Felsefe yaşadığımız çağ hakkında söz söylemeli ve geleceğe dair perspektif açmalıdır. Bu perspektifin amacı kendi zamanımızdaki ve gelecekteki krizlerle hesaplaşmaya başlamaktır. Gelgelelim, çağdaş krizleri neyin tam olarak tanımladığı konusunda fikir ayrılıkları mevcuttur ve krizlerin farklı boyutlarını betimleme ve yorumlama görevi tüm sosyal bilimlerin olduğu kadar fenomenolojinin de sorumluluğu altındadır. Fenomenolojide son yıllarda, her ikisi de bilgi ve iktidar alanlarındaki yerleşik düzenlerin eleştirisiyle ilgilenen iki düşünce çizgisi ortaya çıkmıştır: eleştirel fenomenoloji ve politik fenomenoloji. Her ikisi de günümüzün krizlerine yanıt verme iddiasındadır.1Son yıllarda eleştirel fenomenoloji alanında öne çıkan yayınlar şunlardır: Phenomenology as Critique. Why Method Matters? yay. haz. Aldea, A. S., D. Carr ve S. Heinämaa, Routledge, 2022; 50 Concepts for a Critical Phenomenology, yay. haz. G. Weiss, A. V. Murphy ve G. Salamon, Northwestern University Press, 2019; M. Marder, Phenomena-Critique-Logos: The Project of Critical Phenomenology, Rowman & Littlefield, 2014. Eldeki yazıda eleştirel fenomenolojiye bir giriş yapacağım.
Kriz ve Kritik
Antik Yunan’dan miras kaldığı şekliyle ayırmak, seçmek, hüküm vermek anlamlarına gelen “krisis”2R. Koselleck, Kavramlar Tarihi. Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, alm. çev. A. Dirim, İstanbul, İletişim, 2009, s. 210. sözcüğü fenomenolojinin üzerine en çok eğildiği meselelerden birine giriş kapısı olarak düşünülebilir. Sokratik yöntemde adalet ve doğruluk gibi sorular için kriter koymak ve bu kriterleri farklı bakış açılarının çatışmasıyla eleştirmek ve iyileştirmek üzerine kurulu kuramsal tavır alma Husserl fenomenolojisi için yol gösterici olmuştur. Fenomenolojik tavır almanın kökeninde eleştiri bulunur. Husserl son dönem yazılarından oluşan Krisis’te eleştirel tavır alma için transandantal fenomenoloji yolunu önerir.3E.Husserl, Die Krisis der europäischen Wissenschaften und die tranzendentale Phänomenologie (1954), fr. çev. G.Granel, La Crise des sciences européennes et la phénoménologie transcendantale, Paris, Gallimard, 1976 (bundan sonra Krisis). Husserl’in düşüncesindeki dönemlendirme için bkz. “Fenomenoloji Maddesi”, TUBİTAK Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, 2022. Bunun için geçmişten miras kalmış, tortulaşmış ve topluluk içinde varsayılmış tüm dogmatik yaklaşımlar askıya alınır. Husserl’e göre epokhe gerçekliği reddetmek, ondan mutlak biçimde şüphe duymak için değil, gerçekliğe yönelik belli bir dogmatik tavrı askıya almak için yapılır. Husserlci bakışa göre naif metafizik tavrı askıya alan epokhe ve onun olanaklı kıldığı transandantal fenomenoloji, bilgi ve deneyim alanlarına ait eidetik araştırmayı yürütecek bilimsel faaliyete meşruiyet kazandırır.
Husserl 20. yüzyılın başında birbirlerinden açıkça ayrı olsalar da yine de bir şekilde birbirlerine bağlı üç krizden söz eder: Bunlar, doğa ve insan bilimleri olarak bilimler krizi; özel bir bilim olarak felsefenin krizi ve anlamın krizi ile birlikte gelen kültür krizidir. Kriz üzerine felsefî düşünüm kaçınılmaz olarak felsefenin bizzat kendisi, statüsü, kendi krizini betimleme imkânı ve bu krize çare olma becerisi üzerine düşünüme yol açar. Husserl modern bilimsel düşüncenin kendisinin epistemolojik sorunlara neden olacak bir formalleşmeyi bizzat ürettiğini belirtmektedir. Bu formalleşme bir idealleştirme sonucunda ortaya çıkar ve nesneye mesafe alarak nesneyle bağlantının kopmasına neden olur. Bilimin hesaplama ve araçsallaşma mantığıyla teknikleşmesi onu apaçıklık ilkesini izleyen eidetik kökeninden uzaklaştırır. Bilimsel varsayımlar ve onların gerekçelendirilme biçimleri arasındaki tutarsızlıklar eleştiri konusu haline gelir. Bilim için nihai kriteri başarı ve etkinlik olarak belirleyen dönemin pozitivist ve pragmatist anlayışından farklı olarak Husserl, transandantal fenomenoloji yöntemiyle bilimin radikal kesinliğinin temellerini araştırır. Bu yüzden fenomenoloji kesin olan ve kesin olma iddiasında olan arasındaki ayrımı ortaya koyan eleştirel bir felsefedir.
Eleştirel Fenomenoloji ve Yöntem Tartışması
Husserl sonrası fenomenolojiyle ilgilenen düşünürler kapalı bir sistem yerine oto-kritik bir felsefenin peşinden gider. Bu yüzden fenomenolojinin konusu ve yöntemi üzerine süregiden bir diyalog bulunur ve fenomenoloji hep yeniden başlar. Konular ve felsefi problemler arasındaki geçişlerde her düşünür kendisini fenomenolojik bir yol ayrımında bulur. Hangi yolu seçtiğiniz araştırmanız boyunca karşılaşacağınız felsefi zorlukları ve onları aşmak için geliştirdiğiniz yol gösterici argümanları bir şekilde önceden belirler. Bu anlamda fenomenolojik eleştiri hep bir özeleştiridir. Çağdaş literatürde henüz üzerinde tamamen uzlaşılmış bir tanımı olmamasına rağmen eleştirel fenomenoloji, klasik fenomenolojinin bıraktığı boşlukları doldurmaya çalışır. Bu yüzden eleştirel fenomenoloji çalışanlar, klasik fenomenolojinin karşılaştığı ama doğrudan yüzleşmediği felsefi zorlukları tanımlayıp yol gösterici argümanlar bulmaya çalışır. Fenomenolojinin yalnızca bilinci, zamansallığı, yaşam dünyasını ve öznelerarasılığı analiz etmekle kalmayıp, aynı zamanda öznelerin kolektif deneyimlerini aydınlatabileceğini, algısal şemaları tarihselleştirebileceğini ve siyasi deneyimleri tematikleştirebileceğini göstermeyi amaçlamaktadırlar. Bu bağlamda fenomenolojinin transandantal soruşturma tekniklerinin bırakılması ve farklı yaşam dünyaları analizlerinin merkeze alınması fikri ortaya çıkar. Bu yüzden eleştirel fenomenologlar arasında hermeneutik ve varoluşçu farklı yol gösterici argümanlar tartışılır. Dolayısıyla bilgi, adalet, şiddet, bedenlenme gibi temalarının seçimi gibi kriterlerin yanında teorik ve pratik amaçlara ulaşmak için izlenecek yolun niteliği de önemlidir. Kimi fenomenologlar içeriğin ve yöntemin güncellenip dönüştürülmesini savunurken (Lisa Guenther, Gayle Salamon), diğerleri (David Carr, Lanei Rodemeyer) klasik fenomenoloji ve eleştirel fenomenoloji arasında bir devamlılık olduğunu savunur. Bunun dışında fenomenolojinin, Kantçı eleştiri, Marx’ın ekonomi politik eleştirisi ve eleştirel teori gibi farklı alanlarla ittifak yapmasını savunanlar vardır. Eleştirel fenomenolojideki farklı yönelimlere rağmen bir konuda uzlaşma varmış gibi görünür: Fenomenoloji somut deneyimleri analiz ederken hem diğer disiplinlere daha fazla açık olmalı hem de onlar tarafından sorgulanmayı ve sınanmayı kabullenmelidir.
Eleştirel fenomenoloji, yalnızca yönelimsellik, yaşam dünyası, empati ve öznelerarasılık kavramlarına dair keskin analizler sunmakla kalmaz, aynı zamanda kolektif yönelimsellik, duygusal paylaşım, sosyal katılım ve çeşitli toplumsal deneyimlere ilişkin detaylı araştırmalar sunar. Bu yüzden deneyimi olan ve olması gereken ilişkisine sıkıştıran yaklaşımlardan ya da onu bir söylem ürünü olarak ele alan bakış açılarından farklı bir yol izler. Özellikle kamusal alandaki deneyimin sosyo-psikolojik terimlerle pozitivist bir şekilde kavramsallaştırılması, kamusal olanı toplumsal gruplara indirger. Oysa kamusal kolektif deneyim sadece bir grup deneyimi değildir ve kamuda ortaya çıkan fikirler sadece bir tavır, kanaat ya da iyi ya da kötü kamuoyu algısı değildir. Deneyimin başkalığı, tekilliği ve deneyimin kendini içinde bulduğu kalıplara ve yapılara indirgenemezliği fenomenolojinin konusudur. Bu yüzden eleştirel fenomenoloji, mevcut somut durumlardan, sorunlardan ve krizlerden yola çıkarak sorular sorar. Ardından bu sorularla baş etmenin yollarını ve yeni imkânlar peşindeki yaratıcı eylem biçimlerini ele alır. Bunu yaparken sadece deneyimin anlamıyla değil, aynı zamanda anlamın, eylemin ve öznelerarası ilişkilerin içlerinde olanaklı olduğu koşulların özgürlük pratikleri ile bağlantısını konu edinir. Bu anlamda “kritik” neyin yanlış ya da sorunlu olduğuna işaret eden analitik bir yöntemden bir adım öteye gider. Ancak bu yolla iktidar ve baskı araçlarına karşı alternatifler üretilebilir. Buna örnek olarak Arendt’in İnsanlık Durumu (İletişim, 2021) ve Zihnin Yaşamı (İletişim, 2018) kitaplarından hareketle fenomenolojide süregiden “çoğulluğun ortaya çıkış koşulları” tartışması ele alınabilir. Çoğulluk basitçe önümüzde duran bir şey değil, aksine ilgilenmemiz ve gerçekleştirmemiz gereken bir şeydir. Arendt bu varsayımdan yola çıkarak fenomenolojinin öznellik, yönelimsellik, deneyim ve dünya gibi başlıca tematik kavramlarını dönüştürür. Yaşam, dünya ve öznelerarasılık gibi temel koşullar ile emek, iş ve eylem arasında kamusal alanda tezahür eden dinamik ilişkiler bulunur. Dolayısıyla, eylem, özgürlük ve toplumsal olandan farkı itibariyle politik olan temaları da çoğulluğun analizini gerektirir. Arendt’in çoğulluk argümanı ortaya koyduğu politik ve etik kavrayışlar sayesinde siyaset teorisi ve sosyal ontolojiyi kapsayan bir araştırma programı sunar. Bu program politik öznelliğin ve öznelerarasılığın fenomenolojik teorisinden bağımsız ele alınamaz.
Şu halde, fenomenolojideki eleştirel dönüşüm, fenomenolojinin yalnızca betimleyici bir yöntem veya uygulama olmadığını, aynı zamanda yaşanmış deneyimi yapılandıran somut koşulları ve varsayımları ortaya çıkaran bir eleştiri tarzına işaret eder. Örneğin Simone de Beauvoir ve Edith Stein’dan beri feminist kuram ve fenomenoloji arasındaki teorik alışveriş feminist fenomenoloji akımını ortaya çıkarmıştır.4Feminist Phenomenology, yay. haz. L. Fisher ve L. Embree, Contributions to Phenomenology, Springer, 2000; Rethinking Feminist Phenomenology: Theoretical and Applied Perspectives, yay. haz. S. Cohen Shabot ve C. Landry, Rowman & Littlefield International, 2018; Feminist Phenomenology Futures, yay. haz. H. Fielding ve Dorothea E. Olkowski, Indiana University Press, 2017; Phenomenology of Pregnancy, yay.jaz. J. Bornemark ve N. Smith. Huddinge, Södertörn, 2016; Z. Direk, Cinsel Farkın İnşası: Felsefi Bir Problem Olarak Cinsiyet, İstanbul, Metis, 2021. Felsefi bir problem olarak cinsiyet, kadın bedeni ve bedenlenme, cinsel fark, eril tahakküm temaları fenomenolojinin dönüşümünde rol oynamıştır. Dolayısıyla algı ve bilgi yaşam dünyasından soyutlanarak ele alınması gereken anlam alanlarına işaret etmez, aksine etik ve politik yaşamda dinamik olarak izi sürülmesi gereken, tanınma, topluluk ve adalet sorularıyla yaklaşılması gereken meselelerdir.
Türkiye’de Eleştirel Fenomenoloji Çalışmaları
Fenomenolojik hareketin çeşitli krizleri betimleme ve yorumlama çabası Türkiye’de de yankılanmıştır. Eleştirel fenomenoloji konularının ele alındığı ilk eser Önay Sözer ve Ali Vahit Turhan’ın derlediği, Avrupa’nın Krizi (Dost, 2007) kitabıdır. 28, 29 ve 30 Nisan 1994 tarihinde Türkiye’de gerçekleşen ilk fenomenoloji kolokyumunun bildirilerinden oluşan bu zengin kitap, özellikle Husserl ve Heidegger’in kriz betimlemelerine odaklanır. Söz konusu kolokyum, Avrupa’nın ethos’u, Avrupa’nın fenomenolojik dönüşümü, Avrupa’nın ruhu, Avrupalılaşma ve dönüşüm gibi dört temel konuyu ele almıştır. Kitabın yazarları arasında Türkiye’den Ioanna Kuçuradi, Ahmet Soysal, Önay Sözer, Ferda Keskin, Fatmagül Berktay, Betül Çotuksöken bulunurken, Marc Richir, Paul Ricoeur, Bernhard Waldenfels, Otto Pöggeler gibi dönemin en önemli fenomenologları onlara eşlik eder. Kitapta ayrıca Husserl’in “Avrupa İnsanlığının Krizi ve Felsefe” (s. 321-348) ile Heidegger’in “Avrupa ve Alman Felsefesi” (s. 348-359) başlıklı yazıları bulunmaktadır.
Söz konusu kriz ve kritik bağlamını Türkiye’de yeni yeni okunmaya başlanan Jan Patočka için de düşünebiliriz. Çek filozofun Sorunsallıkta Yaşamak (Fol, 2021) ile Platon ve Avrupa (Fol, 2022) kitapları tercüme edilmiştir ve önemli yapıtı Tarih Felsefesinde Heretik Denemler kitabı da yayına hazırlanmaktadır. Bu eserlerden hareketle kaleme aldığım “Patočka ve Sarsılmışların Dayanışması” (Cogito 87/2017) ve “Dayanışma ve Topluluk Sorusu” (Cogito 102/2021) başlıklı iki makale Türkçede bulunmaktadır. Eleştirel fenomenoloji içinden siyasal dayanışmayı düşünmek, toplumsal pratiğin özgürleştirici olanağını ve bu olanakların gerçekleşmesinin önündeki engelleri düşünmemizi sağlar. Dayanışma haksız güce karşı çıkış olarak toplumsal sessizliği bozacak bir tür direniş, hak mücadelesi haline gelir.
Zeynep Direk’in kaleme aldığı Başkalık Deneyimi (İletişim 2013, Fol 2021) kitabı da eleştirel fenomenoloji çalışmalarına örnek gösterilebilir. Söz konusu eser Zeynep Direk’in başkalık sorunundan yola çıkarak yasa, adalet, etik ve siyaset konularını düşünme çabasının ürünüdür. Yazar, başkalık sorunsalını Bernasconi, Heidegger, Derrida ve Levinas düşüncesi üzerinden ele alır ve yol gösterici argümanını ırk, kültürel başkalık ve toplumsal cinsiyet sorularıyla ortaya koyar. Heidegger’in ilgi etiği; Levinas’ın adalet, sonsuz sorumluluk ve Tanrı kavrayışı; Derrida’nın konukseverlik ve cinsiyet farklılığı anlayışı eserde ele alınan konulardandır. Zeynep Direk’in Derrida İstanbul’da Sekülerizm, Öteki ve Sorumluluk (Fol, 2022) kitabını da başkalık başlığı altında düşünebiliriz. Ona göre kitap kolektif biçimde bu ülkede yaşayanlar olarak deneyimlediğimiz sorunları Derrida ile birlikte, ondan öğrendiklerimizle düşünme denemesidir. Kendi durumumuzdan ve deneyimimizden yola çıkarak bağışlamayı, ana dilde eğitimi, zorunlu din eğitimini, sorumluluğun ‘ödev üstü’ yapısını, Avrupa’yı ve İslamofobiyi, geleneksel cinsiyet normlarını, antroposen çağında etiği kısacası hayvan, tanrı ve egemeni Derrida felsefesinin kavramlarıyla düşünme çağrısıdır.
Sonuç olarak son on yılda fenomenoloji literatürü söz konusu olduğunda yayın dünyasında olup biten gelişmelerin ne kadar umut verici olduğunu hepimiz biliyoruz. Hem klasik fenomenoloji hem de eleştirel fenomenoloji alanında Türkiye’nin sorunlarını da konu alan pek çok kitap, makale ve seminer kaydı bulunmaktadır. Peki Türkiye’de üniversiteler ve fenomenoloji çalışmaları arasında sağlam bir bağ var mıdır? Ülkemizde temel fenomenolojik meseleleri, kavram ve tartışmaları ele alan derinlikli eserlere ihtiyacımız olduğu aşikâr. Fakat bunun için akademinin özendirici gayretinin bulunması şarttır. Türkiye’deki felsefe bölümlerindeki akademisyenlerin araştırma alanlarına baktığımızda fenomenoloji üzerine çalışan araştırmacıların yeterli sayıda olmadıklarını görüyoruz. Oysa alanın güçlenmesi için felsefe bölümlerinin fenomenologları dışarıda bırakmaması gerekir. Akademisyenlerin sürekli ders vermediği, araştırma ve yayın yapmaya vakitleri ve kaynakları olduğu köklü üniversitelerin felsefe bölümlerinde fenomenolog sayısı yok denecek kadar azdır. Eğer bu konu ciddiye alınmazsa fenomenolojinin etki sahası genişlemesine rağmen belli bir ekol oluşturacak derinlikli çalışmaların yapılması zorlaşır, son on yılda yeniden canlanan fenomenoloji ülkemizde bir tür zombi felsefeye dönüşebilir. Diğer bir deyişle literatüre uzaktan bakıldığında “görünüşte” bir sorun yokmuş izlenimi verse de, bilinçli bir yönelimi olmayan bir alan olarak kalır.
Notlar
(1) Son yıllarda eleştirel fenomenoloji alanında öne çıkan yayınlar şunlardır: Phenomenology as Critique. Why Method Matters? yay. haz. Aldea, A. S., D. Carr ve S. Heinämaa, Routledge, 2022; 50 Concepts for a Critical Phenomenology, yay. haz. G. Weiss, A. V. Murphy ve G. Salamon, Northwestern University Press, 2019; M. Marder, Phenomena-Critique-Logos: The Project of Critical Phenomenology, Rowman & Littlefield, 2014.
(2) R. Koselleck, Kavramlar Tarihi. Politik ve Sosyal Dilin Semantiği ve Pragmatiği Üzerine Araştırmalar, alm. çev. A. Dirim, İstanbul, İletişim, 2009, s. 210.
(3) E.Husserl, Die Krisis der europäischen Wissenschaften und die tranzendentale Phänomenologie (1954), fr. çev. G.Granel, La Crise des sciences européennes et la phénoménologie transcendantale, Paris, Gallimard, 1976 (bundan sonra Krisis). Husserl’in düşüncesindeki dönemlendirme için bkz. “Fenomenoloji Maddesi”, TUBİTAK Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, 2022.
(4) Feminist Phenomenology, yay. haz. L. Fisher ve L. Embree, Contributions to Phenomenology, Springer, 2000; Rethinking Feminist Phenomenology: Theoretical and Applied Perspectives, yay. haz. S. Cohen Shabot ve C. Landry, Rowman & Littlefield International, 2018; Feminist Phenomenology Futures, yay. haz. H. Fielding ve Dorothea E. Olkowski, Indiana University Press, 2017; Phenomenology of Pregnancy, yay.jaz. J. Bornemark ve N. Smith. Huddinge, Södertörn, 2016; Z. Direk, Cinsel Farkın İnşası: Felsefi Bir Problem Olarak Cinsiyet, İstanbul, Metis, 2021.