Demo v1.0

3 Aralık 2024, Salı

Beta v1.0

Kötümserliğe Karşı

Sadece emekçi kitleler kendi arzularıyla, karşı koyamayacakları bir dürtüyle yol aldıklarında ve proleter partiler birincil pozisyonu alıp dizginleri kararlı bir şekilde tutabildiği zamanlarda fiilen iyimser olsaydık birbirimizden ne farkımız kalırdı?
Çeviren:
Onur Gayretli
Kaynak:
L'Ordine Nuovo, 15 Mart 1924

Başlıklar

Biz İtalyan devrimcilerin her zamankinden daha aktif rol oynadığı ve ayrılmaz bir parçası olduğumuzu hissettiğimiz Komünist Enternasyonal’in, dünyanın dört bir yanında sesi olan bu büyük birliğin beşinci yıl dönümünü kutlamanın, bir vicdan muhasebesinin ötesinde özeleştiri yapmanın en iyi yolu olduğunu söylemek isterim. Böylece ne yaptığımıza bakarak eksiklerimizi tespit edebilir ve bu anlamda katetmemiz gereken muazzam yolun neresinde olduğumuzu belirleyebiliriz. İşte o zaman sorumluluğunu bilen nitelikli militanları baskı altına alan ve başlı başına büyük bir tehlike olan bu kötümserlik bulutunun dağılmasını bekleyebiliriz. Bu bulutları dağıtamazsak, siyasi edilgenliğin, entelektüel uyuşukluğun ve şüpheciliğin pençesinden kurtulamayacağız. Evet, karşı karşıya olduğumuz en büyük tehlike bu olabilir.

Bu kötümserlik, ülkemizin mevcut durumuyla yakından ilişkilidir; mevcut durum bu kötümserliği bir yere kadar açıklasa da şüphesiz meşrulaştıramaz. Biz de nasıl hareket edeceğimizi bilseydik ve sadece işlerin yolunda gittiği, durumun lehimize işlediği dönemlerde bilfiil iyimser olsaydık, Sosyalist Parti ile aramızda, bizim irademiz ile partinin geleneği arasında ne fark kalırdı? Sadece emekçi kitleler kendi arzularıyla, karşı koyamayacakları bir dürtüyle yol aldıklarında ve proleter partiler birincil pozisyonu alıp dizginleri kararlı bir şekilde tutabildiği zamanlarda fiilen iyimser olsaydık birbirimizden ne farkımız kalırdı?

Biz kendi sorunlarımıza odaklanmalı, sorunlarımıza bize özgü bakış açıları geliştirmeli, daha büyük bir sorumluluk duygumuz olduğunu anlatmalı ve yol haritamızı bunları dikkate alarak çizdiğimizi göstermeliyiz. Dolayısıyla asıl mesele, her türlü olayı savuşturmaya uygun örgütsel ve maddi güçleri hazır hâle getirme zorunluluğudur; yoksa kaderciliğe düşersek Sosyalist Parti ile aramızda ne fark kalır? Ya olayların sadece bizim öngördüğümüz sırayı izleyebileceği, kaçınılmaz olarak bizim inşa ettiğimiz setlerde ve kanallarda akacağı gibi tatlı bir yanılsamayla kendimizi kandırdıysak? Ya bu olaylar bizim öngördüğümüz setler ve kanallar tarafından yönlendirildiyse; ya tarihsel biçimini ve gücünü onlardan aldıysa?

İşte sorunun özü tam da burada arapsaçına dönmektedir çünkü dışarıdan bakıldığında edilgenlik, zor bir işmiş gibi görünmektedir çünkü ortada işçilerin alın teri döktükleri ama kazmaktan da yoruldukları bir gelişim çizgisi, yani bir gelenek varmış gibidir.

Komünist Enternasyonal, bir örgüt olarak 5 Mart 1919’da kuruldu ancak ideolojik temelleri ve organik yapısı, Temmuz-Ağustos 1920’deki II. Kongre’de Tüzük’ün ve 21 Koşul’un onaylanmasıyla gerçekleşti. II. Kongre’den itibaren İtalya’da Sosyalist Parti’nin yeniden örgütlenmesine yönelik ulusal ölçekte bir kampanya başladı. Aslında Torino seksiyonunun 1919 yılının Mart ayında, partinin kısa bir süre sonra bu şehirde yapılması planlanan Ulusal Kongresi için hazırladığı bir önerge, Sosyalist Parti’nin yeniden örgütlenmesi fikrinin ateşleyicisi olmuştu ancak kongre kayda değer bir sonuç doğurmamıştı. (Çekimserci fraksiyonun II. Kongre’den önce 1920 yılının Temmuz1Konferans aslında 8 ve 9 Mayıs 1920 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. (L’Ordine Nuovo’nun notu (Çev.)) ayında Floransa’da düzenlediği konferansta, L’Ordine Nuovo’dan bir temsilcisinin2Bu kişi, Floransa konferansına gözlemci olarak katılan Gramsci’nin kendisiydi. (L’Ordine Nuovo’nun notu (Çev.)) yaptığı ve fraksiyonun temelini -zaten pratikte kendi nedenini büyük ölçüde kaybeden- çekimserci ön yargılardan arındırarak komünist bir niteliğe kavuşturacak şekilde genişletme önerisi reddedilmişti.)

Livorno Kongresi ve kongrede meydana gelen ayrışma, II. Kongre’ye havale edilmiş, kongrenin onayladığı 21 Koşul, kongrenin “resmî” müzakerelerinin zorunlu bir sonucu olarak sunulmuştu. Bu bir hataydı ve bugün bunun sonuçlarını tam anlamıyla değerlendirebiliyoruz. Gerçek şu ki, II. Kongre’de yürütülen müzakereler, tüm dünyadaki durumun olduğu gibi İtalya’daki durumun da somut bir yorumuydu ancak biz, bir dizi nedenden ötürü, eylemimizi İtalya’da olup bitenlere, II. Kongre’ye neden olan ve İkinci Kongre tarafından alınan kararları ve örgütsel önlemleri harekete geçiren siyasi özün bir parçası olan İtalya’nın gerçeklerine dayandırmadık. Biz daha ziyade kendimizi biçimsel meselelere, saf mantıkla, saf tutarlılıkla mücadele vermekle sınırladık ve yenildik. Evet yenildik çünkü siyaseten örgütlenmiş proletaryanın kahir ekseriyeti bizimle aynı fikirde değildi; Enternasyonal’in otoritesi ve prestiji bizim yanımızda olmasına rağmen bizimle gelmediler.

Sosyalist Parti’nin temel ve kurucu unsurlarına ulaşıp onları düşünmeye zorlayacak sistematik bir kampanya yürütememiştik; 1919-1920 yılları arasında İtalya’da cereyan eden olayların her birinin anlamını İtalyan işçi ve köylüsünün kavrayabileceği bir dile tercüme edememiştik. Livorno’dan sonra, Kongre’nin neden böyle bir sonuca vardığı sorununu nasıl ortaya koyacağımızı bilmiyorduk; proletaryanın çoğunluğunu kazanmak olan özel görevimize devam edebilmek için sorunu pratik olarak nasıl ortaya koyacağımızı, dolayısıyla çözümü nasıl bulacağımızı bilemiyorduk.

Söylemekte bir beis görmüyorum, olaylar karşısında âdeta afallamıştık; tüm geleneklerin, tüm tarihsel formasyonların, tüm egemen fikirlerin hiçbir iz bırakmadan içine atıldığı, yakıcı bir eritme potasına dönüşmüş olan İtalyan toplumunun içinde bulunduğu ayrışmanın -istemeden de olsa- bir parçası olmuştuk. Bununla birlikte, inatla tutunmaya çalıştığımız bir tesellimiz vardı: Kimse kurtulamamıştı; başkaları mutluluk sarhoşu olarak kendilerini aptalca yanılsamalara kaptırmışken biz bu felaketi önceden gördüğümüzü iddia edebilirdik.

Livorno ayrışmasından sonra bir zorunluluk durumuyla karşı karşıya kaldık. Evet, Livorno ayrışmasından sonra sergilediğimiz tutumu ve yürüttüğümüz faaliyeti ancak bu şekilde meşrulaştırabiliriz: Bu zorunluluk, en acımasız hâliyle ölüm kalım ikileminde ortaya çıkmıştı. İç Savaş’ın ateşiyle parti olarak örgütlenmeli, seksiyonlarımızı en sadık militanların kanıyla sağlamlaştırmalıydık: Gruplarımızı eğitim ve silah altına alma yoluyla gerilla birliklerine, işçi sınıfının şimdiye kadar savaşmak zorunda kaldığı en acımasız ve en zorlu gerilla savaşının gerilla müfrezelerine dönüştürmeliydik.

Yine de başardık: Parti kuruldu ve güçlü bir şekilde örgütlendi; öyle ki karşısındaki güçlerle mücadeleye giremeyecek kadar küçük ama daha büyük bir oluşumun, İtalyan tarihinden bir örnek vermek gerekirse, Caporetto bozgunundan sonra yeniden bir Piave Nehri Muharebesi yapabilecek bir ordunun zırhı olmaya muktedir çelikten bir kalkan gibiydi.

İşte bugün yüzleşmek zorunda olduğumuz sorun kaçınılmaz olarak budur: Livorno’dan bugüne faşizmin tüm vahşetiyle sürdürdüğü saldırıya tereddüt etmeden ve geri adım atmadan nasıl direneceklerini bildiklerini kanıtlamış güçleri bir araya getirerek yaklaşmakta olan savaşlarda çarpışacak büyük bir ordu kurmalıyız. Komünist Enternasyonal’in II. Kongre’den sonra katettiği mesafe -yani III. ve IV. kongrelerde alınan kararların Şubat ve Haziran 1922 ve Haziran 1923’te gerçekleşen Genişletilmiş Genel Kurullarda onaylanmasıyla gelinen nokta- bize bir kez daha İtalya’nın içinde bulunduğu durumu ve ihtiyaçlarını doğru tespit edecek bir zemin sağlamıştır.

Aslına bakılırsa parti olarak bu yönde bazı adımlar attık bile: Şimdi yapmamız gereken sadece bunları not etmek ve yola cesaretle devam etmekten ibarettir. Sosyalist Parti’nin merkezini, çekirdeğini sarsan olaylar neden önemlidir? İlk olarak reformistlerden ayrışmak, ardından Pagine Rosse editör ekibinin saf dışı bırakılması ve son olarak Üçüncü Enternasyonalist fraksiyonun tasfiye edilmeye çalışılması bize ne anlatmaktadır? Şüphesiz tüm bu yaşananların bir anlamı vardır. Partimiz, bir İtalyan seksiyonu olarak faaliyetlerini faşizme karşı fiilî savunma mücadelesiyle ve temel yapısını muhafaza etmekle sınırlamak zorunda kalırken, uluslararası bir parti olarak geleceğe yeni yollar açmak, siyasi etki alanını genişletmek, daha önce mücadeleye kayıtsız kalmış ya da eyleme geçmek konusunda tereddüt etmiş olan kitlelerin en azından bir bölümünü mücadeleye dâhil etmeye çalışmaya devam etmiştir.

Enternasyonal’in bu eylemi, bir müddet partimizin geniş kitlelerle etkili bir temas kurmasını sağlayan, işçi sınıfının dikkate değer kesimlerinde bir tartışmanın fitilini ateşleyen ve bir hareket prensibi oluşturan tek eylem olmuştur; doğrusunu söylemek gerekirse içinde bulunduğumuz durumda bunu başka türlü başarmamız da mümkün değildi. Sosyalist Parti’yi bloklaşmanın yarattığı cendereden kurtarmak şüphesiz büyük bir başarıydı; bu anlamda işler içinden çıkılmaz bir hâl aldığında amorf bir sosyalist hamurdan -1920-21-22’de hata yaptıklarını sözleriyle olmasa da eylemleriyle kabul ederek ne olursa olsun dünya devrimine inandıklarını ileri süren- birimlerin oluşmasını sağlamak, gerçek bir başarıydı.

Faşizm ve gericilik yenilmişti: dürüst olmak gerekirse bu, İtalyan tarihinin geçtiğimiz üç yılında faşizmin ve gericiliğin aldığı tek fiziksel ve ideolojik yenilgiydi. Bu nedenle aramızdaki en güvenilir ve nitelikli kişiler olsalar bile partimizdeki bazı grupların kötümserliğine karşı güçlü bir tepki vermek elzemdir. Kötümserlik, şu anda ülkemizin içinde bulunduğu yeni durumdaki en büyük tehlikedir ve ilk faşist yasama meclisinde onanıp meşruiyet kazanacaktır.

Büyük mücadeleler yaklaşıyor; muhtemelen önceki yıllardan daha kanlı ve daha sert mücadeleler. Bu nedenle önderlerimizin tüm gücünü toplamasına, parti kitlesinin azami örgütlenmesine ve merkezîleşmesine, inisiyatif almak için güçlü bir iradeye ve harekete geçmek için kararlılık gösterilmesine ihtiyaç duyulacaktır. Kötümserlik, kulağımıza kabaca şunları fısıldar: Livorno öncesi duruma dönersek, Livorno’dan önce yürüttüğümüz ve bittiğine inandığımız çalışmaları bir kez daha yürütmek zorunda kalacağız.

Bu pozisyonun siyasi ve teorik olarak ne kadar yanlış olduğunu her yoldaşımıza anlatmalıyız. Şüphesiz yine çetin bir mücadele gerekecektir: Şüphesiz partimizin Livorno’da oluşan nüvesinin görevi henüz bitmemiştir ve bir süre daha bitmeyecektir (muzaffer devrimden sonra bile canlı ve güncel olmaya devam edecektir). Öte yandan artık Livorno öncesi bir durumu yaşamayacağız çünkü 1924 yılında ne dünya ne de İtalya 1920’deki gibidir çünkü biz de artık 1920’deki insanlar gibiyiz ve asla da olmak istemeyiz. Çünkü İtalyan işçi sınıfı artık çok daha çeşitli çok daha kalabalıktır, çünkü İtalyan işçi sınıfı dönüşmüştür ve Maksimalist panayırlardaki iğrenç demagojilerle kanlarına girilip kulakları tıkandıktan sonra topla, tüfekle fabrikaları yeniden işgal etmelerini sağlamak artık kolay bir iş olmayacak. Çünkü partimiz var ve bu başlı başına bir şeydir: İtalyan proletaryasının en iyi, en sağlam ve en dürüst kesimine olduğu gibi partimize de inancımız tamdır.

Notlar

(1) Konferans aslında 8 ve 9 Mayıs 1920 tarihlerinde gerçekleştirilmiştir. (L’Ordine Nuovo’nun notu (Çev.))

(2) Bu kişi, Floransa konferansına gözlemci olarak katılan Gramsci’nin kendisiydi. (L’Ordine Nuovo’nun notu (Çev.))