Marksist araştırma neye benzer? Siyasi meselelere baktığımız zaman bu açık bir şekilde görülebilir, ama Marksizm sanat ve müzik gibi konularda araç olarak kullanıldığı zaman o kadar da açık değildir. Meselenin özünde yatan şudur: Ne ölçüde açıklama yapmaya çalışmalı, ne ölçüde eleştiri yapmalıyız?
Bu ikilemin, Marksizmin akademik bir disiplin haline gelmesiyle ortaya çıkan bir soru olduğu söylenebilir. Marksizmin yalnızca ”nesnel” analitik amaçlar için kullanılabileceği fikri sadece akademide ortaya çıkmıştır. Akademi dışında, Marksizmin eleştiri amacıyla kullanıldığı açıktır, öylesine açıktır ki bu ikilemin tersinin düşünülmesi daha olasıdır; Marksizmin sadece eleştiri olduğu, yani nesnellik iddia etmeyen saf politik bir ideoloji olduğu ortadadır.
Ancak akademik disiplinlerde -özellikle kültürel çalışmalarda- Marksist analitik metodun, hiçbir siyasi projeye ya da dünyayı değiştirmek için daha geniş bir hedefe bağlı olmadan önemli bilgiler üretebileceği fikrini görüyoruz. Muhtemelen bu yaklaşıma karşı çıkan en önemli görüş Feuerbach Üzerine Tezler’in ikincisinde Marx’ın kendisi tarafından ifade edilmiştir:
Nesnel gerçekliğin insan düşüncesine atfedilip atfedilemeyeceği bir teori sorunu olmaktan ziyade pratik sorunudur. İnsan, gerçekliği, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçek dışılığı konusundaki tartışma, tamamen skolastik bir sorundur.
Bu bağlamda pratiği, siyasi bir pratik olarak ele alıyorum ve dolayısıyla bu tezin anlamı şu şekildedir: Siyasi pratiğe bağlı olmayan tüm (sosyal) teori boşa düşer, çünkü teoriyi pratiğin dışında temellendirmenin bir yolu yoktur. Ekonomi, siyaset, toplumsal yapılar vb. hakkında üretilen teorilerin doğru olup olmadıkları sosyalizm için mücadele edenlerin faydalı pratiklerini ne ölçüde kolaylaştırdıkları ile test edilmelidir. Öte yandan, doğru bir teori geliştirmenin en iyi yolu, onu sosyalizm mücadelesine nasıl katılacağı noktası ve perspektifinden geliştirmektir.
Konu sınıfsal ya da siyasi mücadelelere doğrudan temas etmeyen teorilere gelince -örneğin kültürel meseleler, estetik vb.- pratik testini uygulamak biraz zor gözükebilir. Muhtemelen bu nedenle, ilk nesil Frankfurt Okulu eleştirel teorisyenleri , eleştirel bir duruş sergilemenin alternatif bir gerekçesini ortaya koydular. Adorno ve Horkheimer, mevcut koşulları -yani kendi içerisinde ayrışmış sahte bir toplumu- olduğu gibi kabul etmenin, toplumun mevcut durumunun suç ortağı olan bir teori üretmek ve esasen bu toplumun savunucusu gibi davranmak anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Horkheimer, eğer “her fırsatta makul yaşam koşullarına yönelik bir kaygının hakimiyeti altında değilse” teori adına layık olmadığını söylemiştir.
Bu duruşun müziğe uyarlanmasının en bariz örneği elbette Theodore Adorno’dur. Adorno’nun yazıları, modern toplumun gizemci ve baskıcı eğilimlerine şu ya da bu şekilde teslim olan bir müzik ürettiğini iddia ettiği bestecilere yönelik en sert ve tavizsiz eleştirilerle doludur. Stravinsky, Wagner, popüler müzik ve cazın tamamını topa tutan Adorno, Schoenberg, Berg ve Mahler’i ise tarafgir şekilde açıkça desteklemiştir.
Bu teori üretme yöntemi ana akım soruşturmaların, özellikle müzikolojide el üzerinde tuttuğu tarafsız pozitivist standarda taban tabana zıttır. Bu bizi şaşırtmamalı. Hâkim müzikoloji yapma tarzı, kanona (Batı sanat müziğinin ustalarına) gereken saygıyı göstermek, ama bunun ötesinde değer yargıları üretmemek üzerine kuruludur. Değer yargılarının, kişinin akademik çalışmayla alakası olmayan kişisel tercihleri ortaya koymaktan başka bir işe yaramayacağı düşünülmektedir.
Kültürel sorunlarla ilgilenen Marksistlerden olan Lukacs, “tarafsızlık sergileme merasimini” sertçe eleştirir. Buna rağmen, kendine Marksist diyenler arasında bile bu tavır devam etmektedir; müzikolojilerinde “postmodern bir Marksizm” kullandıklarını iddia eden Adam Krims ve Henry Klumpenhower buna örnektir. Kültür ve müzik hakkında değer yargılarında bulunmanın aslında bir temeli olmadığını ve Marksizmin görevinin eleştirel değil, analitik olmak olduğunu savunurlar. Kapitalizm, mevcut “esnek birikim” rejimi altında kültür ürünlerini tamamen metalaştırmayı başardığı için ve -her Marksistin iyi bildiği gibi- sanat kendi sosyo-tarihsel koşullarını aşamayacağı için, sanatta hiçbir direniş veya muhalefet momentinin olamayacağı kararına varıyorlar. Buna göre, John Storey gibi, bu direniş unsurlarını arayanlar, Gramsci’nin tahrif edilmesiyle ve anakronik bir sivil toplum konseptiyle tarafından yanlış yönlendirilirken, Marksizmin estetikle bağdaştığına (ya da Marksist bir estetik olabileceğine) inananlar Marx’ın erken dönem eserlerinde var olan idealizim kalıntılarına sarılıyorlar.
Bu görüşe göre sanat bir özgürlük diyarı değil, hatta geleceğin özgürlük diyarının nüvelerini bile taşımıyor. Sahip olduğumuz tek şey, içerisinde üretildiği sermaye birikim rejiminin mührünü taşıyan metalaşmış kültür ürünleridir. “Bundan dolayı,” diyor Krims, Marksist müzikolojinin görevi “müzik eserlerinin sesindeki esnek birikimin izini sürmektir”. Klumpenhouwer daha da ileri giderek “kapitalizm gibi kapalı bir sistemde çıkış için mücadele etmenin anlamsız olduğunu” savunur. Bir başka deyişle, Star Trek’teki Borg gibi konuşur, direniş beyhudedir.
Burada Marksizm, tüm siyasi amaçlarından arındırılmış analitik bir araç olarak kabul edilir. Marksist müzik analizi, görevi müziğin neden mevcut halindeki gibi tınlamaktan başka bir şansı olmadığını açıklamak olan yarı-bilimsel bir pratik halini alır.
Şimdi bir paradoksa ulaştık. Nesnellik ya da tarafsızlık çabasına rağmen, bu yaklaşım ideolojinin hiç de fena olmayan bir tanımı gibidir: mevcut durumun doğallaştırılması ve şeylerin olduklarından başka türlü olabileceklerinin reddi. Bu şekilde “ideolojik” olmaktan kaçınmanın tek yolu, Marx’ın yaptığı şeyi yapmak ve en başından itibaren araştırma nesnemize kararlı bir şekilde eleştirel yaklaşmaktır.
Eleştiriden kaçınan türde bir Marksizm, Marksizmi tamamen yanlış anlamaktadır. Marksist bir analitik yöntemi kapitalizmin eleştirisinden ve kapitalizmi aşma tasarısından ayırmaya yönelik herhangi bir girişim onu fiilen başka bir şeye dönüştürür.
Dolayısıyla, Marksist bir müzikoloji, müziği incelemenin yanı sıra yargılarda da bulunmalıdır. Aslında bu amaç için “müzikoloji” tatmin edici olmayan bir kelimedir, çünkü akıllara bestecilik tekniklerin adli bir incelemesini getirme olasılığı var. Marksist müzik eleştirisi aklımdaki şeyi daha iyi tanımlar nitelikte olsa da “müzikoloji” en azından, müzik üzerine Marksist yazıların çoğularının ihmal ettiği bir şeye, müziğin müzikal yönüne vurgu yapma avantajına sahiptir.
Orijinal Başlık: What is the task of Marxist musicology?
Yazar: Mark Abel
Türkçeye Çeviren: Berat Okçu
Editör: Uğur Şen