Altın Palmiye ve Akademi Ödüllü Anatomy of a Fall1Anatomy of a Fall, 2023 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazandı ve En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Sandra Hüller) ve En İyi Yönetmen (Justine Triet) dahil olmak üzere beş dalda Oscar’a aday gösterildi. Triet ve Arthur Harari En İyi Özgün Senaryo ödülünü kazanmıştır. filmi 2023 favorilerimden biriydi. Filmin ana karakteri Sandra, Fransa’nın Grenoble kenti yakınlarındaki dağ evlerinin tavan penceresinden düşerek ölen kocası Samuel’i öldürmekle suçlanıyordu. Oscar adayı Sandra Hüller’in canlandırdığı Sandra, soruşturma ve dava ilerledikçe masum olduğu konusunda ısrar ediyor, ama izleyici gerçeklere dair son derece kesin hisler taşımadan filmden ayrılıyordu. İzleyicilerin farklı görüşlere sahip olacağını bilen film yapımcıları, insanların “O mu yaptı?” sorusuna evet ya da hayır oyu verebilecekleri ve kararları lehine argümanlar sunabilecekleri bir internet sitesi bile hazırladılar.
Ben bu filmi sevdim. Bir yandan, oldukça sıradan bir mahkeme sahnesini işliyor. Fransız hukuk sisteminin özellikleri ABD’li izleyicilere olağan dışı görünüyor, ancak davadaki birkaç şaşırtıcı dönemece rağmen, hikâye geleneksel bir Perry Mason ya da Law and Order hikâyesi gibi ilerliyor ama burada izleyicinin gerçekte ne olduğunu bilmesinin kesin olarak engellenmesi durumu söz konusu. Daha az becerikli ellerde, bu tür bir son, tatmin edici olmayan bir taktik olarak görülebilir ancak filmin aldığı pek çok övgüye bakılırsa, yapımcıla izleyicilerinin sadece sonun belirsizliğine tahammül etmelerini değil, bundan heyecan duymalarını sağlamayı da başarmışlar. Net bir cevap verilseydi çok daha az ses getireceğinden şüpheleniyorum.
Adil Bir Dünyaya İnanmak
Anatomi‘nin aksine, tüm zamanların en kazançlı filmlerinin büyük bir bölümü süper kahramanlar ve süper kötülerin belirgin bir çözüme ulaşmak için verdikleri mücadeleyi konu alıyor. Çizgi romanların sayfalarında başlayan karakterler, melodramatik film destanlarının BTG (bilgisayar tabanlı görüntü) devleri haline gelmiştir. Benzer şekilde, en başarılı televizyon dizilerinden bazıları tek bir saat içinde tatmin edici sonuçlara ulaşan anlatı akışları sunmaktadır. Law and Order dizisi yirmi üç sezon boyunca devam etti ve uzun ömürlülük açısından sadece kendisinin devam yapımı Law & Order tarafından geçilebildi: Special Victims Unit, şu anda yirmi dördüncü yılında.
Günlük hayatın karmaşası göz önüne alındığında, insanların mantıklı ve sonuç veren hikâyelere yönelmesi anlaşılabilir bir durum. Buna ek olarak, bu kendi içinde tutarlı hikâyeler birçok izleyicinin dünyanın adil olduğuna dair inançlarını pekiştirebilir. 1970’lerden bu yana psikologlar, insanların adil dünya hipotezini farklı düzeylerde onaylamalarını incelemişlerdir. Araştırmacılar, adil dünya inancının, diğer insanlara (“hak etmiş olmalı”) ya da kişinin kendisine (“hak ettiğimi aldım”) uygulanabilen mağdur suçlaması da dahil olmak üzere diğer bazı tutumlarla ilişkili olduğunu bulmuşlardır (Dalbert 2009). Genel olarak, dünyanın adil olduğuna inanan insanlar inanmayanlara göre daha mutludur ve son araştırmalar dindarlık ile refah arasında sıkça gözlemlenen ilişkinin aslında adil bir dünyaya dair dini tasarımlardan kaynaklanabileceğini öne sürmektedir (Schuurmans-Stekhoven ve Benjamin 2021). Dini ve manevi inançların, refahı doğrudan etkilemekten çok evrenin adil olduğu varsayımını desteklediğine ve bunun da daha fazla mutluluğa yol açtığına dair kanıtlar vardır. Bu görüşe göre, dindar insanlar rastgele zorluklara katlandıklarında, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde veya bir sonraki yaşamda bir bütün haline getirilecekleri inancıyla teselli bulmaktadırlar.
Eleştirel Düşünce ve Film
Hepimiz zaman zaman kolay bir sonun rahatlığına ihtiyaç duyarız, oysa dünya bu şekilde dönmüyor. Adil dünya inancını inceleyen psikologlar bunu uzun zamandır bir sanrı ya da daha nazik bir ifadeyle “pozitif bir illüzyon” olarak tanımlıyorlar (Lerner 1980; Taylor ve Brown 1994). Bilim bize evrenin skor tutmadığını ve Dünya’nın ahlaki bir eksen üzerinde dönmediğini söylüyor. Gerçek dünya bu açıdan Law & Order’dan çok Anatomy of a Fall ‘a benzemektedir.
Eleştirel düşünmeyi kolaylaştıran özellikler (merak, güç konularda mücadele etme isteği ve belirsizliklere karşı hoşgörü), dünyanın adil olduğuna dair inanç temelli bir inancın karşısında durur. Bilim eninde sonunda yaşadığımız görünür karmaşadan bir düzen çıkarır, ama gerçeğe giden yolda sağlıklı bir düzeyde kafa karışıklığına katlanmamızı gerektirir.
Belirsiz olay örgülerinden ve karmaşık karakterlerden hoşlananlar için, birçok mükemmel film eleştirel düşünme becerilerini sınamaktadır. Örneğin, David Lynch’in 2001 yapımı Mulholland Çıkmazı, bazı izleyicilerin yalnızca bir sanat evi atmosferi yaratmak için tasarlandığına inandığı, bazılarının ise tutarlı bir çözümü olan bir bulmaca olduğuna inandığı kafa karıştırıcı, doğrusal olmayan bir olay örgüsüne sahiptir (Willemsen ve Kiss 2019). Her iki yorum da muhtemelen filmin kalıcı cazibesine katkıda bulunuyor. Mulholland Çıkmazı, 2022 yılında Sight & Sound tarafından hazırlanan tüm zamanların en iyi filmleri listesinde 8. sırada yer almıştır. Bu tür eğilimi olanlar için, eleştirel düşünme becerilerinizi zorlayacak pek çok mükemmel film var: Pulp Fiction (1994) The Matrix (1999), The Sixth Sense (2000), Memento(2000), Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004) ve Inception (2010) bunlardan sadece birkaçıdır. Bunlar bazen “bulmaca filmleri” olarak adlandırılır ve 1990’ların ortalarından bu yana giderek daha popüler hale gelmişlerdir (Poulaki 2014).
Sosyal bilimciler pek çok soruya yanıt aramaktadır ve bunlardan biri de “Karmaşık filmler kimlerin ilgisini çeker?” sorusudur. Steven Willemsen ve meslektaşları (2022) “karmaşık anlatı tercihini” ölçmek için bir anket oluşturmuş ve yaşları yirmi iki ile altmış arasında değişen 114 Kuzey Amerikalı ve Batı Avrupalı yetişkine anket uygulamıştır. Araştırmacılar, hangi kişilik özelliklerinin karmaşık hikâye tercihiyle ilişkili olduğunu belirlemek için katılımcılardan çeşitli kişilik anketleri doldurmalarını da istemişlerdir. Karmaşık anlatıları daha fazla tercih eden kişilerin belirsizlik karşısında tolerans, biliş ihtiyacı (yani bilişsel olarak çaba gerektiren görevlerden zevk alma) ve deneyime açıklık özellikleri de önemli ölçüde daha yüksekti. Bunlar tam da eleştirel bir düşünür veya bilim insanında olmasını isteyeceğiniz özelliklerdir.
Kara Film
Sinemada belirsizliğe ilgi duyanlar için 1940’ların ve 50’lerin kara film (film noir) akımı pek çok örnek sunar. İkinci Dünya Savaşı sonrası bu siyah-beyaz klasikler genellikle düşünceli erkek başroller, karanlık setler, ahlaki belirsizlik ve mutsuz ya da çözülmemiş sonlar içeriyordu (Borde ve Chaumeton 1996). Klasik kara filmler arasında Malta Şahini (1941), Çifte Tazminat (1944), Laura (1946), Key Largo (1948), Trendeki Yabancılar (1951) ve A Touch of Evil (1958) sayılabilir, ama benim kişisel favorim Nicholas Ray’in başrollerini Gloria Grahame ve Humphrey Bogart’ın paylaştığı In a Lonely Place (1950) filmidir. Bogart, Grahame’in canlandırdığı gizemli oyuncu adayı Laurel’e âşık olan huysuz bir Hollywood senaristi olan Dix’i canlandırıyor. Dix’in genç bir kadını öldürdüğünden şüphelenilir ve suçluluğu ya da masumiyetiyle ilgili sorular filmin ana gerilimini oluşturur. Filmin sonunda kimse zarar görmeden kurtulamaz. Hikâye mutlu sonla bitmiyor, ama alınacak belirgin bir ders de yok, ki bu elbette hayat için de geçerli. Evrenin sizin başarınız ya da başarısızlığınızla bir ilgisi yoktur ve olaylar bir nedenden ötürü gerçekleşmez, sadece gerçekleşir. Kara filmler bu konuda iyi bir hatırlatıcıdır.
Kasvetli eski siyah-beyaz filmler herkese göre değildir, ancak kara filmler eleştirel düşünenler ve bilimsel dünya görüşüne sahip olanlar için iyi bir eğitim olabilir.
Spoylırlar tat kaçırır mı?
İnsanlar kapanışa ve yarım kalmış işlerin tamamlanmasına önem verdiğinden, spoylırlar ciddi bir tabu haline gelmiştir. Kitap, film ve televizyon programı eleştirmenlerinin çoğu, eserin sonunu veya önemli olayörgüsü noktalarını vermeden eseri anlatmak için büyük çaba sarf ediyor ve bu sanat dallarının yaratıcılarının da genellikle bu çabaları desteklediği görülüyor. 2019 yılında Avengers filminin tanıtım kampanyası: Endgame filminin tanıtım kampanyası aşağıdaki uyarıyı içeriyordu: “Önümüzdeki haftalarda Endgame‘i izlediğinizde, tıpkı size verilmesini istemeyeceğiniz gibi, lütfen siz de başkalarına spoylır vermeyin” (Ryoo vd. 2021, 70). Benzer talepler, Agatha Christie’nin Fare Kapanı oyununu izleyenlerden oyunun sonunun açıklanmamasının istendiği en az 1952 yılından beri yapılmaktadır (Greene 2019). Film eleştirmeni Roger Ebert,2005 tarihli bir makalesinde “Spoylır içerir!” uyarısı yapmadan hikâyenin önemli özelliklerini açıklayan eleştirmen arkadaşlarını uyarmıştır. Herhangi bir geleneksel hikayede, pek çok insan olayörgüsündeki sürprizleri ilk elden deneyimlemeyi ve hikayenin nasıl biteceğine dair belirsizliği korumayı tercih eder.
Ne var ki neyin spoylır olduğunu tanımlamak kolay değildir ve bağlama göre değişir. Örneğin, Anatomy of a Fall (Bir Düşüşün Anatomisi) filmini anlatırken, filmin tartışmasız en önemli özelliğini, kahramanın suçluluğunu veya masumiyetini belirlemek imkansızdır şeklinde anlattım, ancak bazı önemli olayörgüsü noktalarını ve hikâyenin çözümünü atlayarak filmle ilgili spoylır vermemeyi başardım. En azından öyle umuyorum. Ancak herkes beni bu kadar kolay bırakmaz. “Spoylır İçerir”(Spoylırın Felsefesi Hakkında Bir Kitap) adlı kitabında filozof Richard Greene bu konuyu şimdiye kadar rastladığım herkesten çok daha derinlemesine ele alıyor. Bir hikâyenin bozulmasının pek çok farklı yolunu inceledikten sonra, oldukça ayrıntılı bir spoylır tanımına ulaşıyor: “Oyunlar, romanlar, televizyon programları, filmler vb. dahil olmak üzere, bir kurgu eseri hakkında (kurgu eserinin kendisinden farklı olarak), bu bilgiyle henüz karşılaşmamış biri için ne yaygın bilgi ne de yeterince eski (bağlama göre belirlenir) bazı önemli (veya şok edici) bilgileri açığa çıkarma potansiyeline sahip herhangi bir bilgi” (Greene 2019)
Yani Greene’e göre, Anatomy of a Fall filminin tadını kaçırmış olabilirim; ancak kendimi savunmam gerekirse hem filmin fragmanı hem de filmle alakalı kulaktan kulağa yayılan söylentiler ana karakterin suçluluğunun ya da masumiyetinin tartışmalı olduğu yönündeydi. Dolayısıyla, kendi masumiyetimin Greene’in tanımındaki “yaygın bilgi” maddesine bağlı olduğunu umuyorum.
Greene bazı ilginç spoylır durumlara işaret etmektedir. İlk olarak, spor müsabakaları söz konusu olduğunda, kimin kazandığı haberi tek başına en büyük spoylırdır. Kaçırdığım maçların kayıtlarını nadiren izlerim, ancak kimin kazandığını zaten biliyorsam izlemek için neredeyse hiç motivasyonum kalmaz. Greene, evde kaydettiği önemli bir play off maçının sonucunu öğrenmemek için yaptığı girişimlerle ilgili eğlenceli bir anekdot anlatıyor çünkü maç o uçaktayken oynanıyordu. Diğer insanlarla konuşmamak ve dikkatini dağıtmak için herhangi bir medyaya bakmaktan kaçınmış ve uçakta kulaklık takmış; ancak pilot skoru ses sisteminden bildirmiştir. Haberler, bilgiyi dışarıda tutmak için taktığı kulaklıklardan geliyordu. “Kim yaptı” sorusunun cevabını bulmak eğlencenin büyük bir kısmını oluşturduğundan ve suçluyu açıklamak ciddi bir kusur olacağından, Fare Kapanı gibi gizemler spor müsabakalarına benzer.
Greene’e göre, eserin yaşı ve bilgiyi alan kişinin yaşı önemlidir. Örneğin, bir ilkokulun bahçesine gidip “Darth Vader Luke Skywalker’ın babasıdır!” diye bağırmanın spoylır olarak nitelendirileceğini, çünkü çocukların The Empire Strikes Back’i izlemiş ya da izlememeyi tercih etmiş olmaları beklenemeyecek kadar küçük olacaklarını savunuyor. Ancak film 1980 yılında gösterime girdiği için, aynı bilgi diğer pek çok ortamda spoylır olarak değerlendirilmezdi. Ancak, The Empire Strikes Back‘in gösterime girmesini takip eden haftalarda, bu ünlü olayörgüsünü açıklamak, kişinin yaşı ne olursa olsun büyük bir tat kaçırma olacaktır.
Birçok dram filmi, spoylır açısından spor karşılaşmaları ve gizem filmlerinden oldukça farklıdır. Kısa bir süre önce Anthony Hopkins’in başrolünü oynadığı One Life (2023) filmini izledim. Bana göre, birkaç kez izlediğim film fragmanı filmin tamamını mahvediyor, yine de filmden büyük keyif aldım ve beklediğim gibi birkaç kez ağladım. Benzer şekilde, hikâyeyi çok iyi bilmemize rağmen tekrar tekrar izlediğimiz veya okuduğumuz filmler ve kitaplar vardır. Orijinal Jaws’ ı en azından son on yıldır her yaz bir kez izliyorum ve tekrarlarla aldığım keyfin azaldığını düşünmüyorum. Bazı hikâyeler spoylırlara karşı dayanıklı gibi görünür.
Bu da bizi bilimsel bir soruya yönlendiriyor: Spoylırlar gerçekten de tat kaçırıyor mu? Jonathan Leavitt ve Nicholas Christenfeld, yaygın kanının aksine spoylırların keyfi azaltmak yerine artırdığını gösteren iki çalışma yayınladıklarında oldukça yankı uyandırdılar (Leavitt ve Christenfeld 2011; 2013). Bununla birlikte elde ettikleri sonuçlar yöntemlerine ve inceledikleri duruma has olabilir. Her iki çalışmada da Leavitt ve Christenfeld öğrencilere, bazılarının giriş paragrafları sonunu haber veren, bazılarının ise vermeyen yazılı hikâyeler okutmuşlardır. Sonuçlar, spoylır içeren versiyon için küçük ama istatistiksel olarak anlamlı bir tercih olduğunu göstermiştir. Leavitt ve Christenfeld, ipucu verilen hikâyelerdeki önemli belirsizliklerin ortadan kalkmasıyla, üniversite öğrencilerinin hikâyeye daha fazla bağlandıklarını ve sonuca giden yoldaki adımları daha fazla takdir ettiklerini öne sürmüşlerdir. Ama bir dakika! Bu hikâyenin sonu değil.
Bilimde sıklıkla olduğu gibi, sonraki araştırmalar tabloyu karmaşık hale getirmiştir. 2015 yılında iki araştırmacı Leavitt ve Christenfeld’in bulgularını daha ayrıntılı tercih ve keyif ölçümleri kullanarak tekrarlamaya çalışmış ve geleneksel görüşle tutarlı olarak ya hiç spoylır etkisi olmadığını ya da spoylırın keyfi azalttığını bulmuşlardır (Johnson ve Rosenbaum 2015). Son olarak, bir grup Kanadalı ve Amerikalı pazarlama araştırmacısı daha pratik bir soru yöneltmiştir: Spoylırlar bir filmin gişe rakamlarını etkiler mi? (Ryoo ve ark. 2021). Araştırmacılar, 2013-2017 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde gösterime giren 993 filmin ilk sekiz haftalık hasılatını incelemiş ve bu rakamları İnternet Film Veritabanı’ndaki (IMDb) kullanıcı yorumlarında bu filmler için bulunan spoylır derecesiyle karşılaştırmıştır. Çok sofistike bir istatistiksel analiz kullanarak, incelemelerde daha fazla bilgi verildiğinde, filmin daha yüksek gelir elde ettiğini buldular. Araştırmacılar bu ilişkinin altında “belirsizliği azaltma” faydasının yattığını öne sürdüler. Tüketiciler filmi görmek için 16 dolar ödemeden önce filmde neler olacağına dair daha iyi bir fikre sahip olmak istiyorlar. Temel insani kesinlik ve kapanış arzusu bir kez daha devreye girmiştir.
***
Bu araştırma spoylırlar üzerine yapılmış çok geniş bir araştırmayı temsil etmiyor, ancak hem temel spoylır kavramının hem de spoylırların yaratabileceği potansiyel etkilerin beklediğimizden daha karmaşık olduğu açık. Ne var ki şüpheciler karmaşık şeylerden ya da çözülmemiş bulmacalardan korkmazlar. Hayatın doğasında bu vardır.
Bu yüzden size son tavsiyem, arada sırada Anatomy of a Fall ya da Mulholland Drive gibi bir film izleyin, bu film sizin onu saptama çabalarınıza meydan okuyor ve hem bilinen hem de bilinmeyen çoklu hipotez olasılığının tadını çıkarıyor. Tıpkı bir mücevher kutusu gibi kapanan hikâyelere her zaman geri dönebilirsiniz. Onlarda bir eksiklik yok. Mutlu sonla bitmeyen ya da net bir sonla bitmeyen bir hikâyeden zevk alabiliyorsanız, ancak zaman dünyayı olduğu gibi takdir edebilir ve anlamak için çabalayabilirsiniz.
Notlar
(1) Anatomy of a Fall, 2023 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazandı ve En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Sandra Hüller) ve En İyi Yönetmen (Justine Triet) dahil olmak üzere beş dalda Oscar’a aday gösterildi. Triet ve Arthur Harari En İyi Özgün Senaryo ödülünü kazanmıştır.
Orijinal Başlık: Savoring Uncertainty: A Skeptic Goes to the Movies
Yazar: Stuart Vyse
Türkçeye Çeviren: Özlem Kırtay
Editör: Bekir Demir