İnsanları belli kalıplara sokmamak gerektiği konusunda herkes hemfikir gibi görünüyor. Erkekler ve kadınlar birer birey olarak eşsizdir ve bu nedenle tek tipleştirilmemelidirler. Ne var ki bunun neden yapılmaması gerektiği pek de açık değil. Bunun nedeni tüm kalıpyargıların olumsuz ve rencide edici olması olamaz. Örneğin İrlandalılar kimi zaman beceriksiz, kalın kafalı ve kavgacı olarak görülse de, aynı zamanda sevimli, esprili ve misafirperver olarak da görülürler. Bu durum kalıpyargılara sokmayı daha makul hale getirmese de, eleştirenlerin sandığından daha karmaşık bir mesele olduğunu ortaya koyar.
Bazı klişelerin, fena halde çarpıtılmış bir biçimde de olsa gerçeklik payı vardır. Bazen İrlandalıların –bir an için kalıpyargılara bağlı kalırsak– miskin ve anarşik oldukları düşünülür; her iki suçlama da elbette doğru olmasa da (Britanya’nın yollarının, demiryollarının ve kanallarının çoğunu İrlandalıların inşa ettiğini unutmayın), her ikisi de tarihsel gerçekliğe dayanan bir temele sahiptir.
İrlandalıların çoğunun geleneksel geçim kaynağı olan patates ekimi büyük bir emek gerektirmez; ayrıca önemli olan verimlilik oranınızdan ziyade çiftliğinizin büyüklüğü olduğundan, küçük bir çiftlik kiralayan kiracı için sıkı çalışmak pek de kârlı olmayabilir. Tüm bunlar Britanya’nın sanayi disiplinine sahip kitleleri gözünde tembellik gibi görünebilir. İrlandalıların kanun tanımaz bir ekip olduğu suçlamasına gelince, birkaç yüzyıl boyunca onları yöneten kanunun büyük ölçüde sömürgeci bir gücün çıkarları uğruna kendilerine dayatıldığını hatırlamakta fayda var. Sıradan halkın zaman zaman bu konuda biraz umursamaz olması pek de şaşırtıcı değil.
Belfast ve Derry sokaklarında birinin Katolik mi yoksa Protestan mı olduğunu sadece o kişiye bakarak anlayabileceğinize dair, gerçek tüm liberallerin doğal olarak rezil bulacağı bir inanç var. Öyle olsa bile, bunda bir hikmet var. Ulster Katolikleri ve Protestanları genel olarak İrlanda Gallisi ya da İskoçya Gallisi olmak üzere farklı etnik gruplara mensuptur ve genel anlamda bu gruplar tıpkı İsveçliler ve Çinliler gibi farklı fiziksel özelliklere sahiptir. Siyah saçlı ve mavi gözlü bir kadın muhtemelen İrlanda Gallisi, dolayısıyla Katolik kökenlidir; kısa boylu, kızıl saçlı bir erkek ise muhtemelen İskoç kökenlidir, dolayısıyla Protestan soyundan gelmektedir. Ulster’de Papa’nın resimlerini yakan siyah saçlı, mavi gözlü kadınlar ve Papa için ölmeye hazır kısa boylu, kızıl saçlı erkekler olabilir, ancak bunun asıl meseleyi çürüttüğünü düşünmek olsa olsa bir kalıpyargının ne olduğunu yanlış anlamaktan ibarettir.
Ulster Presbiteryenleri çılgın, sürrealist nükteleri ya da karanlık ikonoklastik mizah anlayışları ile bilinmezler, ancak bunun nedeni genlerinden değil İskoç Püriten kökenlerinden kaynaklanmaktadır. Britanya soğukkanlılığı, Britanyalı zihninin doğasından ziyade sömürge tebaasının gözünde zayıflık belirtisi göstermeme ihtiyacına işaret eder. Norveçliler tipik olarak Gallerlilerden daha uzun boyludur. İşçi sınıfından Siyah Britanyalıların akıl hastası olma ihtimali Keira Knightley’den çok daha yüksektir; bu gerçek, insanları kalıplara sokmayı reddedenler tarafından hasıraltı edilmektedir. Montana’nın Bute kenti sakinleri genellikle uzun kızıl giysiler içinde Dante’nin Purgatorio‘sundan alıntılar yaparak dolaşmazlar ya da en azından bunu yapanlara geceleri dikkatli yürümeleri tavsiye edilir.
Bireyler hakkındaki en ufak bilgi kırıntısından bile onlar hakkında pek çok çıkarımda bulunabiliriz. Erkeklerin pencereden birilerini aşağı atma olasılığı kadınlardan çok daha yüksektir ve çoğu New York Times okuru Los Angeles’ı çete savaşlarından temizlemenin en iyi yolunun şehir üzerinde küçük bir nükleer silah patlatmak olduğunu düşünmez. Yakın zamana kadar Amerikalılar, İngilizlere kıyasla ilk tanıştığınızda ilk adınızı kullanmaya daha yatkındı, ancak bu durum değişiyor. Cambridge’de öğrenciyken, öğretmenim bana ilk yılımda “Bay Eagleton”, ikinci yılımda “Terence” ve üçüncü yılımda “Terry” diye hitap etti. Üniversitede kalmış olsaydım allah bilir hangi müstehcen erotik lakabı bulacaktı?
İnsanları damgalamak kimi zaman faydalı olabilir. Kimse kendisine şişko denmesinden hoşlanmaz ama pek çok insan kendisine ırkçılık karşıtı denmesinden memnun olur. Tek tipleştirmeyi eleştirenler, bunun bireylerin sahip olduğu zengin çeşitliliği kabaca bir kategoriye indirgediğini düşünmektedir, ancak kimse ırkçılık karşıtı olmanızın hakkınızda söylenebilecek tek şey olduğunu düşünmez. Bazı kalıpyargıların iğrenç derecede saldırgan olduğu doğru, ancak saldırganlığın kendisinde yanlış olan bir şey yok. Şüphesiz İsa’nın Ferisileri engerek sürüsü olarak kınarken kullandığı dili yumuşatması gerektiğini düşünenler vardır, ancak görünüşe göre modern orta sınıf görgü kuralları İsa’yı kısıtlamamıştır.
Kimi kalıpyargılar ise fesat olmaktan ziyade gülünçtür. Bazı 19. yüzyıl frenologları, küçük kafalı ulusların büyük kafalılara göre daha kolay fethedildiğini savunurken, frenolojinin kurucusu Franz Gall, ahlaki ve dini melekelerin beynin en üst kısmında yer aldığına, çünkü o bölgenin kafatasının Tanrı’ya en yakın bölgesi olduğuna inanıyordu.
“Herkes farklıdır” günümüzün popüler sloganlarından ve stereotipleştirmeye karşı bir panzehir olarak düşünülüyor. Ancak tek sorun bunun doğru olmamasıdır. Herkes herkesten farklı olsaydı, örneğin psikiyatri belirli ortak davranış kalıplarını varsaydığı için ruh sağlığı hizmetleri diye bir şey olmazdı. İktisat ve sosyoloji de imkânsız hale gelirdi. Süpermarket kasalarındaki kuyruklar neden her zaman aşağı yukarı aynı uzunluktadır? Çünkü insanların sıkıcı ama zorunlu ev işlerinden büyük bir zevk almadıklarını varsayabilir ve buradan en kısa kuyruğa yönelecekleri sonucunu çıkarabilir, böylece kuyrukları eşitleyebilirsiniz.
Birey olmak emsalsiz olmaktır; hata, emsalsiz olanın her zaman değerli olduğunu düşünmektir. Oswald Mosley eşsizdi, ancak pek çok kişi olmasaydı daha iyi olacağını düşünecektir. Benim görüşüme göre aynı şey, her şeyi gören bir Tanrı’nın merhametle doğumunu engelleyebileceği J. Edgar Hoover için de geçerlidir. Başka bir Jimmy Savile olmayacak, bu da sevindirici bir haber. William McGonagall’ın “Tay Bridge Disaster” şiiri emsalsizdir, çünkü eşi benzeri bulunamayacak derecede kötüdür.
Ortak noktalarımız da her zaman değersizleştirilmemelidir. Elimizin altında bir dizi kalıpyargının bulunması, başkaları hakkında, yokluğunda toplumsal varoluşun durma noktasına gelebileceği türden kaba beklentiler oluşturmamızı sağlar. Goril kostümü giymiş müdürünüzle diyalog kurmak zor olabilir. Özgürlük, kalıplardan azade olma meselesi değil, baskıcı kalıplardan azade olma meselesidir.
Kapitalist toplumun sorunu, bireyleri iktisadi açıdan mübadele edilebilir ama ideolojik açıdan emsalsiz olarak görmesidir. Temizlikçi olarak bir işe başvurduğunuzda kimse sizin eşsiz bireyselliğinizi umursamaz, ancak uygarlığımız her bir insanın değerine, onları cansız bir seviyeye indirgemenin tehlikelerine ve tek tipleştirmenin ruhsuzluğuna yönelik söylemsel yakarışlarla doludur. Arthur Miller’ın Satıcının Ölümü oyununda Willy Loman ile oğlu Biff arasında geçen tartışmada bu çelişki çok net bir şekilde ortaya çıkar. Biff öfkeli bir şekilde kandırılmış babasını, “Baba, ikimiz de beş para etmeziz!” diye haykırarak beyhude bireysel takdir arayışından vazgeçmeye çağırır. Willy’nin vakur cevabı ise şöyledir: “Ben beş para etmez değilim! Ben Willy Loman’ım ve sen Biff Loman’sın!” Ve tabii ki ikisi de haklıdır.
Editör notu: Orijinal başlık şöyledir: “In defence of stereotypes Being incomparable has its downsides” “Stereotype” metinde genel olarak “kalıpyargı” olarak karşılanmış olsa da, yer yer “tek tipleştirme” ve “klişe”yi de kullandık. -ed. n.
Orijinal Başlık: In defence of stereotypes
Yazar: Terry Eagleton
Türkçeye Çeviren: Uğur Şen
Editör: Bekir Demir
Redaksiyon: Eren Yılmaz