Maria Montessori’nin öğretisiyle büyüyenlerin, onun okullarından mezun olanların kapitalist üretim ilişkileri içerisinde en rahat edebilecekleri, kazandıkları yetenekleri kolaylıkla sergileyebilecekleri yapının Taylorizm olduğu söylenebilir. Onların Taylorizmin öncesi ve sonrasında, Fordist ve Post-fordist modeller içerisinde fazla yetenekli kalacakları, huzursuz çalışanlar olacakları kesindir. Fordizmin fazla katı ve yaratıcılığa yer vermeyen niteliği ve Post-fordizmin bireyin yerine düşünen kabiliyetli yapısı içerisinde yaratıcı bir şekilde hareket edemezler. Taylorizm, henüz fazla akılcı olmamış ve boşlukları bulunan bir sistem içerisinde yetenekleri ölçüsünde değer üretebilen bir çalışan tiplemesini gereksinir. Fordizmde veya Fordizm-sonrasında, katı veya esnek biçimde de olsa, üretim tertibatının kendisi asıl işi yapar. Fordizmde tek tip ürün, Post-fordizmde ise sayısız farklı ürünün zorlaması altında bireysel yetenek belirleyici olmaktan çıkar. İlkinde üretim hattının sınırları çok bellidir, ikincisinde ise neredeyse kaybolmuştur. Her ikisinde de emekçi üretim tezgâhının basit bir tamamlayıcısı, ek bir alet edevatı konumundadır. Oysa Taylorizmde süreçleri o yönetir. Ne kadar yetenekliyse verimi de o kadar artar.
Frederick Winslow, Taylor ile yakın zamanlarda yaşamış olsa da, Montessori’nin öğretisi ancak Post-fordist zamanlarda karşılığını bulur. Yani Taylorizmin beklediği o yetenekli, uyumlu, bedensel ve zihinsel melekeleri gelişmiş bireylerden müteşekkil emekçi tiplemesi geç bir zamanda ortaya çıkar. Taylorist bir işletme veya fabrika bu noksanlık sebebiyle, hazırlıksız gelen çalışanların meslek içi eğitimlerle geliştirilmesi ve iş zekâsına uyumlu hale getirilmesine çaba gösterir. Diğer yandan Montessori’nin öğretisinin karşılık bulduğu bir kuşağın Taylorizmden çıkış koşullarını hazırladıklarını da ileri sürebiliriz. Bünyevi melekelerine müsait geniş ifade alanları arzuladıklarından, tekdüze iş koşullarına katlanamazlar. Ayrıca hayatı çok boyutlu tecrübe etme arzusuyla meslek hayatını öncelikler sırasında aşağıya alabilirler. Dolayısıyla Taylorist modelde işleyen kapitalizm beklediği emekçi topluluğuna geç bir zamanda ulaşır. Fakat onların iyi birer tüketici adayı olduklarını fark ederek, değişkenlik arzularına cevaben yeniden yapılanır. Böylece postmodern veya endüstri-sonrası zamanların sakini bireyler toplamı olarak tüketim ya da gösteri toplumu gibi adlar alabilen bir dönemin ideal özne tiplemesine ulaşırız.
Taylorizm kapsamında bilindiği gibi, geleneksel üretim biçimlerindeki verimsizliğe yönelik Taylor’ın ilk yaygın girişimlerinin oluşturduğu akılcı üretim yöntemleri geliştirilir. Bir demir-çelik fabrikasındaki karmaşık ve toplu halde yürütülen işleri veya daha basit, sözgelimi bir duvar ustasının ferdi çalışmasını verimli kılmak burada esastır. Onun yaptığı detaylı analizler sonucunda, çalışma ortamı yeniden düzenlenerek işçilerin icra ettikleri temel hareketler azaltılır. Taylor, çok kapsamlı ve yıllar süren araştırmalar sonucunda demir-çelik fabrikasında her ayrı iş biriminin benzer verimlilikle üretilebileceğini fark eder. Burada esas olan işin ve çalışanın uyumudur. Herkesi becerisi ölçüsünde işlere yerleştirmek iş ortamındaki düzenlemenin bir parçasıdır.
Taylor’ın bu “bilimsel” girişimlerindeki gayesi sadece fabrika sahibini daha da zenginleştirmek değildir. Aynı zamanda emek sarfiyatının da önüne geçerek, çalışanların esenliğini düşündüğünü dile getirir. Zaten yapılan karşılaştırmalı araştırmalar da Taylorist emekçilerin en fazla ücreti aldıklarını gösterir. Post-fordist sistemin ortaya çıkış sebebi de burada aranabilir; yani emek maliyetlerini azaltmak. Uzak Asya’ya, kadın ve çocuk işçilere yönelmek bu rahatsızlığın bir sonucudur. Taylor, her ne kadar huzurlu bir fabrika, grev ve lokavttan uzak işletmeler arzusunu, herkesin “mutlu” olduğu bir düzen özlemini dile getirse de, akılcı kapitalist idarenin ve sömürünün de alt yapısını oluşturur. Yani cehennemin yolları bir kez daha iyi niyet taşlarıyla döşenir. Montessori’nin de iyi niyetinden şüphe etmek yersiz olsa da, kapitalizm gibi çok esnek ve gücünü omurgasız yapısına borçlu bir tertibat karşısında, onunki gibi devrimci teklifler fazla dayanamaz; romantizm, psikanaliz, yapısöküm de benzer durumlarla karşılaşır sonradan. Montessori öğretisiyle teşkilatlanan okullardan mezun olan, zihnen ve bedenen gelişmiş bebekler, çocuklar büyüyene kadar kapitalist idare yapısı değişir. Verimli ve üretken işletmelerde yeteneklerini sergilemek, Taylorist iş zekâsının bütünlemekte biraz geç kalırlar.
Taylor, meşguliyetinden bağımsız herhangi bir işletmede verimliliği artırmakla ilgilenir. Hatta Lenin de onun bu çabasından övgüyle söz eder ve komünist idarenin bu noksan tarafını geliştirmesini tavsiye eder. Böyle bir sistem her zaman nitelikli insana gereksinim duyar; “büyük işletmelerimizin yöneticilerinden evlerimizdeki hizmetçilere kadar.” Taylor, nitelikleri topluca artan bir toplumda herkesin refahının artacağını hesaplar. Gökalp gibi herkesin mesleğini iyi icra ettiğinde ulaşılacak müşterek bir esenliğe inanır. Burada esas olan doğru meslekle doğru kişiyi buluşturmaktır. Verimlilik ve huzur için herkesin sorumluluğunu aldığı işi, eğlence için yaptığı spor etkinliklerinde olduğu gibi “tüm organlarını kazanmak için zorlayacağı” bir yapıyı karşılıklı oluşturmak gereklidir. Kendisiyle yakın zamanlarda yazan Marx’ın damadı Paul Lafargue’ın aksine tembelliği, işi yavaşlatmayı, “kaytarmayı” en büyük sorun sayar. Bilimsel işletme yöntemleri öncelikle “işi asmaya”, “kasten yavaş çalışmaya” karşı denetim düzenekleri oluşturmalıdır. Bunun için de baskıdan ziyade öncelikle ücretleri artırmak gereklidir. Çalışanın yetenekleri ve iç huzuruyla birleşen refah, “gelişigüzel yöntemlerden” kurtuldukça daha etkin sonuçlar vermeye başlar. Taylor böyle bir yöntemin esasının eşitsizlikleri azaltmak değil, “performansı” artırmak olduğunu açıklıkla dile getirir. Yöntemli çalışanlarla, “doğal içgüdülerine” meyledip tembellik yapanları tespit etmek esastır. Emekçiyi gönüllü bir şekilde hızlandırmak bilimsel yönetimin temel sorusunu oluşturur. İşin kolayına kaçmasını mümkün kılan kestirme yollar, karanlık noktalar belirlenip kapatılmalıdır. Taylor, Weber’in akılcı kapitalist işleyiş dediği yapının pratik bir karşılığını arar. Dinlenme ve çalışma çevrimini de bu kapsamda düzene sokmalıdır; “sistematik kaytarma” tertipleri belirlenmelidir. Asıl mesaisini üretimi etkin kılmaya değil de nasıl yavaşlayacağına dair tertipler kurmaya ayıran çalışanların bir çeşit panoptik tasarımla hizaya getirilmesi de bu akılcı ve bilimsel işletimin bir başka işlevidir.
Montessori’nin okullarında oluşturmaya çalıştığı, yaptığı işle uyumlu bireyler, kişisel gelişim düzeneklerine ihtiyaç duymadan kendilerini uzun zaman önce tertip etmiş olarak işe başlarlar. Uğraştıkları konuyu varoluşlarının bir uzanımı yapmayı başarırlar. Onlar doğal tembelliklerine erken zamanda çözüm üretirler. Fakat içerisinde daha mutlu olacakları Taylorist işletmeye vaktinde yetişemezler. Montessori, öncesinde irade terbiyesi yoluyla, biraz da baskı aracılığıyla gerçekleştirilen bir eğitimi, bebeğin ve çocuğun tüm yetileriyle, gönüllü bir şekilde, eğlenerek oluşturmasını sağlayan bir yöntem keşfeder. Foucault’nun modern tertibatın biyosiyasetle beraber iki temel bileşeninden birisi saydığı benlik teknolojilerini eğitim hayatında etkin biçimde uygular. Bebek ve çocuk kendi rızası hilafına bir süreç içerisinde olduğunu hissetmeden büyür. Taylorist bir ortama düştüğünde bilimsel yollardan işletilen bir yapının baskısına gerek kalmadan kendisini içeriden denetleyen ve izleyen bir çalışan olur. Benliği panoptikon gibi çalışır. Oysa kendi iç tesisatını erken yıllarda kuramamış bir çalışan için dışarıdakinin davranışı belirleyici niteliktedir. Kendi değerleriyle değil de bir başkasınınkiyle yarışır. O tembelse ondan daha tembel olmaya çalışır, ondan daha disiplinli davranmaz.
Taylor’ın teklif ettiği bilimsel yönetimse insanların tabiatlarına ve bu yöndeki meyillerine karşı çoklu bir düzenlemedir. Erken yaşlarda oluşturulan bir çalışma ülküsüne sahip olmayan emekçi “özsaygı noksanlığı” sergiler. Hareketlerine akılcı bir yöntem değil de keyfilik hâkim olur. Taylor için başına buyruk eylemler bir “karakter zayıflığının” sonuçları sayılmalıdır. “Dürüst ve doğru sözlü işçiler” böyle davranmazlar. Kapasiteleriyle uyumsuz yavaşlıkları ve verimsizlikleri onlardaki zayıf mizacın belirtileridir. Weber’in kapitalizmin inşa edici gücü saydığı püriten ahlakın içinden konuşur. Bireyin öncelikli vazifesi kendi yetilerini geliştirmesi ve ona uygun bir çalışma etiğini takip etmesidir. Bilimsel yönetim çalışanlara güvenmeyen bir yaklaşım sergiler. Tabiatlarında kayıtlı tembelliği bir ileri aşamaya taşıyarak, “sistematik kaytarma sanatı” oluşturan çalışanlara karşı bazı tertipler yardımıyla dışarıdan sınırlar yerleştirme ilmidir.
Alıntılar
Taylor, Frederick Winslow (2018). Bilimsel Yönetimin İlkeleri, çev. H. Bahadır Akın, Konya: Çizgi.
Montessori, Maria (2019). Emici Zihin, çev. Okhan Gündüz, İstanbul: Kaknüs.