Sokağın Dili, Liselilerin Mücadelesi

Son ders çıkışında koridorda bir slogan patladı. Bahçe kapısına geldiğimde bizim gençler ağır adımlarla hareket ederek çoğalmaya çalışıyor. Kapı önünde sloganlar: “Faşizme karşı omuz omuza!”
Okuma listesi
Editör:

Eşitlik-özgürlük

Eşitlik ve özgürlük Solcular açısından birlikte kullanılması muhakkak olan, iki ayrı şeyi niteleyen bu kavramlar niteledikleri yahut en kaba haliyle çağrıştırdıkları duygu bakımından toplumu oluşturan çeşitli kültür kümeleri, sınıf yapıları açısından birbirinden ayrılır, hatta karşıt duygular çağrıştıran anlamlara bürünebilirler. Farklı ideolojik yüklemelere âdeta kendiliğinden sahip olabilen bu kavramların farklı sınıfsal-kültürel kesimlerde taşıdığı ‘anlam içeriği’ni, çağrıştırdığı duygu durumunu bir anekdot aracılığıyla daha iyi anlatabileceğimi sanıyorum.

Uzun yıllar yoksul mahalle liselerinde felsefe öğretmeni olarak görev yaptım. Özellikle geldiği ailenin, mahallenin niteliklerini dolaysızca aktarma saflığında olan lise birinci sınıf öğrencilerine Demokrasi ve İnsan Hakları dersinde sosyolojik değerlendirme amaçlı olarak bu iki kavramı verir, onlar için anlamını sorardım. Öğrencilerin büyük çoğunluğunun “özgürlük” kavramını topluma zarar verme potansiyeli bakımından olumsuz bir içerikle ele alırken, “eşitlik” kavramını ise adalet, ahlaklılık, sınıfsal eşitlik, insanlık, yurttaşlığın gereği gibi olumlu çağrışım ifade eden kavramlarla açıklamaya çalıştıklarını gördüm.

Benzer şekilde, bu günlerde üniversitelerden liselere yayılan eylemlerin muhtemel yönelimlerini kestirebilmek açısından, eylem katılımcılarının kendilerini nasıl ifade ettiklerini, hangi taleplere yahut kaygılara sahip olduklarını, eylemler sırasında dile getirdikleri sloganlara, görüşlere bakarak anlamaya çalışabiliriz.

Hak, hukuk, adalet

Saraçhane buluşmalarında da öğrencilerin kampüslerde gerçekleştirdikleri eylemlerde de şu ana kadar en yaygın dile getirilen sloganların başında “Hak, hukuk, adalet!” sloganı geliyor. Bunun bir nedeni CHP’nin “resmî” sloganı olması ise diğer bir nedeni kanımca kitlelerin ortaya çıkan somut taleplerini ima edebilen ve yaygın kabul gören bir içerik taşıyor olmasıdır. Bu slogandaki kavramlar bir yandan “liyakat” bir yandan “eşitlik” kavramlarına gönderme yapmaktadır. Liyakat talebi ağırlıklı olarak hakkının yendiğini düşünen “elitleri” ve dolayısıyla müesses nizamı rasyonel, adil çalışmaya çağıran sağ bir pozisyonu ifade ederken; eşitlik talebi, eşit yurttaşlık, emeğin karşılığı, insanca yaşam imkânı gibi daha emekçi ve dolayısıyla “sol” bir içeriği ima etmektedir.

Eylemlere katılan öğrencilere sorulduğunda yaygın olarak gençlerin geçim ve yaşam kaygılarını dile getirdikleri görülmektedir. Gençler hak ettiklerinin azına rıza göstermek istememekle birlikte daha ziyade bu ülkede yaşam imkânı bulamamakla ilgili kaygılarını dile getirmektedirler. İş bulabilmek, barınabilmek, beslenebilmek en sık dile getirilen sorunların başında gelmektedir. Bunların hepsi tartışmasız emekçi talepleridir. Yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için şunu belirtmeliyim: Liyakat talebi günümüzde elbette meşru ve haklı bir taleptir. Ben burada liyakat talebini öne çıkaran politik görüşün kurulu düzenin “ratio”sunu imdada çağırmasını düzen içi ve “sağ” olarak nitelendiriyorum.

Sokağın dili sol mudur?

Elbette bu soruya doğrudan evet cevabını veremeyiz. Ancak Türkiye’de tarihsel pratik bize hak talepli sokak eylemlerinin giderek sola yakınsayacağını göstermektedir. Hak talebinin muhatabı devlet, sermaye gibi güç merkezleridir. Dolayısıyla hak talepli eylemler kitlelerin tarihsel olarak sol retoriğin hâkim olduğu kavramlar dünyasıyla tanışmasına sebebiyet verir. Bu konuda da anlatım kolaylığı olması bakımından Gezi dönemine ait bir anımı sizinle paylaşmak isterim. Gezi günlerinde görev yaptığım lise İstanbul’un Küçükbakkalköy Mahallesi’nde bulunmaktaydı. Hem mahallede hem lisede Ülkü Ocakları gayet etkindi. Okulumuzda “sol” ailelerden gelen sınırlı sayıda öğrenci bulunmaktaydı. Sınıf öğretmeni olarak görev yaptığım sınıf, okulun “öğretmen ağlatan” belalı bir sınıfıydı. Yaşım, tecrübem, branşım sebebiyle sınıf öğretmenliği bana düştü. Sınıfta boksörümüz, tamirci çırağımız, kahvehane garsonumuz hemen her “branştan” öğrencimiz bulunmaktaydı. Gençlerin büyük çoğunluğu kendisine ülkücü diyordu. İçlerinde hatırı sayılır sayıda Sedat Peker sempatizanı vardı. Dedeleri taşradan gelmiş, ana babaları da şehirli olan ve AKP’nin temsil ettiği siyasal kültüre mesafeli ailelerin çocuklarıydılar.

2013 yılı mayıs ayının sonları, bizim sınıfta son dersten önce benim dersim var. Sınıfa girer girmez çocuklar “Hocam ne oluyor?” diye bana Gezi’yi soruyorlar. Ben de onlara Fransız Devrimi’nden kesitler anlatarak olayı anlamalarına yardımcı olmaya çalışıyorum. Malum, hoca öğrencileri eyleme çağırıyor denmesin diye kendimce tedbirli davranıyorum. Çocuklardan biri sözümü kesip “Bırak hocam Fransız Devrimi’ni, şimdi biz ne yapacağız?” diye sordu. “Evlat ne bileyim sizin ne yapacağınızı, ben ne oluyor diye öğrenmek için Taksim’e gideceğim” dedim. Son ders çıkışında koridorda bir slogan patladı: “Faşizme karşı omuz omuza!” Bahçe kapısına geldiğimde bizim gençler ağır adımlarla hareket ederek çoğalmaya çalışıyor. Kapı önünde sloganlar: “Faşizme karşı omuz omuza!” O esnada tam çıkış kapısının önünde başka bir sınıftan bir öğrencim olanca avazıyla “Komünistler Moskova’ya” diye bağırıyor. İşte o anda zihnimde Gezi’nin ne olduğuna dair güçlü bir izlenim oluşuyor.

Şimdi cevap verebiliriz: Evet, Türkiye’de sokağın dili soldur. Demokratik hak talepli eylemlerin dili sola çeker. Çünkü Türkiye’de sağ retorik sola karşı oluşmuştur. Geçen seçimde AKP’nin Bolu adayının miting esnasında kitleleri “Bolu Beyi’nin evlatları” diye selamlaması buna şahane bir örnektir. Köroğlu bizim olduğu için Bolu Beyi onlara kalmıştır. Özgürlük kavramının olumsuz bir içerik ima etmesi de “adil” bir diktatör isteği de sağ retoriğin etkisini gösterir. Ancak neredeyse içgüdüsel biçimde toplumu oluşturan bireylerde “eşit” olma isteği mevcuttur. Toplu olarak haksızlığa uğradığımızda haksızlığın eşit bir biçimde dağıtılması adalet duygusunu zedelememektedir. Çocukluğumuzdaki “sıra dayağı” mefhumu bu duruma bir örnektir. Zulüm bile eşit dağıtıldığında eyvallahı olan bir toplumun oldukça güçlü bir eşitlik isteği vardır. Eşitlik bir kavram olarak sola çeker. Dolayısıyla sol, toplumda bu kuvvette karşılığı bulunan eşitlik kavramını her durumda söylemlerinde içermelidir.

Bunları okudunuz mu?