimiz, grup kimliklerinin hiyerarşisinde farklı olasılıklar sunan miras aldığımız sosyal konumumuz gibi. Toplumsal kimliklerimiz aynı zamanda Hans-Georg Gadamer’ın “anlam ufku” olarak adlandırdığı, etrafımızdaki olayları fark etme, yorumlama ve yargılama biçimlerimizi etkileyen geçmiş deneyimler gibi önemli unsurları kapsar. Ruh halimizle ilgili tutumlarımız, bilişsel eğilimlerimiz ve hazır referans çerçevelerimiz, en azından kısmen, grup kimlikleriyle ilişkilidir.

O halde kimliklerimizi çeşitli yönlerini tarihsel, konumsal ve anlamsal olarak sıralayabiliriz. Bunlar, kendi kendini gerçekleştirmeye yönelik iradi kapasitelere dayanan aşırı bireyci yönelimlere meydan okumalıdır. Kendi kendimizi gerçekleştirdiğimiz doğru ancak hem Marx’ın hem Hegel’in söylediği gibi, bu eylemde elimizdeki araçlar kendi seçtiğimiz araçlar değiller. Daha önce bahsettiğimiz bir konuya dönmek gerekirse, bu kimliklerin siyasi anlamda manipüle edilme veya basitçe bir aday yerine öteki adaya oy verilmesi için yeterli bir neden sayılma eğilimini nasıl azaltabiliriz? Kimlikler halk tarafından çoğunlukla deneyimin izdüşümleri olarak görülürler. Siyahi bir başkan, ırkçılığın sahadaki sonuçlarını beyaz bir başkandan daha iyi anlayacaktır, tıpkı bir kadının, kadınların işyerlerinde uğradıkları tacizler gibi çalışma hayatındaki zorlukları daha iyi anlayacağı gibi. Adaylar bu varsayımları kullanabilirler ancak çoğumuzun bilincinde olduğu gibi kimlik ve deneyim arasındaki ilişki  kabataslak ve koparılabilir bir ilişkidir. Kız çocukları erkek kardeşlerle büyüyerek tipik kız çocuğu aktivitelerinden bihaber yetişebilirler, beyaz insanlardan bazıları ırksal olarak ayrıcalıklı bölgelerde büyürken diğerleri nüfus çeşitliliğine sahip bölgelerde ilkokula giderek çeşitli etkileri özümserler. Kimlikleri, karşımızdaki insanın bilgisini ölçmek için genel bir kılavuz olarak kullanabiliriz fakat bu tür varsayımlar dikkatli kullanılmazsa ofansif algılanacak derecede yanlış yöne gidebilir.

Yine de toplumun genel kesiminin ne kadar dikkatli davrandığı hakkında çok ütopik hayaller kurmayalım. Eğer kimliklerimizin istemsiz yönlerini -tarihsel, konumsal ve anlamsal- bir araya getirirsek kamuoyu görüşündeki mevcut farklılıkların bir kısmını açıklayabilir ve siyasi manipülasyonun halihazırda var olan bölünmeler üzerinde- şüphesiz hain bir biçimde- niçin hala işlediğini anlayabiliriz. Irkla ilgili konularda yapılan kamuoyu anketleri siyasi açıdan önemli farklılıklar göstermeye devam etmektedir: Bugün beyazların çoğu ırklar arası evliliği kabul ederken, siyahi ve esmer insanların büyük çoğunluğu karşısında beyazların yalnızca yarısı ırkçılığı cezai adalet sisteminde önemli bir yerde görüyor. Polisin sebepsiz düşmanlığını ve şiddetini kendi gözlerinizle görmediyseniz, bir arkadaş veya akrabanızdan detaylı deneyimler dinlemediyseniz, özellikle de polisle kendi karşılaşmalarınız dost canlısı bir havadaysa, bu tür şeylerin ne kadar sık yaşandığı konusunda şüpheci davranabilirsiniz. Cinsel taciz ve saldırıya bir tepki olarak doğan #metoo hareketinin fazla ileriye gidip gitmediği de kamuoyunda tartışma konusu. Kimlikler, deneyimler kadar motivasyonları da güvenilir bir şekilde takip eder ve motivasyonlar, yorumlayıcı yargılarımıza sayısız bilgi sağlar. Yine de, tam da bu gerçek nedeniyle, toplumsal kimliklerin gerçeklerini daha iyi anlayarak varmamız gereken sonuç, kimlikleri göz önünde bulundurarak oy vermenin çok da mantıksız olmadığıdır. Kimliğimizi paylaşan bir adayın toplumsal konumumuzu, karşılaştığımız engelleri ve bu engellerin ne derece inatçı olabileceğini anlayacağını varsaymak meşrudur. Kimliklerin kompleks kesişimlerinden dolayı sadece bir yönü paylaşmak -örneğin aynı etnik köken ancak farklı toplumsal cinsiyetler ve sınıf statüleri- fazla ortak deneyim sağlamayabilir. Ancak toplumsal kimliklerin önemli olduğunu düşünmek aptallık ya da cahillik değildir.

O halde Hegel’in tespitini tekrar düşünelim: Özneler arası bağımlılığımızı kısmen epistemik onay ihtiyacımızdan kaynakladığını söylemişti. Belirli bir karşılaşma hakkında yaptığımız değerlendirmenin kim tarafından onaylanmasını ya da reddedilmesini bekleyebiliriz? Öylesine birisinden değil tabii. Toplumsal kimlikler epistemik nedenlerle önemlidir ve bu nedenler siyasi kültürlerimizi etkiler. Hegel’e göre sosyal hayatta açık ve özgür tartışmalarla yer alma kapasitesi, yalnızca ilgilerimizi belli edebilmek için değil, bireysel ya da grup olarak ilgilerimizi hem keşfedebilmek hem de oluşturabilmek adına önemlidir. Çoğumuz tarihsel olarak yaratılmış ve yapısal veya sistemsel dinamiklere tabi olsak da, gelecekteki gelişimimizde söz sahibi olabiliriz. Ancak bunu yapabilmek için kim olduğumuza, nasıl var olduğumuza ve farklılıklarımızın ötesinde nasıl bir ortak hedefler seti kurabileceğimize dair bir anlayış gerekir.

 

Orijinal Başlık: Why do social identities matter?
Yazar: Linda Martin Alcoff
Türkçeye Çeviren:
Elif Kalfa
Editör:
Uğur Şen
Redaksiyon: Bekir Demir