“Bilim felsefecileri şimdiye dek bilimi çeşitli şekillerde yorumlamadılar; oysa aslolan, onu değiştirmektir.” – Karl Marx’tan bir uyarlama
Son derece dikkat çekici bir meta-felsefi soru ile karşı karşıyayız: 21. yüzyılda felsefe dünyaya ne katacak? Benim cevabım, iyimser bir gerçekçilik olacak. Bir bilim filozofu olarak cevabım, bilim felsefesinin öngörülen toplumsal rolüne bağlı olacak, ki bu da bilimin toplumsal rolüne dair öngörülere bağlıdır.
Günümüzde bilim felsefesi ve bilim felsefesi tarihi, kendilerini genellikle fildişi kulelerin ıssız köşelerinde yürütülen entelektüel boş uğraşlar olarak kavramsallaştırma eğilimindedir. Ancak bu yaklaşım hem gerçeklikten son derece uzak hem de oldukça yıkıcıdır. Aksine bu disiplinler, 21. yüzyılda bilimi epistemik başarı ve insanlık için yararlı bir konuma taşımak üzere eşsiz bir potansiyele sahiptir. Felsefe, bozulmuş bilimsel uygulamaları ve bilimi destekleyen kusurlu altyapıları onarma yoluyla insanlığa karşı büyük bir sorumluluk taşır. Zira şu anda, bilimin bilgi temelleri ve yöntemsel etkinliği üzerine benzeri görülmemiş bir çatışma döneminden geçtiğimiz aşikârdır. Bu tartışma yalnızca bilimin kendi iç pratiğiyle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda bilim ile kamuoyu arasındaki kesintisiz müzakere sürecinde de kendini göstermektedir; her zamanki gibi medya ve kamu politikalarının arabuluculuğu aracılığıyla.
Felsefe, bozulmuş bilimsel uygulamalara ve bilimi destekleyen kusurlu altyapılara müdahale ederek insanlığa karşı derin bir sorumluluğu üstlenir.
Modern bilimin tartışmalı doğası, tarihte hiç olmadığı kadar bilime varoluşsal biçimde bağımlı hale geldiğimiz gerçeğiyle birlikte ele alındığında, hayati bir önem kazanmaktadır. İklim bilimciler, önümüzdeki birkaç on yılın, insan kaynaklı iklim değişikliğini hafifletmek için belirleyici olacağını vurguluyor. Küresel bir pandeminin üçüncü yılına girmişken, aşının etkinliği ve tıbbi bilgiye karşı hükümetlerin uygun düzeydeki duyarlılığı hâlâ tartışma konusu. Bugün insan emeğinin yarısı, önümüzdeki elli yıl içinde otomasyona tabi tutulabilir; üstelik bu yalnızca bedensel emekle sınırlı değil, insan zihninin en derin yaratımları olan sanat, müzik ve edebiyat gibi alanları da kapsıyor. Dahası, insan aklının en kritik kararlarına dair otomasyonu da içeriyor: Yapay zekâ, artık hastanelerde triyaj, yargı sisteminde ceza tayini, çocuk refahı, polislik gibi alanlarda etkili bir role sahip ve bu liste uzayıp gidiyor. Burada yalnızca buzdağının görünen kısmına değiniyorum.
Günümüzdeki pek çok ahlaki kriz ve varoluşsal tehditten kaçınmak mümkündür. Karşı karşıya olduğumuz sorunlar kaçınılabilir sorunlardır. Bu sorunların üstesinden gelmek modern bilime bağlıdır. Sanırım bundan daha ağır bir yük olamazdı. Peki, günümüz bilimi bu görev için epistemik olarak yeterince iyi bir konumda mı? Bu soruya soyut düzeyde cevap vermek zor. Bilimin epistemik başarısı neye göre ölçülür? Neyle kıyaslanır? Şu kadarını söylemek yeterlidir ki bilimin epistemik gücünü ölçmek için standart bir metrik yoktur, bağımsız doğrulama araçları bulunmamaktadır; elimizdeki maddi ve kavramsal araçların sınırlarının ötesine geçmek ve bilişsel yapımızın doğal sınırlarını aşmak mümkün değildir. Bu ve birkaç başka noktada, çağdaş bilim felsefesi neredeyse oybirliğiyle hemfikirdir.
Eğer bilimin herhangi bir epistemik getirisi olacaksa, bilim insanlarının kendi yöntemlerinin başarısı konusunda içsel bir algıya sahip olduklarına güvenmek zorundayız. Bilim insanları bir araya gelip bir araştırma programının yanlış gittiğine dair tehlike çanlarını çaldıklarında, onlara kulak veririz (olması gerektiği gibi). Eğer bilim insanları dünyaya bir replikasyon kriziyle karşı karşıya olduklarını ve tüm bir alanın sonuçlarının yarısından fazlasının tamamen bilgisiz olabileceğini bildiriyorlarsa, muhtemelen haklılardır. Bunda Poppercı bir yan var. Bilim hiçbir zaman ne zaman haklı olduğunu bilecek bir konumda değildir, ancak genellikle kendisinin hatalı olduğuna karar verdiğinde haklıdır.
Bilimsel uygulamalarımızı kıyaslayabileceğimiz bir başka şey de tarihsel kayıtlardır. Bilim bugün bizim için kuşkusuz biçimde geçmiş yüzyıllarda yaptığından daha fazlasını yapıyor gibi görünüyor. İlerlemeci anlatılara toptan inanmaksızın, en azından filojistonun kinetik ısı teorisiyle ve sülüklerin penisilinle takas edilmesi için dua edebiliriz. Günümüz bilimlerinin epistemik açıdan bazı önemli ölçütlere göre daha iyi bir konumda olduğu tartışılmaz gibi görünüyor. Şüphecilere sülük tedavisi öneriyoruz. Bununla birlikte, bilimin içinde yürütüldüğü altyapının ve epistemik temelinin bugün önceki dönemlere kıyasla büyük ölçüde daha iyi durumda olduğunu gözlemleyebilir, ancak yine de günümüz bilimsel prosedürünün bazı yönlerinin önceki yinelemelere göre eksik olduğunu belirtebiliriz.
***
Bir zamanlar kralların ya da ayrıcalıklı birkaç kişinin sonsuz boş zamanlarında gerçekleştirdikleri bilimsel girişimler, bugün bilimin kitleler tarafından ve kitleler için gösterilen bir çaba olduğu izlenimini veriyor. Bilimlerin oyun alanlarını düzleştirmeye başladık, onları erişilebilir hale getirdik ve demokratikleşmelerini sağladık. Bu gelişmeler birer başarıdır; bilimin toplumun seçkinlerinin elinden alınması, bilimi epistemik olarak daha sağlam bir zemine oturtmaktadır. Zira nesnellik, sayısız ölçümün toplamında, farklı perspektiflerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Bilimin içinde yürütüldüğü altyapı, bilimin ekonomik ve sosyolojik dokusu, yayılma biçimleri ve kamuya karşı algılanan görevi, modernite ile birlikte gelişmiş görünmektedir. Ne var ki, yakın tarihin tüm değişimleri bilimin ne hakikati arama kapasitesinde ne de toplumsal sorumluluğunda bir ilerleme teşkil etmiştir.
Bilimin endüstrileşmesini kastediyorum; bilimin şirketleşmesi, metalaşması ve askerileşmesini. Bilimin disipliner balkanizasyonunu. “Teoireleştirmenin” bilimsel çalışmalara dair eleştirel düşüncenin veya sorgulamanın her türlüsününün hedef alınarak yasaklanmasını.
Bürokratlardan, anlamsız tekrarlanan görevlerden, artık arzu edilen çıktılarla hiçbir ilişkisi olmayan niceliksel verimlilik ölçütlerine takıntılı bir bilim yarattık.
Bilimimizin altyapısı, içinde yaşadığımız ekonomik sistemleri, yönetimsel ve toplumsal yapıları yansıtır. Bürokratlardan, anlamsız tekrarlayan görevlerden, artık arzu edilen çıktılarla hiçbir ilişkisi olmayan niceliksel verimlilik ölçütlerine takıntılı bir bilim yarattık. Şirket ya da hükümet yapısını yansıtan ana akım bilim sistemi o kadar radikal bir şekilde hiyerarşileştirilmiştir ki, her seviye diğerinin entrikalarına karşı kördür ve hiç kimse ne yapıldığına dair tam bir anlayışa sahip değildir. Ve esasında bu anlayış eksikliği çarkın dönmesini sağlayan şeydir. Böylece hiç kimsenin önüne konan görevlerin amacını ya da etkinliğini ya da genel olarak sistem kapsamındaki yerini çok yakından sorgulamasına izin verilmeksizin görevlerini yapmaları sağlanır.
Bilim insanı bir zamanlar elindeki görev için özelleştirilmiş araçlar inşa etmiştir. Bir sorun, doğaya sorulacak bir soru karşısında düşünen bilim insanı, bunu çözmenin yollarını tasarlar, bu yolda ölçü aletleri, bilimsel kavramlar ve biçimsel analiz araçları icat eder. Bu araçlar artık kelimenin tam anlamıyla ve mecazi olarak seri üretilmektedir. İster maddi teknolojiler ister kavramsal araçlar olsun, araçlar icat ettiğimizde ve bunların seri üretimini başlattığımızda, hiçbir zaman olmadığı kadar daha fazla insanın önceki nesillerden daha ileri gitmesine imkân vermiş oluyoruz.
Sadece birkaç yüzyıl önce beş tane olan mikroskoplara milyonlarca kişinin sahip olması elbette net bir avantajdır. Bununla birlikte, elimizdeki deneysel görev için bir araç icat ettiğimizde, genel olarak bunun görev için uygun bir araç olması, nasıl çalıştığını anlamamız ve uygun kullanımında yetkin olmamız gerekir.
Bu modeli, p-değerlerinin tıp ve mühendislik alanlarının yanı sıra psikolojik ve biyolojik bilimlerin geniş bir bölümünde kullanılma şekliyle kıyaslayın. Bir p-değeri, deneysel olarak gözlemlenen belirli bir sonucun “istatistiksel anlamlılığa” sahip olduğuna dair bir güven düzeyini yansıtır, yani yalnızca şans eseri gözlemlenmiş olma olasılığı yeterince düşüktür. Kullanıldığı hemen her deneysel bağlamda p-değerlerinin kullanımıyla ilgili belirgin endişeler vardır. Herkese uyan tek bir genel p-değeri bugün tüm bilimsel alanlarda refleks olarak kullanılmaktadır. Hikâyeye göre, uzun zaman önce birileri, yerine getirmek üzere tasarlandığı sınırlı işlev yelpazesi içinde bile değeri tartışmalı olan bir prosedür icat etmiştir. Şimdi bu yöntem, uygunluğu ya da kullanımını haklı çıkarma yeteneği dikkate alınmaksızın her yerde tekrarlanıyor. Çoğaltma krizi olarak adlandırılan durum, büyük ölçüde, davranış bilimci nesillerin sorgulama ve eleştirel analiz yöntemleri yerine montaj hattı prosedürleri konusunda eğitilmeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bir zamanlar bir bilim insanının işi, sonuçlarını düşünmek ve başarısını değerlendirmek için sık sık çalışmalarından geri adım atmayı gerektiriyordu. Kuram oluşturma, metodoloji, eleştiri ve etik hususlar bir zamanlar bilim insanlarının sorumluluğundaydı. Ancak günümüzde artık bilimlerde bu kadar şüpheci, eleştirel düşünen ya da bu soyutlama düzeyinde çalışan bilim insanlarına iş yok.
Filozoflar, bugün bilimlerde sorunlu bir şekilde eksik olan soyut eleştirel akıl yürütme türü için seçilir ve bu konuda eğitilirler ve daha da önemlisi, bunu kullanmaya teşvik edilirler.
Bilimlerdeki bu dışlayıcı gelişmeler filozoflar için yeni arayışlar doğurmuştur. Bir zamanlar felsefelerin bilimleri doğurduğu yerde, şimdi bilimler felsefeleri doğuruyor. Evrimsel biyolojinin daha resmi ve soyut çalışmaları yeni biyoloji felsefesi disiplinine kaydırıldı; teorik fizikçiler artık fizik bölümlerinde değil felsefe bölümlerinde yer buluyor; psikoloji felsefesi, bilişsel bilim, sinirbilim, zihin ve eylem, beyin ve davranış bilimleri arasındaki teorisyenlerin yerini aldı. Filozoflar, bugün bilimlerde sorunlu bir şekilde eksik olan soyut eleştirel akıl yürütme için seçilmekte ve bu konuda eğitilmekte ve daha da önemlisi, bunu kullanmaya teşvik edilmektedirler.
Her laboratuvarda, neler olup bittiğini geniş ve yakından anlayan ve soru sorma, laboratuvar tezgâhından, teleskoptan ya da komut satırından geri çekilip şunu sorma yetkisine sahip birine ihtiyaç vardır: Burada gerçekten neyi ve ne amaçla ortaya çıkarmaya çalışıyoruz? İnsanlığın yararına mı yoksa zararına mı olacak? Yol boyunca yaptığımız varsayımlar ve idealleştirmeler haklı mı? Çalışılan olgulara ilişkin itici teorilerimiz, modellerimiz ve temsillerimiz rakip veya tamamlayıcı kavramsallaştırmalar karşısında nerede durmaktadır? Modelleme veya deneysel çalışmalarımızın sonuçlarını en iyi nasıl yorumlayabilir ve bağlamsallaştırabiliriz? Ölçüm ve analiz araçlarımız, kavramsal repertuarımız elimizdeki göreve uygun mu?
***
Her laboratuvarın bir filozofa ihtiyacı vardır. Ancak filozofun rolü sadece bilim insanları adına felsefe yapmak değil, aynı zamanda bilim insanlarını kendileri için nasıl felsefe yapacakları konusunda yeniden eğitmektir. Bu işlevi etkin bir şekilde yerine getirebilmek, filozofun mevcut bilimsel araştırma programı, alanın tarihi ve rakip çerçeveler hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmasını gerektirir. Bilim insanınınkine eşit ya da ondan daha fazla matematiksel akıcılık gerektirir. Yöntemlerinin meşruiyetinin değerlendirilmesinde ya da gerekçelerinin yeniden inşasında bilim insanına her zaman boyun eğmemeyi gerektirir.
Belki de bilimin tarihsel olarak nadiren özgürlükçü ve eşitlikçi idealler için bir güç olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak bu, bugün bilimin özgürlükçü ve eşitlikçi bir rol oynayabileceği hatta artık oynamak zorunda olduğu gerçeğini değiştirmez. Ve felsefe onun yardımcısı olmalıdır.