Donald Trump’ın 2020’de uğradığı seçim yenilgisi, Jair Bolsonaro’nun 2022 seçimlerini Lula’ya kaybetmesi ve geçtiğimiz sene Rodrigo Duterte’nin Filipinler devlet başkanlığından ayrılması, bazı kesimleri aşırı sağ veya faşist dalganın gezegen çapında dinmeye başladığı konusunda umutlandırdı.
Ardımızda bıraktığımız süreçte meydana gelen iki siyasi deprem bu yanılsamayı tuzla buz etti. Arjantin’de, 1970’lerin sonlarında ordu tarafından yürütülen sözde kirli savaş döneminde kendi ülkesinde insan hakları ihlallerinin yaşandığı gerçeğini arsızca inkâr eden ve kendini anarko-kapitalist olarak tanımlayan Trumpımsı Javier Milei ezici bir çoğunlukla devlet başkanı seçildi. İki gün sonra, geleneksel olarak liberal partilerin baskın olduğu Hollanda’daki seçimlerde, Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi (Freedom Party) ülkenin en büyük siyasi partisi olarak arz-ı endam etti. Trump sahneye çıkmadan çok daha önceleri Trumpçı olan Wilders; Kuran’ı yasaklamak istiyor, İslamı “geri kalmış bir kültürün ideolojisi” olarak nitelendiriyor ve Faslılara “pislik” diye sesleniyor.
Geçtiğimiz 20 yıllık süreçte aşırı sağcı siyasi kişilikler ve hareketler hızla türemeye başladığında, bazı çevrelerde bunların “faşist” sözcüğüyle tanımlanması konusunda güçlü bir tereddüt vardı. Aslında, üç yıldan daha kısa bir süre öncesinde, Cambridge Birliği’ndeki tartışmada Avrupa, ABD ve dünyanın diğer bölgelerindeki aşırı sağ hareketleri tanımlamak için “faşist” sözcüğünün kullanılmasına çekingen yaklaşan akademisyenlere karşı bu sözcüğü savunmak durumunda kalmıştım. Buna karşılık, Donald Trump ve 6 Ocak 2021 ayaklanmasının ortaya koyduğu şey, “aşırı sağ” ve “faşist” arasındaki ayrımın akademik bir ayrım olduğudur. Aşırı sağcıların henüz iktidarı ele geçirmemiş faşistler oldukları söylenebilir çünkü faşistler siyasal eğilimlerini tam anlamıyla ancak iktidara geldikleri zaman gösterirler.
Bir hareket veya kişi, şu beş özelliğin hepsini yada büyük bir kısmını bünyesinde topladığında faşist olarak kabul edilmelidir: (i) Demokratik ilke ve yöntemlere yukarıdan bakarlar veya bunlardan nefret ederler; (ii) Şiddete hoşgörüyle yaklaşırlar veya onu teşvik ederler; (iii) Anti demokratik düşünce ve tavırlarını destekleyen öfkeli bir kitlesel tabana sahiptirler; (iv) Belirli toplumsal grupları günah keçisi hâline getirip onlara yapılan zulmü desteklerler; (v) Yukarıda dile getirilen özelliklerin hepsini sergileyen ve normalleştiren karizmatik bir lider kendilerine öncülük eder.
Trump haricinde, “faşist” sözcüğüne cuk oturan bazı isimlere odaklanmak istiyorum ben. [Filipinler’in] 2016 seçimlerinde Rodrigo Duterte’nin “başka bir Marcos” olacağı konusunda uyarının ardından, başkanlığının ikinci ayında Duterte’nin “faşist bir karakter” olduğunu yazmıştım. “Faşist” sözcüğünü kullandığım için birçok kanaat önderi, akademisyen hatta ilerici beni eleştirdi. İktidarda geçirdiği yedi yılın ardından uyuşturucu kullandığı iddia edilen 27.000’den fazla kişinin yargısız infaz edilmesinden sonra, “faşist” sözcüğü, Rodrigo Duterte için kullanılan ılımlı ifadelerden biridir; birçok kişi kendisine “toplu katliamcı ” veya “seri katil” demeyi tercih ediyor.
Narendra Modi, ülkenin en büyük azınlığı olan Müslümanları ikinci sınıf vatandaş mertebesine indirgeyen ulusalcı Hindu projesiyle, Gandi ve Nehru’nun seküler ve çoğulcu Hindistanı’nı maziye gömdü. Şimdilerde, ilerici gazetecileri hapse atarak ve Arundhati Roy gibi tanınmış yazarlar hakkında suçlamalarda bulunarak basın özgürlüğüne karşı en kesintisiz saldırıyı hayata geçiriyor.
Macaristan’da, Viktor Orban ve başında bulunduğu Fidesz Partisi demokrasiyi etkisizleştirmeyi hemen hemen başardı.
Brezilya’da, Jair Bolsonaro, 2022 başkanlık seçimlerini Lula da Silva’ya küçük bir farkla kaybetti. Fakat Bolsonaro’nun yandaşları sonucu kabul etmeyi reddetti ve sağ kanattan binlerce insan yeni hükümeti devirmek amacıyla başkent Brasilia’yı işgal etti; Washington’da gerçekleşen 6 Ocak 2021 ayaklanmasının göz alıcı bir kopyası.
Avrupa, faşist veya aşırı sağ partilerin en çok gelişme kaydettikleri bölgedir. Avusturya’da söz konusu olduğu gibi, istikrarsız hükümetlerin küçük koalisyonlarında ara sıra görülen kısa süreli ortaklar dışında, 2000’lerde bölgede bir tane bile aşırı sağ yönetim yoktu. Şimdiyse üç tane var: Macaristan’daki hükümet, İtalya’daki Giorgia Meloni’nin hükümeti ve Ekim 2023 milletvekili genel seçimlerini kaybetmelerine rağmen iktidara tutunmaya çalışan Polonya’nın Hukuk ve Adalet Partisi. Aşırı sağ partiler, İsveç ve Finlandiya’da hükümet koalisyonlarının birer parçası durumunda. Bu bölgede aşırı sağ bir partinin ana muhalefet partisi olduğu dört ülke daha var. Aşırı sağın hem mecliste hem de sokaklarda ciddi bir mevcudiyet kazandığı bundan başka yedi ülke daha söz konusu.
Faşizmi Besleyen Toplumsal Koşullar
Faşist hareketlerde liderler hayati bir öneme sahiptir ama bu liderlerin yükselişlerini olanaklı kılan şey, toplumsal koşullardır. Burada, radikal sağ hareketlerin ortaya çıkmasında neoliberalizmin ve küreselleşmenin oynadığı rolü ne kadar vurgulasam az. Neoliberal politikaların doğurduğu ağırlaşan yaşam standartları ve büyük eşitsizlikler, liberal demokrasinin zenginler tarafından ele geçirildiğini düşünen insanlar arasında hayal kırıklığına yol açtı ve söz konusu politikaları savunan merkez-sağ ile merkez-sol partilere güvensizlik duyulmasına neden oldu. İşte faşist partilerin tabanı, bu gücendirilmiş ve hoşnutsuz kitlelerdir. Artık iktidarda olmasalar bile Duterte, Bolsonaro ve Trump’ın siyasete geri dönüş yapabilecekleri veya yerlerine aynı tipte bir liderin getirilebileceği gerçeğini açıklayan şey, ekonomik güvensizlik, gücenmişlik veya nefretin bir karışımıyla güdümlenmiş bu öfkeli tabandır.
ABD’yi ele alalım. ABD’de demokrasinin esenliğinden kaygı duyan çevreler, 2020’de Joe Biden’ın başkanlığa seçilmesiyle derin bir nefes aldılar. Fakat 2020’de Trump’a oy verenlerin sayısı, 2016’ya kıyasla 11 milyon daha fazlaydı ve Cumhuriyetçi Parti’nin %70’i, eldeki tüm kanıtlara rağmen, Trump’ın seçimleri kazandığına inanıyordu. Bugünlerde Trump, iki eyalet mahkemesinde ve iki farklı federal bölgede tam 91 ağır suçlamayla karşı karşıya bulunuyor ve bunların herhangi biri potansiyel olarak hapis cezasına sebebiyet verebilir. Gerçi, 2024 başkanlık seçimlerinde Joe Biden’la karşılaşacak adayın belirlenmesi için Cumhuriyetçi rakipleriyle girdiği yarışta rakiplerinin tamamına büyük bir fark attı. Gelecek seçimlerde kimin kazanacağını belirleyecek çekişmeli seçim bölgelerindeki anketlerdeyse Biden’ın önünde gözüküyor. Aslına bakılırsa Cumhuriyetçilerin başkanlık adaylığındaki rakipleri Trump’tan daha Trumpçı bir imaj takınmaya çalışıyorlar.
Bununla birlikte, ekonomik koşullar faşist hareketlerin ortaya çıkmasını tamamen açıklayamaz. Irkçılık, etnosentrizm ve göçmen karşıtlığı da bu hareketleri körüklenmektedir. Nitekim, bu davranışsal ve ideolojik dürtüler, farklı olarak algılananları Düşman ya da Büyük Öteki olarak tanımlayıp ten rengine, dine, dile veya kültüre dayanan sınıflar arası bir dayanışma yaratmayı amaçlayan faşist projenin merkezinde yer almaktadır. Hitler’in projesinin nasyonal sosyalizm olarak, yani Ötekiler için değil, yalnızca aynı ırktan olanlar için eşitlik olarak adlandırılması tesadüfi değildir. Mevcut krizin ya da hayali cemaatin sorunlarının kaynağında bu Büyük Öteki’nin olduğu söylenir. Bugünlerde ABD’deki beyaz milliyetçiliği ve beyaz üstünlüğü, faşist projenin birer dışavurumudur ve hem Avrupa’da hem de ABD’de beyaz olmayan göçmenlere karşı beslenen güçlü duygular, faşist bilincin ayırt edici özelliklerinden biridir.
Faşizm, ortodoks Marksistlerin düşündüğü gibi, Büyük Sermayenin toplumsal düzeni baskıcı bir şekilde tesis etmek ve kendi menfaatlerini korumak için kurduğu bir komploya indirgenemez. Faşistler, salt seçkinlerin elindeki araçlardan ibaret değildir. Gerçekte, faşistlerin retoriği sadece demokrasiye veya liberalizme değil, aynı zamanda kapitalizme ve Dev Şirketlere de karşıttır. Trump ve yandaşlarının, Büyük Teknoloji Şirketlerine veya “plütokratlara” nasıl da karşı çıktıkları iddiasında bulunduklarını hatırlayın. Bununla birlikte faşistler, Dev Şirketleri ortadan kaldırmaya çalışmazlar. Faşistlerin istediği şey, sürücü koltuğunda yalnızca kendilerinin oturması koşuluyla, kendi menfaatlerine hizmet edeceği şekilde Sermayeyle bir anlaşmaya varmaktan ibaret.
“Normal zamanlar”da faşistler ve Büyük Sermaye grupları kimi konularda farklı tutumlar takınabilir; örneğin, ırk ve toplumsal cinsiyet söz konusu olduğunda, şirketlerin kurumsal politikalarının göstermelik bir biçimde “çevre yanlısı” veya işe alım uygulamalarında politik bakımdan hakkaniyetli olması gerektiğini ileri süren “duyar kasan kapitalizm” örneğinde söz konusu olduğu gibi. Ne var ki bu farklılıklar geçici ve önemsizdir; Sermaye, kârlarını düşüren veya ekonomik hegemonyalarını tehdit eden hareketlerle karşılaştığında, faşistlerin toplumsal düzeni istikrara kavuşturma ya da “arındırma” çabalarını memnuniyetle karşılarlar.
Hitler, Trump ve Bolsonaro örneklerinde olduğu gibi Faşistler seçim yoluyla iktidara gelebilir. Giorgia Meloni 2022 milletvekili genel seçimleri öncesinde ve Geert Wilders de daha yakın bir zamanda Hollanda’da yaptığı gibi, aslında faşistler iktidara yaklaştıkça giderek daha fazla anayasacı veya ılımlı bir görüntü sergilemeye çalışırlar. Ama bir kere iktidara geldiler mi sıklıkla kaba kuvvet veya şiddet uygulayarak orada kalmaya çalışırlar. Şiddet, geleneksel bakımdan ten rengi, etnik kimlik ve kültür tarafından tanımlanan egemen çoğunluğun üstünlüğünü ileri sürmek veya yeniden ileri sürmek için toplumu “arındırmak” amacıyla kendi devrimlerini ve karşı devrimlerini gerçekleştirmeyi arzulayan faşistlerin kullandığı temel araçtır. Nitekim Hindistan’daki Hindu milliyetçileri, meclisteki çoğunluklarıyla ülkedeki kurumları tekrar şekillendirirken, son tahlilde kendi iktidarlarını, 2002’deki Gujarat katliamında yaptıkları gibi, Müslümanlar gibi madun topluluklara hatırlatmak için belli aralıklarla açık ettikleri şiddet uygulama kapasitelerinde görmektedirler.
Faşizmle Nasıl Başa Çıkılır?
Faşist tehditle baş etmek için başvurabileceğimiz birkaç hamleyi ileri sürerek bitireyim.
Öncelikle, aşırı sağın yükselişiyle ilgili basit açıklamalara –sorumlunun troller olduğu iddiası gibi– başvurmayı bırakmalı ve aşırı sağ kişiliklerle hareketlerin ciddi bir kitlesel halk desteğine sahip olduklarını teslim etmeliyiz.
İkincisi, fikir ayrılıklarına düşebileceğimiz faşist olmayan gruplarla bile geniş kapsamlı birleşik seçim faaliyetleri inşa etmek gibi, her şeyden önce aşırı sağın iktidara gelmesini önleyecek yollar bulmalıyız İktidara geldikten sonra aşırı sağın iktidardan indirilmesi çok daha zordur.
Üçüncü olarak, orta sınıflar da dâhil olmak üzere, iklim değişikliğini durdurma, toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik etme ve ırklar arası eşitliği ilerletme hareketleri gibi, nüfusun geniş kesimleri arasında büyük yankı uyandıran hareketlerin direnişimizin ön saflarında yer aldığından emin olmalıyız.
Dördüncü olarak, insan hakları ve demokratik değerleri revaçtan düştükleri yerlerde bile –veya özellikle bu yerlerde– şiddetle savunmalıyız. Bu savunu, Hindistan’daki Müslümanlar veya Avrupa ve ABD’deki beyaz olmayan göçmenler gibi, kamuoyunun büyük bir kısmını kendilerine karşı kışkırtıldığı, cari olarak ezilen grupların ve kişilerin inatçı bir şekilde savunulmasını gerektirecektir. Ezilenlerle uluslararası dayanışma faaliyeti, faşizm karşıtı projenin olmazsa olmaz ögelerinden biridir.
Aynı zamanda, özellikle tutku ve karizma siyaseti söz konusu olduğunda, aşırı sağdan neler öğrenebileceğimizi görmekten korkmamamız ve kendi değerlerimizin tutkulu ve karizmatik yöntemlerle nasıl geliştirilebileceği veya desteklenebileceğini anlamamız gerekmektedir. Akıl ile tutkuyu birleştirmeli ve bunları karşıtlık içerisinde görmemeliyiz; ama bu süreçte gerçekliğe, adalete ve onurlu duruşa bağlılığımızı elbette muhafaza etmeliyiz.
Altıncısı, tarih –özellikle de ABD tarihi– herhangi bir şeyin kanıtıysa eğer, şiddet dolu bir iç savaş ihtimalini engellememeli ve bu ihtimal gerçek bir tehdit hâline geldiğinde, ona karşı koymak için uygun adımlar atılmalıdır.
Gelgelelim, muhtemelen en önemlisi, artık itibarını yitirmiş liberal demokrasinin ötesine geçen, gerçek eşitlik ve gerçek demokratik güçlenmeye dayalı, aşırı sağınkiyle rekabet edebilecek, dönüştürücü bir bakış açısına erişmemiz gerekiyor. Bazıları bu bakış açısına sosyalizm diyor; diğerleri başka bir ismi tercih ediyor. Ama önemli olan, söz konusu bakış açısının sınıf, toplumsal cinsiyet ve ırklar ötesine geçen radikal, gerçek bir eşitlik mesajına sahip olmasıdır.
Faşizmin zafere ulaşmayacağının bir garantisi yoktur fakat kendimizi, bedenlerimizi ve ruhlarımızı, akıllıca ve eksiksiz bir biçimde onu durdurmak için tehlikeye atmadığımız sürece faşizm kesinlikle kazanacaktır.
Orijinal Başlık: Fascism 101 for Geopolitics Today
Yazar: Walden Bello
Türkçeye Çeviren: Ahmet Emin Akın
Editör: Eren Yılmaz
#Faşizm101 Editörü: Kerim Can Kara
[…] Faşizmle Başa Çıkma Kılavuzu: Faşiste Neden Faşist Demeliyiz? (Walden Bello – 03.03.202… […]