Dünyaca ünlü filozof Nancy Fraser bu Mayıs ayında Köln Üniversitesi’nde Albertus Magnus profesörlüğüne getirilecekti. Ancak geçen haftanın sonunda, 2023 sonbaharında imzaladığı Filistin yanlısı bir dayanışma mektubunu gerekçe gösteren rektör Joybrato Mukherjee, üniversitenin davetini aniden geri çekti. Fraser, Jacobin için Hanno Hauenstein’a verdiği bu söyleşide ilk kez görüşlerini dile getiriyor.
Hanno Hauenstein: Köln Üniversitesi size yaptığı Albertus Magnus profesörlüğü teklifini geri çekti. Bu teklifin kapsamı neydi?
Nancy Fraser: Albertus Magnus profesörlüğü birkaç günlük bir ziyareti ve açık fikir alışverişinin hedeflendiği bir program kapsamında halka açık dersler vermeyi içeriyordu. İsrail ya da Filistin ile doğrudan ilgisi olmayan bir konuda, kapitalist toplumda emeğin üç yüzü hakkındaki mevcut kitap projemle ilgili dersler vermeye karar vermiştim. İşe koyulmuş ve bu dersleri hazırlamak için çok çalışmıştım. Bu arada tabi pahalı bir uçak bileti de almıştım.
Hauenstein: Peki iptal nasıl gerçekleşti, bunu da biraz anlatabilir misiniz?
Fraser: Birkaç gün önce Köln’de bu etkinlikleri düzenleyen bir profesörden, Andreas Speer’den bir e-posta aldım. Bana, üniversite rektörüyle görüştüğünü ve rektörün geçtiğimiz Kasım ayında “Filistin için Felsefe” bildirisini imzalamış olmamdan rahatsızlık duyduğunu söyleyerek benden konuyla ilgili pozisyonumu netleştirmemi istedi. Bu ne cüret, diye düşündüm! Yani, Orta Doğu hakkındaki görüşlerimden ona ne? Ben özgür bir bireyim, istediğimi imzalayabilirim.
Bir yandan da gereğinden fazla zıtlaşmak istemedim. Bu yüzden bir cevap yazdım ve elbette Filistin ve İsrail hakkında pek çok farklı görüş olduğunu, benim de bir Yahudi olarak hissettiğim acı dahil olmak üzere iki tarafın da pek çok acı çektiğini söyledim. Fakat burada tartışmaya açık olmayan bir konu var. Üniversitenin internet sitesinde yayınlanan, rektörün açık ve saygı çerçevesinde tartışmanın önemine ilişkin bir açıklamasından da bir satır aktardım. Nihayetinde Speer’a dedim ki, lütfen rektöre açık ve seviyeli bir tartışma söz konusu olduğunda bana kesinlikle güvenebileceğini belirtin.
Aslında bu cevabın, bu meseleye son noktayı koyacağını düşünmüştüm. Fakat aksine, sadece bir-iki gün sonra, bu kez doğrudan rektörden, daveti geri çekmekten başka çaresi olmadığını bildiren bir e-posta geldi. Bütün açıklığıyla, bu mektubu imzaladığım ve üniversiteyle iletişimimizde bunu inkar etmediğim için programın iptal edildiği yazıyordu.
Hauenstein: Anlaşmazlığın temel noktası neydi? Apartheid ve soykırım ifadelerinin kullanılması mı? Yoksa mektubun okurları İsrail kurumlarına yönelik boykota davet etmesi mi?
Fraser: Gerçekten bilmiyorum çünkü bana daha ayrıntılı bir açıklama yapılmadı. Rektör görüşlerini bana telefonda veya bir görüntülü görüşmeden daha ayrıntılı olarak açıklamayı teklif etti. Bunu yanıtsız bıraktım. Bu kamusal bir mesele. Bence herkes görüşlerini kamuya açmalı. Dolayısıyla, temel noktayı açıklığa kavuşturmak ona kalmış. Şu anda üniversitenin internet sitesinde de bir açıklama var. Bunların çoğu bana göz boyama gibi geliyor. Bu hem üniversitenin kendi politikasının hem de Albertus Magnus adıyla çağırdıkları değerlerin açık bir ihlali.
Bu değerler, hiç kuşku yok ki akademik özgürlük, fikir özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve açık tartışma gibi değerlerdir. Bu iptalin neden bu değerleri ihlal etmediğine dair öne sürülen her türlü karmaşık gerekçe bana kof geliyor. Bu aynı zamanda üniversitedeki herkese ve dünyanın dört bir yanındaki akademisyenlere de çok güçlü bir sinyal gönderiyor: Belirli siyasi meselelerde belirli görüşleri ifade etmeye yeltenirseniz, burada [Almanya’da] hoş karşılanmayacaksınız. İnsanların siyasi ifade özgürlüğü üzerinde tüyler ürpertici bir etkiye sahip.
Hauenstein: Bunun üniversitenin politikalarının ihlali olduğunu söylerken, yasal işlem başlatmayı düşünüyor musunuz?
Fraser: Bunu aklımdan geçirdim ama önceliğim bu değil. Yine de bu ihtimali de yok saymıyorum. Ancak her şeyden önce insanları bu durumun, birçoklarının günümüz Almanya’sında çok daha geniş bir eğilim olduğunu ileri sürdüğü bir şeyin gerçekten rezil bir örneği olduğuna ikna etmek istiyorum. Alman üniversitelerinde ve sanat kurumlarında güçlü pozisyonlarda bulunan kişiler ile onları bu konuda teşvik ediyor olabilecek federal hükümet çalışanlarının iki kez düşünmesi lazım. Bu kişiler, siyasal özgürlükler ve ifade özgürlüğü bağlamında yaygın olarak kabul gören akademik normları açıkça ihlal ediyor – ki doğrusu, bunlar aynı zamanda anayasal normlar. Bunun Alman akademisine büyük zarar vereceğini düşünüyorum.
Hauenstein: Sadece Almanya’daki kamuoyu tepkisi ve iptallerin yakın geçmişine baktığımızda, hiç fena olmayan bir grubun içinde olduğunuz söylenebilir. Masha Gessen, Ghassan Hage, Judith Butler ve birkaç kişi daha benzer durumlarla karşılaştı. Bunların çoğu sizin gibi Yahudi. Bu konuda endişeli misiniz?
Fraser: Açıkçası kendi adıma endişeli değilim. New York’ta oturuyorum ve kendi üniversitem New School’un rektörü Donna Shalala’nın “Albertus Magnus dehşete düşerdi!” diye başlayan son derece kuvvetli mektubu da dahil olmak üzere çok büyük bir desteğe sahibim.
Shalala mektubunda bir Alman kurumunun, sadece faşizmden kaçan Alman akademisyenlerin bireysel olarak kurtarmakla kalmayıp aynı zamanda Almanya’da yok edilen eleştirel teori birikiminin devamı için bir alan yaratan New School’un bir öğretim üyesini iptal etmesinin, özellikle endişe verici olduğunu vurguluyor. Benim kişisel olarak katkıda bulunduğum gibi, New School’un da bu düşüne külliyatına yadsınamaz bir katkısı var. Dolayısıyla bu bana olduğu kadar New School’a da bir hakaret. Ama daha da önemlisi, dediğim gibi bu akademik özgürlük normlarının ihlali…
Hauenstein: Bu yönde genel bir eğilim olduğunu düşünüyor musunuz?
Fraser: Evet düşünüyorum ve son derece endişeliyim. Bunu Almanya’yı ve kısmen de Avusturya’yı kasıp kavuran bir salgın olarak görüyorum. Bu çok zararlı bir şey. Ayrıca Almanların, Yahudiliğin ne kadar karmaşık ve derinlikli olduğunu, tarihini ve bakışını anlamlarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Oysa bir biçimiyle kendilerini, İsrail’e kayıtsız şartsız bağlılık yemini etme ve İsrail devletine koşulsuz destek verme sorumluluğunu taşıdıkları fikrine kaptırmış durumdalar.
İsrail’in şu an içinde bulunduğu durum, Yahudiliğin bir tarih, bir bakış açısı ve bir düşünce sistemi olarak en önemli ve kıymetli yönlerine ihanet anlamına geliyor. Maimonides’in, [Baruch] Spinoza’nın, Sigmund Freud’un, Heinrich Heine’nin ve Ernst Bloch’un Yahudiliğinden söz ediyorum…
Hauenstein: Bunu biraz daha açabilir misiniz?
Fraser: Bu [diğer] Yahudilik geleneği, Yahudiliği sadece milliyetçiliğe değil, Gazze Şeridi’ni ayaklar altına alan ve yerle bir eden bir aşırı milliyetçiliğe indirgiyor. Bu arada az önce bir mektup daha imzaladım! Pişman değilim. İsrail’in “ekolastisidine”, yani Gazze’deki okulların ve üniversitelerin yok edilmesine karşı bir mektup…
Filistin’de yüzden fazla akademisyen, dokuz üniversite rektörü öldürüldü. Az önce söylediğim isimler bir çırpıda aklıma gelenler, bundan çok daha fazlası var. İsrail devlet başkanlığı teklifi götürülen ve bunu reddeden Albert Einstein’ı düşünün. Bu insanların Yahudilikleri, onları dar bir kabile kimliğini değil evrensel hakları savunmaya götürmüştür.
Hauenstein: Sizi eleştirenlerden bazıları aslında iptal edilmediğinizi, sadece bir tür ödülün geri çekildiğini ileri sürdüler.
Fraser: Bazı Almanlar bunun sadece fahri bir ödül olduğunu söyleyip geçiştirmeye çalışıyor. Birçok Alman, hatta gazeteciler bile, akademik özgürlüğün gerçekte ne anlama geldiğine dair çok çarpık ve dar bir görüşü kabul etmek üzere sindirilmiş durumda. Bunun sadece bir ödül olduğu ve aslında akademik bir niteliği olmadığı için bir şeyi basitçe geri alabileceğiniz argümanı zırvadır.
Mesele şu, bu bir misafir profesörlük, akademik bir görev. Geçmiş bu kürsüye sahip olan herkes gibi ben de akademik çalışmalarım nedeniyle seçildim. Bunun dışında yaptığım şeyler nedeniyle davetin geri çekildiği fikri zaten akademik özerkliğin ihlal edildiği anlamına geliyor. Bu konuda hiçbir şüphe yok. Bu insanlara şunu söylemek istiyorum: Yahudiler hakkında derinlikli düşünme sorumluluğunuz gerçekten de var. Sadece yanlış şekilde düşünüyorsunuz. Bu konuda düşünmenin başka bir yolu daha var.
Hauenstein: Masha Gessen gibi eleştirmenler, Almanya’nın son yıllarda İsrail’e yönelik “Staatsräson” (ulusal çıkar, raison d’etat) yaklaşımının Alternative für Deutschland (AfD) gibi aşırı sağcılara yaradığını ileri sürüyor. Siz aynı fikirde misiniz?
Fraser: Özel olarak AfD hakkında yorum yapamam. Ancak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Hıristiyan Evanjelik sağın, Susan Neiman’ın deyimiyle kendi “Yahudi hayranı McCarthycilik” sürümüne sahip olduğunu söyleyebilirim. Ki özünde son derece antisemitik olan teolojik bir gerekçeleri var. Fakat Almanya’da beni en çok endişelendiren şey AfD değil.
Hauenstein: Nedir?
Fraser: Bir çeşit sağ eğilimli merkezcilik, kamuoyunun gerçek ağırlığının yattığı yer. Bana göre açıkça düzmece olan argümanlarla kolayca yönlendirilebiliyor. Bana yapılan daveti geri çekmekle güya kimsenin akademik özgürlüğünün ihlal edilmediğini, sadece benim sahip olduğumu düşündükleri görüşlere sahip bir kişiyi onurlandırmamayı seçtiklerini iddia eden argüman gibi…
Hauenstein: “Filistin için Felsefe” ile Köln’de vermeniz planlanan dersler arasında herhangi bir bağlantı olmadığını söylediniz. Peki mektuptaki duruşunuz ile akademik çalışmalarınız arasında bir bağlantı olmadığını söyleyebilir misiniz?
Fraser: Bir koltukta iki karpuz taşıyorum. Teorik çalışmalar yapıyorum. Bazen bir vatandaş olarak mektup imzalıyorum. Bunların doğrudan bağlantılı olması gerektiğini düşünmüyorum. Yine de zaman zaman daha ajitatif veya propagandist bir tarzda yazıyorum. Buna en iyi örnek Cinzia Arruzza ve Tithi Bhattacharya ile birlikte yazdığım Feminism for the 99% (%99 için Feminizm) kitabı olabilir. Her birimizin kendi çalışmalarında geliştirdiği fikirleri aldık ve bir nevi harmanladık. Bu, belli bir tür kurumsal neoliberal feminizmin aksine, yüzde 99’un, kadınların, erkeklerin ve çocukların çıkarlarını gözeten feminist aktivizm için nasıl başka bir yol çizilebileceğine dair bir manifesto niteliğindeydi.
Dolayısıyla akademik fikirlerimi popülerleştirmeye çalıştım ama Ortadoğu üzerine hiç yazmadım. Büyük bir uzmanlığım yok ama düşünen, okuyan bir vatandaşım. Ve bir Yahudi olarak, “bizim adımıza değil” türünden bir duyarlılık adına özel bir sorumluluk hissediyorum.
Hauenstein: Gazze’de yapılanlar bir anlamda Yahudiler adına yapıldığı için mi?
Fraser: Kesinlikle. Ayrıca Filistinlilerin ve her yerdeki Yahudilerin durumunu iyileştirmek adına bir rota düzeltmesini savunurken ve İsrail hükümetinin mevcut gidişatını kınarken, bizim gibi düşünen insanlara çok hatalı bir biçimde yapıştırılan antisemitizm suçlamasının araçsallaştırılması, hatta bir silaha dönüştürülmesi söz konusu.
Hauenstein: Bu son derece onurlu bir duruş. Fakat Almanya’da Bundestag (parlamento), İsrail kurumlarına yönelik boykotları antisemitizm sayan bir önergeyi kabul etti. Almanya’da pek çok kişi bu tür boykotları 1930’larda Alman Yahudilerine karşı yapılan tarihsel boykotlarla ilişkilendiriyor.
Fraser: Bu hayret verici bir ilişkilendirme… Nihayetinde o dönemde gayrimeşru militarist katliamlar yapan bir Yahudi devleti yoktu. Çok daha iyi bir örnek, güçlü bir akademik boykotun, sportif boykotun ve kültürel boykotun, ekonomik boykotla birlikte apartheid’ın sona erdirilmesinde belli bir etkiye sahip olduğu Güney Afrika olabilir. Bu arada, Almanlar Yahudileri sadece boykot etmedi. Onları sürdüler, topladılar, kamplara gönderdiler ve öldürdüler. Bugün bunların hiçbiri yaşanmıyor.
Hauenstein: Köln için planladığınız dersleri başka bir yerde yapmayı düşünüyor musunuz?
Fraser: Kesinlikle başka bir yerde yapacağım! Bunlar iki yıl önce Berlin’de verdiğim bazı derslerin genişletilmiş ve gözden geçirilmiş yeni bir sürümü. Artık elimde, sunmaya can attığım pek çok yeni materyal var. Üniversitem New School bir etkinlik düzenliyor. Ayrıca Almanya’nın başka yerlerinde de “İşte Köln’de dinlemenizi istemedikleri şey buydu.” etiketi altında dersler vermem önerildi.
Hauenstein: Bazı Alman akdemisyenler sizinle dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler. Almanya’daki insanların bu meselelere dair fikirlerinin değişebileceğine inanıyor musunuz?
Fraser: Bu konuda yetkin bir görüşe sahip olacak kadar sahaya yakın değilim. Ama içimde bu hastalığın iyileşeceğine dair bir his var. Benim vakamın mı, bir sonraki vakanın mı yoksa ondan sonrakinin mi tetikleyici olacağını söyleyebilecek durumda değilim. Fakat bu konuda giderek büyüyen bir huzursuzluk var. En azından New York’taki insanlar bunu böyle görüyor.
Hauenstein: Meslektaşlarınız Almanya’ya bakıyor ve kendilerine soruyorlar: Neler oluyor?
Fraser: Hiç kuşku yok, akademisyenler ve sanatla uğraşan insanlar için bu böyle. Ayrıca Gessen vakası çok geniş bir şekilde haberleştirildiği için gazetecilik alanında da benzer bir durum var. Butler’ın Adorno Ödülü’nün elinden alınmasına yönelik geç kalmış girişim de var – tüm bunlar çok tartışılıyor. En azından sanatta, akademide ve gazetecilik alanında insanlar çok rahatsız, dehşete düşmüş durumda ve aynı zamanda öfkeli. Bu durumdan mağdur olan pek çok Filistinli ve Arap olduğu gibi, tanınmış Yahudiler de var. Bu durum, “siz kim oluyorsunuz da bize Yahudi halkını desteklemenin ne anlama geldiğini söylüyorsunuz?” hissini uyandırıyor.
Hauenstein: Kendinizi daha önce Yahudi hayranı antisemitizm olarak tanımladığınız şeyin bir kurbanı olarak görüyor musunuz?
Fraser: Sanırım öyle. Almanya’nın Holokost’taki özel sorumluluğu nedeniyle iptal edildim. Bu sorumluluğun Yahudilere karşı sorumluluğu da içermesi gerektiğini varsayıyorum. Ama tabii ki bu mesele İsrail’de hangi hükümet iktidardaysa onun devlet politikalarına indirgeniyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde bizim için McCarthycilik güçlü bir kelime. Güya Yahudiler için çalıştığınız bahanesiyle insanları susturmanın bir yolu…
Hauenstein: Sizce bu nereden geliyor?
Fraser: Bu adeta normalleşti. Almanya’da insanlar akademik özgürlük ve ifade özgürlüğünün ne anlama geldiğine ve demokratik siyasi özgürlüklerin ne olduğuna dair kısıtlayıcı bir görüşü kabul etmeye başladılar.
Hauenstein: ABD ve Almanya son altı ayda İsrail’in en büyük iki destekçisi ve silah tedarikçisi oldu. Bu durum Almanya’ya bakışınızı nasıl etkiliyor?
Fraser: Buradaki başlıca suçlu ABD’dir. Almanya’yı bu işin dışında tutmuyorum ama gerçekten de [İsrail’in] politikalarını kimin finanse ettiğini önemsiyorsanız, bu ABD’dir. Ancak Filistin meselesinde hayatımda ilk kez tanık olduğum ve sanırım hiç olmadığı kadar dengeli bir kamusal tartışma var. Filistinlilerin sesleri kamusal alanda duyuluyor. Örgütler, İsrail politikalarını eleştiren sol Yahudi örgütleri de dahil, kamusal alandalar.
[Joe] Biden büyük baskı altında. Yardımların şarta bağlanması konusunda daha sert konuşuyor ve ateşkes çağrısında bulunuyor. Bunun yardımların gerçekten kesilmesi ya da şarta bağlanması anlamına gelip gelmeyeceğini, Kongre’deki Demokratların bu konuyu zorlayıp zorlamayacağını göreceğiz. Ancak en azından hükümetimizin açık tuttuğu askeri yardım vanası artık siyasileşmiş ve tartışmalı hale gelmiş durumda.
Almanya’da da benzer bir şeyin gelişmesini umuyorum. Böylece bunlar, en azından antisemitizmle suçlanmadan ya da iptal edilmeden tartışabileceğiniz kamusal bir meseleler haline gelir.