19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde başlayan eylemlerin kıvılcımı, Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali olsa da aslında arkasında çok daha derin bir birikim mevcuttur. Yıllardır çığ gibi büyüyen adalet talepleri, ardı ardına yaşanan mağduriyetler insanları aynı söz etrafında kenetledi: “Hak, hukuk, adalet”
Bu çığlığı atanların içinde kimler yoktu ki: Her yıl, ülkedeki yüzlerce üniversiteden mezun olan ve iş arayan gençler,1Ülkede 208 üniversite bulunmasına rağmen bunların sadece %35’i eğitim ve araştırma kalitesi, atıf sayıları, iş birliği, uluslararası görünürlük gibi kriterler açısından uluslararası itibarı bulunan kurumlardır. Ülkenin genç işsizlik oranı TÜİK’in 2024 yılın iş gücü istatistiklerine göre (15-24 yaş arası) yüzde on beştir. Gençler, iş bulamama kaygısyla üniversitelerde okurken bir yandan da barınma sorunuyla mücadele etmişler, yurtlarda yer bulamadıkları için fahiş fiyatlı evlere mahkum olmuşlardır. Bunları dile dökmek suç olmuş, afiş taşıdı, tivit attı, slogan attı gibi sebeplerle gözaltına alınmışlardır. 2021 yılından bugüne liyakat, özgürlük, özerklik ve kararlara çoğulcu katılım hakkını arayan öğrencilerin Boğaziçi Üniversitesi’ndeki direnişi de bunun en somut örneklerinden biridir. atanamayan öğretmenler,2
Bütün bu zorlu şartlar altında mezun olmayı başaran eğitim fakültesi mezunu yüzbinlerce öğretmen, ülkede öğretmen açığı olmasına rağmen atanamayarak KPSS kuyruklarında yıllarını geçirmektedir. KPSS sınavından yüksek puan alıp geçseler bile adil olmayan mülakat sistemine takılıp elenmekte, haksız mağduriyetler yaşamaktadırlar.
Onlar bir yerlere atanmayı bekleye dursun, Türkiye genelinde birçok köklü Anadolu lisesinde görev yapan yaklaşık 20.000 öğretmen Milli Eğitim Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği atamalarla Nisan ayında görevlerinden alınmış, bir kısmı başka okullara tayin edilmiştir. Bu durumu “sürgün” olarak nitelendiren ve dersleri boykot eden öğrenciler, “öğretmenime dokunma” sloganlarıyla okul mezunları veliler, sosyal medya kampanyalarıyla hak hukuk adalet seslerine katılmıştır.
enflasyon altında ezilen memurlar,3İnsanca yaşam, saygın bir mesleki kimlik ve liyakatli bir kamu düzeni isteyen memurlar, hele de düşük kademede görev yapıyorlarsa yoksulluk sınırının bile altında yaşamaya çalışmaktadırlar. Kötü yaşam koşulları ve ağır çalışma şartlarına ek olarak her alanda olduğu gibi burada da iktidara yakın kadrolaşmanın adaletsiz sonuçları hüküm sürmektedir. İktidar ağının dışında kalanlar mobinge maruz kalmakta, savcı, öğretmen, doktor, polis gibi hangi meslek grubu olduğu fark etmeksizin çaresizce intihara sürüklenmektedirler. geçim sıkıntısı çeken çiftçiler,4
Geçtiğimiz hafta yapılan Yozgat mitingi, traktörleriyle meydanları dolduran çiftçiler, “Turbunan, şalgamınan devlet idare edilmez”, ”Talebeyle uğrar mı insan?” sözleriyle hak arayışını dile getirmiştir. Buğdayı ve eti bile ithal eder duruma gelmiş bir ülkenin çiftçileri olarak onlar da enflasyonist ortamdan payını almış, artan mazot, gübre, yem ve tohum fiyatlarıyla tarımını sürdüremez hale gelmişlerdir. Bankalara ve tarım kooperatiflerine 2025 yılı ilk çeyrek verisiyle 510 milyar TL olan bu borç, yüksek faiz, eldeki malın düşük fiyatla satılması gibi sebeplerle, çiftçi açısından sürdürülemez hale gelmiştir.
Devletten beklentileri adaletli, sürdürülebilir tarım politikalarıdır. İç üretimi destekleyecek şekilde ithalatın düzenlenmesi, hangi bölgede ne ekileceğine dair bilinçli üretim politikaları, tohum güvenliği, faizlerin silinmesi, borçların yapılandırılması gibi düzenlemelerle öngörülebilir bir gelecek talep edilmektedir.
eşitlik isteyen kadınlar5İstanbul sözleşmesinden çıkılmasıyla birlikte yaşama hakkı tehlikeye atılan kadınlar, sadece aile içindeki rolleriyle sınırlanan bir anlayışın dayatması altına girmeye direnmektedir. Türkiyede her yıl işlenen yüzlerce kadın cinayetinde, “şikâyetçi olmadı, tahrik indirimi aldı, iyi halden yararlandı” gibi gerekçelerle adalet failin lehine çalışmaktadır. İstihdama erkeklerle eşit haklarda dahil olamayan kadınlar çoğu zaman kayıt dışı, güvencesiz işlerde çalışmak zorundadır. Eşit işe eşit ücret, yaşam hakkı, özgürlük talepleri sokaktaki diğer seslerle birlikte hak ararken, 19 Mart direnişiyle birlikte, hukuksuzca göz altına alınan gençlerin anneleri olarak da meydanları doldurmuşlardır. ve daha niceleri…6Malının, mülkünün, parasının sahibi olduğuna artık emin olmayan herkes bu gruba dahildir. Çıkarılan rezerv yapı alanı kanunuyla devlet, kendi seçtikleri alanları, rezerv yapı alanı ilan ederek kamulaştırmanın önünü açılmıştır. Bu alanın neresi olacağına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı karar vermektedir. Tapulu mülkiyet hakkının ihlali ve halka kendi gelecekleriyle ilgili kararlarda söz hakkı verilmemesi , kamulaştırılma yapılırken rant elde edildiğine dair vatandaşın haklı kaygıları başta Hatay’daki 207 hektarlık arazi olmak üzere, İstanbul’da da bu kanun kapsamında rezerv alan ilan edilen yerler nedeniyle halk tepki göstermiştir. Hak hukuk adalet sloganı altında birleşen bu sese, sadece ezilen sınıfların değil sermaye de eşlik etmiş, TÜSİAD hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, demokratik değerlerin önemine vurgu yaptığı açıklamalar paylaşmıştır.
Geldiğimiz bu noktada, “Bahar Direnişi Nereye Gider?” sorusuna edebiyat ve fizikten yardım alarak birlikte cevap bulmaya çalışalım.
William Shakespeare, Hamlet oyununda şöyle sorar: “Zamanın kırbacına kim dayanabilir?” Her şey geçicidir, yıpranır, çürür ve nihayetinde zamanın karşısında hiçbir şey duramaz. Başka bir ifadeyle her şey yok olmaya yazgılıdır.
Edebiyat kadar şiirsel olmasa da fizik kanunları da bize aynı şeyi söyler. Termodinamiğin ikinci yasası “izole sistemlerin entropisi azalmaz”7Entropi: Bir şeyin zamanla dağılması, düzensizleşmesi. der. Bu yasa yaşlanma, bozulma ve çürüme gibi süreçlerin temelini oluşturur. Vücut da biyolojik bir sistemdir; zamanla hücreler hata yapar, onarım yavaşlar, DNA hasarları birikir, organlar eskisi kadar verimli çalışamaz. Bütün bunlar entropinin biyolojik karşılığıdır. Her şey ölür.
İnsanın bu çözücü yasa karşısında verdiği en doğru mücadele anlam üretme çabasıdır. Anlam kaybı çürümenin de başlangıcıdır.
Cioran’ın yazdığı, Çürümenin Kitabı’nda insan hareketsizlik içinde, çelişkiyle donmuş bir varlık olarak çizilir. Eylemden çok bekleyişle, tükenişle tanımlanır. Benzer bir örnek Kafka’nın ‘Kanun Önünde’ adlı kısa öyküsüdür.8Franz Kafka, Hikayeler, Cem Yayınevi içinde “Kanun Önünde”, sayfa 81 Öyküde açık olduğu belli bir kapının önünde duran adam, içeri girmesi engellenmediği halde sırf görevi ‘giremezsin’ demek olan kapıcının tavrına boyun eğdiği için o kapının önünde ömrünü tüketir, orada yaşlanır, çürür. Ölmeden önce o can alıcı soruyu sormak aklına gelir. “Benden başka neden kimse denemedi buraya girmeyi?” Cevap çok sarsıcıdır. “Buraya senden başka kimse giriş izni elde edemezdi. Çünkü bu kapı sadece senin için yapılmıştı.” Bu hikâye korkularına yenilip hareket edemez hale gelen adamın geç kalmışlığının ve seçim yapamamasının trajedisidir. Adalet ve anlamı dışsal bir otoriteden bekleyen bireyin yaşantısı da budur. Tıpkı hikâyede olduğu gibi: zamana yayılmış bir tükeniş.
19 Mart’ta başlayan gençlik hareketi, termodinamiğin birinci yasası gereği sönümlenmez; çünkü enerji yoktan var edilemez, vardan da yok edilemez, sadece biçim değiştirir.9Termodinamik birinci yasası. Enerjinin korunumu.
Ancak entropi yasası uyarınca bu enerji zamanla dağılabilir. Kolektif düşünce zayıflar, zihinler yorulur, ‘hiçbir işe yaramıyor’ duygusu topluluğa hakim olursa dağılma -çürüme- başlar.
Bu nedene direnişin yönünü tayin edecek olan şey; enerjinin yapıya dönüşüp dönüşemediğidir. Bu yapının simgesi Silivri Cezaevi’nde tutulan Ekrem İmamoğlu, motivasyonu canlı tutarak odaktan sapılmamasını sağlayacak yapı da ana muhalefet partisi CHP’dir. Bu bağlamda yürüttükleri ilçe ilçe yürüyüşler, imza kampanyaları, boykot çağrıları ve mitingler enerjinin politik bir iradeye dönüşmesini sağlamada kritik rol oynamaktadır.
Ancak burada en büyük risk, halkı, yalnızca alkışlayan figüranlara dönüştürme tehlikesidir. Bu riski bertaraf etmek için CHP’nin, halka kendi gücünü hatırlatması, bürokratikleşmeden uzak durarak kapsayıcı dil kullanması, muhalefetin diğer bileşenlerini de yanına alarak bütünsel hareket etmesi önemlidir.
Eylemlerin sonuca ulaşabilmesi; direnişin alışkanlığa dönüşmemesi, içinin boşalmaması, arzunun diri tutulmasıyla yakından ilintili olup bunun sağlanabilmesi, orada bulunan herkesin neden orada olduğunu yeniden ve yeniden hissedebilmesine bağlıdır. Edebiyat, sanat, mizah kolektif hafızaya bu yönde katkı sağlar. Aksi takdirde meydanlarda sadece içi boş sloganlar kalır.
Toplumsal hareketlerde, özellikle uzun soluklu direnişlerde sadece fiziksel değil psikolojik dayanıklılık, duygusal motivasyon gibi faktörler de direnişin ruhsal termodinamiğini sürdürebilmek için önemlidir. Yorulana omuz vermek, ağlayana kucak açmak gerekir. Aile dayanışma platformları bu noktada büyük önem taşır. Bunlar üzerinden gençlere ve onların ailelerine destek vermek, yalnız olmadıklarını hissettirmek 19 Martı bahara taşır.
Kafka’nın hikâyesinde olduğu gibi kapının önünde beklemek yerine o kapıdan girmeyi seçebiliriz. Direniş “olmak”ı seçmektir.
Shakespeare ile başladık, onunla bitirelim.
“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.”10Hamlet, Shakespeare.