İki farklı cinsel baştan çıkarma ve eylemsellik sahnesi hayal edelim. İlkinde, bir kafede biriyle tanışıyorum; birbirimizden hoşlanıyoruz ve uzun uzun konuşuyoruz. Ertesi gün tekrar buluşmaya karar veriyoruz. Sonraki buluşmamızda havadan sudan, filmlerden, müzikten, politikadan, ekolojiden konuşmaya devam ediyoruz, ama cinsellik daima havada asılı duruyor. Birimiz o riskli adımı atıp seks teklifini getiriyor, diğeri sadece başını sallıyor. Birimize geçiyoruz ve asansörde tutkuyla öpüşmeye başlıyoruz. Eve geldiğimizde birbirimizin kıyafetlerini çılgınca çıkarıyor, gergin bir şekilde ilk cinsel ilişkimizi gerçekleştiriyoruz, ardından ikinci tura hazır olana dek birbirimizi şefkatle okşuyoruz —bugünün [cinsel] hoşgörü toplumu için bildik bir senaryo.
Şimdi, farklı bir sahne hayal edelim. Evde yalnızım ve seks yapma dürtüsü duyuyorum ve profilimi bir platforma koyuyorum. Hemen ilgilenen birini buluyorum, ama fiziksel olarak buluşmuyoruz. İkimiz de beynimizdeki sinirleri güçlendiren bir hap alıyoruz; dijital olarak şekillendirilmiş versiyonlarımızla ilişkiye gireceğimiz sanal ortamı seçiyoruz –bedenlerimiz daha çekici ve performansları daha iyi. Diğer geliştirmelerin yanı sıra “akıllı kondom” adlı bir cihaz takıyorum ve ilişkiye giriyoruz, her birimiz gerçek, sıradan gerçekliğimizde benzer beceriksiz hareketler yapıyoruz. (Beceriksiz nitelemem, bu tür etkinliklere katılmadığımı ortaya koyuyor.) Peki ilk sahneden ikinci sahneye geçişte tam olarak ne oluyor?
Medya, yapay zekanın hayatımızı nasıl etkileyeceğine dair spekülasyonlarla bizi bombardımana tutuyor ve kendini yabancı bir güç olarak ortaya koyuyor. Yapay zeka, sadece bedenimizi ve teknolojik makineleri bize hizmet etmek için geliştirmekle kalmayacak, aynı zamanda hayatımızı daha az stresli, daha tatmin edici hale getirecek ve en içteki duygularımızı ve arzularımızı bile etkili bir şekilde düzenleyerek domine edecek. Cinsel hoşgörünün hakim olduğu bir çağda yaşadığımıza inanmamıza rağmen, şaşırtıcı bir şekilde, “dijital teknolojiyle birlikte toplumsallığın ve cinselliğin dönüşümü”, yani “cihazların ve platformların, başkalarını algılama, arzulama ve ilişki kurma biçimimizi değiştirebilen normatif sistemleri etkileme ve üretme yolları” hakkında çok az metin var. Christian Damato’nun Multiplication of Organs/Body, Technology, Identity, Desire (<Uzuvların Çoğaltımı/Beden, Teknoloji, Kimlik, Arzu) eseri, giyilebilir teknolojilerin büyüleyici analizlerinden dijital cinselliğin daha geniş kapsamlı etkilerine kadar, bu konuyu tüm boyutlarıyla ele alır.
Dijital cinsellik alanındaki giyilebilir teknolojiler, teledildonik, akıllı kondom ve beyin arayüzleri, günümüz insanını yaşamın her alanında giderek daha fazla etkilemektedir; performans, duygular ve zamanın ölçülmesi, oyunlaştırılması, kontrolü ve kestirimi gibi. Tüm bu yenilikler, Damato’nun istatistiksel arzu olarak yeniden tanımladığı, arzuyu “inşa etme” biçimimizi yeniden programlamaktadır. Bu ise niceleme, oyunlaştırma, öngörülebilirlik ve gerçekleştirmek istediğimiz eylemler üzerine kurulu bir arzu biçimidir.
Daha genel düzeyde Damato, dijital cinselliğin, temas ve bedensel proksemikle ilgili yaygın bir rahatsızlıktan kaynaklandığını ortaya koyar: kendi tenimizden duyduğumuz rahatsızlık, dokunulmaktan ve dokunmaktan kaçınma, sonuç olarak temastan kaçınma. Duyu deneyimi tekno-göstergebilimsel alışverişle yer değiştirdikçe, algı yeniden yapılandırılmakta; deneyimin aşırı göstergebilimselleşmesi yoluyla arzu da dönüşmektedir.
Dijital cinselliğe bu geçiş, gerçeklik algımızı da değiştirir. “Fiziksel gerçeklik var olsa da, giderek daha az önemli yatırımların ve arzu edilen yatırımların birincil nesnesi haline gelir; ne yapacağımızı bilmediğimiz, hantal bir kalıntıya dönüşür.” Böylece beden “iletişim için artık gerekli olmayan”, giderek “iletişimde utanç verici bir fazlalık, kurtulmaktan memnuniyet duyacağımız bir kütle” haline gelir. Damato’nun analizi, bu değişimin gerçekleştiği (ve halihazırda devam ettiği) ana odaklanır: Bedenimizin artık “bizim kim olduğumuz”, benliğimizin bulunduğu yer değil, dışsal bir şey olarak deneyimlendiği ana; nihayetinde fiziksel bedenlerimizdense dijital alanda daha çok “kendimiz” olduğumuz o ana.
Bedenin ortadan kalkmasının insani kültürü fakirleştireceği ya da varlığın ve fiziksel temasın reddedilmesiyle zenginleştireceği düşünülebilir. Damato’nun amacı bu ikilemi çözmek değil, daha derin bir soru üzerinde araştırma ve düşünce için yeni yollar açmaktır: Algıdaki bu değişim yeni bir ontolojinin ortaya çıkmasına mı izin verecek, yoksa bedenin ortadan kalkması insan yaşamının nihai çözülmesiyle mi son bulacak?



