Kuantum mekaniği, en başarılı bilimsel teorimiz olmasına karşın, evreni anlama arayışımızda felsefeyi yeniden ön plana çıkaran, gerçekliğin doğası hakkında derin ontolojik soruları gündeme getirmektedir. Slavoj Žižek, bunun felsefi sonuçlarını ciddiye almamız gerektiğini, gerçekliği noksan olarak görmemiz gerektiğini savunuyor. […]1Festivale ilişkin notlara çeviride yer verilmemiştir. (Ed.)
Süperpozisyon ve Çoklu Evrenler
Yaklaşan HowTheLightGetsIn tartışması öncesinde, günümüzün en etkili ve provokatif filozoflarından biri olan Slavoj Žižek ile konuşma fırsatı buldum. […] Žižek’in son kitabı Hıristiyan Ateizm/Nasıl Gerçek Bir Materyalist Olunur kitabında kuantum mekanik ile sinema arasındaki ilişkiyi ele alırken, Her Şey Her Yerde Aynı Anda filmini kuantum süperpozisyon ve gerçekliğin rastlantısallığı için bir metafor olarak kullanıyor. Bununla birlikte, Žižek bu sinematik betimlemeyi olumsuz bir örnek olarak görmekte ve karmaşık bilimsel konuların popüler kültürde kötüye kullanımına karşı uyarıda bulunmaktadır.
Zizek: “Mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım iki nokta var. İlk olarak, her zamanki çelişkimden başlayacağım. Birincisi, tabii ki filmi izlemedim. Beş, on dakika izlemeye çalıştım… sıkıcı ama bağlam için bazı klipler ve özetler gördüm. Bu başlangıç metaforunu olumsuz bir örnek olarak, kuantum mekaniğinde tamamen bilimsel bir şekilde geliştirilen konuların popüler kültürde nasıl kullanıldığına ve çoğunlukla yanlış kullanıldığına dair genel bir uyarı olarak kullanmak istedim.
Süperpozisyonlar fikri genellikle bir seçim özgürlüğü olarak yanlış tanıtılır, sanki insanlar çoklu gerçekliklerden hangisini gerçekleştireceklerini basitçe seçebilirlermiş gibi. Bu tamamen yanlış bir okumadır. Süperpozisyonların çöküşü olumsaldır ve bizim kontrolümüz dışında kalır.”
Žižek sık sık popüler kültürün bilimsel kavramları gerçek anlamlarını çarpıtan metaforlar için nasıl kötüye kullandığını eleştirmektedir. Bu olumsuz örnekte kuantum mekaniğinin, özellikle de süperpozisyonun insan özgürlüğü için nasıl bir metafora dönüştürüldüğünü vurguluyor:
“Gerçeklikler arasında seçim yapabileceğimiz fikri, örneğin bir menüden pasta seçmek düşüncesi, asıl noktayı tamamen gözden kaçırmamıza neden olur. Süperpozisyon çöküşü bir seçim meselesi değil, kontrol edilemeyen bir olumsallık meselesidir.”
Bu eleştiriler, Žižek’in kuantum mekaniğinin sonuçlarını genellikle aşırı basitleştirdiğine inandığı popüler bilim yazarlarına kadar uzanmaktadır:
“Süperpozisyonların çöküşü tatlı seçmeye benzemez. Süreç insan kontrolünün ötesinde, bizim belirleyemeyeceğimiz faktörlere bağlıdır.”
Žižek’in ilgilendiği nokta kuantum fiziğinin kendisini eleştirmek değil, sunduğu felsefi anlamları keşfetmektir. Kuantum fiziğinin bilimdeki en titiz şekilde test edilmiş teorilerden biri olmasına karşılık, çılgınca farklı felsefi yorumlara yol açması şeklindeki çelişkiye dikkat çeker:
“Kuantum fiziği nesnel gerçeklik anlayışımızı köklü bir şekilde değiştirmeye zorluyor bizi.”
Zižek, Niels Bohr’un kuantum dalgalarını yalnızca epistemolojik araçlar olarak görmesinden bütün süperpozisyonların gerçekleştiğini öne süren çoklu evren teorisine kadar kuantum mekaniğinin farklı yorumlarının ortaya çıkardığı zorlukları kabul eder. Büyük Patlama ve kuantum dalgalarının ontolojik durumu hakkındaki farklı teoriler özellikle ilgisini çekmektedir; Žižek bu teorilerin ortaya çıkardığı gerçekçilik ve determinizm hakkındaki felsefi sorulara hayranlığını ifade etmektedir.
Kendisini yaklaşan tartışmaya geri getirerek, bunun süper determinizm fikrini savunan Sabine Hossenfelder’in görüşlerine nasıl baktığını sordum. Bu teori, Einstein’ın daha eksiksiz bir gerçeklik teorisi arayışı doğrultusunda, kuantum mekaniğinin daha büyük, deterministik bir çerçevenin parçası olduğunu öne sürmektedir. Žižek, süper determinizme ve geleneksel materyalizme yaptığı eleştiriler temelinde, gözlemlediğimiz belirsizliğin teorideki bir kusur değil, aslında gerçekliğin kendisinin temel bir yönü olduğunu savunmaktadır:
Kuantum mekaniği ve Tanrı
Žižek aynı zamanda Tanrı’yı, insanların evrenin derin yapısını asla anlayamayacağını varsayarak evreni yarım bırakan ‘tembel bir yaratıcı’ olarak düşündüğü oldukça dikkat çekici bir metafor kullanır:
“Tanrı evreni yarattığında, biz insanların çok akılsız olduğunu düşündü. Asla atomun yapısının ötesine geçemeyecektik. Bu yüzden Tanrı dedi ki, ‘Bir dakika, neden tüm detayları doldurmakla zaman kaybedeyim?’ Bazı kuantum fizikçileri tarafından da kullanıldığını öğrendiğim metaforuma göre kuantum mekaniği, bu belirsizlikle Tanrı’yı hazırlıksız yakalıyor.
Bu ifadeler bir tür entelektüel orgazm yaşatıyor. Benim için zihinsel olan, tam da bilgimizin sınırını algıladığımız bu fikirdir. Peki ya bu gerçekliğin kendi içinde bir özelliğiyse? Ya gerçeklik kendi içinde noksansa?
Ben bir realistim. Ne var ki kuantum mekaniğinin spiritüalist okumalarını, yani gözlemcilerin gerçekliği yarattığı fikrini reddediyorum. Kuantum mekaniğinin en büyük özelliği ontolojik noksanlığıdır ve gerçekliğin kendisi noksandır […] Kuantum fiziğinin maddi bir gerçeklik olmadığını kanıtladığını iddia eden kimse, ömür boyu Gulag’a tek yönlü bilet alır.”
Bu Stalinist metafor, Žižek’in gerçekliği insan algısına indirgemek yerine, gerçekliğin içkin noksanlığını kabul eden gerçekçi bir evren yorumuna olan bağlılığını yansıtmaktadır. […] Žižek özellikle kuantum mekaniğinin deterministik yorumlarına karşı çıkmaya hevesli ve bunları kuantum dünyasının merkezindeki derin belirsizliğin aşırı basitleştirmeleri şeklinde değerlendirmektedir.
Bir röportajında Penrose’un kuantum dalgalarının gözlem yoluyla çökmesi olgusunun kuantum terimleriyle düzgün bir şekilde açıklanamayacağını savunduğunu anlatıyor. Yani ona göre bu ikilik kuantum mekaniğinin tam bir teori olmadığının bir kanıtıdır. Ne var ki Žižek ana akım görüşü ciddiye alır:
“Kuantum düzeyindeki salınımların nasıl yorumlanacağı konusunda iki ana eğilim var, ki buna bildiğimiz anlamda gerçeklik diyemeyiz. Bunların sadece epistemolojik araçlar, olasılık hesaplamaları olmadığını düşünüyorum. Bence, deneylerin kanıtladığı üzere, bu klasik tek parçacıklı fotonun A noktasından B noktasına nasıl gittiğini tam olarak açıklamak için, sonuçları açıklamak için yapılan tüm çift yarık deneylerinin ve benzerlerinin amacı budur. Her ne kadar tek bir noktada çökse de, bir anlamda parçacığın tüm yolları kullandığını kabul etmek zorundasınız.”
Kuantum ve felsefe
Žižek’in kuantum mekaniğine yaklaşımı, bilimin bu karmaşık alanından kaynaklanan derin felsefi soruların altını çizer. Bir yandan kuantum fiziğinin titizliğine hayranlık duyarken, diğer yandan da kuantum fiziğinin çıkarımlarının bizi gerçeklik hakkındaki temel varsayımlarımızı yeniden gözden geçirmeye zorladığına inanıyor. […]
Aynı zamanda fizikçi Carlo Rovelli’ninki gibi kuantum fiziğindeki materyalist yorumları da eleştirir. Rovelli’nin çalışmalarına hayranlık duysa da Žižek, onun parçacıklar arasındaki herhangi bir etkileşimin bir gözlem biçimi olarak kabul edilebileceği fikrini sorgular:
“Rovelli, parçacıklar etkileşime girdiğinde birinin diğerini ‘gözlemlediğini’ öne sürüyor. Ne var ki bu yorum, gözlemi sadece etkileşime indirgiyor, ki bana göre bu oldukça tartışmalı.”
Žižek’e göre bu tür teoriler kuantum belirsizliğinin daha derin felsefi çıkarımlarını bütünüyle kavramakta yetersiz kalmaktadır. […]
Filozofların kuantum fizikçilerine gerçeklik hakkında bir şey öğretip öğretemeyeceği sorulduğunda, Žižek Hegelci kavrayışıyla şöyle yanıt verir:
“Peki ya bilgimizin sınırları sadece bizim sınırlarımız değil de bizzat gerçekliğin de sınırları ise?”
İşte bu noktada felsefe devreye girer; deneysel yanıtlar sağlamak için değil bilimin içinde işlediği temel çerçeveyi sorgulamak amacıyla. Žižek’e göre, kuantum mekaniği bizi gerçekliğin doğasını kökten yeniden düşünmeye zorlar ve felsefeciler bu yeniden düşünmede çok önemli bir role sahiptir diyerek bilimin nesnellik arayışında gözden kaçırabileceği kavrayışlar sunar. […]