CHP’nin kurucu irade rolüyle sahip olduğu ideolojik repertuar başından beri bir yamalı bohçaydı. Hegemonik bir performansın faili olarak tarihsel bir kırılma anında ortaya çıkan bir partinin böyle olması da zaten kaçınılmazdı. Bu koşullarda CHP öncelikli olarak Yusuf Akçura’nın kategorize ettiği ve Osmanlı yıkılırken, devlet elitlerinin Devlet-i Aliyye’yi kurtarmak adına benimsediği üç farklı ideolojiden Türkçülüğü benimsedi. Diğerleri malum Osmanlıcılık ve İslamcılık idi. Türk sağının temel iki bileşeni. CHP ve öncülleri bunun yanına Batılılaşmayı ekledi. Bu garip amalgamın iki unsuru, belli noktalarda birbirine yapıştı. Ancak, yurttaşlık konusuna gelince sıra, Türk olma konusu böylesine kozmopolit, böylesine heretik ve heterodoksik unsurlarla yoğrulmuş bir coğrafyada ciddi kafa karışıklıkları yaşattı. Düşünün böylesi bir kurucu irade, bir yandan kadınlara seçme seçilme hakkı verirken, diğer yandan Nezihe Muhiddin’in kuruculuğunu üstlendiği Türk Kadınlar Birliğini 1935’te yapılan seçimde atama mahiyetinde 18 kadının meclise gönderilmesinden sonra yayınlanan bir genelgeyle “kapattık birliği, haklarınızı devletin uygun gördüğü birimlerde ararsınız” deyiverdi. Bir yandan halkın bin yıla yakındır yaşadığı ihmali “mahir ellerle” yok etme emeli taşırken, diğer yandan halkın bir kısmını isyan bastırma girişimleriyle katledebildi. Kuşkusuz sosyalist olanlar da dâhil her devrim hayatını kurtardığını iddia ettiği çocuklarını yiyerek ilerler. Her yenen çocuk o devrimi oburlaştırır, hantallaştırır. Sanırım Türkiye modernleşme “devriminin” yaşadığı en belirgin sorunlarından birisi buydu. İnsan bazen çocuğunu severken boğup öldürebilir de değil mi? Bu ölüm o sevgiden bir şey eksiltir mi? Eksiltmez mi? En azından o kadar çok “severseniz”, severken öldürürseniz, sevecek çocuğunuz kalmaz; kalanlar da en çok sevdiğiniz kadar sevilmeye layık görülmediği için, sürekli tekdir edilir ya da kötekten geçirilir. Bu sürekli sevilmeyi hak etmeye çalışan kalan çocuklar aynı zamanda devlet nazarında makbul olabilmek için, sürekli onun istediği gibi evlatlar, ona yaranmaya çalışan evlatlar olmaya çalıştı. Türk sağının içi boş hamasetlerine tamah eden Türk sağı seçmeninin belki de tarihsel arızası buradan kaynaklanıyor. Sürekli babaya yaranmaya çalışan makbul çocuk olma sendromu. Yanı sıra evet çok şey eksiltti. Emin olun çok şey eksildi ve bugün geldiğimiz noktada bu coğrafyadaki her anlamdaki çoraklığın temel nedenleri bu eksilmelerde yatar.
CHP bugün Türkiye’de 2002 seçimlerinde dağılan ve AKP’nin yönettiği 22 yıl boyunca bir daha toparlanmak şöyle dursun, neredeyse tümüyle buharlaşan merkez sağı ve ideolojik ve sosyolojik olarak can çekişen merkez solun aynı bünyede vücut bulabildiği bir partidir. CHP 100 yıl sonra atlattığı onca badireden sonra yine tarihi bir misyonu mecburen yüklendi. Tarih ve çaresizlikten kırılmak üzere olan Anadolu halkları CHP’yi bir ölüm kalım mücadelesinin önderi olarak atadı bu son seçimlerde. CHP ve kadroları buna hazırlar mıydı emin değiliz hiç birimiz, kendileri de emin değillerdi belli ki. Ancak tarihi misyonlara zaten hiçbir zaman hazır olunmaz. Bu misyonun gereklerini yolda öğrenirsiniz, tıpkı siyaseti ve halkın taleplerini yolda öğrendiğiniz gibi.
Şimdi 31 Mart 2024 seçimlerinden sonra çokça yazıldı, çokça konuşuldu. Daha da konuşulacak, tartışılacak. Bazıları CHP’nin bu “beklenmedik” başarısını başarı olarak değil, iktidarın kaybetmiş olmasına bağlıyor. Öyle ya bilmem kaç yıldır her seçimden yenik çıkan bir CHP’nin böylesi bir başarıyı bile isteye, taammüden hayata geçirmiş olması ihtimal dâhilinde değil! Bu tür tarihsel “başarılar” değerlendirilirken, bu başarının tarihsel arkaplanı genellikle göz ardı edilir. Seçimler modern zamanlarda tıpkı savaş haberleri gibi anlatılır. Savaşın da bir yeneni, bir de yenileni vardır, bir kazanılan bir de kaybedilen toprak olduğu gibi. Seçimin de yenilenleri ve kazananı oluyor haliyle. Buraya nasıl gelindi? Hangi tarihsel planlamalar yapıldı? Hangi başarısız taktik ve stratejilerden geçildi? Hangilerinden dersler çıkarıldı? Rakibin yaptığı hangi yanlışlar, hatalar halkı ondan uzaklaştırdı? Kuşkusuz hepsi birlikte tartışılıyor da, çoğu zaman bu sorulara verilen yanıtlar en nihayetinde kazanılan belediye sayısı, alınan oy oranına indirgenmek zorunda kalınıyor. Haksız da sayılmaz bunu yapanlar kuşkusuz. Öyle ya, siyaset de “savaş” da kazandıklarınızla değerlendiriyor sizi; matematik problemini çözerken iyi niyetli öğretmenin sonuç yanlış olsa da gidişattan az da olsa not vermiş olmasına benzemiyor siyaset. Ancak gelecekte yapılacak planlamalar, geliştirilecek söylemler, makul, demokratik ve katılımcı bir dil geliştirmek ve bu dille topluma daha iyi güven verebilmek için sadece sonuca değil gidişata da bakmak gerekiyor.
CHP kurduğu Cumhuriyetin 100 yılında tekrar bir tarihsel misyon üstlendi. Yine tıpkı 100 yıl öncesinde olduğu gibi, Kemal Kılıçdaroğlu ile başlayan karşı hegemonya çabası o olmaksızın, başka aktörlerin liderliğinde sonuç vermiş görünüyor. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı hatalar bir yana zor zamanlarda aldığı kararlar gelinen aşamada ne olursa olsun etkili olmuş görünüyor. İstediğiniz kadar Kılıçdaroğlu’nu çoğu zaman tutarsız davranması, misal mecliste milletvekillerinin dokunulmazlıklarına anayasaya aykırı olmasına rağmen “evet” oyu vermesi-verdirmesi gibi davranışları sergilemesi nedeniyle eleştirin. Onun başlattığı Adalet Yürüyüşü, Ankara’nın Çubuk ilçesinde neredeyse linç edilecek hale gelmesi, yüzleşme kampanyasıyla devlet ve elbette CHP adına muhataplardan özür dilemesi gibi adımları partinin hegemonik sağ tarafından yıllar içinde etrafına örülen sert kabuğun kırılmasına yol açtı. 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerinde sağ ile kurduğu açıktan, HDP’nin temsil ettiği sol ittifakla kurduğu zımni ittifak da yabana atılır bir girişim değildi. Şimdiden geriye bakınca eleştirmek kolay geliyor elbette. Kılıçdaroğlu’nun iyi niyetle ve belki de “Devlet-i Aliyye”yi ürkütmemek için sağcılarla kurmaya çalıştığı ittifak, geriye dönüp baktığımız zaman gereksiz ve anlamsız görünebilir. Kılıçdaroğlu’nun Kürt-Alevi-solcu kimliğinin Devlet-i Aliyye nazarında sorun olacağı aşikârdı, nitekim sorun oldu. Kazanacak aday-kazanamayacak aday ikilemi içine hapsedilen adaylık tartışmalarında Kılıçdaroğlu’nun birincil müttefiki Akşener tarihsel misyonunu oynayarak bu adaylığı kuşkulu hale getirdi ve sonuç herkesin malumu. Şimdi geriye dönüp baktığımız zaman, Kılıçdaroğlu muktedir olmak açısından bir başarı gösterememiş olsa da, bugüne gelme konusunda önemli adımlar attı. Kılıçdaroğlu’nun tarihsel eylemlerini değerlendirirken, bunları akılda tutarak, insaf dairesinde eleştirmek gerekir.
Bu satırlar bir Kılıçdaroğlu aklama çabası değil. Bir tarihsel hakkın teslimiyle birlikte, CHP’nin bugünkü tarihsel konumunu, ideolojisini CHP’nin seçmen sosyolojisindeki dönüşümün izdüşümlerini anlama çabasıdır. Bu anlama çabası, aynı zamanda ilerleyen zamanlarda hayata geçirilecek strateji, taktik ve planlamalar açısından da yol gösterici olabilir. 100 yıl sonra CHP yine bir tarihsel blokun temel aktörü olarak karşımızda ve her tarihsel blokun aktörü gibi çok dilli ve çok ideolojili bir aktörle karşı karşıyayız. 2019’daki yerel seçimlerden kalan sağcı ittifak aktörlerinden tutun da, solun en uç yelpazesine kadar pek çok aktör CHP’nin bu çok dilli kurumsal kimliğinin içinde yer bulabiliyor. Mansur Yavaş’tan Muhittin Böcek’e kadar pek çok merkez sağ, hatta MHP kökenli siyasetçinin CHP çatısı altında belediye başkanlığı yapabiliyor olması, bir yandan CHP’nin ideolojik olarak bir hayli esnemiş olmasına işaret ediyor, diğer yandan böyle sağ kökenli politik aktörlerin kendilerine yer bulabilecekleri bir merkez sağ partiden yoksun olmalarından kaynaklanıyor. Beklenildiği gibi İYİ Parti merkez sağ pozisyonunu doldurabilmiş olsaydı belki bu tarihsel denk düşüş gerçekleşmeyebilirdi. Hayat ve siyaset sürprizlerle dolu.
100 yıl sonra CHP solun dünyada da güç kaybettiği, Türkiye’de varlık bulmaya çalıştığı, merkez sağın buharlaştığı, biri büyük diğeri küçük ve daha da küçüklerden oluşan partiler bloğunun desteğini alan bir tek adam rejiminin hâkim olduğu bir politik ve toplumsal ortamda tekrardan bir yamalı bohça ideolojik repertuarla tarih sahnesinde etkili bir aktör olma yolunda önemli bir aşama kaydetti. Toplumu uzun yıllardır farklı kategorilerle kutuplaştırarak otoriterleşen, varlığını borçlu olduğu seçimli parlamenter demokrasiyi ve bunu denetleyen tüm mekanizmaları sonuna kadar suiistimal ederek hükmeden bir despota güç kaybettirmek açısından elde edilen sonuç tarihsel bir başarıdır. Ancak CHP’nin içinde bulunduğu tarihsel konum, politik ufkunu şekillendiren karmaşık ve zaman zaman birbirine taban tabana zıt ideolojik angajmanlar bir yönüyle avantaj bir başka yönüyle de dezavantaj sayılabilir. Bu karmaşadan bir harmoni yaratmak elbette politik aktör ya da aktörlerin maharetine kalmış.
CHP ve yöneticileri bu son seçimde muktedirin hapsetmeye çalıştığı kutuplaştırıcı ve düşmanlaştırıcı söyleme teslim olmamayı kısmen başarabildi. Arada çıkan çatlak sesler ise kabul edilebilir. Bu son seçim aynı zamanda yıllardır muktedirin temel hükmetme stratejisi haline getirdiği Müslüman-laik, muhafazakâr-modern, yerli-yabancı, mütedeyyin-dinsiz, vatansever-vatan haini gibi daha çokça uzatılabilecek zıtlıkların yarattığı suni ayrışmaların da aşılmaya çalışılması anlamına geliyor. Toplumun sağduyusu ve halkın popüler talepleri bu ayrışmaların bir yana bırakılması konusunda yol gösterici olmuş görünüyor. Seçim bölgelerine kulak kabarttığınız zaman, hayatında hiçbir zaman CHP’ye oy vermemiş olan pek çok insanın oy verdiğini görüyoruz. Bu tercihte kuşkusuz 2019’da kazanan belediye başkanlarının bütün engellemelere rağmen gösterdikleri özverili hizmet siyaseti etkili oldu. Bu tarzda bir hizmet siyaseti dili, bir yandan mevcut kutuplaşmaları kırmak açısından etkili bir araç olabilir, ancak bir ülkenin geleceğinin yeniden kurulması açısından etkili bir rol üstlenmeye aday bir parti açısından renksiz ve kokusuz bir hizmet siyaseti dili kenetlenmeyi ve toplumu yeniden toplum haline getirmeyi sağlamakta yeterli kalmayabilir. Salt hizmet siyasetine dayalı bir dil her zaman, Afyonkarahisar Belediye Başkanı seçilen Burcu Köksal’ın diline benzer bir dilin kolayca açığa çıkmasına yol açabilir. Bu dilin CHP’nin üstleneceği rolün büyüklüğü ölçüsüne sığmayacağını gösterilen teveccühten anlayabiliriz. CHP’nin tarihsel rolünü etkili bir şekilde yerine getirebilmesi için mevcut kutuplaşmayı mümkün kılan ve çoğu zaman CHP’nin ideolojik repertuarına ve politik aktörlerinin tıynetlerine de sızan kutuplaştırıcı dilin yarattığı zıtlıkları aşarak anayasal eşit yurttaşlık temelinde bir ilkeye yaslanması ve bu belediyecilik üstünden kurulan politikasız dili kapsayıcı bir politik dile çevirmesi gerekir. Bunun için yereli ve ulusalı kendi ölçeğinde, ancak demokratik toplum tahayyülünün sınırlarını da kapsayıcı bir politik söylem içinden değerlendirmek gerekiyor.