Bir an için tek bir insan dışında tüm insan ırkının yok olduğunu hayal edin. İnsanlığın devamı için hiçbir umut yok. Ve kesin olarak biliyoruz ki son insanımız öldüğünde insan ırkı da sona erecek.
Düşündük mü? Peki, şimdi de bu bilgiden hareketle son insanımızın dünya üzerinde kalan zamanını yok oluşun hakemi olarak geçirdiğini hayal edelim. Türünün son örneği olan son insanın amacı, dünya üzerinde yaşayan olabildiğince fazla canlıyı acısız ve etkili bir şekilde ortadan kaldırmak olsun. Yaşayan her ne varsa; hayvan, bitki, mikrop demeden bulduğu her canlının yaşamına titiz ve acısız bir şekilde son verecek.
Sezgisel olarak yanlış bir şeyler yapıyormuş gibi görünüyor. Ancak Yeni Zelandalı filozof Richard Sylvan’a göre1Gerçi bu argümanı 1983’te evlendiğinde eşinin soyadını almadan önce Richard Routley adıyla yayımlanmıştı. geleneksel etik teorileri bu hareketin neden yanlış olduğunu tam olarak açıklamakta zorlanıyor.
“Süper Etik” Olarak Geleneksel Batı Etiği
Sylvan bu argümanı 1960’larda geliştiriyor. Filozofumuza göre bu dönemde büyük ölçüde faydacılık ve deontolojinin varyasyonlarından oluşan geleneksel Batı etiği, başkalarına veya kendilerine telafisi mümkün olmayan bir zarar vermedikleri sürece insanların istediklerini yapabileceklerini söyleyen basit bir “süper etiğe” dayanmaktadır.
Sylvan’a göre bu süper etiğin sonuçlarından birisi de baskın Batılı etik geleneklerinin “çevre etiğiyle bütünüyle insicamsız olmasıdır, çünkü bu etik anlayışına göre doğa insanın egemenliğindedir ve insan doğaya istediği gibi muamele etmekte özgürdür.” Ve haklı da: Batı etiğinin geleneksel formülasyonları, insan dışındaki canlıları (hatta bazı insanları) etiğin dışında bırakma eğiliminde olmuştur.
Hakkını teslim etmek gerekirse, faydacılığın insan olmayan canlıları dikkate alma konusunda daha iyi bir geçmişi var. Faydacılığın kurucusu Jeremy Bentham, acı çekebilmelerinden dolayı hayvanların da ahlaki ilgiyi hak ettiklerini savunur. Ama bu bile tüm canlıları acı çektirmeden öldüren son insanımızın eylemlerine bir eleştiri getirememektedir.
Ayrıca, faydacılığın çoğu biçimi şeylerin araçsal değerine (yani ne kadar faydalı olduklarına) odaklanır. Bir şey “faydalı mı?” diye sorguladığımızda bu şeyin kullanıcısının bir insan olduğunu varsaydığımız nadiren aklımıza gelir.
Immanuel Kant’ın deontolojisi, onurumuzun ve özerkliğimizin kaynağının insan aklı olduğu inancıyla başlar. Bu, herhangi bir etik sorumluluk ve savın yalnızca doğru türde bir kabiliyete, yani akıl yürütebilme kabiliyetine sahip olanlar için mevcut olduğu anlamına gelir.
Şimdi, bazı Kant uzmanları yine de hayvanlara veya çevreye kötü davranmamamız gerektiğini, çünkü bunun bizi etik açıdan daha kötü insanlar hâline getireceğini savunacaklardır. Ancak bu, çevreyi başlı başına bir etik unsuru olarak değerlendirmemiz gerektiğini söylemekten farklıdır. Bu tıpkı, zorbalık başka birinin acı çekmesine sebep olduğu için yanlıştır demek yerine; zorbayı daha kötü bir insan yaptığı için yanlış olduğunu söylemeye benziyor. Her şey de sizinle ilgili değil!
Sylvan bu görüşü “insan şovenizmi” olarak tanımlıyor. Bugün buna genellikle “insanmerkezcilik” deniyor ve Sylvan’ın eleştirisinin merkezinde yer alıyor. Nasıl bir teori “Son İnsan” düşünce deneyinin tanımladığı türden anlamsız bir kıyıma göz yumabilir?
Sylvan’ın bu düşünce deneyini yayımlamasından bu yana çok şey değişti; özellikle de hayvan hakları hareketi açısından. Nitekim Avustralyalı filozof Peter Singer, bu kuramın hayvanların ahlaki değerini açıklamada karşılaştığı bazı sorunları çözebilmek için kendi sonuççuluk versiyonunu geliştirdi. Ve artık modern etik teorilerinin, sırf insanlar yok oldu diye gezegendeki canlı yaşamının da kökünden yok edilmesi senaryosunu kınayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Toprağın Acısı: Ekolojik Etik
Ancak sorular bundan daha derine gidiyor. Amerikalı filozof Mary Anne Warren da benzer bir düşünce deneyi kurguladı. Laboratuvarda üretilen bir virüsün yanlışlıkla yayılmaya başladığını, tüm insan ve hayvan yaşamını yok ettiğini hayal edin. Bu kötü olurdu. Şimdi aynı virüsün tüm insan, hayvan ve bitki yaşamını da yok ettiğini hayal edin. Warren bunun daha da kötü bir durum olduğunu düşünüyor. Peki ama neden?
Bitkilere etik bir statü veren şey nedir? Kendi başlarına bir değere sahipler mi, yoksa değerleri araçsal mı; yani aslında önemli olan diğer şeylere yardım ettikleri için mi iyiler?
Bunu düşünmenin bir yolu, bilinçli yaşamın olmadığı bir gezegende bir bahçe hayal etmektir. Bu bahçenin var olması, var olmamasından daha mı iyidir? Bu bahçenin kuruyup gitmesi herhangi bir önem teşkil eder mi?
Gerçek hayattan bir örnek kullanırsak: Puutu Kunti Kurrama ve Pinikura halkının kutsal alanı olan Jukaan Kanyonu yok edilmesi sonucunda kim acı çekti? Batı düşüncesinde bu durum yanlış şekilde kavramsallaştırılmaktadır, zira bu yer insanlar için kutsaldır. Ancak yerli halkın felsefi geleneklerine göre bu yıkım, toprağa verilmiş bir zarardı. Katledilen topraktı. İnsanların acısıysa ikinci plandaydı.
Ekolojik etik çağrısında bulunan Sylvan ve diğerleri, Batı etik düşüncesinin katledilen toprağı veya bitkiler için neyin iyi olduğunu kavramsallaştırmadaki başarısızlığının bariz bir eksiklik olduğuna inanıyor.
Dünyadaki Son İnsanın yaptığı umursamaz kıyımın yanlış olduğu sezgilerimiz yoluyla ayyuka çıkar; nedenini tam olarak söyleyemesek bile.
Notlar
(1) Gerçi bu argümanı 1983’te evlendiğinde eşinin soyadını almadan önce Richard Routley adıyla yayımlanmıştı.
Orijinal Başlık: Thought Experiment: The Last Man on Earth
Yazar: The Ethics Centre
Türkçeye Çeviren: Berk Özergun
Editör: Merve Turgan