I
Çağdaş post-politik siyasalın kurucu boyutunu reddettiğinden, birçok filozof siyasal olanı derin bir kesinti kapsamında anlamaktadır, ki Chantal Mouffe’a1Chantal Mouffe, On the Political, Routledge, New York, 2005. göre bu kesinti ontik/ontolojik bir fark olarak gerçeklik kazanır. Bu nedenle Mouffe, “siyaset” (politics) ile “siyasal” (political) arasında bir ayrım yapılmasını önermektedir: Siyaset, düzenin yaratıldığı gündelik siyasi pratiklerle ilgileniyorken, siyasal, toplumun temel bir karakteristik olarak antagonizma üzerinden kurulma biçimiyle ilgilidir. Siyaset ve siyasa (police) arasındaki fark Jacques Rancière tarafından da tartışılmıştır. Ona göre siyasa, “ortaklaşalıkların kümelenmesini ve rızasının işler kılınmasını, güçlerin örgütlenmesini, yerlerin ve işlevlerin dağıtımını ve bu dağıtımı meşrulaştırma sisteminin gerçek kılınmasını sağlayan bir dizi prosedür olarak örgütlenmiştir.”2Jacques Rancière, Disagreement: Politics and Philosophy, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1999, s. 28. Buna karşın siyaset, süreçlerin bu bütünlüğünü kesintiye uğratan ve duyusal olanın düzenli bir şekilde yapılandırılmasına müdahalede bulunan bir etkinliktir. Bu nedenle,3Jacques Rancière, Aesthetics and its Discontents, Cambridge: Polity, 2009, s. 24.
Siyaset, mekânın varoluşuna, nesnelerin müşterek olana ait şeyler ve öznelerin ortak bir konuşma kapasitesine sahip kişiler olarak belirlenmesi üzerine verilen çatışmanın ta kendisidir; her şeyden önce ortak bir sahnenin varoluşu üzerine ve o sahnede hazır bulunanların varoluşu ve statüsü üzerine verilen bir çatışmadır.
Bu ayrım, dans pratiği bağlamında siyasal olan bakımından tartışıldığında ilginç bir kavramsal sorunu ortaya çıkarır. İlk olarak, son dönem siyaset teorisindeki bu ayrımın dans pratiğine doğrudan tercüme edilmesine meydan okumak gerekir, ki bu ayrım dans alanında sıklıkla bir tarafta dans pratiğinin kendisi (“gerçek siyaset”) ve diğer tarafta dansın üretim yapıları (çıkarların örgütlenmesi olarak siyaset) arasında belirir. Rancière’i takip edersek, bu ayrım “siyaseti” ve “siyasa”yı birbirinden ayırmaz; daha çok siyaseti kendisi ve siyasa olarak ikiye ayırır. Saf bir siyasetin olmayışı bunun bir sonucudur: Bilakis mekânın özellikleri ve zamanın imkânları etrafında sürekli dönüp duran, görünürlüğün, işitilebilirliğin ve algısal mevcudiyetin sürekli bir duyusal dağılımı olarak, mevcut olarak algılanmak ve işitilmek için pratiğin sürekli bir müzakeresi ve eklemlenmesi olarak siyaset söz konusudur. Bu anlamıyla ayrım, (pratik, çalışma, estetik) olarak “siyasal” ile (örgütlenme biçimleri, üretim) olarak “siyasal” arasındaki bir ayrım değil, olumsal pratikler arasındaki faaliyettir. Siyaset ve dans hakkındaki son tartışmalarda, bu ayrımın doğrudan üretim ve pratik biçimleri arasındaki farka, “siyasal” ile siyasal, işbirliği ile “gerçek işbirliği”, üretim ile “gerçek üretim” arasındaki ayrıma tercüme edildiği çok sık görülür. Şöyle ki bu istikrarlı ayrımın problemi, iş başındaki gerçek kavramı yakalamak için, onun (örneğin kurumlar, piyasa ekonomisi, moda eleştirisi vb. tarafından gerçekleştirilen) görünürdeki kötüye kullanımından başka bir şey olmasını olanaklı kılabilecek gerçek politikayı hayata geçirmeye yönelik tükenmez bir arzu üretmesidir.
O hâlde böyle bir ayrımın var olmadığını ama siyasalın özünde aralıksız farklılaşma süreçlerinin söz konusu olduğunu unutmamak gerekir: Siyaset aslında sürekli eklemlenme, başkasının yerini alma ve tekillik talep etme süreçleri aracılığıyla kurulur. Nitekim politik olmak, fiilen yürüttüğümüz ilişkilerden daha gerçek, içerisinde fiilen iş gördüğümüz, işbirliği yaptığımız ve dansı yarattığımız, gerçeklikten daha gerçek bir şeyin var olduğu anlamına gelmez. Son on yıllık süreçte, siyaseti konu edinen düşünüm, bizzat siyasal olanın “gerçekliğini” ararken doyum noktasına ulaşmıştı, bilhassa da (sadece dansla değil) genel olarak sanat bağlamında siyasal olan hakkındaki birçok söylemin, kişinin kendi hayatının mevcut ilişkilerindeki, yaşama ve çalışma biçimlerindeki gerçek uygulamasını, bizzat pratik yaşamdaki uygulamasını sıklıkla göz ardı etmesi nedeniyle. Siyasal bu şekilde yalnızca sanatsal pratikler tarafından “koruyucu gözetim” altına alınıp kendini sözde “eleştirel sanat” alanında bulmakla kalmaz, aynı zamanda siyaset ve dans arasındaki aralıksız ilişki de siyasal olanı sürekli olarak başka bir yerde (karşı konuşması gereken kurumda, pratiği görünür kılma prosedürlerinde, çıkarların müzakere edilmesinde, işbirliğinin değerinde vb.) konumlandırır. Politik ilişkinin hâlihazırda içerisinde bulunduğumuz ve içerisinde iş gördüğümüz yollarla inşa edildiğini ve ortak meseleler etrafında aralıksız biçimde dönerek ifade edildiğini kabul etmek önemlidir.
II
Dolayısıyla siyaset ve sanat arasındaki ilişkiye dair temel soru, sanatın özerkliği ve onun siyasete nasıl tabi kılındığıyla ilgili değil, ama özellikle henüz varlık kazanmamış olan olası maddi ve duyusal yaşam biçimlerini ve özneleştirme süreçleriyle ilgili olan müştereğin antagonistik ve kaçınılmaz yeriyle ilgilidir. Burada sadece dans değil aynı zamanda genel olarak sanat da, yaşamın koşulları ve olanaklarına dair sorularla yakından ilişkilidir ve müşterek gerçekliğin potansiyel biçimlerinin ifşasına etki eder. Dolayısıyla sanat, kendine gönderme yapan ve kendine eleştirel bir mesafe koyan söylemsel metinler içerisine eklemlenmez, daha çok göründüğü ve görünür hâle geldiği rengârenk bir bağlam yelpazesine doğrudan meydan okur ve onları yıkar; bununla birlikte sanatın ahlaki ve didaktik bir konuma indirgenmesini de kabul etmez. Sanat bir yaşam biçimidir, yaşamın duyusal ve estetik gücünü, henüz varlık kazanmamış yolları açık eder. Müşterek yaşamın koşullarını, birlikte varoluşun yoğunluğunu ve mevcut özneleştirme yollarını kökten değiştiren de bu yollardır. Burada Rancière ile hemfikir olabiliriz: Siyaset “iktidar ilişkilerinden değil, dünyalar arasındaki ilişkilerden meydana gelir.”4Jacques Rancière, The Politics of Aesthetics. The Distribution of the Sensible, London and New York: Continuum, 2004, s. 57. Bu anlamda, mesela bir performans özelinde gerçekleşebilecek siyasi özneleştirme, topluluğun hâlihazırda olduğu gibi tanınması, haklı olanların ya da hâlihazırda müşterek olan şeylerin tanınması değildir. Özneleştirme, farklı türde bir sayım gerektiren yepyeni bir mutlak çokluğa yol açar. Siyasi özneleştirme, her türlü kimliğini ve payı barındıran deneyimsel alanı yeniden böler. Bu nedenle her özneleştirme aynı zamanda bir kimliksizleştirmedir, alışılagelmiş politik düzenin yerinden sökülmesinin acı verici ve paradoksal sürecidir. Dansa bu özgül perspektiften yaklaşırsak, müşterek yaşam biçimlerinin sömürülmesi kavramını ele almadan dansın siyasetle ilişkisini kavramak mümkün değildir; bugün bu sömürü, yoğun politik antagonizmaların yaşandığı ve demokratik örgütlenme faaliyetinin ve çıkarlarının gösterisinin gözle görülür bir şekilde güçsüzleştirildiği bir zamanda doruk noktasına ulaşmıştır.
III
Dans ve siyaset arasındaki ilişki üzerine düşünmek, günümüzde dans alanındaki çalışmaların genel olarak bağlı olduğu özgül zamansallıkla iç içe geçmelidir, çünkü bu zamansallık müştereklerin deneyimiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Siyaset ile dans arasındaki ilişkinin eklemlenmesiyle birlikte, birçok başka kavram ortaya çıktı ve neredeyse bu kavramların hepsinin (işbirliği, araştırma, üretim, deney, birlikte çalışma, süreç vb.) çalışma biçimleriyle ilgili olması tesadüf değildir. Bu kavramların aşırı kullanımından kaynaklanan bir kaygı söz konusu ve bu kaygı aslında bahsedilen kavramların fiilen icra ettiklerinden daha fazlasını işaret etmeye başlamalarıyla bağlantılıdır; nitekim kaygı, tam da bu kavramların politik olarak güçsüzleşmesinden kaynaklanıyor.
Emek ve çalışma biçimlerinin görünürlüğüyle ilgili tecrübeler, günümüz çağdaş kapitalizmindeki modern üretim biçimleriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır; çalışma, değer üretiminin merkezinde durmaktadır. Duyusal ve yaratıcı çalışma tam da sömürünün merkezinde yer almaktadır ve daha da büyük bir bağımlılık üretmek için sınırlı bir özerkliğin kurulmasını sağlamaktadır. Bu anlamda çalışma süreçleri bir şekilde politik etkilerinden yoksun bırakılır. Dans ve siyaset arasındaki ilişkiyi korumak için, bir alan olarak dansın örgütlendiği koşullar ve yollar üzerine düşünmek yeterli değildir çünkü yalnızca çıkarların yeniden düzenlenmesi yoluyla hiçbir fiili politik sonuç elde edilemez. O hâlde siyaset, birilerinin içinde iş gördüğü koşullarla ya da farklı üretim biçimleriyle değil, bizzat dans pratiğinin sürekli biçimde farklılaşması ve eklemlenmesiyle ilgilidir, ki bunlar da uyuşmazlığın üretildiği müşterek pratikleri ve özneleştirme biçimleridir. Farklı çalışma biçimlerinden ve çeşitli yaratım yollarından kaynaklanan uzlaşmazlıklar ile yenilik ve performansların derhâl metalaştırılmasıyla farklılıkları ortadan kaldırmaya dönük güçlü eğilimin sürdürüldüğü durumlarda, siyasal olan dansla güçlü bir ilişki içindedir. Başka bir deyişle, dans ve siyaset arasındaki ilişki, farklı çalışma ve yaşam biçimlerinin zaman ve mekânın sunduğu imkânlar etrafında olanaklı kılmaya yönelik aralıksız bir ilginin sonucudur.
Bu nedenle, dans pratiğinin ve genel olarak sanat pratiğinin, “izdüşümsel zamansallık” (projective temporality) olarak adlandırdığım belirli bir zamansallık başlığı altına nasıl alındığını üzerine düşünmek bugün çok önemli hale geliyor; pratikleri soyutlayan ve devamlı olarak neye dönüşmeleri ve nasıl dönüşmeleri gerektiği konusunda genelleştiren bir zamansallık bu. Çalışmanın izdüşümsel zamansallığı, özellikle kültürel ve sanatsal alandaki projelerin aralıksız yaratımına dâhil olanların yaşamları üzerinde birçok şaşırtıcı sonuç üretir. Görünen o ki bu zamansallığın her yerde hazır ve nazır bulunması, kelimenin tam anlamıyla sanatsal çalışma ve yaratımda bulunma deneyimini özümsemekte ve aynı zamanda bu çalışmanın tamamlanmasına dâhil olan öznelliğin kendine özgü zamansallığını oluşturmaktadır. Yani izdüşümsel zamansallık, öznel zaman deneyimi ile sıkı bir şekilde iç içe geçmiştir. İster özel ister kamusal ister toplumsal ister mahrem olsun, çağdaş öznelliklerin giderek daha fazla sayıda projenin eşzamanlılığı olarak deneyimlendiği söylenebilir. Sanki projenin zamansallığı, esnek olması gereken ama aynı zamanda bir başarıya, bir gerçeklik kazanmaya, bir icraya hareket eden öznelliğin dönüşümüne uygun ritmi de etkiliyormuş gibi görünmektedir. Çalışmanın ve etkinliğin izdüşümsel zamansallığı, aynı faaliyetin hızlanmasıyla iç içe geçmiştir, ki burada beklenmedik olan yalnızca krizin, bitkinliğin ve geri çekilmenin patlak vermesi nedeniyle gerçekleşir. Tamamlanmaya ve mükemmelleşmeye dönük bu aralıksız hareket aynı zamanda ilerlemenin o sert ve yıkıcı hareketidir; esnekliği aslında öznellik ve onun işbirlikçi çevresi için yıkıcıdır. Çalışma toplulukları arasındaki farklıları silen ve bununla birlikte onun politik gücünü zayıflatan ve bu toplulukları giderek daha fazla birbirine benzeten öznellik çalışmanın bağlamlarından soyutlanır.
IV
Bu anlamda dans ve siyaset arasındaki ilişki sorunu, Andre Lepecki’nin metnindeki önerilerden birine de temas eder, ki burada Lepecki, bedenleri üretmeyi amaçlayan kolonileştirme ve kolonileştirme sonrası etkilerin koreografik pratikleri konu edinen eleştirel söylemde sürekli olarak unutulmasının nasıl mümkün olduğunu sorar. Günümüzde dans pratiği, çoğu zaman, dışavurumlar ve özneleştirmeler arasındaki farklılıkları ve nüansları durmaksızın silen yollarla yaratılıyor. Örneğin, en azından son on yılda Avrupa’daki dans pratiği, aralıksız bir esneklik ve işbirliğine dayalı üretim yanılsamasına, öznel iyiliğe uygun hareketliliğe tabi tutulmuştu, ki burada sanatçının öznellikleri, ilişkiyi sürdürmek ve olasılıkları gerçekleştirmek için bedensizleşmek zorundadır. Öyle görünüyor ki, çağdaş çalışmanın zamansal biçimlerinde, bu çalışmanın gayrimaddiliği ve esnekliği nedeniyle, yaşam biçimlerindeki modülasyonların değişkenliğini, yaşanmış olanın farklı zamansal eklemlenme biçimlerine duyulan ihtiyacı ve yaşamın potansiyelini silen bir şey vardır. Tam da burada politik olan, müştereklerle ilişkili belirli bir pratiğin içinde sürekli mevcut olan dansla ve onun tekil ile çoğul arasındaki hareketliliğinin gücüyle ilişkilendirilmesi gerekir.
Dans pratiği, pratiğin ve çalışmanın olumsal maddiliğinin aralıksız devamlılığıyla, politik öznelliklerin harekete geçirilmesi ve yaratılması yoluyla gerçeklik kazanır, ki bu öznellikler, planlanamayan ya da yansıtılamayan montajlar ve hareketlerle, hareketin hız kazanması aracılığıyla soyutlanamayan farklılıklarla ve yaşamın uyuşmazlık yaratan zamansal modülasyonları ve eklemlenmeleriyle ilişkilidir. Bu bölük pörçük düşünceleri, Jonathan Burrows’un A Choreographer’s Handbook (Koreografın El Kitabı) adlı harika kitabından “yapabileceğim kadarını yapma arzusunu serbest bırakmanın” önemine değinerek sonlandırmak istiyorum.5Jonathan Burrows, A Choreographer’s Handbook, Oxford: Routledge, 2010, s. 103. Burrows, sanatsal sürecin her zaman olumsal bir durumdan, öngörülemeyen, projekte edilmemiş, hâlihazırda verilmiş, planlanmış, hiçbir şekilde “seçilmiş” olmayan bir durumdan yola çıkmasının önemi hakkında kalem oynatıyor. Genç sanatçılara verdiği tavsiyeler daha geniş bir perspektiften de okunabilir. Dans ve siyaset hakkında düşünüldüğünde, dans politikayla, politika da dansla ilişki içindedir, nasıl ilişkilendirilmeleri gerektiği kavrandığında rahatlatıcıdırlar. Yaratma sürecinde bu tavsiyeyi takip ettiğimiz zaman, sürecin olumsallığının ortaya çıkmasını olanaklı kılarız: Maddiliğin sürekli olarak yeniden düzenlendiği ve değişimin yalnızca gerçekten uygulamaya konulurken beklenebileceği bir pratiğe yol verilir. Bu tavsiyeye uyarak siyaseti dansla ilişkili olarak düşündüğümüzde, danstan politikaya baktığımızda, muhtemelen dans pratiğinin olumsallığını ve tekilliğini ortaya çıkarıp dansın, üretimin ve izdüşümsel zamansallığın sürekli hızlanması özelinde hayata geçirilen öznelliğin kıskacını gevşetme potansiyelini açığa çıkarabiliriz.
Notlar
(1) Chantal Mouffe, On the Political, Routledge, New York, 2005.
(2) Jacques Rancière, Disagreement: Politics and Philosophy, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1999, s. 28.
(3) Jacques Rancière, Aesthetics and its Discontents, Cambridge: Polity, 2009, s. 24.
(4) Jacques Rancière, The Politics of Aesthetics. The Distribution of the Sensible, London and New York: Continuum, 2004, s. 57.
(5) Jonathan Burrows, A Choreographer’s Handbook, Oxford: Routledge, 2010, s. 103.
Orijinal Başlık: The Politics of Time, Dance [and] Politics içinde
Yazar: Bojana Kunst
Türkçeye Çeviren: Esra Çalık
Editör: Kadir Gülen
Redaksiyon: Bekir Demir