68 yaşındaki Judith Butler, zirvede olduğunda bile “listelerle pek ilgilenmiyor”. Kendisiyle birlikte en etkili düşünürler olarak soru yönettiğimiz Thomas Piketty,1https://english.elpais.com/economy-and-business/2023-01-31/report-proposes-tax-on-the-ultra-rich-to-finance-a-global-climate-fund.html Noam Chomsky2https://english.elpais.com/economy-and-business/2023-01-31/report-proposes-tax-on-the-ultra-rich-to-finance-a-global-climate-fund.html ve Jürgen Habermas3https://english.elpais.com/culture/2023-11-07/jurgen-habermas-the-important-thinkers-rise-to-the-pinnacle-of-philosophy.html isimlerini duyunca “Bir sürü meşhur erkekle aynı gruptayım, bu beni erkek yapar mı?” diye takılıyor.
Feminizm, toplumsal cinsiyet çalışmaları, eleştirel teori ve çağdaş felsefe alanlarında öncü bir ses4https://english.elpais.com/culture/2024-05-11/judith-butler-philosopher-feminists-who-dont-repudiate-the-right-wing-anti-gender-movement-are-complicit.html olan Butler, yıllar önce Kaliforniya’da non-binary olduğunu tescil ettirdi. Zamirleri they/them olarak değişirken, ismini korumayı seçmiş ve bu kararın o zamanki adliye memurunu şaşırttığını söylüyor.
Butler 1990’lardan bu yana Berkeley’de ders veriyor ve araştırmalarını sürdürüyor, eşi siyaset bilimci Wendy Brown ile birlikte yaşıyorlar. Butler bizimle fırtınalı bir San Francisco Körfezi gününde üniversitenin saat kulesinde buluştu. Meşhur kitabı Cinsiyet Belası‘nın özellikle gençler üzerindeki kalıcı etkisinden ve bu teorilerin toplumda, siyasette hatta popüler kültürde tetiklediği sarsıcı reaksiyonlardan bahsetti, ki bu şok dalgası son kitabı Who’s Afraid of Gender?’da (2024) ele alındı.
Söyleşi, Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın tarihteki ilk trans kongre üyesi Sarah McBride’ın Kongre Binası’ndaki kadınlar tuvaletini kullanmasını yasaklayacağını5https://english.elpais.com/usa/2024-11-21/battle-over-transgender-bathrooms-reaches-us-congress.html açıkladığı gün gerçekleşti ve Donald Trump’ın seçim zaferinin üzerinden sadece iki hafta geçmişti. Söyleşi, bu olayların nasıl gerçekleştiğini ve ileride neler olabileceğini analiz etmeye yöneldiğinde, Butler konulara kendine özgü bir içtenlik, sabır ve zekâ karışımı ile yaklaştı.
Günler sonra Butler, gönderdiği bir e-postada EL PAÍS sıralamasındaki konumlarını değerlendirirken, nüfuzunun Gazze çatışmasıyla6https://english.elpais.com/international/2024-08-18/cultural-keys-to-understanding-the-war-in-gaza.html ilgili tartışmalar ve trans kadınların kapsanmasına ilişkin feminist tartışmalardan ziyade entelektüel çalışmalarından ileri geldiğini umduğunu ifade etti. Butler’ın katkıları bu kritik noktaların ya da 1980’lerin sonunda kurulmasına yardımcı olduğu kuir teorinin çok ötesine uzanıyor. Sansür, şiddetsizlik ve Antigone’nin isyanı hakkında mükemmel çalışmaları mevcut. Genellikle “ilham verici” bulduğu bir yöntem uyarınca diğer düşünürlerle diyalog halinde kaleme aldığı yazılarında laiklik ve ulus-devletin erozyonu gibi temaları ele aldı. Şu sıralar Kafka üzerine uzun zamandır beklenmekte olan bir deneme üzerinde çalışıyor.
En etkili düşünür olarak kime oy verirdiniz?
[Hintli yazar] Arundhati Roy. Pandemi, baskı veya adalet mücadeleleri hakkındaki sözleri çok etkili. En azından benim çevremde, o konuştuğunda insanlar dinliyor.
Peki size en çok ilham veren üç entelektüel kimdir?
Muhtemelen Hegel, Freud ve Foucault ya da Simone de Beauvoir. Şimdi bir seçim yapmak durumunda kalmak istemem…
Bu ay Cinsiyet Belası‘nın 35. yıldönümünü geride bıraktık. Toplumsal cinsiyete bakışınız zaman içinde değişti mi?
Yaşadığım sürece düşüncelerim de canlı olacak, tabii ki bazı önemli değişimler geçirdim. Undoing Gender kitabından sonra toplumsal cinsiyetten uzaklaştım ve 20 yılımı başka konular üzerinde çalışarak geçirdim. Konuya [son kitabımda] geri dönmek garipti çünkü alanın son yirmi otuz yılda ne şekilde geliştiğini öğrenmem gerekiyordu. Cinsiyet Belası’nı yazdığımda, ABD’de özensiz “Fransız teorisi” olarak adlandırılan postyapısalcı teori ve Fransız feminist teoriyle uğraşıyordum. Bunların etkisiyle metin anlaşılması zor bir hale geldi. Yine de, ağır bir kitap olmasına rağmen tuhaf bir şekilde popüler. Bundan, okuyucu kitlesinin genellikle tahmin ettiğimizden daha meraklı ve zeki olduğunu anlıyorum.
Kamuoyunun eskiye kıyasla artık fikirlerle daha fazla ilgilendiğini söylemek mümkün mü?
Belki Avrupa’da ya da sürekli kitap festivallerinin düzenlendiği ve EL PAÍS’te filozoflar hakkında uzun makalelerin7https://english.elpais.com/elpais/2018/05/07/inenglish/1525683618_145760.html yayımlandığı İspanya’da böyledir [gülüyor]. ABD’de akademisyen ve kamusal yazar arasında daha keskin bir ayrım var. Bazen bu sınırı geçiyor, bazen geçmiyorum. Kamusal entelektüel tanımından hoşlanmıyorum çünkü bireye odaklanıyor. Birinin çalışması kamuoyu nezdinde ilgi çekici hale geliyorsa, bunun nedeni dünyada zaten bir şeylerin gerçekleşiyor olmasıdır: gençlerin geleceğe ve kendilerine dair düşünme biçimlerindeki değişimler; aile yapısındaki değişiklikler; cinsel yaşamın serbest bırakılması; toplumsal cinsiyete duyulan merak… Çoğu zaman kafa karıştıran şey şu: İnsanlar için gerçekten önemli olan şeyleri yansıttıkları içim bu kamusal meseleler bazı entelektüelleri ön plana çıkarır. Piketty önemlidir çünkü sosyal ve ekonomik eşitsizlik8https://english.elpais.com/economy-and-business/2024-09-29/a-global-housing-crisis-is-suffocating-the-middle-class.html hakkında yeni şekillerde düşünmemizi sağlamaktadır. Ve Dipesh Chakrabarty gibi birinin, çağımızın önemli ve ivedi bir sorunu olan iklim felaketi hakkında kafa yorması da takdire şayan. Sadece tek bir yazarın adı geçse bile, aslında çalışmalarımızın çoğu ortaklaşa bir çalışmanın ürünü. Feminist teori, gey ve lezbiyen aktivizmi, belli bir akademik kültür hatta [o dönem yaşadığım] New Haven’daki bar hayatı olmadan Cinsiyet Belası‘nı yazamazdım. O çalışma birçok farklı birikimin birleşiminden doğdu. Sadece sonuna imzamı attım.
Cinsiyet Belası‘nın pişmanlık duyduğunuz bir tarafı var mı?
Tam olarak pişman değilim ama okurları en çok cezbeden şey performatiflik kavramıydı. Birçok kişi bunu “ne istersen olabilirsin ve kim olduğunu değiştirmeye karar verebilirsin” diyen radikal bir tercih özgürlüğü olarak algıladı. Oysa bu kavram ancak kitabın son bölümünde karşımıza çıkıyor; ve burada -Simone de Beauvoir’nın “durum” fikrinden yola çıkarak- özgürlüğü her zaman kısıtlayıcı ortamlar ve özne oluşumunun tarihi içinde kullandığımızı açıkça söylüyorum.
Butler, sokaktan gelen ve Gazze çatışmalarıyla ilgili9https://english.elpais.com/international/2024-05-04/university-gaza-solidarity-protests-extend-to-mexico-we-are-urgently-calling-for-an-end-to-genocide.html olduğu anlaşılan bir eylemin gümbürtüsüne kulak vermek için duraklar. “Bu bir Manif10Fr. Eylem -çn. galiba” diyor, şık bir Fransız deyişi kullanarak: “İzinleri yoksa güvenlikle uğraşmak zorunda kalacaklar.”
Kampüslerde eylemlerle dolu hararetli bir sonbahar yaşanacağı tahmin ediliyordu ama tam böyle olmadı, değil mi?
Diğer üniversitelerde insanların tartaklandığını görünce, yöneticilerin ifade özgürlüğüne her zaman saygı göstermediğini anlıyorsunuz. Acımasız tedbirler almaya daha hevesliler. Trump döneminde bu durumun daha da yoğunlaşması muhtemel. Bence eylemciler stratejilerini gözden geçiriyorlar.
Geçen yıl bu protestolarda ifade özgürlüğü ve antisemitizmin bir araya geldiği söyleniyordu…
Eylemin konuyu değiştirmesi hoşuma gitti. Sohbetlerin bu değişikliklere uyum sağlaması gereken bir dünyada yaşıyoruz. Her türlü ırkçılığa karşı çıkıldığı gibi antisemitizme de karşı çıkılması şarttır. Sorun antisemitizmin tanımıdır.11https://english.elpais.com/international/2023-12-04/how-to-criticize-israel-without-being-antisemitic.html İsrail’i eleştirdiğinizde Yahudilere saldırmış oluyorsunuz gibi bir durum söz konusu olamaz. İsrail’in kendi içinde, Siyonizm de dahil olmak üzere oldukça güçlü eleştiriler görebilirsiniz. Ha’Aretz‘de bile bu tür tartışmalar yapılabiliyorsa, neden [ABD’de] açık tartışmanın sadece bir tür antisemitizm anlamına gelebileceğini düşünüyoruz? Sansür ve mesnetsiz ithamlar zor tartışmaların yerini alıyor. Ancak, özellikle de pek çok demokrasinin otoriter güçlere yenik düşme eşiğinde olduğu şu günlerde, ihtiyacımız olan şey bu tartışmaları yürütmek.
Kısa bir süre önce Hamas’ı bir “direniş hareketi” olarak tanımladınız…
Bu talihsiz bir durum: İnsanlar bir cümleyi alıyor ve sonra bu cümle benim tüm duruşumu simgelemeye başlıyor. Sansür ve kınama konusunda öyle bir telaş var ki açık bir tartışmanın parçası olmak çok zor. Hamas’ın bir direniş hareketi olduğunu söylersem, onu tanımlamış olurum ama onu desteklemiş olmam. Yine de bazı turnusol testleri var: Bazı kelimeleri söylemeli, bazılarını söylememelisiniz ve testte başarısız olursanız itibarınız zedelenir. Bir de Fransa’da “direniş” dediğinizde, modern Fransa tarihindeki en önemli özgürlük hareketi için kullanılan bir kelimeyi telaffuz ediyor olmanız gerçeği var. Onlar için direniş yüce bir değerdir ve Hamas gibi gruplara “terörist” diyip geçme yükümlülüğünüz var.
İspanya’nın Bask Ülkesi’nde doğdum ve dilin ne kadar incelikli olabildiğini hatırlıyorum. Örneğin BBC’nin ETA’dan “ayrılıkçı grup” diye bahsetmesi gibi. Hamas terörist bir grup değil mi?
Hamas’ın terör taktikleri kullandığı kesin ama Birleşmiş Milletler nezdinde her daim terörist bir grup olarak sınıflandırılmadığını biliyorum. Hamas’ın sosyal hizmetler sunan ve insani yardım dağıtan askeri olmayan bir kanadı var ve İsrail devletinin bu yardım konvoylarını bombalamasının bir nedeni de bu. Peki çok daha yıkıcı olan ve düzenli olarak insanlığa karşı suç işleyen İsrail devletinin şiddeti neden “devlet terörizmi” olarak adlandırılmıyor? Amerika Birleşik Devletleri’nde [Filistinli düşünür] Edward Said’e bile terörist dediler. Bu, diyaloga son noktayı koyan bir kelime. Ama Filistinlilerin neden böyle bir ayaklanmaya giriştiğini öğrenmek istiyorsak, o zaman tarihi daha eskiden başlatmak gerekir.12https://english.elpais.com/international/2023-10-20/rashid-khalidi-destroying-hamas-as-a-political-institution-as-an-idea-is-impossible.html Böyle bir meseleyi tartışılabilir hale getirmek onları akladığınız anlamına gelmez. Şiddetsizliğin Gücü adlı bir kitap yazdım ve bu kitapta şiddetsizlik pratiklerine ne derece bağlı olduğumu açıkça belirttim. Hamas’ın Filistin kurtuluş hareketinin silahlı bir fraksiyonu olduğunu görebiliyorum diye, tüm ilkelerime ihanet edecek şekilde bu hareketi desteklediğimi iddia etmenin, entelektüel sorumsuzluk değilse bile kötü niyet taşıdığını düşünüyorum.
Bu, çalışmanızın en ilginç noktalarından biriyle, “yas tutulabilirlik” fikriyle, yasının tutulmasını diğerlerinden daha fazla hak eden insanlar olduğu düşüncesiyle bağlantılı.
Savaşı yürütenler genellikle yok ettikleri hayatları zaten yaşanılmaya değer olmayan hayatlar olarak görüyorlar.13https://english.elpais.com/international/2024-12-05/amnesty-international-investigation-concludes-that-israel-has-committed-genocide-in-gaza.html Bu hayatlar yok edildiğinde yas tutmazlar çünkü değerli hayatlar olarak görülmezler. Filistinliler İsraillilerin yaşamına tehdit olarak görülüyor, yaşayan varlıklar olarak değil. Bir grup insan, artık insanlar topluluğundan sayılmayacak kadar insandışılaştırıldığında, soykırım eylemine giden yol da açılmış olur. Ve Gazze’de gördüğümüz şey soykırım niteliğinde eylemlerdir.
Tam olarak bir soykırım değil…
Soykırım eylemi, sadece belirli bir etnik veya ırksal grubu değil, aynı zamanda yaşamın altyapısını da hedef alan bir eylemdir. Soykırım kavramını 1944 yılında geliştiren Raphael Lemkin bu konuda çok netti. BM Filistin özel raportörü Francesca Albanese14https://english.elpais.com/international/2024-01-19/francesca-albanese-un-rapporteur-on-palestine-it-is-highly-possible-that-genocide-is-unfolding-in-gaza.html de Gazze’deki mevcut durumla ilgili olarak onun tanımını kabul ediyor. Dolayısıyla gördüğümüz şeyin soykırım olduğunu düşünüyorum. İnsanların anlamakta zorlandığı şey, bu tür taktiklerin ve bu tür katliamların, zorla mülksüzleştirmenin 7 Ekim’deki [2023] ölümlere misilleme olarak başlamadığı, [İsrail devletinin kurulduğu] 1948’den beri İsrail devlet şiddetinin bir parçası olduğudur.
Gerçeklik bizi bölmeden önce konuştuğumuz konuya geri dönelim. Cinsiyet Belası’nda performatiflik hakkında konuşuyorduk.
Bu kitap birçok insan açısından önemliydi çünkü kadın ya da erkek olmanın ne anlama geldiğine dair çok güçlü beklentilerin olduğu bir dünyaya doğduklarını görmelerini sağladı. Bazı insanlar bu beklentileri karşılamakta başarısız oluyor, ancak bu başarısızlık aslında yoldan sapan, normlara uymayı kabul etmeyen, başka bir yol bulan bağımsız bir ruhun gözüyle bakıldığında çok umut verici.
Reşit olmayan bir kişinin bu kuralları çiğnemeye hazır olduğunu düşündüğünüzde çizgiyi nereye çekiyorsunuz?
Bu çok pratik bir soru. Genç insanlar kendi yollarını bulmaya fırsat bulabilmelidir. Okullarda toplumsal cinsiyeti öğretiyor olmanız, onlara eşcinsel ya da trans olmaları gerektiğini söylediğiniz anlamına gelmez. Cinsiyet uyumsuzluğu yaşayan gençlere destek sağlamamak15https://english.elpais.com/usa/2024-12-04/gender-treatment-of-trans-minors-lands-in-the-us-supreme-court.html bana bir tür zalimlik gibi geliyor. Bence bir çocuk “hormon istiyorum” der demez doktora koşmak gerekmiyor. Ancak bu düşünceyi de reddedemezsiniz.
Son kitabınızda toplumsal cinsiyetle ilgili korkuları körüklemek için yaratılan bir “fantazmadan” söz ediyorsunuz. Çocuklarının hatalı karar vermesinden endişe eden ebeveynlerle empati kuruyor musunuz?
Evet. Bu ebeveynlerin korktukları bir şey var ama neden belirli şeyleri bilmek istemediklerini anlayamıyorum. Şili’de bir adam bana gey ya da lezbiyen bir ailenin yanında yaşamak istemediğini söylemişti: “Ben heteroseksüelim, evliyim, üremeye dayalı cinsellikten memnunum, benim yaşam tarzım Tanrı’nın buyurduğu yoldur ve tek doğru ve ahlaki olan da budur.” Korkusu, yasal aile türlerinin çeşitlenmesi halinde kendi yaşam biçiminin daha az doğal ve daha az gerekli hale gelecek olmasıydı.
Toplumsal cinsiyet ideolojisine yöneltilen temel eleştirilerden biri de ilaç sektörünün bu ideolojiden çıkarı olduğudur…
İlaç sektörünün hormon replasmanına ilgisi var, ancak benim anladığım kadarıyla menopoza girmiş kadınlar için uygulanan hormon replasman tedavisi çok daha büyük bir sektör. Elbette büyük ilaç firmaları, depresyon da dahil olmak üzere birçok sağlık sorununda karşımıza çıkıyor ancak çocukların Trump’ın temsil ettiği tipte erillik de dahil olmak üzere toplumsal cinsiyet normlarını sorguluyor olmalarının ana nedeni bu değil. Bağımsız olabilecekleri alanlara ihtiyaçları var. Kendilerini nerede ifade edebilirler? Bazen bir zamir seçerek.16https://english.elpais.com/society/2021-05-03/call-me-by-my-name-the-challenge-for-trans-students-in-spanish-classrooms.html
Toplumsal cinsiyetin kadınların silinmesiyle sonuçlanabileceğini düşünen feministlerin kaygılarını anlıyor musunuz?
Bazı feministler, sanırım farkında olmadan, İngiltere ve İspanya gibi yerlerde toplumsal cinsiyetle ilgili bu fantazmayı kışkırtmak hususunda aşırı sağcılarla ittifak kurdular. Bu korkuları anlıyorum ancak bu, bu korkuların bilgi temelli olduğunu düşündüğüm anlamına gelmiyor. Belki de o feministlerin transların kim olduğunu daha iyi anlamaları gerekiyordur. Bu kategoriyi açtık ve daha fazla insanı içeri davet ettik diye kadınlık silinmeyecek. Şu an ittifakları genişletmenin zamanıdır, tuvaletler konusunda sekter mücadeleler vermenin değil. Kadınlar sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılmanın ne demek olduğunu bilirler. Şu anda ABD de dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde kadınlar üreme sağlığına erişimden mahrum bırakılıyor. Kadınlar bağımsızlık için mücadele etmenin ne kadar zor ve gerekli olduğunu biliyor. Öyleyse neden transların sağlık hizmetleri alma ve şiddet korkusundan uzak yaşama mücadelelerini desteklemesinler?
Fantazma, Trump’ın kampanyasında etkili olmuş gibi görünüyor. Sloganlarından biri şuydu: “Kamala onlara [they/them], Başkan Trump ise size”. Mesele, toplumun çok küçük bir bölümünü oluşturan göçmen mahkumlara cinsiyet tedavisi verilip verilmeyeceğiydi. Ancak bu ve Harris’in bunu çürütememesi Cumhuriyetçilerin zaferinin arkasında yatan güçlü bir nedendi.
Zaferinin sebebinin bu olduğundan şüpheliyim. İnsanlar zaten ekonomi, savaş, iklim felaketi gibi pek çok korkuyla yaşıyordu ve Trump azınlıkları günah keçisi ilan etmek için bu korkuları nasıl kullanacağını ve yeniden ambalajlayacağını biliyordu. Bu mesaj kaygılara hitap ediyordu. Trump göçmen karşıtı söylemini trans karşıtı ve feminist karşıtı söylemiyle bir araya getirdi: Harris, vok, Marksist, feminist, siyah ve esmer, muhtemelen sınırdan akın eden göçmenler (ki bu dehşet verici) üzerinde trans ameliyatını destekliyor (yine dehşet verici). Biz solcular insanların derindeki tutkularına nasıl hitap edeceğimizi bilmiyoruz. Çok zeki ve eleştirel olduğumuzu düşünüyoruz ama insanların tutkuyla benimseyeceği radikal tahayyül nerede? Yenilgiden sonra başlayan suçlama yarışını sevmedim. Kanaat önderlerinin şu sözlerinden hoşlanmadım: “İnsanların ne kadar trans ve göçmen karşıtı olduğunu fark etmemişiz.”
Bu sadece Trumpizm değildi. Kimi Demokrat kesimler, spor alanındaki trans hakları gibi çok az insanı etkileyen konuların dışına çıkmanın vaktinin geldiğini söylüyor.
Bunu Yahudiler, Siyahlar, Haitililer ya da çok savunmasız herhangi bir azınlık için de söyleyebilirsiniz. Bir kez savunmasız bir azınlığın feda edilebileceğine karar verdiğinizde, faşist bir mantıkla hareket ediyorsunuz demektir çünkü bu, feda etmek istediğiniz ikinci bir azınlık, üçüncü bir azınlık, dördüncü bir azınlık olabileceği anlamına gelir ve sonra ne olur?
J. K. Rowling,17https://english.elpais.com/international/2024-04-03/j-k-rowling-again-questions-trans-women-in-challenge-to-scottish-government.html alaycı bir dille The Guardian gazetesinin dört yıl boyunca Trump’la boy ölçüşmek için “[solcu İngiliz yazar] Owen Jones’un Amerikalı taksi şoförlerinin yeterince Judith Butler okumadığından yakınan duygusal uzun makalelerini” yayınlayacağını söyledi. Seçkinler ile “sıradan insanlar” arasındaki uçurum giderilemez mi?
Taksi şoförleri yaklaşık 20 yıl öncesine kadar Demokratlardı. Taksi şoförleri Bernie Sanders’ın tarafındaydı ve Alexandria Ocasio-Cortez’in. Her ikisi de sosyal, ekonomik ve toplumsal cinsiyet politikaları konusunda ilericidir. Eğer zengin ve yoksul arasındaki artan eşitsizliğe karşı çıkmak bir aksesuar olmaktan çıkıp Demokrat ya da liberal-sol bir koalisyonun ana görevi haline gelirse o zaman belki de yeniden bir Bernie etkisi yaratabiliriz. Bu arada, taksi şoförleriyle toplumsal cinsiyet üzerine harika tartışmalar yapıyorum. Birçoğunun gündelik hayatın mükemmel teorisyenleri olduğunu gözlemledim.
Bu cinsiyet odaklı bir seçim oldu, ancak okurlarınızdan birinin hayal edebileceği anlamda değil. Kadınlara karşı erkeklerin yarıştığı bir seçim oldu. Kadın düşmanı erkürenin18Feminist ideallere karşı geleneksel cinsiyet rollerini ve erkek haklarını savunan erkeklerin oluşturduğu çevrimiçi oluşumlar. İng. Manosphere -çn. zaferine sahne oldu. Bunu temsil ettiğiniz ve on yıllardır savunduğunuz şeye bir tepki olarak mı yorumluyorsunuz?
Bu resmin bir parçası. Ancak önemli olan, giderek şiddetlenen ırkçılık biçimleriyle ilişkili olarak toplumsal cinsiyet ayrımını nasıl ele aldığımızdır. Harris’in şahsında cinsiyet ve ırkın, giderek kadın düşmanı ve ırkçı hale gelen bir ülkede temel bir mesele olmadığını kim söyleyebilir?
Amerika Birleşik Devletleri’nin bir kadını seçmeye hazır olmadığını bir kez daha kanıtladı mı, yoksa sorun sadece tek bir kadın mı?
Hidrolik kırma, göç, Filistin meselesi gibi, savunduğu pek çok şeye katılmıyorum ve adaylığını aktif olarak desteklemedim. Ama ona oy verdim. Trump’ın şahsında yüceltilen kadın düşmanlığına dair tehlikeli bir geçmişimiz var. Cinsel suçtan sabıkalı olan Trump, kadınları bir sınıf olarak aşağılamak ve küçük düşürmek adına tüm Amerikalılardan daha fazla çaba sarf etmiştir. “Davranışlarının bu yönünü sevmiyorum ama yine de ekonomi yüzünden ona oy vereceğim” diyen insanlar, bu kadın düşmanlığıyla yaşamaya ve cinsel şiddetini görmezden gelmeye razı olduklarını itiraf etmiş oluyorlar. Coşkulu ırkçılar olmasalar bile, bir adayın ırkçılığı ve kadın düşmanlığını “kabullenebileceklerini” söyleyenlerin sayısı arttıkça, coşkulu ırkçılar ve faşistler daha da güçleniyor. ABD’deki pek çok sağcı harekette bir tür restorasyon fantezisi görüyorum. İnsanlar beyaz bir ülke olma fikrine ya da ataerkil aile fikrine, evliliğin heteroseksüeller için olduğu ilkesine dönmek istiyor. Ben buna imkansız bir geçmişe duyulan nostaljik öfke diyorum. Bu öfkenin etkisi altında olanlar aslında şunu söylüyorlar: “Bu dünyanın karmaşıklığından ve tüm bu insanların bu kadar farklı diller konuşmasından hoşlanmıyorum. Ailemin toplumsal cinsiyet ideolojisi tarafından yok edilmesinden korkuyorum.” Bunun bir sonucu olarak bu ülkedeki en savunmasız insanlardan bazılarına şiddetle karşı çıkıyor, aynısının kendilerine de yapılacağından korktukları için onları haklarından mahrum bırakıyorlar.
Seçim sonucu Vok’un iflas ettiği19https://english.elpais.com/international/2024-03-11/why-wokeness-has-pitched-the-left-into-crisis.html anlamına mı geliyor?
Vok ne demek onu bile bilmiyorum. Bu sadece sağcıların kullandığı bir hakaret.
Soruyu başka şekilde ifade edeyim. Trump’ın zaferi kimlik siyasetinin20https://english.elpais.com/culture/2023-09-27/wendy-brown-philosopher-instead-of-being-so-reactive-to-everything-the-right-says-or-does-the-left-needs-to-set-out-its-own-vision.html sonunu mu işaret ediyor?
Kimlik benim için, translardan emekçilere ve J. K. Rowling’in dert yandığı taksi şoförlerine kadar her türden insanı içermesi gereken ittifaklar için bir hareket noktasıdır. Kimlik, bağlantı kurmak ve daha büyük toplulukların bir parçası olmak için harika bir başlangıçtır ancak sadece kimlikle ilgilenen bir kimlik siyasetiniz olamaz. Böyle yaparsanız, sekter çizgiler çizmiş ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerimizi rafa kaldırmış olursunuz.
Notlar
(5) https://english.elpais.com/usa/2024-11-21/battle-over-transgender-bathrooms-reaches-us-congress.html
(7) https://english.elpais.com/elpais/2018/05/07/inenglish/1525683618_145760.html
(10) Fr. Eylem -çn.
(18) Feminist ideallere karşı geleneksel cinsiyet rollerini ve erkek haklarını savunan erkeklerin oluşturduğu çevrimiçi oluşumlar. İng. Manosphere -çn.
Orijinal Başlık: Judith Butler, philosopher: ‘If you sacrifice a minority like trans people, you are operating within a fascist logic’
Söyleşi: Iker Seisdedos
Türkçeye Çeviren: Uğur Şen
Editör: Cansu Çetintaş